Beşinci Kitap Zekat ve Sadaka-i Fıtır Hakkındadır



BEŞİNCİ KİTAP
ZEKAT VE SADAKA-I FITIR
HAKKINDADIR





İÇİNDEKİLER

• Zekatın mahiyeti
• Farz kılınmasındaki hikmet
• Zekatın farz olmasının şartları
• Zekatın sahih olmasının şartı
• Zekata tabi olup olmayan mallar
• Ehlî hayvanlara ait zekatlar
• Ticaret mallarının zekatı
• Altın ile gümüşün zekatı
• Kağıt paralar ile banknotların zekatı
• Alacakların zekatı
• Arazi mahsullerinin zekatı
• Madenlerin ve definelerin zekatı
• Zekatların ödenme yolları
• Zekatın verileceği yerler
• Kendilerine zekat verilmesi caiz olup olmayan kimseler
• Sadaka-i fıtr’a dair meseleler





ZEKATIN MAHİYETİ

1- Zekat; lügatta taharet, bereket, çoğalma-artma, överek anmak manasındadır.
Istılahta, “Bir malın muayyen bir miktarını, muayyen bir zaman sonra hak sahibi olan bir kısım
müslümanlara ALLAH Teâlâ’nın rızası için tamamen temlik etmek (mülkiyetine geçirmek)ten ibarettir.
Zekat, kulların kulluktaki sadakatlerine delalet eder. Bu yönüyle zekata “sadaka” da denilmiştir.
Bununla beraber sadaka tabiri zekattan daha umumidir. Vacipleri, nafileleri de içine almaktadır.
Zekat vermeye “tezkiye”, zekat verene de “müzekki” denilir. Şahitler hakkındaki övgüye,
güvenilir olduklarını söylemeye de tezkiye denildiği malumdur.
2- Zekat kesin bir farzdır. Peygamberimiz (S.A.V)in hicretinin ikinci senesinde oruçtan evvel farz
kılınmıştır. İslâmın şartlarından birini teşkil etmektedir. Muayyen miktarda bulunan nakit paraların ve
ticaret mallarının üzerinden bir sene geçtiği takdirde, zekatlarını derhal, yani sene biter bitmez hemen
vermek icap eder. Çünkü bu halde bunlara yoksulların hakları taalluk etmiş olur. Artık bunu özürsüz
yere tehir etmek caiz olmaz. Diğer bir görüşe göre zekatın verilmesi geciktirmeli olarak farzdır. Yani
sene sonunda hemen verilmesi lazım değildir. Mü-kellef bunu yaşadığı sürece eda edebilir. Eda
etmeden ölürse, o zaman günahkar olur. Fakat en sahih olan birinci görüştür.
3- Zekatın aşikare olarak verilmesi daha faziletlidir. Çünkü zekatı bu şekilde veren başkalarına güzel
bir örnek olmuş olur ve kendisini başkasının su-i zanından kurtarır. Zekat kesin bir farz olduğundan, bunun
edasında riya meydana gelemez. Nafile sadakalarda ise, böyle değildir. Onları gizlice verip gösteriş
ihtimalinden kaçınmak daha faziletlidir.

ZEKATIN FARZ KILINMASINDAKİ HİKMET

4- Zekatın farz kılınmasındaki hikmet pek mühimdir ve herkesçe âdeta apaçıktır. Bir hadis-i
şerifte:
“Mallarınızı zekat ile koruyunuz, hastalıklarınızı sadaka ile tedavi ediniz, bela dalgalarını dua
ile, niyaz ile karşılayınız” buyrulmuştur.1
Demek ki, zekat sayesinde servet korunmuş olur. Sadakalar maddi ve manevi hastalıklara birer
ilaç mahiyetinde bulunur. Gerçekten zekat ve sadaka verenlerin mallarında, canlarında bir feyiz ve
bereket, bir sıhhat ve âfiyet yüz gösterir, bunun çok üstünde olarak da kendileri Hak Teâlâ’nın rızasını
kazanıp nice manevi mükafatlara nail olurlar, nice manevi tehlikelerden kurtulurlar.
5- Zekatın her bakımdan bir çok faydaları vardır. Bir kere ma-lumdur ki, kalplerde pek fazla yer
tutan bir mal ve servet sevgisi insanı yüksek duygulardan mahrum eder, insanı bazen fena hareketlere
sü-rükler. Zekat sayesinde ise, kalbin bu zararlı duygusuna meyillerine mukavemet edilmiş, nefis
cimrilikten temizlenmiş, mal başkasının hakkından tasfiye edilmiş, insanda şefkat, hayırseverlik,
başkalarını düşünmek gibi yüksek duygular vücuda gelmiş olur.
Sonra zekat toplumun huzuruna, refahına, dayanışmasına sebeptir. Yoksulları, âcizleri kendi
servetinden faydalandıran bir zengin cemi-yetin en sevimli ve en değerli uzvu sayılır, fakirlerin,
muhtaçların elemlerini azalttığından onların övgülerine muhabbetlerine, duâlarına nail olur, serveti de
hain ve hırslı gözlerin dikilmesinden emin bulunur. Artık böyle birbiri hakkında hayır düşünen,
merhametli olan duâcı bulunan bir cemiyet arasında güzel bir âhenk vücuda gelmiş olmaz mı!
6- Bir de zekat vermek, güzel bir akidenin-inancın eseridir. Böyle bir akideye sahip olan kimse,
mensup olduğu cemiyet için zarardan beri, bilakis pek faydalı bir insan demektir. Çünkü kendi
malından bir kısmını sırf ALLAH Teâlâ’nın rızası için ayırıp fakir olan din kardeşlerine veren ve
karşılığında onlardan hiçbir şey gözetmeyen böyle bir insan artık çevresine faydalı olmaz mı? Artık
kendisine ait olmayan şeylere göz dikip başkalarının zararlarına hareket eder mi? Başkalarının
ellerindeki mallara saldırır mı?
7- Bununla beraber zekat bir şükran vazifesidir. Zekat veren bir müslüman düşünür ki, “Elde
ettiğim bu servet, bana Hak Teâlâ’nın bir ihsanıdır. Bir çok insanlar daha güçlü, kuvvetli, daha bilgili
oldukları halde bu servetten mahrum bulunuyorlar. Bu sebeple bana ikram ve ihsanı sonsuz olan yüce
ALLAH’ın bir lütuf ve ihsanı olan bu servetin şükrünü îfa etmek lazım gelir. İşte bu şükür vazifesi, farz
olan bu zekatı ödemekle yerine getirilmiş olur.
8- Şu da düşünülmelidir ki, bir şahsın elde ettiği servette onun mensup olduğu çevrenin bir çok
tesiri vardır. Eğer o, böyle bir çevrede yaşamamış olsaydı bu servete nâil olabilecek miydi? İşte bu da
bir nimettir. Bu nimete karşı şükür de o çevredeki yoksul, perişan insanlara yardım etmekle meydana
gelir. Zekat ve sadaka verilmesi ise, böyle bir yardımdan ibarettir.
Özetle bugün zekat, müslümanlara mahsus, fevkalâde insanî bir vazifedir. Zekat verenler,
ALLAH Teâlâ’nın sevgili, hayırlı kulları sayılmaya lâyıktır. Ne mutlu bu güzel vazifeyi yerine
getirenlere.

ZEKATIN FARZ OLMASININ ŞARTLARI

9- Bir kimsenin zekat vermekle mükellef olması için bazı şartlar vardır. Bunları kaydediyoruz.
1. Zekat verecek kimse: Müslüman, hür, akıllı, büluğ çağına ermiş olmalıdır. Bundan dolayı
gayrimüslimlere, köle ve câriyelere, delilere, çocuklara zekat farz değildir. Şöyle ki, bir gayr-ı müslim
zekat ile mü-kellef değildir. Hatta bir müslüman “Neuzü billah” bir müddet dinden çıkıp daha sonra
tövbe edip istiğfar etse, dinden çıktığı zamanlarda kendisine zekat farz olmayacağı gibi, dinden
çıkmasından evvelki za-mana âit zekat borçları da düşmüş olur.
Çünkü müslüman olmak, zekatın farz olmasında şart olduğu gibi devamında da şarttır. Kölelerle
cariyelere gelince, onlar esasen bir şeye sahip olamayacakları için zekat vermeye ehil değildirler, hatta
ticarete izinli olmuş olsalar bile.
Delilere gelince, bunlarda iki hal düşünülebilir. Birincisi: Çocuk-luktan beri deli olmaktır.
Bunların bu hali devam ettikçe, kendileri ze-kat ile mükellef olmazlar. Fakat bunlar büluğ çağına
erdikten sonra iyileşip düzelecek olsalar, bu iyileşmeleri tarihinden itibaren zekat ile mükellef olurlar.
İkincisi: Büluğ çağına erdikten sonra bir süre deli olmaktır. Bu halde bunların, delilikleri bütün bir sene
devam ederse, bu sene için kendilerine zekat farz olmaz. Çünkü bu halde kendilerinden mükellef olma
durumu düşer. Fakat bu sene içinde bir süre, mesela bir iki gün iyileşip düzelseler, üzerlerine zekat
lazım gelir.
Bu mesele, İmam Muhammed’e göredir. İmam Ebu Yusuf’a göre senenin ekserisinde iyileşip
düzelmedikçe, o senenin zekatı icap etmez.
Baygınlık hali ise, zekat ile mükellef olmaya mani değildir.
Çocuklara gelince, bunlar da akıllı olarak büluğ çağına ermedikçe zekat ile mükellef bulunmazlar.
Bu sebeple bunların mallarından veli-leri zekat veremez. Bunların zekatları büluğ çağına erdikleri
tarihten itibaren başlar, bir sene sonunda edası vacip olur.
(İmam Şafii’ye göre çocuklar ile delilerin mallarından da zekat la-zım gelir, bunu mallarından
velileri edâ eder. Çünkü zekat mala yönelik bir haktır, vazifedir. Bu mükellefiyet eksikliği (çocuklukdelilik),
bu hakkın farz olmasına mani olmaz. Öşürde olduğu gibi. Bizce zekat, mali bir ibadettir.
Bunlar ise, ibadetle mükellef değildirler.)
2. Zekat verecek kimse, temel ihtiyaçlarından ve borcundan başka nisap miktarı veya daha fazla
bir mala sahip bulunmalıdır. Bu yüzden bu kadar malı olmayan kimseye zekat farz olmaz.
“Nisap”, dinimizin bir şey hakkındaki temel bir ölçü, alamet tayin etmiş olduğu miktardır. Şöyle
ki, zekat hususunda altının nisabı yirmi miskal, gümüşün nisabı iki yüz dirhem, koyun ile keçinin nisabı
kırk, sığır ile mandanın nisabı otuz, devenin nisabı da beştir.
Temel ihtiyaçlardan maksat da, oturulacak ev ile eve lüzumlu eşyadan ve kışlık, yazlık elbise ile
lüzumlu silahtan, âletten, kitaptan ve binek hayvanı (araba) ile hizmetçi, köle veya cariyeden ve bir
aylık -sahih görülen diğer bir görüşe göre bir senelik- nafakaya mahsus erzaktan ibarettir. Borç karşılığı elde bulunan nakitler de bu hükümdedir.
3. Zekatın farz olması için mal, hakikaten veya hükmen nâmi-artıcı bulunmalıdır. Bu bakımdan
nami olmayan mallardan zekat lazım gelmez. Hatta nisap miktarından fazla olsa, bile.
“Hakikaten nema” ticaret yolu ile doğurma veya üreme ile olur. Ticarette kullanılan herhangi bir
eşya ve hayvan zekata tabi olduğu gibi dölünü veya sütünü almak için kırlarda otlatılan ve saime adını
alan hayvanlar da zekata tabidir. Nitekim ileride bildirilecektir.
“Hükmen nema” da çoğaltmaya arttırmaya mümkün olan ile meydana gelir ki, bu sahibinin veya
vekilinin elinde bulunan altın ile gümüşe mahsustur. Altın ile gümüşün maddeleriyle ihtiyaçlar giderilemez.
Bilakis bunlar ticarette kullanılmak, malların değiştirilmesine vasıta olmak yolu ile ihtiyaçları
karşılar, bu yönü ile bunlar yaratılış bakımından artmaya, ticarete mahsustur. Bu yüzden elde bulunan
altın veya gümüş nakitler, külçeler zinet takımları kendileri ile ticarete niyet edilmese de veya bunlar
nafakaya ev satın alınmasına harcanmak üzere saklanılmış olsa da, nisap miktarına ulaşınca, zekata tabi
olurlar.
4. Zekatın farz olması için tam bir mülk bulunmalı, yani bir malda mülkiyet ile vaz’iyed -elde
bulundurma- aynı anda bulunmalıdır.
Bu sebeple bir kadın mehrini eline almadıkça bundan dolayı zekat ile mükellef olmaz. Çünkü o
mehre sahip ise de, henüz eline geçmiş değildir.
Yine böylece elinde rehin mal bulunan bir kimseye bu rehinden dolayı zekat lazım gelmez. Zira
bu borca karşılıktır. Bunda sahibinin elinde bulundurma durumu mevcut değildir.
Yine böylece, borçlu olan kimse, borcuna karşılık olan bir malın-dan dolayı zekat ile mükellef
olmaz. Çünkü bu mal elinde bulunmuş olsa da, mülkiyeti yok demektir.
Satın alınıp da henüz teslim alınmamış bir mal ise, teslim alınmış hükmünde olarak zekata tabidir.
Bu nisaba dahil olup bundan sahih olan görüşe göre zekat vermek lazım gelir.
Yolculukta bulunan kimse de malının zekatını vermekle mükel-leftir. Çünkü o malını bilfiil
elinde bulundurmuyorsa da, o malı vekili vasıtasıyla kullanmaya gücü yeter.
5. Zekatın farz olması için bir mal üzerinden tam bir sene geçmiş bulunmalıdır ki, buna (havli
hevelan) denir. Çünkü bu müddet içinde nema = artmak ziyadeleşmek gerçekleşir. Üreme meydana
gelir mev-simler ihtiyaçlar fiyatlar değişir.
Şöyle ki, en az nisap miktarı artmaya elverişli bir mal üzerinden tam bir kameri (hicri) sene geçip
sene son bulmadıkça zekat lazım gelmez. Nisap miktarı hem senenin evvelinde, hem de sonunda bulunmalıdır.
Bu miktarın sene içerisinde eksilmesi, zekatın farz olmasına engel olmaz. Bilakis sene içinde
artan mal da sene sonunda diğer mal ile beraber zekata tabi olur.
Mesela bir kimsenin (1364) senesi başlangıcında temel ihtiyaçla-rından fazla iki yüz dirhem
gümüş miktarı artmaya elverişli bir malı olup bu mal sene sonuna kadar devam etse, bundan beş dirhem
zekat lazım gelir. Bu mal sene ortasında yüz dirhem miktarına indiği halde sene sonunda yine iki yüz
dirhem miktarına çıkmış bulunsa yine beş dirhem zekat vermek icap eder.
Sene başında en az iki yüz dirhem miktarı iken sene arasında ka-zanç hibe veya miras gibi bir
sebeple dört yüz dirhem miktarına çıkıp sene sonuna kadar devam etse, on dirhem zekat vermek
gerekir. Fakat böyle bir mal sene başında mesela yüz doksan dirhem miktarı iken sene sonunda iki yüz,
üç yüz dirhem miktarına çıkmış bulunsa veyahut sene başında iki yüz üç yüz dirhem miktarı iken sene
sonunda yüz doksan dokuz dirhem miktarına düşse, zekat lazım gelmez. Bilakis iki yüz dirhem miktarı
olduğu günden itibaren başlayacak bir senelik müddet sonunda yine aynı miktarda veya daha fazla
bulunacak olursa, zekatı lazım gelir.
İmam Züfer’e göre nisap miktarı senenin başından sonuna kadar tamam bulunmalıdır.
İmam Şafii’ye göre de yılın ekseriyetini merada otlayarak geçiren hayvanlarda hüküm böyledir.
Fakat ticaret mallarında nisabın yalnız sene sonunda tam bulunması lazımdır. Sene başında veya
içerisinde noksan olması, zekatın farz olmasına mani olmaz.
10- Zekata tabi bir mal üzerinden bir sene geçtikten sonra artacak olsa, bu artan kısmı arttığı
günden itibaren bir sene geçmedikçe zekata tabi olmaz.
Mesela 1363 senesi başında üç yüz lira miktarında bulunan bir ticaret malı, 1363 senesi sonunda
yine üç yüz lira miktarı olup da 1364 senesi başında üç yüz elli lira miktarına yükselse, bu elli lira miktarı zekat için üç yüz liraya eklenmez. Bunun için ayrıca bir sene geçmesi lazım gelir.

