HUDEYBİYE ANLAŞMASI VE HAYBER GAZASI
143- Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in Hicretinin altıncı senesi idi. Resulü Ekrem (S.A.V)
Efendimiz Beytullahı ziyaret için Zilkade ayının başında bin beş yüz kadar Ashab-ı Kiramıyla Medine-i
Münevvere’den çıktı. Mekke-i Mukerreme tarafına yöneldi. Mübarek maksatları savaş olmadığı için
Ashab-ı Kiram, yanlarına mükemmel savaş aletleri almayıp yalnız birer kılıç kuşanmışlardı.
Mekke-i Mükerreme’deki gayrimüslimler, Hz. Peygamber (S.A.V)-in teşrifini haber alınca bir ordu
halinde Mekke-i Mükerreme dışarısına çıkıp “Hudeybiye” denilen mevkiyi tutmuşlar, Resulü Ekrem
(S.A.V)in Mekke-i Mükerreme’ye girmesine mani olmaya karar vermişlerdi. Resulü Ekrem (S.A.V)
Efendimiz, kendilerine Hz. Osman (R.A)’ı gönderdi, yüksek maksatlarını bildirdi. Fakat onlar yine razı
olmadılar.
144- Mes’udi Sekafînin oğlu Urve, yolda Resulü Zişan (S.A.V) Efendimiz’e tesadüf ederek Ashab-ı
Kiram’ın hareketlerine dikkat etmiş-ti. Ashab-ı Kiram ise, Resulü Ekrem (S.A.V)in çevresinde pervane
gibi dolaşıyor, bütün emirlerini hemen yerine getiriyor, huzurlarında son derece tazim ile hareket ederek
yavaşça konuşuyor, abdest alırken serpilen damlaları alıp yüzlerine gözlerine sürüyorlardı.
Urve, Mekkelilerin yanlarına gidince: “Ey cemaat!. Ben Kayser’in, Kisra ile Necaşinin divanlarında
bulundum, birçok hükümdarlarla görüştüm, vallahi ben, Muhammed (S.A.V)in hakkında Ashabının
yaptıkları hürmet ve itaatin benzerini hiç birinde görmedim, bunlar öyle kolay kolay dağılacak bir
cemiyet değil” diyerek kendilerini uzlaşmaya teşvik etti. Mekkeliler, Arap Ediplerinden “Amr oğlu
Süheyl”i Huzuru Nebeviye gönderdiler. Nihayet on sene müddetle barış anlaşmasına karar verildi ki,
buna “Hudeybiye barış anlaşması” denir.
145- Hudeybiye barış anlaşması esnasında Hz. Osman (R.A)’ın Mekke-i Mükerreme’de şehid
edilmiş olduğuna dair bir haber yayıldı. Bunun üzerine Resulü Ekrem (S.A.V) Hazretleri, bir ağacın altına
oturdu, bütün Ashab-ı Kiram toplandı, ölünceye kadar dayanma-direnme göste-rip savaştan
kaçınmayacaklarına dair Resulü Zişan (S.A.V) Hazretlerine söz verdiler. Buna “Bey’atü’r-rıdvan”
denilmiştir. Çünkü bu ahid ve biatı yapan Ashab-ı Kiramdan ALLAH Teâlâ Hazretleri razı olduğunu
Kur’an-ı Kerim ile haber vermiştir.
Fakat yayılan bu haberin doğru olmadığı anlaşıldı. Düşmanlar, Ashabı Kiram’ın bu kararını duyunca
korktular, Hz. Osman (R.A)’ı serbest bıraktılar, barış anlaşması imzalandı. Resulü Ekrem (S.A.V) ile Ashab-ı
güzîni, kurbanlarını keserek Medine-i Münevvere’ye geri döndüler.
146- Hudeybiye barış anlaşmasının başlıca şartları şunlardır:
1- Müslümanlar ile diğer taraf arasında on sene savaş olmayacak, iki taraftan hiç biri diğerinin
malına, canına taarruz etmeyecek.
2- Müslümanlar, bu sene Beytûllahı ziyaret etmeksizin geri döne-cekler, gelecek sene üç günden
fazla olmamak üzere Mekke-i Mükerre-me’ye gelip Kâ’be-i Muazzama’yı ziyaret edebilecekler, bu üç
gün içinde Mekkeliler şehir dışına çıkacaklar.
