24. İSA ALEYHİSSELÂM
67- Hz. İsa, Hz. Meryem’in oğludur. Onun doğuşu harikulade bir hadise bulunmuştur, Yahudiler,bunu anlayamadılar, kötü zanna düşerek Hz. Meryem’i cezalandırmak istediler, fakat Hz. İsa, daha
beşikte yatar bir çocuk iken ALLAH Teâlâ’nın kudretiyle söze başladı:
“Ben ALLAH’ın kuluyum, bana kitap verdi, bana Peygamberlik verdi, beni her nerede bulunursam
bulunayım mübarek kıldı.”1 dedi. Bu harikayı gören Yahudiler, Hz. Meryem’e taarruzdan el çektiler.
Rivayete göre Hz. İsa, Mescid-i Aksa’ya bir kaç mil mesafede bulu-nan “Beyt-i Lahm” köyünde
yirmidört aralık çarşamba gecesi doğmuştur.
68- Hz. Meryem, kocaya varmamış, melekler kadar temiz, iffetli bir halde yaşarken sırf ALLAH’ın
kudreti ile Hz. İsa’ya gebe kalmıştı. Kur’an-ı Kerim, bunu açıkça beyan buyurmaktadır. Bütün
müslümanlar, buna bu şekilde inanmaktadırlar. Büyük yaratıcımızın kudretini düşünen-ler, onun nice
hârikaları meydana getirmiş olduğunu hatırlayanlar, Hz. Adem’in babasız ve anasız olarak yaratılmış
olduğunu düşünenler, artık Hz. İsa’nın bu yaratılışını imkansız göremezler, bunu asla inkâr edemez-ler.
Hz. İsa’nın bu harikulade yaratılışını inkâr etmek, Kur’an-ı Mübin’in şahitliğini yalanlamak demektir ki
buna hiç bir mü’min cesaret edemez.
Evet... Hz. İsa’nın böyle babasız yaratılmış olduğunu inkâr etmek, ALLAH Teâlâ’nın kudret ve
azametini sınırlamak Kur’an’ın açık beyanlarını yorumlamak ve değiştirmek, milyonlarca müslümanların
asır-lardan beri devam eden sahih inancını bozmak demektir ki, böyle yanlış bir iddiadan, düşünceden
ALLAH Teâlâ’ya sığınırız.
69- İsa (A.S), otuz yaşına girince peygamberliğe ve İncil-i şerif’e nail olmuş, Yahudiler’i irşada
çalışmış, kendilerine güzel güzel öğütler vermiş, büyük büyük mucizeler göstermişti. Fakat kendisine pek
az kimse iman etmiştir ki, onlara “Havariyyun” denilir, rivayete göre on iki zattan ibarettirler.
Hz. İsa’nın bir müddet annesiyle beraber Ürdün’e bağlı “Nâsire” kö-yünde ikamet etmiş olduğunu,
bu sebeple kendisine tâbi olanlara “Nasâ-ra”, dinlerine de “Nasraniyyet” denilmiş bulunduğu rivayet
edilmektedir.
Yahudiler, sonunda Hz. İsa’nın hayatına kastettiler, ona benzettik-leri bir şahsı tutup Kudüs’te
siyaset meydanında darağacına astılar, İsa (A.S) ise, Hak Teâlâ’nın emriyle, kudretiyle göğe kaldırıldı,
orada melekiyyet kisvesine büründü. Kendisine “Ruhullah” denir. Babasız olarak bir kudret üfürüşü ile
yaratılmış olduğu için bu seçkin unvana nail olmuştur.
70- Nasâra’nın iddialarına göre Hz. İsa, İskender’in Babil’i ele geçirmesinden üç yüz altmış sene
sonra doğmuştur. Bu sırada annesi Hz. Meryem, henüz onüç - onbeş veyahut yirmi yaşında bulunuyordu.
Hz. İsa, otuz yaşında Peygamber olmuş, doğduğundan otuziki sene birkaç gün sonra göğe kaldırılmıştır.
Hz. Meryem de bundan sonra altı sene daha yaşamıştır.
Fakat İslâm âlimlerinden, muhaddis (hadis alim)lerinden bir kısım zatlara göre İsa (A.S), kırk
yaşında iken peygamberliğe nail olmuş, yüz yirmi yaşında iken de göğe kaldırılmıştır.
71- Hz. İsa’nın hayatına kastetmiş olan Yahudiler, daha sonra ceza-larını buldular. Şöyle ki,
Romalılar, Kudüs-ü şerif’i zaptederek Mescid-i Aksa’yı yıktılar, kitapları yaktılar, Yahudilerin bir
kısmını öldürdüler, bir kısmını da esir ettiler. Bunun neticesinde ne hakikî Museviyet (Yahudilik)ten, ne
de hakikî İseviyet (Hıristiyanlık)tan eser kalmadı.
Gerçekten Museviyet gibi İseviyet de asıl kendi mahiyetini kaybet-miş, hiç de yer yüzüne
yayılamamıştır.