ZEKATIN SAHİH OLMASININ ŞARTLARI

11- Verilen bir zekatın sahih olması için zekat niyeti ile beraber verilmiş olması şarttır. Bu esas
üzerine şu meseleler ortaya çıkar.
1. Zekatı fakire verirken veya zekat için bir mal ayırırken bunun zekat olduğuna kalben niyet edilmesi
lazımdır. Dil ile söylenmesi lazım değildir. Hatta bir malı fakire zekat niyetiyle verirken bunun bir hibe
veya bir borç olarak verildiğini söylemek bile zekat olmasına mani değildir.
2. Bir mal fakire niyetsiz olarak verildiği takdirde bakılır: Eğer henüz fakirin elinde mevcut ise,
zekata niyet edilmesi caizdir. Fakat elinden çıkmış ise, niyet edilmesi geçerli olmaz.
Aynı şekilde bir şahıs bir kimsenin malından onun adına zekatını vermekle o kimse buna izin
verse bakılır: Eğer o mal fakirin yanında mevcut ise, bu zekat sahih olur mevcut değilse olmaz.
3. Zekatta vekilin niyeti değil, müvekkilin niyeti muteberdir.
Bundan dolayı bir kimse zekatını vermek için birini vekil tayin etse, zekat olarak vereceği malı
teslim ettiği zaman veya o malı vekilin fakire vereceği zaman zekata niyet etmesi icap eder. Vekilin
niyeti yeterli olmaz. Bu vekil, bir müslüman olacağı gibi, bir gayrimüslim vatandaş da olabilir.
4. Zekat vermek niyetinde olan bir kimse, bunun için bir mal ayır-maksızın fakirlere vakit vakit
bir şeyler verdiği halde hatırına niyet gel-mese, bunlar zekatına sayılamaz. Fakat fakire böyle bir mal
verirken “bunu niçin veriyorsun?” gibi bir suale, düşünmeksizin hemen “zekat olarak veriyorum”
diyebilecek bir halde bulunursa, bu niyet mesabe-sinde olur.
5. Bir kimse, fakirlere bir müddet sadaka verdikten sonra “Şu müddet içinde sadaka olarak
verdiğim şeylerin zekatımdan olmasına niyet etim” demesi geçerli olmaz.
6. Bir kimse elinde bulunan bir malı zekata niyet etmeksizin büsbütün sadaka olarak verse, bunun
zekatı kendisinden düşmüş olur. Gerek nafile sadakaya niyet etmiş olsun ve gerek olmasın müsavidir.
Fakat bununla bir adağa veya başka vacip bir vazifeye niyet etmiş olursa, bu mal, o niyete göre verilmiş
olur, bu mala isabet eden zekat miktarını ayrıca borçlu olup ödemek icap eder.
7. Bir kimse, zekatı icap eden bir malın bir miktarını bir fakire hibe etse, bu miktara isabet eden
zekat, kendisinden düşer.
Mesela bir zengin, bir fakirin zimmetinde olan on bin kuruş alaca-ğını bu fakire bağışlasa, yalnız
bu on bin kuruşa ait zekatını vermiş olur. Bu hususta zekata niyet edip etmemesi müsavidir. Bu on bin
kuruşu diğer mallarının zekatına sayamaz.
Yine böylece, fakir olmayan bir borçluya böyle bir mal bağış-lansa, bununla ne o malın, ne de
başka mallarının zekatı verilmiş olmaz. -En sahih olan görüşe göre- bu bağışlanan mala isabet eden
zekatın da ayrıca verilmesi lazım gelir.

ZEKATA TABİ OLAN MALLAR
12- Mallar, “gizli-saklı mallar” ve “aşikare mallar” adıyla iki kısımdır. Nakit paralar ile evlerde,
mağazalarda bulunan ticaret malları, gizli-saklı mallardır. Yılın ekseriyetini merada otlayarak geçiren
hay-vanlar ile bir kısım arazi mahsülleri ve madenler, yer altındaki hazineler ve gümrüklere uğrayan
ticaret malları ile nakit paralar da aşikare mal-lardandır. Bunların hepsi de birer muayyen nisbette
zekata tabidir.
13- Gizli-saklı malların zekatlarını vermek, sahiplerinin dindarlı-ğına havale edilmiştir. Bunlar,
bu malların zekatlarını diledikleri fakir-lere, muhtaçlara bizzat verebilirler.
Aşikare malların zekatlarını, muayyen nisbetteki vergilerini ise, veliyyü'l-emir, hususi memurlar
vasıtasıyla tahsil ederek dinen muay-yen yerlere sarf eder. Bu memurlara “amil”, “sai”, “aşir” gibi adlar
verilmiştir.
14- Vaktiyle tüccarları yol kesicilerden, vesaireden korumak ve karşılığında bir kısım zekatlarını
almak için münasip yerlerde “aşir” adı ile bir takım memurlar tayin edilmiş bulunuyordu. Bu memurlar, müslü-manların nisap miktarına ulaşan ve üzerlerinden birer sene geçmiş bulunan ticaret mallarından
ve üzerlerinde bulunan paralardan kırkta bir nisbetinde zekat tahsil ederlerdi. Ancak bu malların
sahipleri bunların zekatlarını daha yola çıkmadan bulundukları beldede vermiş olduklarını veya
bunların karşılığında borçlu olduklarını veya bu malların ticaret malı olmadığını veya zekatlarının
başka bir aşir tarafından alınmış olduğunu iddia ederlerse, o halde bu iddianın aksi ortaya çıkmadıkça
zekatları alınmazdı.
Bu memurlar, tüccarların yanlarında bulunup çabuk bozulacak sebzeler, yaş hurmalar, yaş
üzümler gibi şeylerden de zekat almazlardı. Hatta bunların kıymetleri nisap miktarından fazla olsa bile.
Zamanımızda tüccarlar, İslam gümrüklerinde ticaret malları için verdikleri vergileri bu malların
zekatına sayabilirler.

ZEKATA TABİ OLMAYAN MALLAR

15- Bir insanın gerek kendi şahsının ve gerek nafakalarıyla mü-kellef olduğu kimselerin
ihtiyaçlarını karşılayan, bu yönüyle “temel ih-tiyaçlar” adını alan şeylerden zekat lazım gelmez.
Oturulan evler ve bu evlerin lüzumlu eşyası, giyinmeye, kuşanmaya mahsus lüzumlu elbi-seler, silahlar,
binmeye mahsus hayvanlar (arabalar), hizmete mahsus köleler, cariyeler, bir aylık veya bir senelik taam = yenilecek ve içilecek şeyler, ilim sahiplerinin birer ciltten veya takımdan ibaret olan kitapları, sanat erbabının birer takım aletleri temel ihtiyaçlardan sayılır.
Bu sebeple bunlara sahip olanlar, zengin, nisaba sahip sayılmazlar.
16- Ticaret için olmayan fazla ev eşyasından, kitaplardan sanat aletlerinden, fazla elbiseden, fazla
yenilecek ve içilecek şeylerden, altın ve gümüşten olmayan ziynet takımlarından, yakut, zümrüt, inci, elmas
gibi ziynet eşyalarından dolayı da zekat lazım gelmez. Çünkü bunlar, artıcı değildir. Şu kadar var ki, bunlar,
temel ihtiyaçlardan hariç olup kıymetleri en az nisap miktarına ulaşınca sahipleri zengin sayılır. Bundan
dolayı zekat ile mükellef olmazlarsa da, fıtır sadakası ile ve kurban ile mükellef olurlar. Kendilerinin zekat,
sadaka almaları caiz olmaz.
17- Bir kimsenin sahip olduğu halde kendilerinden faydalanması mümkün olmayan, başka bir
ifade ile; elinden çıkıp büyük ihtimalle bir daha eline girmeleri umulmayan mallarından zekat lazım
gelmez. Bu gibi mallara “mali zımar” denir. Bunlar, bu halde çoğalıcı sayılmaya-cakları yönüyle zekata
tabi olmazlar. İsbatı mümkün olmayıp inkar edi-len alacak paralar, gasp ve devletçe el konulup geri
alınması umulma-yan mallar, denize düşüp çıkarılması mümkün görülmeyen mallar, kırda gömülüp
yerleri unutulmuş nakitler, kaybolmuş diğer mallar bu kısım-dandır. Bunlardan dolayı -elden çıkmış
oldukları müddetçe, istifade etmek mümkün olmadığından- zekat lazım gelmezse de tekrar elde edilince
bakılır, nisap miktarına ulaşmış ve zekata tabi mallardan ise, elde edildikleri tarihten itibaren bir sene
sona erince, zekatları lazım gelir.
Mesela senelerce inkar edilip delil ile ispatı mümkün bulunmayan şu kadar bin kuruştan ibaret bir
alacaktan dolayı, bu seneler için zekat lazım gelmez. Fakat daha sonra ikrar ile veya delil ile sabit olup
tahsil edilse, bu ispat anından itibaren zekata tabi olup aradan bir sene geçince zekatı lazım gelir. Ancak
sahibinin zekata tabi başka malı da bulunursa, o takdirde bunların zekatı ile beraber o elde edilen
malların da zekatını vermek icap eder, bir sene geçmesi beklenilmez.
(İmam Züfer ile İmam Şafii’ye göre bu gibi malların geçmiş seneleri için de zekat lazım gelir.
Çünkü mülkiyet mevcuttur.)
18- İnsanlar tarafından istenilecek herhangi bir borca karşılık olacak bir mal, nakit olsun, yılın
ekseriyetini merada otlayarak geçiren hayvan veya ticaret malı olsun, zekata tabi olmaz. Ödünç alınmış
paralar, telef edilmiş şeylerin bedeli, kadınlara verilecek mehir paraları, geçmiş senelere ait zekat
paraları bu borç kısmındandır. Bu yüzden bir kimsenin temel ihtiyaçlarından başka elinde nisap miktarı
nakitleri veya ticaret eşyası bulunduğu halde bu miktarda borcu bulunsa, kendisine zekat farz olmaz.
19- Bir kimsenin nisaptan fazla malı olduğu halde bir miktar da borcu bulunsa bakılır: Eğer bu
maldan borcu çıktıktan sonra nisaptan noksan olmamak üzere bir şey kalırsa, yalnız bu şeyin zekatı
lazım gelir. Fakat nisap miktarından, yani iki yüz dirhem gümüş kıymetinden az bir şey kalırsa, bundan
da zekat lazım gelmez.
20- Bir kimsenin mesela yüz lira fazla parası olduğu halde geçmiş senelerden üzerinde kalmış yüz
lira da zekattan borcu bulunsa kendisine bu yüz lira için ayrıca bir zekat lazım gelmez. Fakat zekattan
borcu mesela kırk lira olsa, geri kalan mevcut altmış liranın zekatı lazım gelir.
Zekat gerçekte ALLAH’a ait yani umumun menfaati ile ilgili hak-lardandır. Fakat verilmediği
takdirde veliyyül-emir tarafından istenilip zekat verilen yerlere harcanabilir. Bu yönüyle bu da insanlar
tarafından istenilecek borçlardan sayılır. Adaktan, keffaretten, fıtır sadakasından, farz olan hacdan
dolayı olan borçlar ise, böyle değildir. Bunlar insanlar tarafından istenilemez. Bu sebeple bunların
bulunması, eldeki mevcut malların zekata tabi olmasına mani olamaz.
(İmam Şafii’ye göre nisap miktarı artıcı bir mala sahip olan, bunun karşılığında borcu olsa da,
zekat ile mükellef olur. Çünkü zekatın farz olması nisap miktarı olan artıcı mal sebebiyledir. Bu borçlu
ise, buna sahiptir. Hür bir kimsenin borcu ise, zimmetine taalluk eder, hemen elindeki mala taalluk
etmez. Bunun içindir ki bu malda tasarrufu caizdir. Borç ile zekat ise, başka başka haklardır. Birinin
varlığı, diğeri-nin farz olmasına mani olmaz.)
Bizce borçlu fakirdir, nisap miktarı fazla malı yok ise, kendisine zekat verilmesi bile caizdir.
Zekat ise, zengine farzdır.
21- İnsanlar tarafından istenilecek bir borcun zekata mani olması hususunda bu borcun
nakitlerden veya diğer eşyadan olması müsavi olduğu gibi, vadesi dolmuş olup olmaması da müsavidir.
Şu kadar var ki, bu borç zekatın farz olmasından evvel zimmete taalluk etmiş bulun-malıdır. Yoksa bir
malın zekatının verilmesi farz olduktan sonra zim-mete sonradan gelecek bir borç, bu zekatın
düşmesine sebep olamaz.
Sene içinde zimmete gerekli olan bir borç ise, İmam Ebu Yusuf’a göre zekatın farz olmasına mani
olmazsa da, İmam Muhammed’e göre mani olur.
22- Bir borca kefil olan kimsenin malından da kefil olduğu borca denk olan miktar hakkında zekat
lazım gelmez. Bu kefalet borçlunun emriyle olsun olmasın, müsavidir. Çünkü kefil de borçlu demektir.
23- Bir borç herhangi bir şekilde düşünce ona denk olan malın ze-katı için sene başlangıcı, bu
düşme tarihinden başlar. Mesela bir kimse-nin temel ihtiyaçlarından başka nisap miktarı artıcı bir malı
bulunduğu gibi o kadar da borcu bulunsa, kendisine zekat lazım gelmez. Fakat bu borç kendisine
bağışlansa, bu bağışlama tarihinden itibaren bir sene geçince bu nisap miktarının zekatı icap eder.
Bu mesele, İmam-ı A’zam’a göredir. İmam Muhammed’e göre bu halde, o malın üzerinden bir
sene geçmiş olunca zekat lazım gelir.Hatta borcun düşmesinden itibaren henüz bir sene geçmiş olmasa
bile.
24- Muhtelif nisaplara sahip olan, yani hem nisap miktarı nakitleri, hem ticaret eşyası hem de
yılın ekseriyeti merada otlayarak geçiren muhtelif cins hayvanları bulunan bir kimsenin bir miktar da
borcu bulunsa, bu borcuna temel ihtiyaçlardan olan bir malı, mesela, oturduğu evi karşılık tutulamaz.
Bilakis zekata tabi mallarından diledi-ğini karşılık tutup, diğerlerinin zekatını verir. Ancak bu
mallardan bazı-sının zekatı, veliyyül-emir tarafından tahsil edilecek olursa, o takdirde borcuna evvela
nakitleri karşılık tutulur, nakitleri yeterli olmazsa ticaret eşyası da karşılık tutulur, bu da yeterli
olmazsa, zekatı nisbeten az olan hayvanları da karşılık tutmak lazım gelir. Nisap miktarı veya fazla bir
şey kalırsa yalnız onun zekatını verir.
25- Ticaret için değil, yalnız kira bedellerini almak üzere elde bu-lunan evlerden, dükkanlardan
ve diğer gelir getiren gayrimenkullerden ve kaplar ile aletlerden, makineler ile nakil vasıtalarından
zekat lazım gelmez. Bilakis bunların kiralarından toplanan paralar, nisap miktarı olup karşılıklarında
borç bulunmadığı ve üzerlerinden tam bir sene geçtiği veya zekatı verilecek diğer nakitler ve mallara
ilave edildiği takdirde zekata tabi olurlar.
26- Ticaret için olmayan atlar, İmameyn’e göre yılın ekseriyeti merada otlasınlar otlamasınlar,
dişileri ile erkekleri karışık bulunsun bulunmasın, zekata tâbi değildirler. Fetva da bu şekildedir. Fakat
İmam-ı A’zam ile İmam Züfer'e göre yılın ekseriyeti merada otlamış olup dişileri ile erkekleri karışık
bulunan yük taşımaya ve binmeye alış-tırılmamış at cinsi zekata tâbidir. Bunlarda nisap aranılmaz.
Sahibi kıymetlerinin kırkta birini zekat olarak verir. Bir görüşe göre de her at başına bir dinar veya on
dirhem gümüş verir.Vaktiyle bir dinar altın, on dirhem gümüşe denk bulunurdu. Bu zekatı
veliyyül’emir tahsil etmez. Bilakis sahibi dilediği fakire verebilir.
27- Ticaret için olmayan sade erkek atlar, yılın ekseriyeti merada otlasınlar otlamasınlar, İmam-ı
Azam'a göre de zekata tabi değildirler. Fakat yılın ekseriyeti merada otlayan sade kısraklar için İmam-ı
Azam'a göre zekat icap eder. Çünkü bunlara kaçak erkek atların karışmış olması muhtemeldir. Bununla
beraber bu hususta İmam-ı Azam'dan başka bir görüş de rivayet edilmiştir.
28- Merkep, katır, av için eğitilmiş köpek ve pars ticaret için ol-mayınca zekata tabi olmazlar.
Hatta yılın ekseriyetini merada otlamış olsalar bile. Çünkü bunların yılın ekseriyeti merada otlamış
olmaları nadirdir, nadire ise, itibar olunmaz.
29- Yük ve çift hayvanları ve kesilip etleri yenmek için veya da-mızlık için ahırlarda veya
kırlarda beslenilen hayvanlar ve en az altı ay ahırlarda alaf ile beslenilen “alufe” adını alan hayvanlar
zekata tabi değildirler.
(İmam Malik’e göre bunlar da zekata tabidirler. Çünkü zekat, mülk ve mal olmak itibariyledir ve
bunların bir şükranesidir, bunlarda da bir mülk ve mal olmak vardır.)
30- Haram mal için zekat verilemez. Böyle haram bir mal, sahibi mevcut ise, ona iade edilir.
Değilse, fakirlere sadaka olarak verilmesi lazım gelir. Fakat haram bir mal, helal bir mala karışmış
bulunup da aralarını ayırmak mümkün olmasa, hepsinin zekatını vermek icap eder.
31- Zekat zimmete değil, malın bizzat kendisine taalluk eder. Bu yüzden bir mal, zekatının
verilmesi farz olduktan sonra helak olsa, ze-katı düşer. Fakat tüketilirse, mesela başkasına bağışlanır
veya onunla oturulacak bir ev alınırsa, zekatı düşmez, bunu ödemek lazım gelir.
32- Zekat için ayrılmış olan bir mal, zayi olsa, zekat düşmez. Fakat zekat için ayrılan bir mal
fakire verilmeden sahibi vefat etse, varislerine miras olarak kalır.
33- Zekattan borcu olan kimse ölünce bu borcu vasiyet etmemiş ise, geriye bıraktığı mal
varlığından alınamaz. Artık malı varislerine intikal etmiş olur. Varislerinden ehil olanlar isterlerse bunu
kendi hisse-lerinden teberru ederek verebilirler.
34- Birden fazla kimselerin zekatlarını fakirlere vermeye vekil olan şahsın, bunlardan aldığı zekat
mallarını birbirine karıştırmaksızın fakirlere vermesi lazım gelir. Karıştırdıktan sonra verirse, kendi
adına sadaka vermiş olur. O zekat mallarını ayrıca ödemesi icap eder.

