İMAN İLE İSLAMIN ŞARTLARI
10- İslam dininde "ALLAH Teâlâ'ya, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe,kaza ve kadere" iman etmek birer esastır. Bunları bilip tasdik etmek imanın başlıca şartıdır. Bu
sebepledir ki "İman'ın şartları altıdır" denir. Bunlar Müslümanlıkta kat'i surette sabittir. Bunlar
"zaruriyyatı diniye" dendir. Bunlara inanılması dinde zaruridir, elzemdir. Bunlar tasdik edilmedikçe
iman tahakkuk etmez. Böyle zaruriyyati diniyyeden olan herhangi bir şeyi inkâr etmek ise -
ALLAH saklasın- insanı derhal dinden mahrum bırakır.
Biz bu husustaki imanımızı “Amentü billahi…” kavl-i şerifini okumakla daima açıklamış ve isbat
etmiş oluyoruz
"Amentü billahi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusülihi ve'l-yevmi'l-ahiri ve bi'l-kaderi
hayrihi ve şerrihi min'ALLAH'i Teâlâ. Ve'l-ba'sü ba'de'l-mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilâhe
ill'ALLAH. Ve eşhedü enne Muhammed'en abdühü ve rasulüh."
Bunu okuyan müslüman demiş oluyor ki, "Ben ALLAH Teâlâ'ya ve onun meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaderin -yani takdir edilmiş şeylerin- hayır olsun şer
olsun, ALLAH Teâlâ'dan olduğuna inandım, öldükten sonra dirilip mahşer yerine gitmek de
haktır gerçektir, ben şehadet ederim ki ALLAH Teâlâ'-dan başka ilah yoktur ve yine şehadet
ederim ki Hz.Muhammed (S.A.V) ALLAH Teâlâ'nın kuludur ve peygamberidir."
11- İslamın şartlarına gelince bunlar da beştir. Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in bir hadis-i
şerifleri şu mealdedir: “İslam dini beş şey üzerine kurulmuştur. Biri kelime-i şehadet-tir. Diğerleri de: Namaz kılmak, zekat vermek, hac etmek ve ramazan-ı şerif orucunu tutmaktır.”1
İşte bu beş şey, İslam'ın şartıdır. Bu şartlara riayet eden bir insan, İslam şerefine ermiş, müslüman
ünvanını kazanmış olur.
“Eşhedü en la ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü” kavl-i şerifi
kelime-i şehadettir. “La ilahe illallah Muhammedün resûlüllah” kavl-i şerifi de, kelime-i tevhiddir.
Biz bu mübarek kelimeleri daima okuruz.
--------------
1 Buhari; İman:1; No:8; 1/12 Müslim; İman:5; No:21; 1/45 Tirmizi; İman:3; No:2618; 4/275 Nesâî; No:5001; 8/107 EbuNuaym el-Isbahani, el-Müsnedü’l-Müstahrec Ala Sahihi’l-İmami Müslim; İman: No:102; 1/110 A. b. Hanbel; No:4783; 2/26
ALLAH TEÂLÂ’YA VE SIFATLARINA İMAN
12- Yukarıda da yazıldığı gibi imanın başlıca altı şartı, altı temeli vardır. Birincisi, ALLAH Teâlâ’ya
iman etmektir. Şöyle ki: “ALLAH Teâlâ” diye mukaddes ismini zikrettiğimiz bir Halik-ı Azimüşşan (şânı
büyük bir yaratıcı) vardır. O'nun bir tek olan zatı, bütün kemal sıfatlarıyla vasıflanmıştır. Bütün noksan
sıfatlardan beridir, tertemizdir. Bütün alemleri yoktan var eden odur, onun büyüklüğüne, kudret ve azametine
son yoktur. Bizleri ve bizim gördüğümüz, görmediğimiz, göremeyeceğimiz nice binlerce alemleri yaratıp,
yaşatan besleyen ancak odur.
ALLAH Teâlâ'nın “Rahman, Rahim, Halik, Rezzak, Hakim, Rabb, Mübdi, Aziz, Gaffar,
Cebbar, Tevvab, Hak" gibi daha bir çok mukaddes isimleri ve pek muazzam sıfatları vardır. Bilhassa
Vücud sıfatıyla muttasıftır, bundan başka mübarek sıfatları iki kısma ayrılır. Bir kısmı “Sıfat-ı
selbiye”1dir ki: Kıdem, Bekâ, Havâdise Muhalefet,2 Kıyam bizzat3, Vahdâniyet’ten ibaret olmak
üzere beştir.