3- Müslümanlardan Kureyş’e sığınacaklar olursa geri döndürülme-yecek, fakat onlardan
müslümanlara sığınanlar geriye döndürülecek.
4- Müslümanlardan hac ve umre veya ticaret için Mekke-i Müker-reme’ye geleceklerin canları,
malları emniyet altında olacak, Kureyş tarafından Mısır’a, Şam’a geçip gitmek ve ticarette bulunmak
üzere Medine-i Münevvere’ye gelenlerin de canları ve malları emniyet altında bulunacak.
5- Kureyş’ten başka kabileler, isterlerse müslümanların ve isterlerse Kureyş’in himayesine
girebilecek.
Bu barış anlaşması üzerine Huza’a kabilesi, müslümanların, Benî Bekr kabilesi de Kureyş
kabilesinin himayesine girdi.
147- Hudeybiye barış anlaşmasının ehemmiyeti, İslâm tarihinde pek büyüktür. Bunun çok faydaları
görülmüştür. Bu büyük bir muzafferi-yet demekti. Fakat bunu ilk evvel takdir eden yalnız Şanı yüce
Peygam-ber (S.A.V) Efendimiz bulunmuştu.
Bu faydaların bir kısmı şunlardır:
1- Ashab-ı Kiram, şavaşa hazırlanmamışlardı, silâhları noksandı. Düşman ise, çok hazırlıklı idi,
âdete göre savaş edilmesi uygun değildi. Bu barış anlaşması ile bu savaşın önü alınmış oldu.
2- Müslümanlar, mükemmel talim ve terbiye görmüş oldukları için belki düşmanlarına galip
geleceklerdi. Fakat Mekke-i Mükerreme’ye kat’i bir lüzum olmadığı halde savaş ile girilseydi Kâ’be-i
Muazzama’ya hürmetsizlik edilmiş olurdu. Bilhassa Mekke-i Mükerreme’de bulunup da müslüman
olduklarını korkularından saklayan bir kısım zayıf kimseler vardı, bunlar ayaklar altında kalabilirdi. Bu
barış anlaşması ise, bunlara meydan bırakmamıştır.
3- Mekkeliler, Medine-i Münevvere’de kurulan İslâm hükümetini o zamana kadar tanımıyorlardı,
bu barış anlaşması sayesinde ise, müslü-manlar, kendi hükümetlerini onlara tanıtmış oldular.
4- Müslümanlar, bu antlaşma sebebiyle Kureyş’in taarruzundan emin olarak başka düşmanlarıyla
uğraşmaya vakit buldular, başka taraflarda fetihler elde ettiler.
5- Bu barış anlaşması sayesinde birçok kabileler, müslümanlar ile serbestçe görüşerek
müslümanlığın yüksekliğini anlamış oldu. Müslü-manlığı kabul edenlerin sayıları birdenbire pek fazla
arttı. Kısacası Hudeybiye barış anlaşması, bir feth-i mübîn (apaçık bir fetih) idi.
148- Hayber gazasına gelince, bu da Peygamber (S.A.V) Efendi-miz’in hicretinin yedinci senesinde
vaki olmuştur. Şöyle ki, Hayber, Medine-i Münevvere’nin Şam tarafında dört günlük bir mesafede bir
şehir idi. Çevresinde bir çok kaleler, hurmalıklar, tarlalar vardı. Burada yahudiler otururlardı, bir çok
İslâm düşmanları da gelip bunlara katılıyor-du, bunlar Müslümanlara karşı bir tehlike teşkil ediyorlardı.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in hicretinin yedinci senesi Muhar-rem’inde idi ki, Resulü Ekrem
(S.A.V) Efendimiz, dört yüz piyade, iki yüz süvari ile burasını kuşattı.
149- İslâm ordusunun Hayber’e ulaşması geceye tesadüf etmişti. Fakat bir kavmi habersiz basmak,
Şanı yüce Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in âdetleri değildi, sabaha kadar bekledi, sabahleyin kuşatma
başladı. Hayber kaleleri, pek sağlam idi. İslâm sancağı her gün Ashab-ı Kiram’dan büyük bir zata
veriliyordu, fakat tam bir fetih nasib olmuyordu. Nihayet bir gece Fahr-i âlem (S.A.V) Hazretleri buyurdu
ki: “Yarın İslam sancağını öyle bir zata teslim edeceğim ki, O, düşmana aralıksız hücum eder, asla
kaçınmaz, O, Cenab-ı ALLAH’ı ve resulünü sever, Cenab-ı Hak ile Resulü de onu sever, ALLAH onun
elleri ile fetih nasîp buyuracaktır.”
