ÜÇÜNCÜ KİTAP
NAMAZLAR HAKKINDADIR
• Namazın ehemmiyeti ve fazileti
• Namaza dair bazı tabirler
• Namazların nevileri ve rekatları
• Namazların şartları, rukûnleri (Hadesten ve necasetten taharet, setr-i avret, istikbal-i kible,
vakit, niyyet, iftitah, kiyam, kiraat, ruku, secde, kade-i ahire...)
• Namazların vacipleri, sünnetleri, âdabı
• Ezan ve ikamet, imamet ve cemaat
• Kadınların erkeklerle bir hizada bulunması
• Namazların tek başına ve cemaatle nasıl kılınacağı
• Cuma namazı, Cuma namazının farz olmasının ve edasının şartları
• Cuma namazı ile alakalı meseleler
• Bayram namazları, Teravih namazı, Hastaların namazları
• Seferin mahiyeti, müddeti ve hükümleri
• Eda ile kazanın mahiyetleri ve kaza namazları
• Müdrik, lâhik, mesbuk hakkındaki meseleler
• Sehiv secdeleri, Tilâvet secdesi, Şükür secdesi, Nafile namazlar
• Mekruh vakitler
• Namazlarda mekruh olup olmayan kıraatler
• Zelletü’l-kârî
• Kur'an-ı Kerîm'i öğrenip okumak ve dinlemek vazifeleri
• Namazların mekruhları
• Namazı bozup bozmayan şeyler
• Iskat-ı salât meselesi
• Mescitlere ait hükümler
• Cenazeler hakkındaki farzlar, vazifeler
• Cenazelerin yıkanmaları, kefenlenmeleri
• Cenaze namazları, Cenazeleri kabre kadar götürmek ve defnetmek
• Kabirler ve kabristanlar
• Şehidler hakkındaki hükümler
NAMAZIN EHEMMİYETİ VE FAZİLETİ
1- Malûmdur ki, ALLAH Teâlâ'yı tevhîd, yani onun varlığını, birliğini bilip tasdik etmek,yapılması gerekli en büyük bir vazifedir. Bundan sonra farzların en büyüğü, en mühimi namazdır.
Namaz, imanın alâmetidir, kalbin nurudur, ruhun kuvvetidir, müminin miracıdır. Mümin, bu sayede Hak
Teâlâ'nın manevî huzuruna yükselir, ALLAH Teâlâ'ya münacaatta bulunarak manevî yakınlığa erer,
mümin için ne yüce bir şeref!
Bütün hakikî dinler, insanlara namaz kılmalarını emretmiştir. Bi-zim Sevgili Peygamberimiz
(S.A.V) Efendimiz de peygamberliğinin ilk yıllarından itibaren namaz kılmakla mükellef bulunmuştu.
Şu kadar var ki, bu namaz biri güneşin doğmasından evvel, diğeri de güneşin batma-sından sonra olmak
üzere sadece iki vakte ait idi. Sonra mirac gecesinde beş vakit namaz farz olmuştur. Peygamber
Efendimiz (S.A.V)in miracı ise tercih edilen görüşe göre Peygamber Efendimiz (S.A.V)in hicre-tinden
on sekiz ay evvel, Receb-i şerifin yirmi yedinci gecesinde vuku bulmuştur.
2- Kur'an-ı Kerim'de, mübarek hadislerde namaza dâir bir çok emirler, tavsiyeler vardır ki, bütün
bunlar İslâm dininde namaza ne kadar büyük bir ehemmiyet verildiğini gösterir. Mesela bir âyet-i
kerime: şu mealdedir: "Resulüm! Sana vahyolunan Kur'an âyetlerini güzelce oku ve namazı erkân ve âdabına riayetle kıl. Şüphe yok ki namaz, edebe, namusa uygun olmayan şeylerden, çirkin görülen işlerden men eder. Muhakkak ALLAH Teâlâ'nın zikri, her ibadetten daha büyüktür. ALLAH Teâlâ bütün işlediklerinizi bilir." Namaz ise en büyük bir zikir-dir. Diğer bir âyeti celile de: şu mealdedir: "Namazı ikame ediniz, yani dosdoğru kılınız, zekâtı da veriniz, kendiniz için hayırdan her ne şey evvelce göndermiş olursanız onu ALLAH Teâlâ'nın yanında bulursunuz. Asla zayi olmaz. Şüphe
yok ki, ALLAH Teâlâ yaptığınız şeyleri görür."2 Bir hadis-i şerifte: Namaz, dinin direğidir.” buyrulmuştur. Di-ğer bir hadis-i şerif de: Namaz, kişinin kalbinde bir nurdur, artık sizden
dileyen tenevvür etsin, kalbindeki nurunu artırmaya çalışsın.” mealindedir.
İşte bütün bu mübarek âyetler, hadîsler, namazın ne kadar büyük ve ALLAH'ımızın yüce katında
ne kadar makbul bir ibadet olduğunu göstermeye kâfidir.
3- Gerçekten namaz, pek mukaddes bir ibadettir. Namazın fazilet-lerine son yoktur. Namaz akıllı,
bulûğ çağına ermiş olan her müslüman için muayyen vakitlerde edası lâzım gelen pek yüksek yapılması
gerekli bir vazifedir. Bu mühim farz vazifeyi yerine getirenler, ALLAH Teâ-lâ'nın pek büyük lütûflarına, inayetlerine ereceklerdir. Bunu kasten terk edenler de azabı pek şiddetli olan Hak Teâlâ'nın çok acı veren azaplarına müstehak olacaklardır.