EHLÎ HAYVANLARA AİT ZEKATLAR

35- Ehli hayvanlar koyun ile keçiden, sığır ile mandadan ve at ile deveden ibaret olmak üzere
başlıca altı cinstir. Bunlardan senenin yarısından fazla bir müddetle serbest meralarda, kırlarda sadece
sütleri alınmak veya üremeleri veya semizlenmeleri temin edilmek maksadıyla otlayıp duranlara
“sâime” denir, çoğulu sevaim’dir.
Meralarda, kırlarda bu maksatla altı ay kadar otlayan hayvanlar sâime sayılmadığı için zekata tabi
olmazlar. Aynı şekilde sadece binil-mek veya yük taşıtılmak veya kesilip etleri alınmak için meralarda
az-çok bir müddetle otlatılan hayvanlar da zekata tabi değildir. Ticaret için olan hayvanların hükmü ise,
aşağıda yazılıdır.
36- Sâime denilen hayvanlardan cinslerine göre senede bir defa birer muayyen zekat alınır. Şöyle
ki:
1- Koyunlar ile keçilerin zekatı
Sâime olan koyunlar ile keçilerin nisabı kırktır. Kırktan noksan ise, zekatı yoktur. Kırk koyun için
ise, bir koyun zekat verilir. Kırktan sonra yüz yirmi bir koyuna kadar bağışlanmıştır. Yani, bunlar
zekata tabi değildir. Yüz yirmi bir koyundan iki yüz bir koyuna kadar zekat olarak iki koyun, iki yüz bir
koyundan dört yüz koyuna kadar üç koyun, tam dört yüz koyun için de dört koyun zekat verilir. Sonra
her yüzde bir koyun daha verilir. Aradaki miktar bağışlanmıştır, zekata tabi değildir. Verilecek zekat
koyunu, bir yaşını doldurmuş olmalıdır, en sahih olan görüş budur.
Keçi de koyun gibidir, bunlar bir cins sayılır, bunlar nisabı ta-mamlamak için birbirine ilave
edilir. Mesela otuz koyun ile on keçiden, bir koyun lazım gelir. Bunların erkekleri ile dişileri müsavidir.
Zekat için verilecek koyun, erkek de dişi de olabilir.
Koyunlar ile keçilerden hangisi daha fazla ise, zekatın ondan ve-rilmesi örf-âdet olmuştur.
Müsavi ise, mal sahibi serbesttir, dile-diğinden zekatını verebilir. Fakat bunlar yalnız koyundan yahut
yalnız keçiden ibaret bulunsa, zekatlarını edâ hususunda birbirinin yerine geçerli olamaz. Bundan
dolayı koyun yerine keçi veya keçi yerine koyun verilemez.
2- Sığırlar ile mandaların zekatı
Sâime olan sığır hayvanlarının nisabı otuzdur. Bundan azı için ze-kat icap etmez. Otuz sığırdan
kırk sığıra kadar zekat olarak iki yaşına girmiş erkek veya dişi bir buzağı verilir. Kırk sığırdan altmış
sığıra ka-dar üç yaşına girmiş erkek veya dişi bir dana verilir. Altmış sığırdan ise, birer yaşını bitirmiş
iki buzağı verilir. Sonra her otuzda bir buzağı, ve her kırkta bir dana hesabı üzere zekat verilir.
Mesela yetmiş sığır için bir buzağı ile bir dana zekat verileceği gibi seksen sığır için de iki dana
ve doksan sığır için de üç buzağı, yüz sığır için bir dana ile iki buzağı ve yüz on sığır için de bir buzağı
ile iki dana verilir. Yüz yirmi sığır için de dört buzağı veya üç dana vermek hususunda sahibi serbesttir.
Çünkü bunda dört otuz, üç de kırk vardır. Daha çok sayılar içinde bu şekilde işlem yapılır.
Zekat hususunda sığır ile manda arasında fark yoktur. Bunlar bir cins sayılır, bunlar karışık
olduğu takdirde birbirine ilâve edilir. Meselâ yirmi sığır ile on manda bulunsa, bunlar için iki yaşına
girmiş bir buzağı zekât verilir. Bu iki cinsten hangisi daha fazla ise, zekatları o cinsten verilir. Müsavi
oldukları takdirde zekat, değeri daha az olan cin-sin en iyisinden veya değeri daha yüksek olan cinsin
en düşüğünden verilir. Mesela sığırlar değer bakımından daha düşükse, zekat oların en iyi olan
buzağılardan verilir, bu şekilde bir denge temin edilmiş olur.
3- Develerin Zekatı
Sâime olan develerin nisabı beştir. Beşten aşağısı için zekat lazım gelmez. Birer yaşlarını bitirmiş
beş deve için bir koyun verilir. Fazlası ona kadar muaftır. On deveden yirmi beş deveye kadar, her beşte
bir koyun verilmesi icap eder. Tam yirmi beş deve için de iki yaşına girmiş bir dişi deve yavrusu verilir.
Otuz beş deveye kadar başka bir şey verilmez. Tam otuz altı deveden kırk beşe kadar da üç yaşına
girmiş bir dişi deve verilir. Kırk altı deveden altmışa kadar da dört yaşına girmiş bir dişi deve verilir.
Tam altmış bir deveden yetmiş beş deveye kadar da beş yaşına ayak basmış bir dişi deve verilir.
Yetmiş altı deveden doksana kadar da üçer yaşına girmiş iki dişi deve vermek icap eder. Tam doksan
birden yüz yirmiye kadar da dört yaşına girmiş iki dişi deve verilir. Yüz yirmi deveden yüz kırk beşe
kadar da böyle dört yaşında iki deve ile beraber her beş devede de bir koyun verilir. Yüz kırk beş
deveden itibaren de tafsilatlı fıkıh kitaplarımızda beyan olunduğu nisbette zekat vermek lazım gelir.
Zekat hususunda develerin erkekleri ile dişileri, karışık bulunup bulunmamaları ve Arap, Acem
develeri müsavidir. Şu kadar var ki, zekat için verilecek develerin orta halde dişi olması şarttır. Erkek
deve verildiği takdirde kıymet itibarı ile verilir.
37- Sene başında nisap miktarında bulunan sâime hayvanlarına sene içinde hibe, miras, satın alma
gibi sebeplerle aynı cinsten bir takım sâime hayvanları da katılacak olsa, sene sonunda hepsinin zekatı
birden lazım gelir.
(İmam Şafii’ye göre bu eklenen kısım, nisap miktarına ulaşmış olsun olmasın, mülkiyetine geçme
tarihinden itibaren bir sene geçme-dikçe zekata tabi olmaz.)
38- Sâime hayvanları arasında bulunan kör, zayıf hayvanlar da nisaba dahil olur. Fakat bunlar
zekat olarak verilmez.
39- Sâime bulunup henüz birer yaşını doldurmamış olan kuzular-dan, sığır ve manda ve deve
yavrularından dolayı İmam-ı Azam ile İmam Muhammed’e göre zekat lazım gelmez. Hatta sayıları,
nisap mik-tarından fazla olsa bile. Fakat aralarında kendi cinslerinden büyük hay-vanlar bulunursa,
zekatları lazım gelir.
Mesela sene başından sonuna kadar bir koyun ile otuz dokuz kuzu bulunsa, sene sonunda bu
koyun zekat olarak verilir. Bunlardan bir kuzu verilmesi yeterli olmaz.
Yine böylece yirmi dokuz, otuz sığır yavrusu ile bir tane de sığır bulunsa, bir yaşını bitirmiş bir
buzağı vermek icap eder.
Aynı şekilde dört deve yavrusu ile bir tane de iki veya üç yaşına girmiş deve bulunsa, bir koyun
verilmesi lazım gelir. Şayet sene içinde veya sene çıktıktan sonra bu yaşlı hayvanlar ölecek olsalar, geri kalan kuzular ve yavrular için yine zekat icap etmez.
İmam Ebu Yusuf’a göre böyle yaşlarını daha doldurmamış hay-vanlardan da nisap miktarında
olunca zekat lazım gelir. Mesela kırk kuzu için bir kuzu zekat verilir.
(İmam Şafiî hazretlerinin görüşü de böyledir.)
40- Saimelere mahsus iki nisap arasındaki miktar, ittifakla zekat-tan muaf olduğundan bundan
dolayı zekat lazım gelmediği gibi, bunun helak (zayi) olması da İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf’a
göre zekata tesir etmez. Fakat İmam Muhammed ile İmam Züfer'e göre helak ol-ması halinde zekat da o
nisbette düşer.
Mesela bir kimsenin altmış koyunu bulunsa, bundan kırk koyun için yalnız bir koyun zekat lazım
gelir. Bunlar yüz yirmi bir koyuna ulaşmadıkça, geri kalan yirmi koyun için zekat lazım gelmez, bunlar
zekattan müstesnadır.
Bu bakımdan bu altmış koyundan on veya yirmi koyun telef olsa, yine geri kalan kırk koyun için
İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf’a göre bir koyun zekat verilmesi icab eder. Fakat İmam Muhammed
ile İmam Züfer'e göre böyle altmış koyundan onu veya yirmisi telef olsa, zekat da o nisbette azalır.
Şöyle ki, on koyun telef olunca bir koyunun altıda biri, yirmi koyun telef olunca da bir koyunun altıda
ikisi nisbetinde zekat miktarı azalmış olur.