Ertesi gün Hz. Ali (R.A), Medine-i Münevvere’den gelip orduya yetişti. Göz ağrısından rahatsız
olduğu için geride kalmıştı. Resulü Ekrem (S.A.V) Hazretleri İslâm sancağını Hz. Ali (R.A)ye verdi, O da
hemen Kamus kalesi üzerine yürüyüp önünde sancağı dikti, bir çok Yahudiler ile teke tek vuruşmada
bulunup hepsini tepeledi ve en sonunda Kamus kalesini fethetti, diğer kaleler de birer birer zaptedildi.
150- Hayber arazisi beytülmal adına kaydedildi. Halkı da bu araziyi ekip mahsullerinin yarısını
beytülmâl’e vermek üzere yerlerinde bırakıldı.
O tarihe kadar İslâm ordusunda yalnız reislere mahsus olmak üzere bir sancak bulunurdu. Hayber
gazasında ise, askerlere de bayraklar verilmişti.
Hayber gazasında müslümanlardan on beş şehit vardı. Düşmanın kaybı da doksan üç kişi idi.
Hayber’in fethinden sonra Haris kızı Zeynep adında bir Yahudi kadını, Peygamber (S.A.V)
Efendimiz’e hediye olarak kızartılmış bir koyun takdim etti. Resulü Ekrem (S.A.V) Hazretleri, bundan bir
lokma alır almaz; “Bu zehirlidir, sakın yemeyiniz!” diye emretti, mübarek omuzları arasından kan aldırdı,
bu kadını da kendisi için cezalandırmayıp af buyurdu. Fakat Bera oğlu Bişr adındaki muhterem Sahabi,
bundan yediği bir lokma yüzünden derhal vefat etmiş, Zeynep de suçunu itiraf eylemiş olduğundan
Bişr’in varislerinin talebi üzerine, Zeynep kısas olmak üzere öldürüldü. Yaptığı cinayetin cezasını buldu.
143- Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in Hicretinin altıncı senesi idi. Resulü Ekrem (S.A.V)
Efendimiz Beytullahı ziyaret için Zilkade ayının başında bin beş yüz kadar Ashab-ı Kiramıyla Medine-i
Münevvere’den çıktı. Mekke-i Mukerreme tarafına yöneldi. Mübarek maksatları savaş olmadığı için
Ashab-ı Kiram, yanlarına mükemmel savaş aletleri almayıp yalnız birer kılıç kuşanmışlardı.
Mekke-i Mükerreme’deki gayrimüslimler, Hz. Peygamber (S.A.V)-in teşrifini haber alınca bir ordu
halinde Mekke-i Mükerreme dışarısına çıkıp “Hudeybiye” denilen mevkiyi tutmuşlar, Resulü Ekrem
(S.A.V)in Mekke-i Mükerreme’ye girmesine mani olmaya karar vermişlerdi. Resulü Ekrem (S.A.V)
Efendimiz, kendilerine Hz. Osman (R.A)’ı gönderdi, yüksek maksatlarını bildirdi. Fakat onlar yine razı
olmadılar.
144- Mes’udi Sekafînin oğlu Urve, yolda Resulü Zişan (S.A.V) Efendimiz’e tesadüf ederek Ashab-ı
Kiram’ın hareketlerine dikkat etmiş-ti. Ashab-ı Kiram ise, Resulü Ekrem (S.A.V)in çevresinde pervane
gibi dolaşıyor, bütün emirlerini hemen yerine getiriyor, huzurlarında son derece tazim ile hareket ederek
yavaşça konuşuyor, abdest alırken serpilen damlaları alıp yüzlerine gözlerine sürüyorlardı.
Urve, Mekkelilerin yanlarına gidince: “Ey cemaat!. Ben Kayser’in, Kisra ile Necaşinin divanlarında
bulundum, birçok hükümdarlarla görüştüm, vallahi ben, Muhammed (S.A.V)in hakkında Ashabının
yaptıkları hürmet ve itaatin benzerini hiç birinde görmedim, bunlar öyle kolay kolay dağılacak bir
cemiyet değil” diyerek kendilerini uzlaşmaya teşvik etti. Mekkeliler, Arap Ediplerinden “Amr oğlu
Süheyl”i Huzuru Nebeviye gönderdiler. Nihayet on sene müddetle barış anlaşmasına karar verildi ki,
buna “Hudeybiye barış anlaşması” denir.
