PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V)İN MEDİNE-İ MÜNEVVERE’YE HİCRETLERİ
VE ORADAKİ BAZI KIYMETLİ İCRAATI
Münevvere’ye hicret etmişlerdi. Mekke şehrinde yalnız Resulü Ekrem (S.A.V) ile mübarek ehli beyti ve
Hz. Ebu-bekir ile Hz. Ali kalmışlardı.
Ashab-ı Kiram’ın böyle Medine-i Münevvere’ye gidip orada bir kuvvet oluşturmaları, Mekke-i
Mükerreme’deki gayrimüslimleri düşün-dürüyordu, Darü’n-nedve denilen bir evde toplandılar,
müslümanların en büyük düşmanı olan “Ebu Cehil” adındaki bir şahsın sözüne uydular, Resulü Ekremi
öldürmeye karar verdiler. Her kabileden bir şahıs ayrıla-rak Hz. Peygamberin hâne-i saadeti etrafını
geceleyin kuşattılar, uyumalarını bekliyorlardı, suikastta bulunacaklardı.
İşte o gece, Cibril-i Emîn geldi, durumu Resulü Ekrem’e haber verdi ve Medine-i Münevvere’ye
hicret için izin verildiğini bildirdi. Nebiyyi zîşan Hazretleri de kendi yatağına Hz. Ali’yi yatırdı, yerden
bir avuç toprak alıp dışarda bekleyen müşriklerin üzerlerine saçtı. Hiç birisi görmeksizin aralarından çıkıp
gitti. O gece bir yerde kaldı, gündüzün öğle vakti Ebu Bekir Sıddık’ın evini şereflendirdi ve beraberce
hicrete izinli olduklarını müjdeledi. ,
115- Rebiulevvel ayının ilk günleri idi, Peygamber (S.A.V) Efendi-miz, Hz. Ebu Bekir ile beraber
geceleyin Mekke-i Mükerreme’den çıktılar, oraya bir saatlik mesafede bulunan “Sevr” dağına gittiler,
orada “Athal” denilen bir mağarada saklandılar ve o gece orada kaldılar. Mekke müşrikleri, işten haberdar
olunca Resulü Ekrem’i takibe koyuldular, her tarafa başvurdular, hattâ bu mağaranın yanına bile geldiler.
Fakat ma-ğaranın kapısına örümcekler derhal ağlarını germiş, güvercinler de gelip oraya yuva yapmış,
yumurtlamış olduğundan orada kimsenin bulunmaya-cağına inanıp geri döndüler. Bu da bir mu’cize
demekti. Sonunda Pey-gamber Efendimiz (S.A.V), muhterem yol arkadaşı ile beraber mağara-dan çıktı.
Evvelce Abdullah b. Ureykıt adında birisi vasıtasıyla hazırla-mış oldukları iki deveden birine Resulü
Ekrem ile Hz. Ebu Bekir, diğerine de Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah ile azatlısı Âmir b. Füheyre binerek
Medine-i Münevvere tarafına yöneldiler, yolda bir çok harikalar zuhur etti.
116- Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimiz’in Mekke-i Mükerreme’den çıkmış olduğunu haber alan
müşrikler, Hz. Peygamber ile Ebu Bekir Sıddık’ı tutup getirecek kimselere yüz deve vereceklerini ilân
etmişlerdi. Bu develeri elde etmek için “Beni Müdlic” aşiretinden “Süraka” adında birisi Fahriâlem
Efendimizi takibe çıkmıştı, “Kudeyd” denilen mahalde Rasulullaha yetişti, fakat atının ayakları dizlerine
kadar yere battı, hareketinin fenalığını anladı, Peygamber-i zişan’dan aman diledi ve bir “amanname”
aldı, bu suretle kurtuldu, Mekke-i Mükerreme’nin fethinde de İslâmiyeti kabul etti.
Benî Eslem kabilesinden Büreyde b. Huseyb adındaki bir zat da yetmiş kadar atlı ile Hz. Peygamber
(S.A.V)i tutmak sevdasına düştü. Lâkin Resul-ü Ekrem’e kavuşunca fikri değişti, kalbinde iman
parlamaya başladı, başından beyaz sarığını çözdü, “Ya Resulâllah! Sizin böyle bayraksız yürümenize
gönlüm razı olmuyor, müsaade buyurunuz da bay-raktarınız olmak şerefine nail olayım” dedi ve aldığı
müsaade üzerine sarığını mızrağının ucuna bağladı. Medine-i Münevvere’ye bir saatlik bir mesafede
bulunan Kuba köyüne kadar Resulüllah’ın yanından ayrılmadı. İslâm’ın ilk bayrağı, bu mübarek sarıktır.
117- Fahr-i Kâinat Efendimiz’in Medine-i Münevvere’ye teşrif edeceğini Medine’liler işitmişlerdi.
Her sabah Medine dışına çıkar, sıcak-lar basıncaya kadar beklerdiler. Bir pazartesi günü idi. Resul-ü
Ekrem ile mağara arkadaşı olan Hz. Ebu Bekir’in teşrifleri görüldü. Hemen karşılamaya koştular, Kuba
köyünde kendilerine kavuştular.