Diğer kısmı da Sıfat-ı zatiyye4 ve Sıfat-ı Sübûtiye5dir ki Hayat, İlim, İrade, Kudret, Semi,
Basar, Kelam, Tekvin’den ibaret olarak sekizdir. Bu kutsi sıfatların hepsine birden “Sıfat-ı Kemaliye”
de denir.
İşte biz böyle kemal sıfatlarıyla vasıflanmış olan bir ALLAH'ü Azimüşşan'ın varlığına ve bütün bu
yüce sıfatlarına iman ederiz. Bu mu-kaddes sıfatlara dair, sırasıyla biraz malumat vereceğiz.
13- VÜCÛD: ALLAH Teâlâ'nın varlığı demektir. Gerçekten ALLAH Teâlâ vardır ve en büyük
varlık ona mahsustur. Onun varlığı her şeyden daha fazla apaçık ortadadır. Çünkü ALLAH Teâlâ
olmasaydı, hiçbir şey var olmazdı. Gerek bizim ve gerek herhangi bir şeyin varlığı, Hak Teâlâ'nın
varlığına bir delildir.
Biz biliyoruz ki, bu alemdeki şeylerden hiçbiri kendi kendine var olacak bir mahiyette değildir.
Bunlardan hiçbiri ne kendi kendine var olabilir, ne de kendi kendine yok olabilir. Başka bir deyişle;
yaratılmış hiçbir şey, kendi kendine yokluktan varlığa gelemez, varlıktan yokluğa gidemez. Ve
yaratılmış hiçbir şey, ne bir zerreyi var edebilir, ne de bir zerreyi yok edebilir. Halbuki içinde
yaşadığımız bu dünya ile beraber sonsuz alemler meydana gelmiş, birbiri ardınca meydana gelmekte bulunmuştur.
Nice şeyler de var iken yok olmuştur.
Bu sebeple bütün bunları var eden, yok eden kuvvet ve hikmet sahibi yüce bir yaratıcının
varlığından asla şüphe edilemez.
14- ALLAH Teâlâ'nın varlığını isbat için, kelam ilminde ve felsefe kitaplarında pek çok deliller
yazılmıştır. Biz bunların bir kısmını “Muvazzah İlmi Kelam Dersleri” adındaki eserimizde yazmış
bulunu-yoruz. Şimdi burada bizim için yalnız: إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَوَاتِ ” âyet-i celilesini6 okuyup yüksek
meâlini düşünmek kafidir.
Bu âyet-i kerime güzelce düşünülürse ALLAH Teâlâ'nın varlığına, büyüklüğüne dâir yüz binlerce
delil göz önünde belirmeye başlar. Bizim bu eserimiz şüphe yok ki bunları açıklamaya yetişmez. Ancak Astro-nomi (Gök bilimi), Jeoloji (Yer bilimi), Zooloji (Hayvanlar ilmi), Botanik (Bitki ilmi), Madenler, Psikoloji (Ruh bilimi), Anatomi (Vücut yapısını inceleyen bilim) gibi ilimlerin verdiği malumatı göz önüne geti-renler, bu âyet-i celilenin işaret ettiği delillere pek güzel akıl erdirebilir-ler. Biz burada şunu söyleyelim ki, her selim akıl sahibi güzelce düşündükçe ALLAH Teâlâ'nın varlığını tasdik etmeye mecbur olur.
----------------------------
1 Allah'ın şanına yakışmayan ve onu noksanlıklardan tenzih eden ve sadece Cenab-ı Hak'ta bulunup yaratıklarda mecâzi de
olsa bulunmayan sıfatlardır. (Kıdem, Bekâ gibi)
2 “Muhâlefetün lil havâdis” ifadesi daha yaygındır.
3 “Kıyam binefsihi, Kıyam bizatihi” ifadeleri daha yaygındır.
4 Allah'ın yüce zatına sabit olan sıfat.
5 Allah'ın yüce zatına sabit olan kemal sıfatları. Hayat, İlim, Kudret gibi ki bunlar diğer yaratıklarda da mecazen noksan olarak
bulunabilir.