TiCARET MALLARININ ZEKATLARI

41- Her nevi ticaret malları zekata tabidir. Ticaret malları, uruz denilen mal, kumaş gibi her çeşit
eşyadan olabileceği gibi buğday, arpa, pirinç gibi hububattan, demir, bakır, kalay gibi tartılarak alınıp
satılan-lardan, koyun, deve, at gibi hayvanlardan, ev, han, dükkan gibi gelir getiren gayri menkullerden
de olabilir.
Ticaret için, yani alıp satma için olan gayrımenkullerin kira be-delleri de ticaret malı sayılır. Hatta
ticaret niyeti bulunmasa bile.
42- Sene başında nisaba ulaşan, yani kıymetleri en az iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal
altın miktarında bulunan ticaret mal-larının zekatı için sene sonundaki kıymetlerine itibar olunur. Bu
kıy-metlere göre zekatları verilir. Ancak bu kıymetler, nisap miktarından aşağıya düşmüş bulunursa, o
halde zekatları lazım gelmez. Sene içeri-sinde artıp eksilmeleri ise, zekata tesir etmez.
Ticaret için olan hayvanlardan da sayılarına, saime olup olmama-ya itibar olunmaz. Her
halükarda kıymetlerine itibar olunur.
43- Ticaret mallarının sene sonundaki kıymetleri, bulundukları yerdeki piyasaya göre takdir
edilir. Bu hususta sahipleri serbesttirler. Bu kıymetleri dilerlerse altın ile ve dilerlerse gümüş ile takdir
ve tayin edebilirler. Fakat bunlardan birine göre nisap miktarında bulunduğu halde diğerine göre
bulunmasa, mesela bir ticaret malının kıymeti iki yüz dirhem gümüşe müsavi olduğu halde yirmi miskal
altına müsavi olmayıp eksik bulunsa, nisap miktarında bulunduğuna göre takdir edilerek, zekatı verilir.
44- Ticaret niyeti, ticaret işi ile beraber olmalıdır. Böyle bir işten soyutlanmış olan bir niyet ile bir
mal, ticaret için olmuş olmaz.
Bu yüzden bir kimse bir malı satın alırken veya satmak için birine verirken ticarete niyet ederse o
mal ticaret için olur. Fakat bir kimse kendisine miras, hibe veya vasiyet gibi bir yol ile intikal eden bir
mal hakkında ticarete niyet etse, sadece bununla o mal ticaret için olmuş olmaz. Bu mesele, İmam
Muhammed’e göredir. Fakat İmam Ebu Yu-suf’a göre bir kimse kendisine hibe veya vasiyet edilen bir
malı ticaret niyetiyle kabul etse, o mal, ticaret için olmuş olur. Çünkü ticaret, mal kazanmak için
yapılan bir akittir. Bir kimsenin kabulü bulunmadıkça mülküne girmeyecek olan bir şey ise, o kabul
ettiği takdirde bir kazancı, bir kesbi olmuş olur. Artık kendisinin bu işine ticaret niyetinin beraber
olması sahih bulunur.
45- Baştan ticaret niyetiyle satın alınmamış olan bir mal, mesela bir takım eşya veya bir miktar
zahire ileride satılmak üzere saklanırsa, bu bir ticaret malı sayılmaz. Bu yüzden bunun üzerinden bir
sene geçmekle zekatı lazım gelmez.
46- Ölçülür, tartılır veya sayılır şeylerden olan bir ticaret malının kıymeti, sene sonundan sonra
artacak veya eksilecek olsa, buna bakılmaz. Bilakis tam sene sonundaki kıymetine bakılır, ona göre zekatı
verilir.
Mesela sene başından sonuna kadar yüz lira kıymetinde bulunan kırk kile (ölçek) lik bir ticaret
zahiresi, sene sonundan sonra yüz yirmi liraya çıksa veya seksen liraya düşse, buna bakılmaz, tam sene
sonun-daki yüz liradan ibaret olan kıymetine itibar olunur.
Bu sebeple zekatı kendi cinsinden kırkta bir nisbetinde verilme-diği takdirde aynı nisbette olarak
yüz liradan verilmesi lazım gelir.
47- Ticaret malları bir sene içinde kendi cinsleriyle veya başka cinslerle değiştirilecek olsa,
“havl” müddeti, yani bir senelik müddeti kesilmiş olmaz. Bilakis yine sene sonunda zekatlarını vermek
icap eder. Nitekim nakitler hakkında da hüküm böyledir.
Mesela bir kimse sene başında en az iki yüz dirhem gümüş kıy-metinde ticaret malı veya bu kadar
nakitleri varken sene ortasında bu-nunla başka bir ticaret malı satın alsa bakılır. Eğer bu mal sene
sonunda yine iki yüz dirhem kıymetinde veya daha fazla bir kıymette ise, zekata tabi olur.
48- Ticaret için olmayan saime hayvanları sene içinde gerek kendi cinsleriyle ve gerek başkası ile
mesela nakitler ile değiştirilecek olsa, sene başından başlayan müddetin hükmü kalmaz, yeniden bir
sene geç-medikçe, zekatı lazım gelmez.
Mesela saime olan kırk koyun sene içinde başkasına verilip yine saime olan kırk koyun veya beş
deve alınacak olsa, bunların alındıkları tarihten itibaren bir sene geçmedikçe zekatları alınamaz. Çünkü
saime-lerden alınacak zekat bizzat kendileri itibarıyladır. Alınan saime ise, bizzat kendileri itibariyle
evvelki saimelerden başkadırlar. Bununla be-raber saimelerde değiştirme, bir gaye değildir. Ticaret
mallarında ise, malın kendisi muteber değildir. Bunlarda muteber olan sade mal olma-sıdır. Bunların
değiştirilmesi ise, esasen istenilmiş olup bu mal olma-sına aykırı değildir.
Şu kadar var ki, bu saime hayvanları, zekatları verilmeden veya verildikten sonra nakitler ile
değiştirilir, sahibinin başkaca da nisap miktarı nakitleri bulunmuş olursa, bu nakitler, birbirine ilave edilir.
Bu nisap miktarı nakitlerin senesi sonunda o bedel olan nakitler de zekata tabi olur. Nisap miktarı ticaret
malı bulunduğu takdirde de hüküm böyledir.
İmam Züfer'e göre bu saime hayvanlar kendi cinsleriyle değiş-tirilirse, müddetin hükmüne mani
olmaz, yine aynı senenin sonunda zekatları lazım gelir.
(İmam Şafiî'nin önceki görüşüne göre de gerek kendi cinsleriyle ve gerek başka cinslerle
değiştirilsin, müddet kesilmiş olmaz).
49- Ticaret için kırlarda, serbest meralarda beslenilen ehli hay-vanlar, saime zekatına değil, diğer
ticaret malları gibi kıymetlerinin kırkta biri nisbetinden zekata tabi olurlar. Ancak daha sonra sadece
sütleri veya dölleri alınmak üzere saime olmalarına niyet edilecek olur-sa, o takdirde saime zekatına
tabi olmaları, saime olmalarına niyet edil-diği günden başlar, bu zekat tam bir sene sonunda lazım gelir.
Serbest meralardan maksat, para ile kira edilmeyip, halkın hay-vanlarını ücretsiz otlatmaya tahsis
edilmiş olan otlak yerlerdir.

ALTIN İLE GÜMÜŞÜN ZEKATI

50- Altın ile gümüş, sikke halinde olsun olmasın ve nafaka gibi, ev gibi, bir ihtiyaca sarf
edilmesine niyet edilmiş olsun olmasın, nisap miktarında olup üzerinden bir sene geçince zekata tabi
olur.
Altının nisabı yirmi miskal, gümüşün nisabı iki yüz dirhemdir. Bir miskal yirmi kırattan, her kırat
da beş arpa miktarından ibarettir. Bir şer’i dirhem ise, on dört kırattır. Bu halde on şer’i dirhem, yedi
miskal ağırlığına müsavidir.
Bir de örfi dirhem vardır ki, on altı kırattır. O halde yirmi miskal, yirmi beş örfi dirheme
müsavidir. Ve iki yüz şer’i dirhem de yüz yetmiş beş örfi dirheme müsavidir.
Bazı fıkıh alimlerine göre zekat ve fıtır sadakası hususunda her beldenin örfi dirhemine itibar
olunması lazım gelir. Buna göre gümüşün nisabı, iki yüz örfi dirhemden ibaret olmuş olur. Bu şekilde
de fetva verilmiştir. Fitre bahsine de müracaat!
51- Yirmi miskal altının zekatı, yarım miskal altın olduğu gibi, iki yüz dirhem gümüşün zekatı da
beş dirhem gümüştür. Yirmi miskalden fazla olan altın dört miskale, ve iki yüz dirhem gümüşten fazla
olan miktar kırk dirheme ulaşmadıkça bu fazla için ayrıca zekat lazım gel-mez. Ancak bu fazla ile
beraber başka bir ticaret malı da bulunursa, ay-rıca zekat lazım gelir. Fakat her ikisinden, yani altın ile
gümüşten fazla olan miktar, kıymetçe dört miskale veya kırk dirheme müsavi olursa, bu fazladan da
zekat lazım gelir.
Bu mesele, İmam-ı Azam’a göredir. İmameyn’e göre ise, böyle küsurların da her halükarda zekatı
icap eder.
Mesela bir kimsenin yalnız iki yüz otuz dokuz dirhem gümüşü bu-lunsa, İmam-ı Azam’a göre
yalnız iki yüz dirhem için beş dirhem zekat lazım gelir, küsur olan otuz dokuz dirhem için zekat lazım
gelmez. Bu küsurlar kırka ulaşmadıkça zekattan muaftır. İmameyn’e göre ise, bunun için de kırkta bir
nisbetinde zekat icap eder.
Yine bu şekilde bir kimsenin yalnız iki yüz yetmiş dirhem gümü-şü bulunsa, İmam-ı Azam’a göre
iki yüz kırk dirhem için altı dirhem zekat vermesi icap eder, geri kalan otuz dirhem için icap etmez.
Fakat İmameyn’e göre bunun için de zekat icap eder.
Altın hakkında da hüküm böyledir.
52- Altın ile gümüşün nisaplarında -kendilerinden zekat verilmesi icap edip etmediğini tayin içinkıymetlerine
değil, ağırlıklarına bakılır. Bunda ittifak vardır.
Bundan dolayı altından yapılmış bir tablanın ağırlığı, nisap mikta-rından az, mesela on dokuz
miskal olduğu halde kıymeti yirmi miskal-den daha fazla bulunsa, icma ile zekata tabi bulunmuş olmaz.
Ancak bununla beraber zekata tabi başka bir mal da bulunup toplamı, nisap miktarına ulaşırsa, o zaman
zekat gerekir.
Yine aynı şekilde, iki yüz adet gümüş dirhemden biri tartı itibarıy-la biraz noksan bulunsa,
zekatları icap etmez. Ancak başka bir zekat malı daha bulunmuş olursa, o takdirde gerekir.
53- Kendilerinde faiz işlemi yürütülemeyen, yani: Şer’an ölçek ve tartı esasına bağlı bulunmayan
mallardan zekat verilmesinde kıymet-lerine itibar olunur, tartılarına, sayılarına itibar olunmaz.
Bundan dolayı üzerine zekat olarak orta halli iki koyun farz olan kimse, bunların kıymetlerini nakit
olarak verebileceği gibi, bu ikisinin kıymetine denk daha iyi bir koyun da vererek zekatını ödeyebilir.
Çünkü koyunlar fiyatça farklı farklıdırlar. Bunlarda faiz işlemi yürütülemez.
Fakat kendisinde faiz işlemi yürütülebilen şeylerde böyle kıymete değil, tartıya itibar olunduğundan,
mesela zekat olarak verilmesi lazım gelen beş kile adi buğday karşılığında dört kile daha iyi buğday
verilemez.
Yine böylece: İki miskal altın yerine, bir miskal ağırlığında olup üzerindeki sanattan dolayı iki
miskal kıymetinde bulunan bir altın verilemez. Çünkü bu halde faiz tahakkuk eder.
Bu mesele İmam-ı Azam ile İmameyne göredir. İmam Züfer'e göre verilebilir. Zira kıymetleri
müsavidir. Faiz ise, ALLAH Teâla ile kul arasında bulunamaz
“Faiz işlemi yürütülebilen mallar için kerahet ve istihsan bahislerine müracaat”
54- Altın veya gümüşten yapılmış olan ziynet takımları, süs eşya-ları, tablolar ve diğerleri içinde
nisap miktarında olunca, zekat lazım gelir. Bu zekat, kendi cinslerinden olmayan bir mal ile ödeneceği
tak-dirde ağırlıklarına değil, kıymetlerine itibar olunur. Bunda da ittifak vardır. Fakat kendi cinsleriyle
ödeneceği takdirde İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf’a göre ağırlıklarına, İmam Züfer’e göre
kıymetlerine, İmam Muhammed’e göre de bunlardan fakirlere daha faydalı olanına itibar olunur.
Mesela yirmi miskal ağırlığında bulunan bir altın bilezik, kendi-sindeki sanat itibari ile yirmi beş
miskal kıymetinde bulunsa, bakılır: Eğer zekatı başka cinsten, mesela gümüşten verilecek ise, ağırlığı
olan yirmi miskale göre değil, kıymeti olan yirmi beş miskale göre verilmesi icap eder. Fakat kendi
cinsi olan altından verilecek olsa, İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf’a göre ağırlığına nazaran yirmi
miskal altına göre verilmesi yeterli olur. İmam Muhammed ile İmam Züfer’e göre ise, bu yeterli olmaz.
Bilakis kıymetine nazaran beş miskalin zekatının da ayrıca verilmesi lazım gelir.
Yine böylece iki yüz dirhem halis gümüş için dört dirhem halis gümüş kıymetinde olan beş dirhem
ayarı düşük gümüş verilse bu İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf’a göre yeterli olur. Çünkü ağırlık itibarıyla iste-nilen miktara müsavidir. Fakat İmam Züfer ile İmam Muhammed’e göre yeterli olmaz. Çünkü kıymet
itibarıyla istenilen miktardan aşağıdır.
Bilakis iki yüz dirhem ayarı düşük gümüş için beş dirhem ayarı düşük gümüş kıymetinde dört
dirhem halis gümüş verilse bu, İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf’a göre yeterli olmaz. Zira ağırlık
itibarıyla noksandır. Fakat İmam Züfer’e göre yeterli olur, çünkü kıymetçe müsavidir. Hak Teâlâ ile
kulu arasında faiz düşünülemez.
55- Altın ile gümüşün ve ticaret mallarının nisabında bunların bir cinsten bulunmaları şart
değildir.
Bu yüzden bir kimsenin bir miktar altın ile gümüşü, bir miktar da ticaret malı bulunup da toplamının
kıymeti bir nisap miktarına, yani iki yüz dirhem gümüşe denk bulunsa, kırkta bir nisbetinde zekatları lazım
gelir.
56- Her biri nisap miktarından noksan olan altın ile gümüş, birbi-rini İmam-ı Azam'a göre kıymet
itibarı ile, İmameyne göre orantılı ağırlık-yüzdelik itibarı ile tamamlar.
Bundan dolayı bir kimsenin mesela yüz dirhem gümüşü ile yüz dirhem gümüş kıymetinde de on
miskal altını bulunsa, bunun için ittifakla beş dirhem miktarı zekat lazım gelir. Fakat yüz dirhem gümüş ile
yüz dirhem gümüş kıymetinde beş miskal altını veya elli dirhem gümüş ile yüzelli dirhem gümüş
kıymetinde on miskal altını bulunsa, İmam-ı Azam'a göre beş dirhem miktarı zekat lazım gelirse de,
İmameyne göre lazım gelmez. Çünkü orantılı ağırlık-yüzdelik itibarı ile nisapları noksandır.
Fakat yüzelli dirhem gümüş ile elli dirhem kıymetinde beş miskal altın bulunsa, zekatları yine
ittifakla lazım gelir. Çünkü kıymetleri tam gümüş nisabına denktir. Bundan başka birinin nisabı dörtte
üç, diğerinin nisabı da dörtte bir nisbetinde mevcut olduğundan tamamı bir nisaba denk bulunmuş olur.
57- Yüzelli dirhem gümüş, altmış veya seksen dirhem gümüş kıymetinde de beş miskal altın
bulunsa, İmam-ı Azam'a göre iki yüz dirhemin kırkta biri olarak beş dirhem zekat lazım gelir. Küsurlar
kırka ulaşmadığı için bunlardan zekat lazım gelmez. İmameynin esasına göre ise, bu küsûrlardan dolayı
da kırkta bir nisbetinde zekat verilmesi icap eder. Küsûrların zekattan muaf olması İmameyne göre
yalnız yılın ek-seriyeti merada otlayan hayvanlara mahsustur, nakitler ile ticaret mallarını içine almaz.
(İmam Şafii’ye göre altın ile gümüş birbirine nisabı tamamlamak için ilave edilemez. Cinsleri
muhteliftir. Bilakis her birinde tam bir nisap muteberdir.)
58- Geçerli olan karışık paraların altınları veya gümüşleri karışık maddelerden biraz fazla veya
müsavi olsa, altın veya gümüş gibi zekata tabi olurlar. Karışık maddelerden daha az olsa, ticaret malları
hükmünde olup sene sonunda kıymetlerine göre zekatlarının verilmesi icap eder. Bunlarda ticaret niyeti
aranmaz, çünkü nakitler yerinde bulunmaktadırlar.
59- Geçerli olan paralar veya ticaret malı, altın ile gümüşten karışık halde bulunsa, bakılır: Altınları
daha çok ise, altın hükmünde, gümüşleri daha çok ise, gümüş hükmünde olurlar. Bu sebeple nisap
miktarına ulaşınca, ona göre zekatları verilir. Fakat böyle bir karışık madde, geçerli para ve ticaret malı
olmayınca, ağırlıkları dikkate alınır, bunlar nisap miktarına ulaştığı veya ulaşmadığı halde zekata tabi
başka bir mal ile beraber bulunursa, ona göre zekatları icap eder, aksi takdirde etmez.
60- Para halinde geçerli olmayan altın veya gümüş, başka bir maden ile karışık bulununca, daha
fazla olanına göre hüküm olunur. Bu yüzden bunların altını veya gümüşü daha fazla veya müsavi ise,
tamamının zekatı ona göre verilir. Daha az ise, bakılır: Altın veya gü-müş kısmı, nisap miktarına
ulaşmış veya ulaşmamış, ayrıca da nakitler veya ticaret malı mevcut ise, ona göre zekatı hesap edilerek
verilir. Bunlar ticaret mallarından ise, diğer maden kısmı da ayrıca dikkate alınır. Bunların altın veya
gümüş kısmı, böyle nisap miktarına ulaşmış değilse tamamı ticaret malları kabilinden olmuş olur. Bu
halde ticaret mallarından ise, kıymetleri en az iki yüz dirhem gümüşe denk veya kendisiyle beraber
başka ticaret malı veya nakitler mevcut ise, zekata tabi olur, aksi takdirde olmaz.
61- Altın ile gümüş, geçerli madeni para kabilinden olmamak üze-re karışık bir halde bulunursa
bakılır: Eğer altın müstakillen nisap mik-tarında ise, veya ikisi bir nisap miktarında olup altın gümüşe
ağırlık veya kıymetçe daha fazla veya müsavi ise, hepsi altın sayılır, ona göre zekatı lazım gelir. Fakat
altın nisap miktarında olmayıp kendisi gümüş-ten daha az ise, hepsi de gümüş sayılır.
Mesela altın yirmi miskal olduğu halde gümüş iki veya üç yüz dirhem bulunsa, hepsi de altın
sayılır. Yine aynı şekilde altın on miskal olduğu halde iki veya üç yüz dirhem olan gümüş kısmından kıymetli bulunsa, yine hepsi altın sayılır. Fakat altın on miskal olduğu halde gü-müş kısmı yüz veya iki
veya üç yüz dirhem kadar olup kıymetçe on miskal altından yüksek bulunsa, hepsi de gümüş sayılır.

