İSLAMİYET’İN DOĞUŞU SIRALARINDA ARABİSTAN’IN DİNİ VE SOSYAL HALİ
91- Peygamber (S.A.V) Efendimiz’in doğduğu ve daha sonra risa-lete nail olup İslâm dinini hertarafa yaymaya başladığı zaman, bütün dünya gibi Arabistan da büyük bir cehalet, sapıklık içinde kalmış
bulunu-yordu. Araplar, o zaman başka başka batıl dinlere, mezheplere tâbi idiler. Bir çoğu yıldızlara,
ağaçlara, taşlara, heykellere tapmakta idi, hepsi de cahil idi. Aralarında okur yazar kimseler hemen hemen
bulunmaz gibi idi. Medeniyetten mahrum idiler, dağınık bir halde bulunup birbirleriyle uğraşır, başka
milletlerin hakimiyetleri altında yaşarlardı. Bazı kabileler, yeni doğan kız çocukarını diri diri topraklara
gömer de bundan acı bile duymazlardı.
92- Arablar, vaktiyle böyle acınacak bir gaflet ve cehalet içinde yaşar bulunmakla beraber,
bedevîlik (çöl hayatı) sayesinde asıl örf ve adetlerini bir dereceye kadar saklayabilmişlerdi. Yaratılış
itibarıyla zeki idiler, kahraman-cesur idiler. Misafire hürmet, emanete riayet ederlerdi. Yalan söylemekten
kaçınırlardı. Hele aralarında fesahat, belagat (edebi-yat) pek fazla yükselmişti, birçok şairler türemişti,
pek parlak kaside, manzumeler meydana getirmişlerdi. Artık bunlar da bütün insanlık âlemi gibi ilâhî bir
dine muhtaç idiler, hakikî bir din sayesinde yüksek, temiz bir hayata nail olmaya muhtaç idiler. Hak Teâlâ
hazretleri, kendilerine lütfetti, İslâm dini sayesinde bu ihtiyaçtan kurtuldular, cihanda bir ben-zeri daha
görülmemiş bir yükselmeye nail oldular, az bir zaman içinde cihanın doğusuna, batısına hâkim kesilerek
bütün insanlığı uyandırmaya, haktan, hakikatten, fazilet üzerine kurulmuş bir medeniyetten haberdar
etmeye çalıştılar, muvaffak da oldular. Evet... İslâmiyetin yüksek esasla-rına, düsturlarına sarıldıkça
yükselmeden yükselmeye, muvaffakiyetten muvaffakiyete nail olup durdular.