6 Âl-i İmran sûresi: 190
İşte: Şüphe yok ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, uzayıp
kısalmasında selim akıllara sahip olanlar için –Hak Teâlâ'nın varlığına ve onun kudret ve hikmetinin
kemaline âit– deliller, alâmetler vardır."1 meâlinde olan yukarıdaki âyet-i kerime bunu haber veriyor. Bunu takip eden:
ayet-i kerimesi de temiz, selim akıl sahiplerinin, Hak Teâlâ'yı her halukârda zikreden ve gökler ile yerin yaratılışında tefekküre dalan, "Ya Rabbi! Bunları boş yere yaratmadın." diyen mütefekkir kimselerden ibaret olduğunu bildiriyor.

Bütün bu âyetler İslam dininde aklın, tefekkürün ne kadar kıymetli olduğunu da göstermiş oluyor.
Hatta bir hadis-i şerifte de: Tefekkür gibi ibadet yoktur." buyrulmuştur.2
Gerçekten müslümanlıkta aklın, düşüncenin büyük bir yeri vardır. İslam dini tamamen akla,
hikmete uygundur, hiçbir fikir yürütmekten, tenkitten çekinmesi, korkusu yoktur. İslamiyet mütefekkir insanların dinidir.
İşte bu mütefekkir insanlar, gökleri, yerleri, geceleri, gündüzleri düşünürler, fezada parıldayan ve
her biri güneşten binlerce kere daha bü-yük olan bir çok nurani yıldızların ihtişamını tefekkür ederler.
Yer yü-zündeki yüz binlerce canlı-cansız emsalsiz şaheserleri göz önüne alırlar. Latif gündüzlerin,
ruhani gecelerin ne kadar düzgün, muntazam bir yaratılış kanununa tâbi olarak, biri birini takip edip
durduğunu dikkatle bakıp-durup düşünürler. Bütün bu düşünceler, tefekkürler neticesinde bunlara bu
varlığı, bu intizamı vermiş olan ALLAH Teâlâ'yı büyük bir heyecan, coşku ve şevk ile tasdik etmeye
mecbur olurlar.
Hattâ böyle büyük varlıkları değil, bir zerreden bile küçük olduğu halde büyük bir duygu ile,
hayatını müdafaâ endişesiyle hareket eden bir mikrobu, yine bir zerreden küçük olduğu halde sinesi bir kuvvet hazinesi bulunan bir atomcağızı düşünmek bile, aklı başında olan bir insan için bu kâinatın âlim, hakîm, olan yaratıcısını tasdik etmeye yeterlidir.
Bütün bu garip, emsalsiz şaheser, muntazam varlıklar, birer tesa-düf eseri midir? Bütün bunlar
bilgiden, hikmetten mahrum, belki de ha-yalî bir tabiatın mahsulü müdür? Hâşâ! Böyle bir şeye hiçbir akıllı, hiçbir mütefekkir kanaât sahibi olamaz.
15- Tekrar ederiz ki Hâk Teâlâ'nın varlığını büyüklüğünü anlayıp itiraf etmek için:
Ekrem (S.A.V) Efendimiz:
buyurmuştur.4 Yani, “yazık o kimseye ki bu âyetleri okur da, bunlarda tefekküre dalmaz.”

----------------
1 Âl-i İmran sûresi: 190
2 Taberani el-Mu'cemü’l-Kebir; No:2688; 3/68
3 Bak, madde: 14
4 İbn-i Hibban; Rakaik:2; No;620; 2/386
16- KIDEM: Ezeliyet, yani evveli olmamak sıfatıdır. Evveli olma-yana kadîm denir, sonradan
olana da hâdis denilir. ALLAH Teâlâ kıdem sıfatıyla da vasıflanmıştır. Çünkü ezelîdir, kadîmdir.
Varlığının evveli yoktur. Onun evveline asla yokluk geçmemiştir. Onun varlığı yanında milyarlarca sene, bir saniyelik bir müddet bile sayılmaz. Aynı şekilde: Gördüğümüz âlemler, milyarlarca seneden beri mevcut bulunsa bile, yine Hak Teâlâ'nın ezeliyeti yanında bir saniyelik bir hayata sahip olamaz.
Kısacası ALLAH Teâlâ kadîmdir, sonradan var olan, hâşâ ALLAH olamaz. ALLAH Teâlâ'dan
başka her ne var ise onlar da hâdistir. Çünkü ALLAH Teâlâ'nın kudretiyle yaratılmışlardır. Artık şüphe yok ki yaratı-lanlar, yaratana mahsus olan kadîm sıfatına sahip olamazlar.