KAĞIT PARALAR İLE BANKNOTLARIN ZEKATI

62- Kaime ve evrakı nakdiye denilen kağıt paralar ve bankaların istenilen zaman nakde çevrilen
ve bedeli alınabilen banknotları nakitler hükmündedir. Çünkü bunların altın ve gümüş gibi tedavülü
bilinmekte-dir. Bunların karşılıkları hakiki veya itibari olarak mevcut bulunmakta-dır. Bunlar, hazır bir
mal demektir ve toplumun servetini teşkil etmekte-dir. Bunlardan kâfi miktara sahip olanlar, fakir değil
zengin sayılmakta-dır. Bunlar sadece birer alacak senedi mesabesinde değildir. Bunların vasıtası ile her
an istifade mümkündür. Bunlar birer nakit, birer değiştir-me vasıtası olarak kabul edilmiştir. Kısacası
bunlar diğer nakitler gibi istenilen zaman bozdurulmakta ve değiştirilmekte ve birer kıymete sahip olup,
ona göre muâmele yapılmaktadır.
Bu bakımdan bunlar nakit ve ticaret malları hükmünde olup, ken-di başlarına veya nakitler veya
ticaret malları ile beraber nisap mikta-rında olunca, yani en az iki yüz dirhem kıymetine denk
bulununca sene sonunda altın veya gümüş ile olan kıymetlerinin kırkta biri nisbetinde zekata tabi
olurlar ve bu zekat kendilerinden de verilebilir.
Mesela kırk kaimenin zekatı için, bir kaime verilmesi caiz olur.
Nitekim karışık olup altını ve gümüşü daha az bulunan madeni paralar ile sırf bakırdan, demirden
veya deriden yapılıp geçerli olan paralar hakkında da hüküm böyledir.
Eğer bunlar, altın ve gümüş gibi nakit sayılmayıp da zekata tabi olmasalar, fakirler zekat
nimetinden mahrum olacak, bir çok zenginler de servetlerini bu gibi kağıt ve madeni paralara
bağlayarak zekat gibi yüksek bir farzı yerine getirmek şerefinden, sevabından nasipsiz kala-caktır ve
zekatın farz olmasındaki dini hikmet ortaya çıkmayacaktı.
63- Bankalara yatırılıp muayyen müddetlerde alınabilen ve muka-bilinde senetleri bulunup
başkalarına devredilebilen asıl paralar da ikrar ile, delil ile sabit borç paralar hükmündedir. Bunun için bunlar da nisap miktarında bulunup üzerlerinden birer sene geçtikçe, zekata tabi olurlar.

ALACAKLARIN ZEKATI

64- Başkalarının zimmetinde olup, deyn = borç denilen ve nisap miktarına ulaşan paralar, zekata
tabi olup olmamak bakımından şöylece üç nevidir.
1. Kuvvetli alacaktır. Bu, borç verilmiş olan paralar ile ticaret mallarının bedelleri olan
alacaklardır. Bunlar borçlular tarafından ikrar edilmekte olunca, tahsil edildiklerinde geçmiş senelere
ait zekatları da verilmek lazım gelir. Şöyle ki:
Mesela bir kimsenin iki sene müddetle zimmetinde olup ikrar et-mekte bulunduğu on bin kuruş
borcu kendisinden tahsil edilince, bu geçmiş iki seneye ait zekatı vermek icap eder. Bu halde bu on bin
kuruş kıymetçe, mesela bin dirhem gümüşe müsavi olsa, bundan birinci sene için (250) kuruş veya (25)
dirhem gümüş zekat verilir. Geri kalan (9750) kuruştan da ikinci sene için İmam-ı Azam'a göre (240)
kuruş veya (24) dirhem gümüş verilir ki bu miktar küsur kalan on beş dirhem hariç kalmak üzere
(9750) dirhemin kırk da birine müsavidir. İma-meyn’e göre ise, (243) kuruş (30) para zekat verilmek
icap eder. Çünkü küsur kalan on beş dirhem de kırk nisbetinde zekata tabi olur.
Böyle kuvvetli ve üzerinden sene geçmiş bir borçtan en az kırk dirhem miktarı tahsil edilirse bu
miktarın zekatı derhal verilir. Bundan az tahsil edilirse, derhal verilmesi lazım gelmez. Ancak sahibinin
zekata tabi başka bir malı bulunursa o zaman onun da verilmesi gerekir. Fakat böyle bir borç inkar
edilmekte ise, tahsil edildiği zaman geçmiş senelere ait zekatı İmam Muhammed’e göre lazım gelmez.
Hatta sahibinin delili bulunmuş olsa bile. Çünkü her delil hakimce muteber olamaz ve herkes dava
açarak delilini ortaya koyamaz. Sahih olan görüş budur.
2. Orta alacaktır: Bu, ticaret için olmayan bir malın bedelinden, mesela bir ev kirasından veya âdi
bir elbisenin satış bedelinden birinin zimmetinde bulunan alacaktır. Bunun da zimmete geçtiği günden
itiba-ren geçecek seneler için zekatı lazım gelir. Fakat tam nisap miktarı, yani en az iki yüz dirhem
gümüş miktarı tahsil edilmedikçe zekatını derhal vermek icap etmez. Ancak sahibinin zekata tabi başka bir malı da bulunursa, o zaman icap eder.
İmam-ı Azam'dan -daha sahih görülen- bir rivayete göre bu kısım alacakların geçmiş senelere ait
zekatları lazım gelmez. Bilakis tahsil edildikten sonra zekata tabi olurlar. Tahsil edilmesinden itibaren
bir se-ne geçmedikçe zekatları icap etmez. Ancak sahibinin zekata tabi başka bir malı bulunursa, o
zaman hepsinin zekatı verilir.
3. Zayıf alacaktır. Bu, bir şeyin bedeli olmaksızın bir kimsenin zimmetinde bulunan alacaktır. Varisin
elinde kalmış olan vasiyet parası gibi, ve henüz tahsil edilmemiş diyet bedeli ve kadının kocasındaki
mehrinden veya kadının kocasına boşanma teklifi bedelinden alacağı gibi, bu gibi alacakların geçmiş
seneleri için zekat lazım gelmez ve nisap miktarı ele geçirilip de üzerinden bir sene geçmedikçe de
zekat-ları icap etmez. Ancak az çok tahsil edilip de zekatı icap eden başka bir mala katılırsa o halde bu
tahsil edilen miktarın bu mal ile beraber zekatı verilmesi icap eder. Bunlardan bir rivayete göre diyet ile
efendi ve kölesi arasında bir bedel karşılığında hürriyete kavuşma akdinin bedeli müstesnadır. Bunlar
ele geçirilmelerinden itibaren zekata tabi olurlar.
(İmam Şafiî'ye göre borç, zekatın edasını tehir edemez, tahsil edil-mese de zekatını vermek icap
eder. Çünkü borç verilmesi, sahibinin ira-desi ile, tasarrufu ile vaki olmuştur, fakirlerin haklarını tehir
hususunda muteber olamaz.)

ARAZİ MAHSULLERİNİN ZEKATI

65- Arazi mahsullerinden hükümetçe alınacak miktar, arazinin ne-vine göre değişir. Bu miktar,
zekat, sadaka, haraç, veya kira bedeli ma-hiyetinde bulunur. Şöyle ki, bugün müslümanların ellerinde
bulunan arazi, başlıca şu dört neviye ayrılmıştır.
1- Öşür arazisi: Bu, fethedilip kendi rızaları ile müslüman olan halkına veya zorla fethedilip
İslam mücahitlerine mülkiyet üzere ve-rilmiş olan topraklardır. Arap yarımadası arazisi bu sınıftandır.
Bu top-rakların mahsullerinden onda veya yirmide bir nisbetinde “öşür” adı ile zekat alındığı için
bunlara “öşür arazisi” denilmiştir.
2- Haraç arazisi: Bu, sulh veya zor kullanma yolu ile feth edilip eski gayrimüslim halkına veya
diğer gayrimüslimlere mülk yapılmış olan topraklardır. Irak köyleri ve çevresi bu gibi arazidendir.
Bu nevi araziden ya mahsullerine göre veya münasip görülecek muayyen bir miktarda “haraç”
adı ile bir vergi alınır. Bu, zekat sını-fından değildir.
3- Sırf mülk arazisi: Bu, memleket arazisinden olup Beytül-mâl'e âit iken, daha sonra bir bedel
karşılığında bazı kimselere satılmış olan topraklardır. Bunların mahsulleri de sahipleri müslüman
bulununca zekat hususundaki öşür arazisi mahsulleri gibidir.
Yalnız mülk evlerin etrafındaki mülk bahçeler, bu evlere tabi olduğundan bunların
mahsullerinden ve ağaçlarının meyvelerinden öşür vesaire alınmaz.
4- Memleket (devlet) arazisi: Bu, vaktiyle müslümanlar tarafın-dan fethedilip bir kimseye mülk
yapılmaksızın umum müslümanlar için bırakılmış olan topraklardır. Bunlar, halk adına hükümete ait
olup tasar-rufu halka tapu ile devredilmiştir. Bunların yalnız tasarrufları, muayyen kimselere aittir.
Bunları kullanan kimseler, kiracı mesabesindedir. Hükümete verecekleri muayyen hisseler veya
vergiler de kira bedeli hükmündedir.
Bundan dolayı bu çeşit arazinin, mahsullerinden öşür vesaire adı ile zekat lazım gelmez. Çünkü
öşür ile haraç veya öşür ile bu hükümde bulunan kira bedeli bir arazide toplanmaz.
Türkiye'deki arazi, başlıca bu sınıftandır."1"
66- Arazi mahsullerinde İmam-ı Azam'a göre nisap şartı bulunma-maktadır. Bu sebeple buğday,
arpa, pirinç, darı, karpuz, hıyar, patlıcan, yonca, şeker kamışı gibi öşür arazisi mahsullerinde az olsa da,
çok olsa da “öşür” adıyla hisse alınır. İmameyne göre ise, beş vesk miktarı ol-mayan hububattan ve
insanların ellerinde bir sene kadar kalmayacak sebzelerden öşür alınmaz.