145- Hudeybiye barış anlaşması esnasında Hz. Osman (R.A)’ın Mekke-i Mükerreme’de şehid
edilmiş olduğuna dair bir haber yayıldı. Bunun üzerine Resulü Ekrem (S.A.V) Hazretleri, bir ağacın altına
oturdu, bütün Ashab-ı Kiram toplandı, ölünceye kadar dayanma-direnme göste-rip savaştan
kaçınmayacaklarına dair Resulü Zişan (S.A.V) Hazretlerine söz verdiler. Buna “Bey’atü’r-rıdvan”
denilmiştir. Çünkü bu ahid ve biatı yapan Ashab-ı Kiramdan ALLAH Teâlâ Hazretleri razı olduğunu
Kur’an-ı Kerim ile haber vermiştir.
Fakat yayılan bu haberin doğru olmadığı anlaşıldı. Düşmanlar, Ashabı Kiram’ın bu kararını duyunca
korktular, Hz. Osman (R.A)’ı serbest bıraktılar, barış anlaşması imzalandı. Resulü Ekrem (S.A.V) ile Ashab-ı
güzîni, kurbanlarını keserek Medine-i Münevvere’ye geri döndüler.
146- Hudeybiye barış anlaşmasının başlıca şartları şunlardır:
1- Müslümanlar ile diğer taraf arasında on sene savaş olmayacak, iki taraftan hiç biri diğerinin
malına, canına taarruz etmeyecek.
2- Müslümanlar, bu sene Beytûllahı ziyaret etmeksizin geri döne-cekler, gelecek sene üç günden
fazla olmamak üzere Mekke-i Mükerre-me’ye gelip Kâ’be-i Muazzama’yı ziyaret edebilecekler, bu üç
gün içinde Mekkeliler şehir dışına çıkacaklar.
3- Müslümanlardan Kureyş’e sığınacaklar olursa geri döndürülme-yecek, fakat onlardan
müslümanlara sığınanlar geriye döndürülecek.
4- Müslümanlardan hac ve umre veya ticaret için Mekke-i Müker-reme’ye geleceklerin canları,
malları emniyet altında olacak, Kureyş tarafından Mısır’a, Şam’a geçip gitmek ve ticarette bulunmak
üzere Medine-i Münevvere’ye gelenlerin de canları ve malları emniyet altında bulunacak.
5- Kureyş’ten başka kabileler, isterlerse müslümanların ve isterlerse Kureyş’in himayesine
girebilecek.
Bu barış anlaşması üzerine Huza’a kabilesi, müslümanların, Benî Bekr kabilesi de Kureyş
kabilesinin himayesine girdi.
147- Hudeybiye barış anlaşmasının ehemmiyeti, İslâm tarihinde pek büyüktür. Bunun çok faydaları
görülmüştür. Bu büyük bir muzafferi-yet demekti. Fakat bunu ilk evvel takdir eden yalnız Şanı yüce
Peygam-ber (S.A.V) Efendimiz bulunmuştu.
Bu faydaların bir kısmı şunlardır:
1- Ashab-ı Kiram, şavaşa hazırlanmamışlardı, silâhları noksandı. Düşman ise, çok hazırlıklı idi,
âdete göre savaş edilmesi uygun değildi. Bu barış anlaşması ile bu savaşın önü alınmış oldu.
2- Müslümanlar, mükemmel talim ve terbiye görmüş oldukları için belki düşmanlarına galip
geleceklerdi. Fakat Mekke-i Mükerreme’ye kat’i bir lüzum olmadığı halde savaş ile girilseydi Kâ’be-i
Muazzama’ya hürmetsizlik edilmiş olurdu. Bilhassa Mekke-i Mükerreme’de bulunup da müslüman
olduklarını korkularından saklayan bir kısım zayıf kimseler vardı, bunlar ayaklar altında kalabilirdi. Bu
barış anlaşması ise, bunlara meydan bırakmamıştır.