"ALLAH'ü Teâlâ vardı. O'nunla beraber hiçbir şey yoktu."
17- BEKA: Ebediyet, yani sonu bulunmamak sıfatıdır. Sonu olana fânî, sonu olmayana da bâkî
denir.
ALLAH Teâlâ beka sıfatıyla da vasıflanmıştır. Çünkü ebedîdir, bâki-dir, varlığının asla sonu yoktur,
onun yok olacağı bir zaman düşünülemez.
Kâinat dediğimiz bütün varlıklar, ALLAH'ın kudretiyle var olmuş-lardır. Bunlar yine
ALLAH'ımızın kudretiyle yok olur, tekrar yine var o-labilirler, binlerce değişikliklere uğrayabilirler.
Fakat ALLAH Teâlâ bâkîdir, yok olmaktan, değişmekten münezzeh (beri)dir. Zira O, başka-sının
kudretinin eseri değildir ki onun kudretiyle yok olsun veya değişik-liğe uğrasın. Bilakis diğer bütün
varlıklar, O'nun kudretinin birer eseri-dir. Artık Hak Teâlâ'da yokluk ve değişiklik nasıl düşünülebilir?
"Azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâkî kalacaktır."1
18- HAVADİSE MUHALEFET: 2 Sonradan var olmuş şeylerden ayrı olmak sıfatıdır. ALLAH
Teâlâ havadise muhalefet sıfatıyla da vasıf-lanmıştır. Çünkü ALLAH Teâlâ yaratılmış şeylerden hiç
birine herhangi bir şekilde benzemez. Hepsine muhaliftir. Hatırlara her ne gelirse gelsin ALLAH Teâlâ onlardan mutlaka başkadır.
Yaratılmışlar, kâinat dediğimiz şeyler, hâdistirler, değişirler, baş-kalaşırlar, birbirine
benzeyebilirler ve nihayet yok olurlar. Bütün bu fanî varlıkların cinslerini, nevilerini, şekillerini göz
önüne alınız, bunların arasında insanları, melekleri de düşününüz, bunlardan hiçbiri ALLAH Teâlâ’ya hâşa, benzemez ve hiç birisinde ulûhiyetten, mâbudiyetten hâşâ bir hisse, bir parça bulunamaz. Hiç yaratılan, yok olmaya mahkûm bu-lunmuş olan âciz, fâni şeyler; yaratan, yok olmaktan berî bulunan ALLAH’ü Azimüşşan'a benzeyebilir mi?... Hiç O kadîm, hakîm yaratı-cıya ortak olabilir mi?. Böyle bir kanaata sahip olanlar kendi fâni varlık-larını hâşâ, ALLAH'lığa kadar yükseltmeye ALLAH Teâlâ'yı da kendi-leri gibi naciz bir mahlûk (yaratılmış varlık) derecesine indirmeye cüret küstahlığında bulunmuş olurlar.
İnsanların ve diğer yaratılmış varlıkların bir çok ihtiyaçları vardır. Bunlar mekâna, zamana, yeyip
içmeye, gelip gitmeye, doğup doğurmaya ve başka bir şeye muhtaç bulunurlar. ALLAH Teâlâ ise bütün bu ihti-yaçlardan münezzehtir. O’nun Arş, Kürsî, yedi tabakaya ayrılmış sema (gökler) vesaire denilen nice âlemleri vardır. Fakat O, bunlardan hiç birine muhtaç değildir. Bunlar yok iken O yine var idi.
Artık şüphe yok ki muhtaç olan, yaratılmış şeylerin fani sıfatlarıyla sıfatlanan bir zat, -hâşâ- ALLAH
olamaz. Mukaddes dinimiz, bizleri bu gibi yanlış düşüncelerden, inançlardan kesin surette menetmektedir.