1 Önemli not: Bu hüküm Medeni kanunun kabul tarihi 1926 dan önceye aittir. Medeni kanunun kabulü ile Türkiye’deki arazi
statüsü değişmiş ve öşür arazisi sınıfına girmiştir.
2 Bir vesk, altmış sa’ yani 62400 dirhem, bugünkü ifadeyle 165 litre, 190 kg. miktarıdır.

67- Bir öşür arazisi, yağmur veya çay, ırmak sularıyla sulanırsa, mahsulleri onda bir nisbetinde
dalyalar ile dolaplar ile, hayvanlar ile, satın alınacak sular ile bütün sene veya senenin yarısından fazla
sula-nırsa, yirmide bir nisbetinde “öşür” adıyla zekata tabi olur.
Tohumlar veya amele ücretleriyle diğer masraflar, bundan düşülmez. Bu mahsuller üzerinden bir sene
geçmesi de icap etmez. Bir senede birden fazla meydana gelen mahsullerin hepsinden aynı nisbette hisse
alınır.
68- Öşürde itibar, araziyedir, mal sahibine değildir.
Bu bakımdan bir öşür arazisi vakıf olsa da, çocuklara, delilere ait bulunsa da, yine mahsullerinden
“öşür” adıyla muayyen hisse alınır.
69- Öşür arazisindeki ballardan ve kudret helvalarından da onda bir nisbetinde zekat alınır.
Ekilmeden başka bir şeye yaramayan tohumlar ise, zekata tabi olmaz. Ancak ticaret için olursa, o zaman
tabi olur.
70- Zeytin ve susam tanelerinden öşür alındığı takdirde, daha sonra yağlarından tekrar öşür
alınmaz.
Yine böylece öşrü verilen üzümler için daha sonra tekrar zekat farz olmaz.
71- Öşür arazisi mahsullerinden alınacak muayyen hisseler tama-men yetişip elde edildiği zaman
alınır, bundan evvel alınmaz. Hatta daha bitmemiş olan mahsullerin ve belirmemiş olan meyvelerin
öşürle-rini vermek caiz değildir. Fakat bunlar bittiği ve belirdiği takdirde sa-hipleri dilerse öşürlerini
verebilirler.
72- Daha öşrü verilmemiş olan hububattan veya ağaç üstündeki meyvalardan yenilmemelidir.
Bununla beraber öşrünü hesap edip öde-mek niyetiyle yenilmesi helal olup bunu ödemek icap eder.
73- Öşür arazisi mahsullerinin öşrü veya memleket (devlet) ara-zisi kira bedeli vaktinde
verilmeyip de daha sonra zayi olsa, veya sahibi vefat etse, bunu ödemek icap eder.
74- Meralardan, biçilen otlardan ve hiçbir kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan dağlarda
kesilen kendiliğinden yetişmiş kerestelik ağaçlardan veya kendiliğinden yetişmiş olan diğer ağaçlardan
kamışlar-dan ve arazi içindeki çaylardan avlanılan balıklardan öşür alınmaz.
Fakat dağlardan toplanılan meyvelerden öşür alınacağı gibi ağaçlık veya kamışlık veya çayır
edinilip sulanan öşür arazisinden ve müslümanlara ait mülk arazisinden her sene kesilip satılacak
ağaçlar-dan, kamışlar ile otlardan da öşür alınır.
Yine böylece bu arazide bulunup kendisiyle ipek böceği besleni-len dut yapraklarından öşür
alınır, ipeğinden alınmaz. Bu ipek, hayvana tabidir. İpek böceği öşre tabi olmadığından onun parçası
sayılan ipek de tabi olmaz.
75- Öşür arazisi veya memleket arazisi mahsullerinden bir miktarı sahipleri tarafından ticaret
maksadı ile olmaksızın ambarda saklanıp üzerinden bir sene geçtikten sonra satılmakla bedelleri olan
paralar, nisap miktarına ulaşsa, bundan zekat verilmesi lazım gelmez. Çünkü zekat öşür ile veya kira
bedeli ile toplanmaz. Ancak bedeller üzerinden de ayrıca tam bir sene geçecek olursa, o halde zekat
gerekir.
Yine böylece bu mahsullerin sahibine bir ay veya bir sene nafaka olmak üzere yetecek
miktarından fazlası nisap miktarına ulaşıp ticaret niyetiyle saklanılsa, üzerinden bir sene geçince zekata
tabi olur.

MADENLERİN VE DEFİNELERİN ZEKATI

76- Yerlerin altında yaratılmış veya saklanılmış olarak bulunan mallara “rikaz” denir. Bunlardan
yaratılmış olan mallar, madenlerdir. Saklanılmış olan mallar da definelerdir ki, bunlara “kenz” de denir.
77- Madenler, şöylece üç çeşittir:
1- Muntabi olan, yani ateş ile yumuşayan erimeye kabiliyeti bulu-nan madenlerdir. Altın,
gümüş, bakır, kalay, nikel, demir madenleri gibi. Civa da bu hükümdedir.
Öşür ve haraç arazisinde veya sırf mülk arazisinde ve sahralarda bulunan bu gibi madenlerden beşte biri nisbetinde hükümet adına hisse alınır. Geri kalanı arazinin sahibi var ise, ona, yok ise, bulana
ait olur.
Bu halde memleket arazisi içinde bulunan madenlerin de tama-men hükümete ait olması lazım
gelir. Çünkü bunların sahibi halk adına hükümettir.
Fakat İmam-ı Azam'dan diğer bir rivayete göre öşür ve haraç ara-zisi gibi bütün mülk arazilerinde
bulunan madenler, sahiplerine aittir, bunlardan hums = beşte biri alınmaz.
2- Muntabi olmayan, yani ateş ile yumuşayıp erimeğe kabiliyeti bulunmayan madenlerdir. Kireç,
alçı taşı, yakut, elmas, firuze gibi. Bu gibi madenlerden hisse alınmaz. Bunların tamamı sahibine ve
sahibi yok ise, bulana aittir.
3- Akıcı-sıvı halde bulunan madenlerdir. Su, tuz, zift, petrol gibi. Bunlardan da bir şey alınmaz.
Bunlar da tamamen arazi sahibine aittir.
78- Definelere gelince, bunlar da şöylece üç çeşittir:
1- Müslümanlara ait defineler. Bu, üzerinde İslamiyet alameti bu-lunan mesela Kelime-i tevhid
yazılı olan gömülmüş, basılmış madeni paralar ile diğer eşyadan ibarettir. Bunlar, yitik, kaybolmuş mal
hük-mündedir. Bunları bulanlar, fakir ise, kendilerine, değil ise, fakirlere dağıtırlar veya hükümete
teslim ederler.
2- Gayrimüslimlere ait definelerdir. Bu, üzerinde put resmi gibi gayrimüslimlere ait alamet
bulunan gömülmüş, basılmış madeni paralar ile diğer eşyadır. Bunların beşte biri hükümete verilir, geri
kalanı arazi sahibine, sahibi yok ise, bulana ait olur. Dağ, sahra gibi sahipli olmayan yerlerdeki bu gibi
definelerin de beşte biri hükümete, geri kalanı da bulan kimseye ait olur, hatta zimmi (gayrimüslim
vatandaş) olsa, bile.
3- Şüpheli definedir. Bu da hususi alameti görülemeyip müslü-manlara mı, gayrimüslimlere mi ait
olduğu anlaşılamayan gömülmüş, basılmış madeni paralar ile diğer eşyadır. Bunlar bir görüşe göre
“Gayrimüslimlere ait defineler” hükmünde, diğer bir görüşe göre de yitik-kaybolmuş mal
mesabesindedir.
Denizlerden çıkarılan incilerden ve gömülmüş nakitlerden ve ba-lıklar ile anberlerden zekat adına
bir şey alınmaz. Bu İmam-ı Azam ile İmam Muhammed’e göredir. İmam Ebu Yusuf’a göre denizden
çıka-rılan nakitlerden, inci ile anberden beşte bir nisbetinde bir hisse alınır.
(İmam Şafiî'ye göre altın ile gümüşten başka madenlerden zekat alınmaz. Altın ile gümüşten de
nisap miktarından noksan olmaması şartıyla kırkta bir nisbetinde zekat alınır.)

ZEKATI ÖDEME YOLLARI
79- Zekata tabi altın, gümüş, hububat ve ehli hayvanlar ile ticaret mallarının zekatları için bizzat
kendilerini vermek caiz olduğu gibi, kıymetlerini vermek de caizdir. Bu hususta sahipleri serbesttir.
Nitekim keffaretlerde, adaklarda, fitrelerde de hüküm böyledir. Çünkü İslam Şeriatında mal sahiplerine
kolaylık gösterilmesi nazarı itibara alınmış-tır. Bununla beraber bunların vacip olmasındaki hikmet,
fakirlerin ihti-yacını gidermektir. Bu hikmet ise, bunların kıymetlerini vermekle de gerçekleşir.
Bu yüzden bir kimse, altının zekatı için gümüş veya zahire veya kumaş verebilir. Yılın
ekseriyetini merada otlayan hayvanlar için veya ticaret malları için de nakden para verebilir. Şu kadar
var ki, bu hususta fakirler için daha faydalı, lüzumlu olan yönü tercih etmek daha iyidir.
(İmam Şafii’ye göre bunlardan ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde zekatı verilmesi emredilen
şeylerin verilmesi lazımdır. Kıymetleri verilemez.)
80- Zekatı icap eden bir mal veya alacak karşılığında diğer bir malı zekat olarak vermek caiz
olduğu gibi, bir borcu da alınamayacak bir borç karşılığında fakire bağışlama caizdir. Fakat bir borcu
bir malın veya alınabilecek bir borcun karşılığında zekat olarak bağışlama caiz değildir. Çünkü deyn =
borç mal olmak itibarıyla maldan noksandır. Artık tam olan bir şey karşılığında noksan olan bir şey
verilemez.
Alınabilecek bir borç da mal mesabesindedir.
Bundan dolayı bir kimse, elindeki mesela üç lirasını veya üç lira kıymetindeki bir ticaret malını yüz yirmi liradan ibaret olan mevcut bir nakit için veya birisinde alacağı bu miktar bir meblağ için
zekat olarak verilebilir.
Yine böylece bir fakirdeki alacağını o fakire tamamen bağışlasa, zekata niyet etmiş olsun
olmasın, bu alacağın zekatını vermiş olur. Fakat bu alacağının bir kısmını, mesela yüz liradan elli
lirasını zekatına sayarak bu fakire bağışlasa yalnız bu bağışlanan elli liranın zekatı verilmiş olur.
Alacağı diğer elli liranın zekatı verilmiş olmaz.
Yine aynı şekilde bir kimse, bir fakirdeki alacağını kendi elindeki bir malın zekatı için o fakire
bağışlasa, bununla o malın zekatını vermiş olamaz.
Yine böylece bir kimse, bir fakirin zimmetindeki alacağını diğer bir şahsın zimmetindeki
alacağının zekatı için o fakire bağışlasa, bu-nunla o şahıstaki alacağının zekatını vermiş olamaz.
81- Bir kimse, fakir olan borçlusunu borcundan kurtarmak, ken-disi de elindeki malların zekatını
kısmen olsun ödemek isterse, borçlu-suna borcu miktarı bir nakit parayı zekat olarak verir. Borçlusu da
bununla o borcunu bu kimseye öder.
82- Zengin bir kimsenin zimmetindeki bir borç, üzerinden bir sene geçtikten sonra o zengine
bağışlansa -en sahih olan görüşe göre- bu borcun zekatı düşmüş olmaz.
83- Bir kimse, birisindeki alacağını elindeki bir malın zekatına saymak üzere bir fakirin gidip
almasına müsaade etse, bununla o zekat alındığı anda ödenmiş olur.
84- Toplanmış olan nisapları ayırmak caiz olmadığı gibi ayrılmış nisapları toplamak da caiz değildir.
Şöyle ki bir kimsenin mesela seksen koyunu bulunsa, yalnız bir koyun zekat vermesi lazım gelir. Yoksa
koyunlar iki nisap miktarına ulaştığı için iki koyun zekat vermek icap etmez.
Fakat iki kişinin müsavi surette müşterek seksen koyunları bulun-sa, iki koyun zekat vermeleri
lazım gelir. Çünkü her ortak, ayrı bir nisa-ba sahiptir. Bunlar toplanamaz, bu koyunlar yalnız birisinin
malı imiş gibi sayılamaz.
İki kişi arasında müşterek olan kırk koyun veya yirmi miskal altın için ise, -başka zekata tabi
malları bulunmayınca- zekat lazım gelmez. Çünkü hiçbiri nisap miktarına ulaşmış değildir.
İki ortaktan birinin hissesi nisap miktarına ulaşmış olduğu halde diğerinin hissesi ulaşmış olmasa,
mesela birisinin koyunları kırk, diğeri-nin koyunları ise, yirmi bulunsa, yalnız nisap miktarına sahip
olan ortağın zekat vermesi icap eder.
Nitekim mükellef ile mükellef olmayan arasında müşterek olan mallar hakkında da hüküm
böyledir. Yani mükellef olan hissesi nispe-tinde zekat verir, diğerinin hissesinden zekat lazım gelmez.
85- Nisap miktarında olan bir malın zekatı daha sene dolmadan acele edilerek fakirlere verilebilir. Çünkü
farz olmasının sebebi olan nisap bulunmuştur. Daha sonra ödenecek olan bir borcu ödemekte acele etmek ise,
esasen sahihtir. Fakirlerin lehine bir harekettir. Fakat nisap miktarında olmayan bir mal için böyle zekatın sene
dolmadan verilmesi caiz değildir. Bu yüzden bu mal, daha sonra nisap miktarına yetişse, bu andan itibaren bir sene
sonunda ayrıca zekata tabi olur. Evvelce verilmiş olan miktar bir sadaka yerine geçer.
(İmam Malik’e göre zekat acele edilerek vaktinden evvel verile-mez. Nitekim ibadetler de
vaktinden evvel eda edilemez.
İmam Şafii’ye göre de yalnız bir senelik zekat da acele edilebilir. Fazlası edilemez.)
86- Nisap miktarındaki bir malın birkaç senelik zekatı birden ve-rilebilir. Sene sonunda bu miktar
mevcut bulundukça zekatları verilmiş bulunur. Bu miktar azalmış olunca da verilmiş olan zekat, bir
nafile sadaka yerine geçer.
87- Bir kimsenin mesela yüz lirası olduğu halde acele ederek iki yüz liralık zekat verip de aynı
senede sahip olacağı diğer yüz liranın zekatına ve sahip olmadığı takdirde bu mevcut yüz liranın ertesi
sene için olan zekatına sayılmasına niyet etse, bu niyeti caiz olmuş olur.
88- Bir kimsenin mesela bin lirası olduğu halde iki bin lira zannederek ona göre zekat verecek
olsa, bu fazla verdiği zekatı ertesi senenin zekatına sayabilir.
89- Bir kimsenin her ikisi de birer nisap miktarında olan altın ve gümüşten ibaret malından yalnız
birisinin adına zekatını acele ederek vermiş bulunsa, bu zekat her ikisine de sayılarak verilmiş olur.
Çünkü bunlar cinsçe bir sayılıp birbirine katıldığından böyle bir tayin, geçer-sizdir. Bu yüzden bunlardan biri sene içinde telef olsa, bu zekat, tama-men diğerine sarf edilmiş olur.
Fakat hayvanlar hakkında böyle değildir. Bu cins hayvanların zekatını böyle acele vermek
diğerlerinin zekatına sayılamaz.
90- Bir kimse, malının zekatından bir fakirin borcunu emriyle ödeyecek olsa, zekatını vermiş
olur. Fakat fakirin emri olmaksızın ödeyecek olsa, borç düşer, zekat verilmiş olmaz.
91- Bir kimse, usul (Anne-baba, dede-nine) ve furu’un (çocuk-ları, torunları)ndan biri
bulunmayıp yalnız akrabalık yönüyle nafakası üzerine gerekli olan bir yetime zekat niyetiyle elbise
yaptırsa veya bir yenilecek şey verse zekatı yerine geçer. Fakat böyle bir yetimi kendi sofrasına alıp
beraber yedikleri yemeği zekatına saymak isterse bu, İmam Ebu Yusuf’a göre caiz olursa da, İmam-ı
Azam ile İmam Mu-hammed'e göre caiz olmaz. Çünkü bu halde mülk yapılmış olmaz.
92- Zekatın ehil olan kimseye mülk yapılması şarttır.
Bundan dolayı fakirlere, yemeği serbest bırakmak suretiyle yedi-rilen yemek zekat sayılmaz.
Yine böylece bir hayır işine sarf edilen bir para, zekata sayılamaz. Mesela bir zekat parasıyla köle
azat edilemez, veya bir zata hac yap-tırılamaz veya mescit, medrese, çeşme, yol, köprü yaptırılamaz,
ölülerin kefenleri alınamaz veya borçları ödenemez.
Fakat bir fakir, aldığı bir zekat parasını kendi rızasıyla bu gibi bir hayır işine sarf etse, bundan
hem o fakir, hem de ona zekatı vermiş olan zat, sevap kazanmış olur.
Yine böylece bir fakiri zekata sayılmak üzere bir evde oturtmakla zekat verilmiş olmaz. Çünkü bu
bir mülk yapılma sayılmaz.