Gerçi Hz. İsa’nın vasiyeti üzerine Havarilerden bazıları öteye beriye dağılıp Hz. İsa’nın bildirdiği
ilâhî dini yaymaya çalışmak istediler. Fakat o zaman dünyanın her tarafı cehalet içinde, kafirlik ve şirk
içinde kalmış bulunuyordu. Yahudiler ile putperest olan Romalılar ise, Îsevî (Hıristiyan)ların en büyük
düşmanları kesilmişlerdi. İseviyeti kabul edenler, dinlerini gizliyor, gizlice ibadette bulunuyorlardı. Bu
sebeple hıristiyanlık, üç yüz sene kadar genişleyemedi, bu müddet içinde de mahiyetini büsbütün
kaybetmiş, ilâhî bir din olmaktan çıkmış oldu.
72- Yahudiler, Hz. İsa’nın hayatına suikastta bulundukları gibi teb-liğ ettiği dinine de pek kötü
kasıtta bulunmuşlar, içlerinden bazıları İse-viyyeti (Hıristiyan)lığı dıştan kabul ederek dost görünmüş,
halkın bilgi-sizliğinden istifade ederek Hz. İsa’nın tebliğatını, talimatını değiştirmiş, Hıristiyanlığı
bozmuş, akıl ve hikmete aykırı bir hale getirmişlerdi.
Romalılar ise, Îseviyyete karşı açık bir düşman kesilmişlerdi. Fakat ne olursa olsun din duygusu
yaratılıştan vardır, bundan kalbleri, dimağ-ları büsbütün mahrum bırakacak bir kuvvet yoktur. Romalılar,
görünüşte hâkim mevkiinde iken İseviyyetin manen mağlûbu oldular, söndürmek istedikleri bir dini
parlatmaya hizmet ettiler. Şu kadar var ki hakikî bir din yerine, onun adını taşıyan, Hıristiyanlık da
denilen bozulmuş, aslını kaybetmiş bir din yerine geçmiş oldu.
73- Roma imparatoru Kostantin, Hz. İsa’nın doğumundan üçyüz on sene sonra siyasî bir gaye için
www.mehmettaluhoca.com
Hz. İsa’ya nisbet edilen bozulmuş bir dini kabul etti, bayraklarına haç alâmeti koydu, mağlûp ordusuna
kuvvet vermek istedi, hıristiyanlığın yayılmasına bir çok gayretler gösterdi.
Kostantin, eski Bizans kasabasının bulunduğu yerde “Kostantiniye = İstanbul” şehrini yaptırıp
başkenti Roma’dan buraya nakletmişti. Bu tarihe kadar İncil-i şerif’in asıl nüshaları kaybolmuş, İncil
adına havariler ile onların öğrencileri tarafından bir çok risaleler, tarihî kitaplar yazılmıştı. Bunun için
hıristiyanların arasında büyük bir ihtilâf vardı. Kostantinin emriyle “İznik” şehrinde ruhanî bir meclis
toplandı. Bu meclisin binden fazla üyesi vardı, birçoğu birbirinin dilini anlıyamıyordu. Yüzlerce
risalelerden, kitaplardan yalnız dördü bu üyelerin birazı tarafından seçilerek İncil adı ancak bunlara
verildi .
74- Roma imparatorluğu, daha sonra doğu ve batı imparatorluğu adıyla ikiye ayrılmıştır. Bu
hükümetler, birbirini kıskanıyordu. Nihayet mezhebçe de ikiye ayrıldı. Roma’da “Rimpapa”ya tâbi
olanlara “Kato-lik” denildi, İstanbul patriğine tâbi olanlara da “Ortodoks”adı verildi. Daha sonra bir de
“Protestanlık” meydana çıkmıştır. Bu sebeple bugün İsevî (Hıristiyan)ların başlıca mezhepleri üçtür.
Bunların da bir takım şubeleri vardır. Kısacası İsa (A.S)ın bildirmiş olduğu “ALLAH’ın birliği”
inancına dayanan bir din, daha sonra aslını kaybetmiş, renkten renge girmiş, bu dinin mensupları Hz.
İsa’ya ve diğer yaratılmışlara - hâşâ -ilahlık derecesi vermişler, mabetlerini resimler- heykeller ile
doldurmuşlar, müşriklerin ibadethanelerine benzer bir hale getirmişlerdir.
75- Milâttan itibaren altı asır geçmiş, cihanın her tarafı cehalet ve sapıklık içinde kalmıştı. Gerek
Roma hükümeti ve gerek İran’daki “Sasaniler devleti” ahlâk bozukluğu yüzünden çözülmeye yüz
tutmuştu. Bütün milletler arasında dinsizlik, ahlâksızlık yaygınlaşmıştı. Bu, bir “fetret devri = Hz. İsa
(a.s) ile Hazreti Muhammet (S.A.V) arasında peygambersiz geçen devre”idi. Artık dünyayı hak ve
hakikate davet için, dünyayı ıslah için en büyük ve en son bir Peygamberi zîşanın gön-derilmesine ihtiyaç
vardı. Bunun üzerine ALLAH Teâlâ insanlığa lutfetti, kendilerine en büyük Peygamberi ve Habibi olan
Hatemü’l- Enbiya (peygamberlerin sonuncusu) Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz Hazretleri’ni
gönderdi. Artık insanlık ufuklarını yeni bir hidayet nuru, o ana kadar görülmemiş bir büyüklükle, bir
güzellikle aydınlatmaya başlamış oldu.
Hakkın en şaşaalı nuru tecelli etti
Doğdu Kur’an güneşi, leyle-i fetret bitti.
(Hakkın en parlak nuru ortaya çıktı. Kur’an güneşi doğdu, fetret gecesi bitti.)