"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla herşeyi işitici ve her-şeyi görücüdür."3
19- KIYAM BİZATİHİ: Varlığı, durması kendi zatıyla olmak manasında bir sıfattır. Bu sıfat da
ALLAH Teâlâ'ya mahsustur. Şöyle ki, Hak Teâlâ'nın ezeli ve ebedi olan varlığı kendi zatıyla
durmaktadır. Kendi varlığı; kendi hüviyetinin, kendi mukaddes zatının gereğidir. Asla başkasından
değildir. Bunun içindir ki ALLAH Teâlâ'ya “Vacibü’l- vücud” denir. Onun varlığı, başka bir var edene ihtiyaçtan münezzehtir. ALLAH Teâlâ'yı -hâşâ- var eden bir var olsa idi, işte ALLAH o var eden olmuş olurdu. Bu sebeple: "ALLAH'ı kim var etti?" diye bir suale asla yer yoktur. Çünkü ALLAH zatıyla durmaktadır, ezelidir, başkasının var edeceği bir hüviyette değildir. Böyle olmasaydı ne kâinat var olurdu, ne de başka bir şey. Bu hakikat kabul edilmeyince, içinde yaşadığımız âle-min varlığını izaha da asla imkan bulunamaz. Kâinat dediğimiz yara-tılmış şeyler ise hem var, hem de yok olmaya elverişli olduğu içindir ki, bir var ediciye muhtaç bulunmuştur.
------------------
1 Rahman Suresi: 27
2 “Muhalefetün lilhavadis” ifadesi daha yaygındır.
3 Şura sûresi: 11
Kısaca, ALLAH Teâlâ'yı var eden bir var asla düşünülemez. Ve O’ndan başka yaratıcı bir zat
mevcut bulunamaz.
20- VAHDANİYET: Birlik, tek olmak, benzeri olmamak, artmak-tan, ayrılmaktan, eksilmekten
beri olmak gibi manaları ifade eden bir sıfattır. Bu sıfatla sıfatlanana “vâhid” denir ki, benzeri olmayan, par-çalara ayrılmaktan, çoğalmaktan beri bulunan zat demektir. Bu sıfat da ALLAH Teâlâ'ya mahsustur.
Şöyle ki, ALLAH Teâlâ zatında, ulûhiye-tinde, mabudiyetinde ve diğer bütün sıfatlarında birdir.
Ortaktan, benzerden münezzeh (berî)dir. Kendisinde artmak, eksilmek, parçalara ayrılmak, başka şeyler ile birleşmek gibi haller asla bulunamaz.
Evet ALLAH Teâlâ her yönüyle birdir, her nasıl düşünülürse düşü-nülsün, temiz bir akıl, hikmete
âşina bir ruh, bir ALLAH'tan başka ilah bulunduğunu düşünemez, başkasının ulûhiyetle, mabudiyetle
sıfatlanma-sına imkan veremez.
Gerçekten iki veya daha çok ilahın varlığı kat’i deliller ile redde-dilmiş bulunmaktadır. Şu
gördüğümüz kâinatın varlığı, devamı, intizamı bütünüyle ALLAH Teâlâ'ın birliğine şahittir.
ALLAH Teâlâ zatında, ulûhiyetinde, mabudiyetinde bir olduğu gibi yaratıcı olmasında da birdir.
Yaratılmaya, yok edilmeye kabiliyetli olan; bu sebeple mümkin adını alan herhangi bir şeyi var eden,
yok eden ancak ALLAH Teâlâ'dır, O’ndan başka yaratıcı yoktur.
Kâinatı böyle bizzat yaratmaya, yaşatmaya, yok etmeye kâdir ol-mayan bir zat ise ALLAH
olamaz. Bunun içindir ki, ikinci bir ALLAH'-ın varlığına asla imkan yoktur. Çünkü faraza iki
ALLAH'tan biri kâinâtı tek başına yaratmaya kâdir ise, diğeri lüzumsuz olmuş olmaz mı? Bila-kis tek
başına yaratmaya kâdir değilse aciz bulunmuş olmaz mı? Lüzum-suz veya aciz bulunan bir zat ise nasıl ALLAH olabilir.
Bu sebeple ALLAH Teâlâ'nın her yönüyle birliğinde hiçbir selim akıl sahibi tereddüt edemez.
Birden fazla yaratıcıların, mabudların varlı-ğına inanan milletler ise akla, hikmete aykırı bir inancın esiri olmuş ve hakikat bakımından büyük bir cehalet içinde kalmışlardır
"Bugün mülk, hükümranlık kimindir? (Soruyu soran ALLAH'tır, cevabını veren de O'dur.) Kahhâr
olan bir tek ALLAH'ındır."2
21- HAYAT: Dirilik demektir. ALLAH Teâlâ bir tek olan, kendi zatına mahsus bir hayat sıfatı ile
sıfatlanmıştır. Bu, Hak Teâlâ'nın ilim ile, irade ile, kudret ile sıfatlanmasına mahsus bir sıfattır. Hayatı olmayan bir şey; bilmekten, dilemekten, bir şey yapabilmekten mahrum bulunur, bu mahrumiyet ise büyük bir noksanlıktır.