ZEKATIN VERİLECEĞİ YERLER

93- Zekatın masrafı, yani verileceği kimseler, müslüman fakirler, miskinler, borçlular, yolcular,
mükatep (bir bedel karşılığında azat edilmek üzere efendisi ile bir anlaşma yapmış olan köle)ler,
mücahitler ve amil (veliyyü-lemr tarafından zekat toplamaya memur edilen kim-seler)den ibaret olmak
üzere yedi kısımdır. Şöyle ki:
1 - Fakir: Nisap miktarı fazla bir mala sahip olmayan kimsedir. Hatta temel ihtiyaçlarından olmak
üzere evi, ev eşyası ve borcuna denk nakitleri bulunsa bile.
2 - Miskin: Hiçbir şeye sahip olmayıp yiyeceği ve giyeceği şeyler için dilenmeye muhtaç olan
yoksul kimseler.
3 - Borçlu: Bundan maksat borcundan fazla nisap miktarı mala sahip olmayan veya kendisinin de
başkasında malı var ise, de alması mümkün bulunmayan kimsedir. Böyle borçlu bir kimseye zekat vermek,
borçlu olmayan fakire vermekten daha faziletlidir.
4 - Yolcu: Bundan maksat, malı beldesinde kalıp, elinde bir şey bulunmayan garip kimsedir.
Böyle bir kimse, yalnız ihtiyacı miktarında zekat alabilir. Fakat fazlası helal değildir. Bununla beraber
böyle yolcu-lar için mümkün olunca borç almak, zekat almaktan hayırlıdır.
Kendi beldesinde bulunduğu halde malını kaybederek muhtaç bir halde kalmış bir kimse, böyle
yolcu hükmündedir. Bunlar, daha sonra mallarını elde edince, almış oldukları zekattan geri kalan
miktarı başka-larına sadaka olarak vermeleri lazım gelmez.
5 - Mükatep: Bu, bir bedel karşılığında azat edilmek üzere efen-disiyle bir anlaşma yapmış olan
köle veya cariye demektir. Böyle kim-seye bir an evvel hürriyetine kavuşturmak için bir yardım olarak
zekat verilebilir. Fakat bir kimse, kendi mükatebine zekat veremez. Çünkü menfaati kendisine ait olmuş
olur.
6 - Mücahit: Bundan maksat, ALLAH Teâla yolunda gönüllü olarak cihada iştirak etmek istediği
halde nafakadan, silah vesaireden mahrum olan gazi demektir. Buna da noksanlarını tedarik etmesi için
zekat verilebilir. Buna: " فِى سَبِيلِ اللهِ إِنْقَاقْ = Fî sebîlillah infak = ALLAH yolunda infak" denir.
7 - Amil, bundan maksat da veliyyü'l-emr tarafından görünen mal-ların zekatını toplamaya memur
edilen kimsedir ki buna “Sâi, tahsildar” da denir. Böyle bir memura bu hizmet müddetince kendisinin
ve aile-sinin ihtiyaçlarına yetecek miktarda zekat mallarından bir hisse verilir. Hatta haddizatında fakir olmasa bile.
94- Yukarıda gösterilen yedi kısımdan herbiri zekatın verileceği bir yerdir. Bir kimse, zekatını
bunlardan herhangi birine verebileceği gibi ikisine, üçüne veya hepsine dağıtabilir. Bununla beraber
nisap mik-tarında olmayan bir zekatın bunlardan yalnız birine verilmesi daha faziletlidir. Ta ki bir
ihtiyacını karşılayabilsin.
95- Bir fakire bir defada nisap miktarı zekat verilmesi, caiz ise de, mekruh olmaktan uzak
değildir. Ancak bu fakir borçlu olursa veya aile sahibi bulunursa aldığı zekattan aile fertlerine nisap
miktarından az bir şey isabet ederse, o takdirde mekruh olmaz.
96- Bir fakir bir zenginden malının zekatını mahkemede dava edemez. Çünkü zekatın kendisine
verilmesi mutlaka lazım değildir. Ve bu, bir mali ibadet olduğundan sahibinin dindarlığına
bırakılmıştır.

KENDİLERİNE ZEKAT VERİLMESİ CAİZ OLUP OLMAYANLAR
97- Bir kimse, kendi zekatını fakir bulunan hanımına ve usul ve furuuna, yani babasına, dedesine,
anasına, ninesine, oğullarına, kızlarına, bunların çocuklarına, torunlarına veremez. Hatta hanımı
boşanıp henüz iddet beklemekte bulunsa bile. Çünkü verdiği zekatın menfaati kısmen kendisine ait
bulunmuş olur, halbuki bu menfaat kendisinden tamamen kesilmiş bulunması lazımdır.
İmam-ı Azam'a göre bir kadın da zekatını fakir bulunan kocasına veremez. Zira âdete nazaran
aralarında bir menfaat ortaklığı vardır. İmameyne göre verebilir.
98- Temel ihtiyaçlarından başka nisap miktarı mala sahip olan kimseye, zengin sayılacağı için
zekat verilemez. O mal, gerek nakitler ve ticaret eşyası gibi artıcı olsun ve gerek fazla ev eşyası gibi
artıcı olmasın müsavidir.
Fakat zengin bir kimseye nafile cinsinden olan bir sadakanın verilmesi caizdir. Bu yüzdendir ki
vakıfların sadaka cinsinden olan gelirlerini vakfiye gereğince zengin kimselerin almaları da helal
bulun-muştur. Bu, bir hibe, bir ihsan mesabesindedir.
99- Haşimoğulları ile onların azatlılarına zekat verilemeyeceği gibi öşür, adak, keffaret gibi diğer
vacip sadakalar da verilemez. Zekat ve benzerleri insanların mallarını yıkamış olan su sayılır.
Haşimoğulları’nın kadir ve şerefi ise, bunu kabulden yücedir. Kendilerine yalnız nafile ve ihsan yoluyla
sadaka verilebilir.
Haşimoğullarından maksat, Resûl-ü Ekrem (S.A.V) Efendimizin amcaları Hazreti Abbas ile
Haris'in evlat ve torunlarından ve Hazreti Ali ile kardeşleri Akil ve Cafer’in zürriyetinden ibarettir.
Bu zatların, ihtiyaçlarına göre beytülmal (devlet hazinesi)nin ganimetler kısmından hisseleri
vardır. Bu hisselerini alamadıkları takdirde, ihtiyaçtan kurtulmaları için kendilerine zekat
verilebileceğine bazı fıkıh âlimleri fetva vermişlerdir.
100- Kendisine zekat verilecek kimse, zekata, sarf zamanında yani zekatın verildiği vakitte ehil
bulunmalıdır. Bu ehliyetin daha sonra yok olması verilen peşin zekatın sahih olmasına mani olmaz.
Bu sebeple bir malın zekatı daha sene dolmadan bir fakire verilip de bu sene son bulmadan o fakir
zengin olsa, veya vefat etse, o malın zekatını yeniden vermek icap etmez ve böyle verilen bir zekat, geri
de alınamaz. Çünkü verilmesinden beklenen sevap hasıl olmuştur.
101- Bir kimse zekatını zengin bir erkeğin küçük çocuğuna veremez. Çünkü bu çocuk babasının
malıyla zengin sayılır. Fakat zengin bir kadının fakir, yetim ve babası müslüman olan çocuğuna
verilebilir. Zira bu çocuğun nesebi babası tarafından sabittir. Anasının serveti ile zengin sayılmaz.
Yine böylece bir kimse zekatını zengin bir şahsın fakir ve müslü-man olan babasına veya fakir ve
müslüman olan büyük oğluna veya kızına veya o şahsın fakir, müslüman bulunan hanımına verebilir.
Çün-kü bunlar müstakil salahiyet sahipleridir. Birbirinin serveti ile zengin sayılmazlar.
102- Zekat, gayrimüslimlere verilemez. Çünkü bu, müslüman olan fakirlerin hakkıdır. Bir hadis-i
şerifte: “Zekatı müslümanların zen-ginlerinden alıp fakirlerine veriniz” diye buyurulmuştur.
Bununla beraber farz olan zekat vazifesiyle gayrimüslimler mü-kellef değildirler. Bu,
müslümanlara mahsus, sosyal, dini bir vazifedir. Bu vazifeye iştirak etmeyenlerin bundan faydalanmaya hakları olamaz.
Yalnız İmam Züfer, zekatın gayrimüslim vatandaşlara da verilme-sini caiz görmüştür. Çünkü
bundan maksat, bir ibadet yolu ile muhtaç şahısları ihtiyaçtan kurtarmaktır. Bu maksat ise, zekatı fakir
gayrımüs-lim vatandaşlara vermekle de meydana gelir.
Bununla beraber nafile cinsinden olan sadakalar, gayrimüslim va-tandaşlara da verilebilir. Bunda
ittifak vardır.
103- Zekatı akrabaya vermek daha faziletlidir. Şöyle ki, zekatı evvela muhtaç olan erkek veya
kızkardeşlere, sonra bunların evladına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların evladına, sonra
dayılara, tey-zelere ve bunların evladına, daha sonra diğer “zevilerham” denilen ak-rabalara vermek
daha faziletlidir. Bunlardan sonra da sırasıyla fakir komşulara, meslektaşlara vermek daha faziletlidir.
104- Zekat, malın bulunduğu yerdeki fakirlere verilmelidir. Sene sonunda başka beldedeki
fakirlere gönderilmesi mekruhtur. Ancak kendilerine gönderilecek kimseler, akrabadan olurlarsa veya
malın bulunduğu yerdeki fakirlerden daha muhtaç olurlarsa, o zaman mekruh olmaz.
Bununla beraber zekatı daha senesi dolmadan başka bir beldeye göndermekte bir sakınca
görülmemektedir.
105- Bayramlarda ve diğer günlerde muhtaç olan hizmetçilere veya çocuklara veya bir sevinecek
haber getiren fakir kimselere verilecek bahşişlerin zekat niyetiyle verilmesi caizdir.
106- Verilen bir zekat, fakir tarafından veya fakir olan çocuğun veya delinin velisi veya vasisi
tarafından teslim alınmadıkça, tamam olmuş olmaz.
Fakir olan bunamış kimsenin veya buluğ çağına yaklaşmış olan çocuğun veya paranın kıymetini
bilip aldanmayacak bir yaşta bulunan çocuğun teslim alması da yeterlidir.
107- Bir kimse, zekatını araştırıp zekat verilebilecek kimse oldu-ğunu zannettiği bir şahsa verir
de, o şahsın zekatı hakikaten alabilecek kimse olduğu anlaşılırsa, zekatı ittifakla muteber olur. Bilakis
hali anla-şılamaz veya zengin olduğu daha sonra ortaya çıkarsa, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed’e
göre yine muteber olur.
Fakat araştırmaksızın zekata ehil ve verilebilecek kimse olup ol-madığını hiç düşünmeksizin
verecek olsa, zekatı yine muteber olursa, da zekatı alabilecek kimse olmadığı daha sonra anlaşılsa,
zekatını ye-niden vermesi icap eder. Çünkü araştırmak hususunda kusur etmiştir.
108- Zekat verilebilecek kimse olup olmadığından şüphe edilen bir şahsa araştırmaksızın verilen
zekat, muteber olmamak tehlikesinde bulunur. Ancak o şahsın zekat alabilecek kimse olduğu daha
sonra ortaya çıkarsa, tehlike ortadan kalkar.