3- Mekkeliler, Medine-i Münevvere’de kurulan İslâm hükümetini o zamana kadar tanımıyorlardı,
bu barış anlaşması sayesinde ise, müslü-manlar, kendi hükümetlerini onlara tanıtmış oldular.
4- Müslümanlar, bu antlaşma sebebiyle Kureyş’in taarruzundan emin olarak başka düşmanlarıyla
uğraşmaya vakit buldular, başka taraflarda fetihler elde ettiler.
5- Bu barış anlaşması sayesinde birçok kabileler, müslümanlar ile serbestçe görüşerek
müslümanlığın yüksekliğini anlamış oldu. Müslü-manlığı kabul edenlerin sayıları birdenbire pek fazla
arttı. Kısacası Hudeybiye barış anlaşması, bir feth-i mübîn (apaçık bir fetih) idi.
148- Hayber gazasına gelince, bu da Peygamber (S.A.V) Efendi-miz’in hicretinin yedinci senesinde
vaki olmuştur. Şöyle ki, Hayber, Medine-i Münevvere’nin Şam tarafında dört günlük bir mesafede bir
şehir idi. Çevresinde bir çok kaleler, hurmalıklar, tarlalar vardı. Burada yahudiler otururlardı, bir çok
İslâm düşmanları da gelip bunlara katılıyor-du, bunlar Müslümanlara karşı bir tehlike teşkil ediyorlardı.
Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in hicretinin yedinci senesi Muhar-rem’inde idi ki, Resulü Ekrem
(S.A.V) Efendimiz, dört yüz piyade, iki yüz süvari ile burasını kuşattı.
149- İslâm ordusunun Hayber’e ulaşması geceye tesadüf etmişti. Fakat bir kavmi habersiz basmak,
Şanı yüce Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in âdetleri değildi, sabaha kadar bekledi, sabahleyin kuşatma
başladı. Hayber kaleleri, pek sağlam idi. İslâm sancağı her gün Ashab-ı Kiram’dan büyük bir zata
veriliyordu, fakat tam bir fetih nasib olmuyordu. Nihayet bir gece Fahr-i âlem (S.A.V) Hazretleri buyurdu
ki: “Yarın İslam sancağını öyle bir zata teslim edeceğim ki, O, düşmana aralıksız hücum eder, asla
kaçınmaz, O, Cenab-ı ALLAH’ı ve resulünü sever, Cenab-ı Hak ile Resulü de onu sever, ALLAH onun
elleri ile fetih nasîp buyuracaktır.”
Ertesi gün Hz. Ali (R.A), Medine-i Münevvere’den gelip orduya yetişti. Göz ağrısından rahatsız
olduğu için geride kalmıştı. Resulü Ekrem (S.A.V) Hazretleri İslâm sancağını Hz. Ali (R.A)ye verdi, O da
hemen Kamus kalesi üzerine yürüyüp önünde sancağı dikti, bir çok Yahudiler ile teke tek vuruşmada
bulunup hepsini tepeledi ve en sonunda Kamus kalesini fethetti, diğer kaleler de birer birer zaptedildi.
150- Hayber arazisi beytülmal adına kaydedildi. Halkı da bu araziyi ekip mahsullerinin yarısını
beytülmâl’e vermek üzere yerlerinde bırakıldı.
O tarihe kadar İslâm ordusunda yalnız reislere mahsus olmak üzere bir sancak bulunurdu. Hayber
gazasında ise, askerlere de bayraklar verilmişti.
Hayber gazasında müslümanlardan on beş şehit vardı. Düşmanın kaybı da doksan üç kişi idi.
Hayber’in fethinden sonra Haris kızı Zeynep adında bir Yahudi kadını, Peygamber (S.A.V)
Efendimiz’e hediye olarak kızartılmış bir koyun takdim etti. Resulü Ekrem (S.A.V) Hazretleri, bundan bir
lokma alır almaz; “Bu zehirlidir, sakın yemeyiniz!” diye emretti, mübarek omuzları arasından kan aldırdı,
bu kadını da kendisi için cezalandırmayıp af buyurdu. Fakat Bera oğlu Bişr adındaki muhterem Sahabi,
bundan yediği bir lokma yüzünden derhal vefat etmiş, Zeynep de suçunu itiraf eylemiş olduğundan
Bişr’in varislerinin talebi üzerine, Zeynep kısas olmak üzere öldürüldü. Yaptığı cinayetin cezasını buldu.