Evet… Bu sıfatlardan mahrum olan bir şey, kendi kendine hiçbir eser meydana getiremez. Hele
bilgi, düşünce, dileme, güç sahibi olan varlıkları yaratmaya asla kabiliyetli bulunamaz. Çünkü hiçbir
eser, eser sahibinde bulunmayan bu gibi vasıflara sahip bulunamaz. Bunun içindir ki, tabiat denilip ilim ile, irade ile, kudretle sıfatlanmayan ve varlığı eşya ile durduğu düşünülüp bu eşya haricinde bir varlığı bulunmayan şuursuz bir varlık, bir yaratıcı sıfatına asla sahip görülemez. Özellikle böyle bir varlık akla, iradeye, kudrete sahip milyarlarca yaratılmış varlıkların ya-ratıcısı hiçbir şekilde olamaz.
Bu sebeple kâinatın yaratıcısı olan ALLAH Teâlâ'nın hayat ile sı-fatlanmış bir Hayy-u Kayyûm
olduğunda asla şüphe yoktur.
--------------------
1 Fatır sûresi: 3
2 Gafir ( Mümin sûresi): 16
O Hay (ezeli ve ebedi bir hayat sahibi)dir, Kayyûm (bütün yaratılmışların
idaresini bizzat yürüten)dir.”1
22- İLİM: Bilmek, idrak etmek sıfatıdır. ALLAH Teâlâ ilim sıfatı ile de sıfatlanmıştır. Ve onun
ilmi, yaratılmışların ilmi gibi basit, sınırlı olmayıp bütün kâinatı kuşatıcıdır. Evet… Şüphe yok ki
ALLAH Teâlâ herşeyi bilir, onun bilmesinden bir zerre bile kurtulamaz. Ve hiçbir fert kendi hareketini, kendi düşüncesini ALLAH Teâlâ'dan saklayamaz. Çünkü böyle herşeyi bilmeyen, her hareketten, her düşünceden haberi bulunmayan bir zat ALLAH olamaz, bu kadar emsalsiz şaheserleri meydana getiremez, bu kadar yaratılmış varlıkları idare edemez.
ALLAH Teâlâ'nın böyle herşeyi bildiğini güzelce düşünüp tasdik eden bir insan, şüphe yok ki
daima uyanık bulunur, her işini, her hareketini bir edep dairesinde tanzim eder, fena sözler söylemez,
fena şeyler düşünmez, hiçbir kimsenin hakkına sarkıntılık etmez, hiçbir kim-senin görüp bilmeyeceği bir yerde bile ALLAH'ın buyruklarına aykırı bir iş yapmaz. Çünkü kendisinin bütün yaptıklarını,
yapacaklarını ALLAH Teâlâ'nın bildiğine imanı vardır.
"Hiç yaratan bilmez mi? O en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden hakkıyla haberdardır."2
23- İRADE: Dileyebilmek, tercih edebilmek sıfatıdır. ALLAH Teâlâ irade sıfatı ile sıfatlanmıştır
ve onun iradesi ezelidir. ALLAH Teâlâ yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile kendi hikmetine göre birer şekle tahsis buyurur ve onun irade buyurduğu şey mutlaka olur, irade buyurmadıkça da hiçbir şey meydana gelemez, getirilemez.
ALLAH Teâlâ bütün bu kâinatı ezeli olan iradesi ile yaratmıştır. Yaratılmış şeylerin binlerce,
milyonlarca cinslere, nevilere, sınıflara ay-rılmış olması, muhtelif özelliklere, sıfatlara sahip bulunması, mesela bir topraktan, bir sudan, bir havadan istifade eden sayısız ağaçların, ekin-lerin, çiçeklerin, meyvelerin, başka başka şekillerde, renklerde, tatlarda meydana gelmesi, bütün ezeli bir iradenin neticesinden başka değildir.