FITIR SADAKASI (FİTRE)

109- Fıtır sadakası, Ramazan-ı şerifin sonuna yetişen ve temel ihtiyaçlarından başka en az nisap
miktarı bir mala sahip bulunan her hür müslüman için verilmesi vacip olan bir sadakadır. Buna yalnız
“fitre” de denir ki fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış ihsanı demektir.
110- Fıtır sadakasının vacip olması, zekatın farz olmasından öncedir, orucun farz kılındığı seneye
tesadüf eder. Bu, bir yardımlaşma-dır, orucun kabulüne, ölümün şiddeti, dehşetinden ve kabrin
azabından kurtuluşa bir vesiledir. Yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün neşesinden
onların da istifade etmelerine bir yardımdır. Bu yönüyle fıtır sadakası insani bir hayır, bir vazifedir.
111- Fıtır sadakası, Ramazan bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren vacip olursa da
bundan birkaç gün, hatta bir kaç ay veya sene evvel de, sonra da verilebilir. Ta ki fakirler, bununla
bayram namazına çıkmadan evvel, noksanlarını tedarik edebilsinler.
(Diğer üç mezhep imamına göre fıtır sadakası Ramazan-ı şerifin son akşamı, güneşin batmasından
itibaren vacip olur. Bayramdan sonraya tehir edilmesi haramdır. Ancak bir özür sebebi ile olursa, o
zaman haram olmaz. Bununla beraber tehir etmek ile düşmez, kazası lazım gelir.)
112- Fıtır sadakası, nisap miktarı mala sahip olan her hür müslü-man için vaciptir. Hatta çocuk
veya deli olsa bile. Bunların velileri bunların mallarından bu sadakayı vermezlerse, bunu kendileri
büluğ çağına erdikten veya iyileştikten sonra ödemekle mükellef bulunurlar. Bu mesele İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf’a göredir. İmam Muha-mmed ile İmam Züfer'e göre, bunlara fıtır sadakası vacip
olmaz. Baba-ları, vasileri bunu onların mallarından verirlerse, bunu onlara ödemek zorunda olurlar.
Bilakis bu sadakayı kendi mallarından vermek baba-larına vacip olur.
Bu nisaptan murat, iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın veya bunların kıymetlerine denk
olan bir maldır. Bu mal, temel ihtiyaç-lardan, yani sahibinin borcundan ikametgâhından, evinin lüzumlu
eşya-sından binip kuşanacağı at (araba) ile silahından ve kendisi ile aile fertlerinin bir aylık veya diğer
bir görüşe göre bir senelik nafakala-rından fazla bulunmalıdır. Hatta bu fazla, haddizatında nakitler
gibi, ticaret malları gibi artıcı sayılan bir mal olmasa bile. Bu fazla malın üzerinden bir sene geçmiş
olması da şart değildir.
İşte bu miktar bir mala sahip olan bir müslüman için zekat almak veya vacip sadakaları almak
haramdır, kurban kesmek vaciptir.
(Diğer üç mezhep imamına göre bayram günüyle gecesine mahsus kendisi ile aile fertlerinin
yiyeceklerinden ve diğer temel ihtiyaçların-dan fazla fitre miktarı bir mala sahip olan bir müslüman için
fıtır sada-kası vacip olan bir vazifedir.)
113- Ramazan-ı şerif bayramının ilk günü fecrin doğuşundan evvel vefat eden veya fakir düşen
veya doğuşundan sonra doğan veya kafirken hidayete eren bir müslümana fıtır sadakası vacip olmaz.
Fakat doğuştan sonra vefat eden bir müslümana vacip olmuş olur. Bundan dolayı vasiyet etmiş ise,
geriye bırakmış olduğu mal varlığının üçte birinden verilir. Varislerinin kendi mallarından vermeleri de
caizdir.
114- Nisap miktarı mal, fıtır sadakasının vacip olmasından sonra telef olsa da, fitre düşmez.
Çünkü verilmesi için evvelce bir verme gü-cüne sahip bulunmuştur. Zekat ise, böyle değildir. Onda
vermeyi kolay-laştırıcı gücün bulunması lazımdır.
115- Ramazan-ı şerifte bir özür sebebi ile oruç tutmakla mükellef olmayan bir müslüman
hakkında da fıtır sadakası vaciptir. Hasta, seferi olan kimse ve takatsız kalmış yaşlı şahıs gibi.
116- Nisaba sahip olan hür bir müslüman, hem kendi nefsi için, hem de fakir olan bunak veya deli
veya küçük evladı için ve hizmetinde bulunan köle veya cariyesi için fıtır sadakası vermekle
mükelleftir. Hat-ta köle veya cariyesi gayrimüslim olsa bile. Bu hususta efendinin ehliyetine bakılır.
Ticaret için olan köleler ve cariyeler için fıtır sada-kası icap etmez. Çünkü bunlar zekata tabidirler.
Bunlardan dolayı hem zekat, hem de fıtır sadakası birleşmez.
Yukarıda yazıldığı üzere İmam Muhammed’e göre zengin olan çocuklar için de fıtır sadakası
vermek, babalarının malına yönelik vacip bir vazifedir.
117- Fakir bir çocuğun babası ölmüş veya fakir bulunmuş olursa, babasının babası, -nisaba sahip
ise- babası yerine geçmiş olup fıtır sada-kası verir. Bununla beraber zahiri rivayete göre bu çocuk için
fitre vermek dedesine yönelik vacip bir vazife olmaz.
118- Bir kimse kendi hanımının ve büyük, akıllı olan evladının fıtır sadakasını vermekle mükellef olmaz.
Çünkü bunlardan herbiri kendi nefsinde tam bir velayete sahip, malında müstekıllen tasarruf hakkına sahiptir.
Bu bakımdan her biri nisaba sahip ise, zekatını kendi malından vereceği gibi, fıtır sadakasını da
kendi malından vermesi lazım gelir.
Bir de sadakalarda bir ibadet mahiyeti vardır. Koca ise, hanımına ait bir ibadet vazifesini
yüklenmek için evlenmemiştir.
119- Bir kimse kendi malından hanımının veya büyük evladının fitrelerini izinleriyle verecek
olsa, yeterli olur. Ve bunlar kendi ailesi içerisinde idaresinde bulunduğu takdirde, izinleri olmaksızın
vermesi de kafidir. Çünkü bu halde örf-adet bakımından izin vardır. Aile arasında bulunan diğer
şahıslar hakkında da hüküm böyledir. Bu hususta haki-katen veya örf-adet bakımından izne lüzum
vardır. Zira fıtır sadakasının verilmesi niyetle beraber olmalıdır, niyetsiz verilemez. Böyle bir izin ise,
niyet hükmündedir.
(İmam Şafii’ye göre kadının fıtır sadakası zengin olsa da, koca-sına aittir. Kendilerine ücret tayin
edilmemiş olan hizmetçiler hakkında da hüküm böyledir.)
120- Bir kimse kendi ailesi içerisinde bulunsalar bile babasının, anasının fıtır sadakasını vermekle
mükellef değildir. Ancak babası fakir olduğu halde deli olursa, o halde mükellef olur.
21- Fıtır sadakası dört cins şeyden muayyen miktarda verilir.
Şöyle ki; buğdaydan yarım sa’ı Iraki, yani beş yüz yirmi dirhem verilir. Buğday unu ile kavudu da
buğday hükmündedir. Arpadan, kuru üzümden veya kuru hurmadan da bir sa’ = kile yani bin kırk
dirhem verilir. Bunların yerlerine kıymetlerinin verilmesi de caizdir, hatta daha faziletlidir. Ancak
fakirlerin ihtiyaçları bunların bizzat kendilerine daha fazla olursa, o zaman daha faziletli olmaz.1
122- Zekat nisabında olduğu gibi fıtır sadakası hususunda da dir-hemden maksat şer’i dirhemdir.
Bununla beraber bu hususlarda her bel-denin örfi dirhemine riayet edileceği görüşünde olanlar da
vardır. Örfi dirhem fazla olduğundan fıtır sadakasını ona göre vermek ihtiyatlı olmaya daha uygun ve
daha fazla sevab kazanmaya sebeb olur.
(Diğer üç mezheb imamına göre fıtır sadakası buğdaydan da bir sa’dır. Fakat bu sa’dan maksat
sa’ı Iraki değil sa’ı Hicazîdir ki 693,1/3 dirhem miktarıdır.)
123- Fıtır sadakası için buğday, arpa, üzüm ile hurma birer sabit ölçüdür. Çünkü bundan maksat, fakirin
bir günlük ihtiyacını olsun gidermektir ki, o da bunlar ile mümkün olabilir. Halbuki muayyen bir para ölçü
olarak gösterilmiş olsa idi, bu maksat temin edilmiş olamazdı. Zira erzakın fiyatları zaman zaman değişmekte
olduğundan o muayyen para, bazı senelerde bu maksadı temin edebilirdi, bazı senelerde temin edemezdi.
124- Fıtır sadakası, zekat gibi niyetle birlikte fakirlere mülk yap-mak suretiyle verilir, serbest
bırakılamaz. Bu niyet, verilecek malı ayır-mak zamanında yapılabileceği gibi, verileceği zaman da
yapılabilir, fa-kat fakire verilirken bunun bir fitre olduğunu söylemek lazım değildir.
125- Fıtır sadakasını aralarında evlilik veya doğum bulunan kim-selerin birbirine vermeleri sahih
değildir. Mesela bir kimse kendi fitre-sini, fakir olan hanımına veya babasına veya oğluna veremez.
Fıtır sadakası, İmam Ebu Yusuf ile İmam Şafiî'ye göre fakir olan gayrimüslim vatandaşlara da
verilemez. Fetva bu şekildedir. Çünkü bu-nun verilmesindeki maksat, bayram gününde fakir
müslümanların ihti-yaçlarını gidererek onların da bayrama kalpleri rahat bir halde iştirak etmelerini ve
dilenmekten kurtularak ibadet ile uğraşabilmelerini temin gibi şeylerden ibarettir. Bu maksat ise, bu
sadakanın gayrimüslim vatandaşlara verilmesiyle meydana gelmez.
Bununla beraber bunun gayrimüslim vatandaşlara da verilebile-ceği görüşünde olan zatlar da
diyorlar ki, bu sadakadan asıl maksat, genel olarak fakirlerin ihtiyaçlarını ibadet kabul edilecek bir şey
ile gidermektir. Bu maksat ise, fakir olan gayrimüslim vatandaşlara veril-mekle de meydana gelir,
çünkü onlara verilecek sadakalar da ALLAH’a yaklaştırıcı birer ibadettir.
126- Bir kimse, fitresini bir fakire vereceği gibi, birkaç fakire de dağıtabilir. Birden fazla kimseler
de fitrelerini birkaç fakire verebile-cekleri gibi, bir fakire de verebilirler.
Fakat bir görüşe göre bir fitre, birden fazla fakirlere verilemez.
127- Birden fazla fitreler, gerek mal olarak ve gerek kıymetleri olsun, sahiplerinin izinleriyle
karıştırılmış bir halde fakirlere verilebilir. Her fitreyi diğerinden ayırmaya lüzum yoktur.
Bununla beraber fitrelerin ayrı ayrı verilmesi ihtiyata daha uygundur.
128- Fıtır sadakası, mükellefin bulunduğu yerdeki fakirlere veril-melidir. Başka yerlere
gönderilmesi mekruhtur.
وَاللهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ
وَيُرْجَى مِنْ آَمَالِ آَرَمِهِ التَّوْفِيقُ وَالثَّوَابُ
Pak ve münezzeh olan ALLAH-ü Teâla doğruyu en iyi bilendir. O'nun sonsuz lûtf-u kereminden
muvaffakiyet ve mükafat ümit edilir.

---------------------------
1 Bir sa’ı ıraki (1040) şer’i dirhem itibar olunur ki (910) örfi dirheme müsavidir. O halde (520) şer’i dirhem de (455) örfi
dirheme müsavi bulunur. “Küsurlara bakılmazsa” (1040) şer’i dirhem (2,917) kilo gram; (1040) örfi dirhem de (3,333) kilo
gram eder. O halde (520) şer’i dirhem (1,458) kilo gram, (520) örfi dirhem de (1,667) kilo gram demektir. Bir kilo gram (357)
şer’i dirheme ve (312) örfi dirheme müsavidir. Bir kilo miktarındaki bir şeyin, mesela buğdayın fiyatı faraza (50) kuruş olsa
(1,667) kilo gram miktarının fiyatı ne eder? Bunu bulmak için (50) kuruş, (1,667) ile çarpılmalıdır. Bununla fiyat anlaşılır.
Örnek; (1,667x50=83,35) demek ki 83 kuruş 35 santim etmiş oluyor.






Ömer Nasuhi Bilmen'in "İki Şükûfe-i Teaşşuk = İki Aşk Çiçeği" isimli romanından bir bölüm:
“Oğlum! Sen bir iffet ve asalet tomurcuğusun. Bilhassa tavsiye ediyorum. Bizi var eden
Yaratıcı’nın her emrini yerine getirmeye çalış; annenin rızasını amellerin başı bil; senin gibi bir melekle beraber oturmaya münâsip olmayan iblis tabîatlı kimseler ile arkadaşlık yapma. İnsan kim ile arkadaşlık yaparsa onun ahlâkı ile vasıflanır. Bir demir parçası mıknatısa yapışınca çekim hususiyetini kazanıyor.
Sen yüksek meziyetler ile süslenenlerin sohbetlerinde bulunmak şerefini kaybetme, insanlığa, medeniyete hizmetçi ol. İnsanlık namına iyilik et, gece gündüz çalışmak ve gayret yolundan ayrılma ki bu yol pek sağlamdır:
Dâim oku, yaz. Kadrini bil cevher-i ilmin
(Daima oku, yaz. İlim cevherinin kıymetini bil.
Kâlâ-yı hüner, hâme-i insana çelenktir.
(Hüner kalesi, insan başına çelenktir)

Bilgi ve kültür insanların ruhu, insanlar da bilgi ve kültürün cesedi hükmündedir. Ruhsuz ceset ise
kabre lâyıktır. Edep erbabını taklit et. Edep, ALLAH'ın bir hazinesi, insanlar da onun bekçisidir. Edebi
olma-yanlar ise, ihtiyacı olmadığı halde bir parça ekmek için bin haneyi rahat-sız eden dilencilerden
kıymetsizdir.
İnsan için fikir terbiyesinde bulunarak akıl cevherinin parlamasını bilgi ve kültürle artırmaya çalışmak
en büyük vazifedir. Edep, hilm, nezâket, şehadet, yüksek gaye, fazileti tamamlamaya çalışmak, güzel
geçinmek, vadini yerine getirmek, kalb metâneti, yapılacak işi iyi düşünmek insanlık vazifelerindendir.
Edepsizlik, hayâsızlık, katı kalplilik, bâtılı benimsemek, fazla mizah, namusu zedelemek, ayıpları araştırmak, kardeşlere düşmanlık, insan meziyetlerini mahveden kötü ahlâk kısmındandır.
Kısacası, varlığımın nişânı! Bütün iyi huylar ve güzellikler ile kendini ıslaha çalış. İnşallah
istikbâlin pek parlak bir mutluluk levhası teşkil edecektir. Sakın yetim kalmanı hatırlayarak mahzun olma. Her ne kadar zayıf vücudum gurbet toprakları içinde saklanacak ise de ruhum seninle beraberdir.
Vücûdum zerre zerre toprak olsa da yine her zerre senden ayrılmayı düşünmekle meşguldür. Ebediyyet
dergâhına göz yaşlarını akıtarak feyizle dolmanı istirham eyliyorum. Geride kalan (sadece şudur:)
Hüküm ALLAH’ındır.”

NOT: Bu sayfa kitabın aslında bulunmamaktadır. Tarafımızdan sadeleştirilerek ilave edilmiştir.