Fahr-i âlem Efendimiz, Kuba’da üç gün kaldı ve meşhur Kuba Mescidini yaptırdı, müslüman
cemaati için ilk yapılan Mescid-i şerif budur. Sonra Hz. Ali de arkadan gelip Kuba’da Resul-ü Ekrem’e
kavuş-tu, Ashab-ı Kiram’dan meşhur Selman-ı Farisî de Kuba’ya gelip İslâm ile müşerref oldu.
118- Resul-ü Ekrem Hazretleri, onaltı Rebiulevvel Cuma günü, sabahleyin müslümanlardan yüz
kişi ile Kuba’dan ayrılıp Medine-i Tahi-re’ye yürüdüler, yolda Ranuna denilen derenin üst tarafına
indiler. Şanı yüce Peygamber Efendimiz, orada pek edebi bir hutbe okuyup Cuma namazını kıldırdı.
Peygamber Efendimiz’in ilk kıldırdığı Cuma namazı, budur.
Resul-ü Ekrem Efendimiz, o gün Medine-i Münevvere’yi şereflen-dirdiler. O gün müslümanlar için
bayram olmuştu, her ağızdan: “Ya Resulâllah! Safa geldiniz” nidası yükseliyor, her yüzde bir sevinç ışığı
parlıyor, parlak parlak manzumeler okunuyor, Ensar-ı Kiram’dan her biri: “Ya Resulâllah! Benim evimi
şereflendir” diye yalvarıyordu. Fakat şanı yüce Peygamber (S.A.V) Efendimiz, hiç birinin hatırı kalmasın
diye “Devemi bırakınız, ALLAH Teâlâ tarafından emredildiği yöne gidiyor, bakalım nerede duracak”
buyurdu, mübarek deve de evvelâ Malik b. Neccar’ın evi önündeki boş arsada çöktü, sonra kalkıp beni
Neccar’dan Halid Ebu Eyyub el-Ensarî’nin evi önünde çöktü, oradan da kalkıp yine evvelki çöktüğü yere
giderek orada durdu.
Resul-ü Ekrem Efendimiz: “İnşaallah, konağımız burasıdır” diyerek Hz. Halid’in evini şereflendirdi ve yedi ay kadar o evde ikamet buyurdu.
119- Ensar-ı Kiram, her gün Resul-ü Ekrem’i ziyaret eder, nöbet-leşe yemek getirir, hizmette
bulunurlardı. O müddet içinde adı geçen boş arsa on miskal (yaklaşık 45 gram) altına satın alınarak
üzerinde bir mescid-i şerif yapıldı. Bugün pek mamur olan Mescid-i Nebevi işte bu mübarek mescittir.
Bunun çevresinde yapılan odalar tamamlanınca Resul-ü Ekrem Hazretleri bunlara taşındı, Mekke-i
Mükerreme’de kalmış olan müminlerin annesi Hz. Sevde ile Peygamberimizin diğer ehli beyti de
Medine-i Münevvere’ye getirtildi. Artık Medine-i Tahire bu mübarek zatların ikinci vatanları olmuştu.
Müslümanlarca kabul edilmiş olan hicri tarih, Peygamber Efendi-miz’in Medine-i Münevvere’ye
hicret buyurdukları senenin Muharrem ayından başlar. Bu tarihten itibaren müslümanlar için pek parlak
bir ilerleme ve gelişme devresi başlamış oldu.
120- Mescid-i Nebevi yapıldıktan sonra Ashab-ı Kiram toplanıp beş vakit namazı cemaatle kılmaya
başlamışlardı. Fakat namaz vakitlerini ilân lâzım geliyordu. Başka milletlerin boru çalmak, çan çalmak,
yüksek bir yerde ateş yakmak gibi kabul etmiş oldukları manâsız alâmetler, İslâmiyete yakışmazdı. Bir
aralık Hz. Ömer’in teklifiyle: “Es-salâte camiaten = Haydin cemaatle namaz kılmaya” diye nida olundu.
Sonunda Ensar-ı Kiram’dan Abdullah b. Zeyd’e rüyasında bildiğimiz şekilde ezan öğretildi. Hz. Ömer de
böyle bir rüya gördü, Resulü Ekrem Efendimiz, bunu işitince: “İnşaALLAH bu rüya haktır, namaza böyle
davet olunma-lıdır.” diye emretti. Sonra bu rüya, ilâhî vahiyle de onaylandı. Artık na-maz vakitleri bu
şekilde ilan edilir oldu. Yeryüzünde namaz vakitleri baş-ka başka saatlere tesadüf ettiğinden hiçbir saat
yoktur ki, Ezan-ı Muham-medi okunmasın, bu vesile ile ALLAH’ü Teâlâ’nın birliği, büyüklüğü,
Peygamberimizin risaleti, namazın dünya ve ahiret kurtuluşuna sebep olduğu bütün insanlık âlemine
yüksek bir sesle ilan edilmiş olmasın.
Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimiz’in ilk müezzini, Bilâl-i Habeşî”-dir. Ebu Mahzûre Semure ile
Amr b. Ümmü Mektum ve Sa’dül-karaz da Efendimiz’in müezzinlerindendir. (R.Anhüm.)