İşte bütün bunlar, ALLAH'ımızın irade sıfatı ile sıfatlanmış oldu-ğuna birer delildir. ALLAH Teâlâ
hakkında mecburiyet düşünülemez, hiçbir şeyi var etmeye veya yok etmeye -haşa- mecbur değildir.
Mecbu-riyet bir acizlik halidir. ALLAH Teâlâ'nın şanına, azametine asla yakışmaz.
Dilediği şeyleri mutlaka yapandır."3
24- KUDRET: Zenginlik, zor, hayat sahiplerine mahsus kuvvet manasında bir sıfattır. Ezeli, ebedi
tam bir kudret ALLAH Teâlâ'ya mahsustur. ALLAH Teâlâ, her yaratılmışta dilediği tasarrufa kâdir, her mümkün şeyi yaratmaya, yok etmeye muktedirdir. Onun kudretine son yoktur. Bu muazzam kâinât onun kudretine pek parlak, pek kuvvetli bir delildir.
ALLAH Teâlâ dilerse bir saniye içinde binlerce alemi yoktan var eder ve dilerse binlerce alemi bir
anda büsbütün yok eder. Çünkü her-hangi mümkün bir şeyde böyle dilediği şekilde tasarrufa kâdir
olmayan bir zat, kâinâtın ALLAH'ı olamaz.
ALLAH'ü Azimüşşan'ın bu büyük kudretini güzelce düşünen bir mümin onun azametinin önünde
eğilir, onun kudretinden titrer, onun mukaddes emirlerini, yasaklarını yerine getirmeye çalışır durur.
O her şeye hakkıyla gücü yetendir.”4
25- SEMİ': İşitmek kuvvetidir. ALLAH Teâlâ semi' = işitme sıfatı ile de sıfatlanmıştır. Onun işitip
bilmesi, başkalarının işitip bilmeleri gibi noksan, sınırlı değildir. Hak Teâlâ hazretleri, herşeyi işitir, en gizli ses-ler, hareketler O'nun işitmesinden kurtulamaz. Özellikle kullarının dua-larını, zikirlerini, gizli aşikar yalvarma ve yakarmalarını işitir, kabul eder, mükafatlandırır.
ALLAH Teâlâ'nın böyle herşeyi bilip işitir olduğuna iman eden uyanık bir insan, şüphe yok ki daima
güzel konuşur, daima Hak Teâlâ'yı zikre, tevhid ve yüceltmeye çalışır. Her işini, her sözünü güzelce yoluna kor.
----------------
1 Bakara suresi: 255
2 Mülk suresi: 14
3 Burûc suresi: 16
4 Maide suresi: 120
Muhakkak ki ALLAH Teâlâ herşeyi hakkıyla işitici, herşeyi hakkıyla
görücüdür.”1
26- BASAR: Göz ve görme kuvveti demektir. ALLAH Teâlâ kendi şanına layık bir şekilde basar
= görmek sıfatı ile de sıfatlanmıştır. Şöyle ki:
Hak Teâlâ Hazretleri herşeyi görür ve bazı şeyleri görmesi diğer şeyleri görmesine asla mani
olamaz ve onun görmesinden hiçbir zerre gizli kalamaz. Mesela en karanlık gecelerde, en ufak
karıncaların ve daha küçük yaratılmışların kımıltılarını, yürümelerini, bütün vaziyet-lerini görür, bilir.
Şüphe yok ki, görüp bilmekten mahrumiyet, büyük bir noksan-lıktır. Böyle noksanlıklar içinde
bulunan kör kuvvetler, duymaz-bilmez varlıklar, asla tanrılık, yaratıcılık vasfına sahip olamazlar.
ALLAH'ü Azimüşşan ise bütün noksanlıklardan münezzehtir, bütün kemal sıfat-larla sıfatlanmıştır.
Kalbi iman dolu bir insan, ALLAH Teâlâ'nın daima kendisini görüp gözetmekte olduğunu bilir,
düşünür, durumunu düzeltir, edebe ay-kırı hiçbir harekette bulunmaz, melekler gibi temiz bir hayata
sahip olmaya çalışır durur:
"İyi bilin ki ALLAH Teâlâ yapmakta olduklarınızı hakkıyla görü-cüdür."2
27- KELAM: Bir manayı ifade eden, bir maksadı anlatan söz demektir. ALLAH Teâlâ, kelam
sıfatına da sahiptir. Onun kelamı, harf-ten, sesten münezzehtir, ezelîdir.
Hak Teâlâ, kendi ezelî kelamını dilediği zaman kendi şanına layık bir şekilde meleklerine bildirir,
işittirir, anlatır.
ALLAH Teâlâ'nın Peygamberlerine dilediği şeyleri vahy ve ilham etmiş olması da bu kelam
sıfatının bir tecellisi (açıkça ortaya çıkması) demektir. Bu kelam sıfatı iledir ki, semavi (ilahi) kitaplar
meydana gelmiş ve özellikle "Kelam-ı Kadîm" denilen Kur'an-ı Mübîn Peygam-berimize inmiş olup,
insanlık için asırlardan beri bir hidayet rehberi bulunmuştur:
"O (Peygamberler)den bir kısmı vardır ki, ALLAH Teâlâ onlarla konuşmuş ve bazılarını da derece
derece yükseltmiştir."3
28- TEKVİN: Var etmek, icat etmek manasınadır. Bu da ALLAH Teâlâ'ya mahsus bir sıfattır.
Hak Teâlâ Tekvin sıfatı ile dilediği herhan-gi bir şeyi yok iken var eder veya var iken yok eder.
ALLAH Teâlâ'nın bu alemleri yaratıp yok etmesi ve bilhassa kul-larını yaratması, yaşatması,
beslemesi sonra da öldürüp başka bir âleme götürmesi bütün bu Tekvin sıfatının birer tecellisi demektir.
“ALLAH'ü Teâlâ bir şeyi (yaratmak) istediği zaman onun yaptığı sadece ol demekten ibarettir, o
da hemen oluverir.”4
29- ALLAH'ımızın mukaddes sıfatlarına dair verdiğimiz malumata bir hülasa olmak üzere şunu da
tekrar arz edelim ki, Hak Teâlâ'nın var-lığı, birliği, kudret ve azameti, ezeliyet ve ebediyeti ve diğer yüce sıfat-ları her şeyden daha açıkçadır, bunları inkâra, düşünüp tasdik etmemeye asla imkan yoktur.
Bir kere düşünelim, bu kâinatta hiçbir zerrenin kendiliğinden var, kendiliğinden yok
olamayacağını ve yine hiçbir zerrenin kendiliğinden kımıldanıp duramayacağını ilim ve fen haber
vermiyor mu? Halbuki biz milyonlarca âlemin, milyonlarca parlak gök cisimlerinin, yıldızların varlığını, hareket ve sükûnunu görüp biliyoruz. Artık bunları var eden ezeli, ebedi bir ALLAH'ın varlığında nasıl şüphe edilebilir.
Biz yine biliyoruz ki; bilgisi olmayan, iradesi, kudreti bulunmayan bir şeyin; bir gayeye, bir
hikmete yönelik ve emsalsiz, latif bir takım eserleri var etmesi aklen imkansızdır. Halbuki biz bu âlemde her neye bakacak olsak, onun bir gâyeye, bir hikmet ve maslahata yüz tutmuş olduğunu görürüz.
Evet… Herhangi bir küreden en küçük bir zerreye kadar bakılınca onların öyle gelişi güzel, tesadüf
eseri olmadığı görülüyor, onların boş yere yaratılmamış olduğu anlaşılıyor, her birinde fevkalade bir
güzellik ve incelik, bir sanat eseri, bir irade ve seçilmişlik nişanesi görülmüş oluyor.
Artık bu kadar faydalı, emsalsiz şaheserlerin ilim, kudret, hikmet sahibi olan ezeli bir yaratıcıya
muhtaç olmadığını kim söyleyebilir.
Biz bütün bu dışımızdaki varlıklardan dikkatlerimizi alalım da kendi nefsimize, kendi vicdanımıza
müracaat edelim, vücudumuzun bü-tün zerreleri, hücreleri, vicdanımızın bütün duyguları, aklımıza
fikrimize doğan bütün düşünceler şanı pek büyük bir ALLAH'ın bizleri yaratan, yaşatan, rızıklandıran
bir yaratıcının varlığına daima şahitlik edip dur-muyor mu?
O halde hiç şüphe yok ki, kimse kendi insanlığını kaybetmedikçe uluhiyyet fikrinden, ALLAH'a iman
akidesinden asla mahrum bulunamaz:
"Hiç ALLAH'ü Teâlâ'dan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mıdır."1
------------
1 Fâtır suresi: 3