Müslümanlar, henüz yedi yaşlarına girmiş çocuklarını namaza alış-tırmakla mükelleftirler. Bu
çocuklara velileri, namaz kılmalarını emir ve tarif ederler. On yaşına girdiği halde namaz kılmayan
çocuğun velisi ta-rafından -üç tokattan fazla olmamak üzere- el ile hafifçe dövülmesi lâzım gelir.
4- İnsan bir kere düşünmeli, her an ALLAH Teâlâ'nın binlerce nimetlerine, inayetlerine nail
olmaktadır. Öyle Kerim, Rahim olan Ma-bud'umuzun sonsuz lütuf ve nimetlerine karşı teşekkürde
bulunmak icap etmez mi? İşte insan namaz yolu ile bu şükran borcunu ödemeye, Ma-bud'unun
lütuflarını, nimetlerini tertemiz bir dil ile zikrederek-anarak kulluk vazifesini yerine getirmeye çalışmış
olur. Nitekim: "Namaz, şükrün bütün kısımlarını toplayıcıdır." denilmiştir.
Bununla beraber namaz, ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, insanı yüksek duygulardan haberdar
eden, insanı kötülüklerden alıkoyan, insanı hayra, tefekküre, tevazûya, intizama sevk eyleyen en güzel bir badettir.
İnsan, namaz vesilesi ile nice günahlardan kurtulacak, Hak Teâ-lâ'nın nice binlerce ihsanlarına,
keremlerine kavuşacaktır.
Namaz, manevî hayattan başka maddî hayata da açıklık-ferahlık verir, insanın maddi ve manevi
temizliğine, sıhhatine, muntazam hare-ketine sebep olur.
5- Kısaca namazın farz kılınmasındaki hikmetler, faydalar her türlü düşüncelerin üstündedir. Fakat
bir müslüman namazını yalnız ALLAH Teâlâ'nın rızası için kılar, yalnız Ma'bud'una şükür için, tazim
için kılar. Farzedelim ki namazın hiç bir faydası olmadığı düşünülse bile, yine bunu bir kulluk vazifesi
bilerek, sadece yaratıcısının emrine itaat için kılmaya çalışır. Bu kudsî vazifenin yerine hiç bir şeyin
geçe-meyeceğini kesin olarak bilir, namaza sarf edilecek dakikaları hayatının en neşeli, en saadetli
zamanı olmak üzere kabul eder.
Gerçekten fani hayatın yok olmayacak bir çok güzel neticeleri an-cak namaz sayesinde elde edilir
ve namaza tahsis edilen vakitler, ebe-diyet âleminin sonsuz olan saadet günlerini hazırlamış olur.
Gıptalar olsun bu pek mübarek, bu pek feyizli ibadete layıkı ile devam edenlere!
NAMAZA DAİR BAZI TABİRLER
6- Salât: Namaz demektir. Çoğulu "salevât"dır. Salât, lûgatta "dua" manasınadır. Şer'i şerifte"bildiğimiz mübarek ibadetten, ru-künler ve zikirlerden ibarettir." Namaz kılana da "Musalli"
denir.
Bir de salât Peygamber (S.A.V) Efendimiz hakkında "ALLAHüm-me salli ve sellim âlâ seyyidina
Muhammedin ve âlâ âli seyyidina Muhammed = Ey ALLAH’ım! Efendimiz Hz. Muhammed'e ve
Efen-dimiz Hz. Muhammed'in âline salât ve selâm buyur." gibi bir tarzda yapılan dua manasına gelir.
Bu salât ve selâmdan maksat ise Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimizin dünyada da, ahirette de her türlü
tazimlere nail olmasını istemekten ve bu vesile ile kendisine olan bağlılığımızı, hürmetlerimizi
göstermekten ibarettir.
7- Tekbir: " اَللهُ أَآْبَرُ = ALLAH'ü ekber" demektir.
8- Kıyam: Ayakta durmaktır.
9- Kıraat: Kur'an-ı Kerim'den bir miktar okumaktır.
10- Rükû: Lûgatta "eğilmek" demektir. Din ıstılahında "namazda kıraatten sonra eğilerek baş ile
arkaya düz bir vaziyet vermektir."
11- Kavme: Rükûdan kıyama kalkıp bir kere " Sübhane rabbiye’l-âzîm"
diyecek kadar durmaktır.
12- Secde: Namaz kılarken eğilerek yüzün bir miktarını Hak Teâlâ'ya tazim için yere koymaktır. Birbiri
ardınca yapılan iki secdeye "secdeteyn" denir. "Sücud" tabiri de secde etmek ve secdeler mânasına
gelir.
13- Celse: İki secde arasında bir defa "Sübhane rabbiye’l-âzîm" denilecek kadar oturmaktır.
14- Ka'de: Namazda teşehhüt için, yani Ettehiyyatü lillâhi"yi okumak için
oturmaktır. Bir namazda iki defa oturulursa birincisine "ka'de-i ula = ilk oturuş", ikincisine de "ka'de-i
ahire = son oturuş" denir.
15- Rekat: Namazın bölüklerinden her biri demektir. Şöyle ki, bir namazda kıyam ile rukû ve iki
secdenin toplamı bir rekattır. Bir namazda iki defa kıyam ile rukû ve sücut bulunursa o namaz, iki rekatlı
bulunmuş olur. Üç veya dört defa bulunursa namaz da üç veya dört rekatlı olmuş bulunur.
16- Şef' = çift: Namazların her iki rekatı demektir. Dört rekatlı bir namazın evvelki iki rekatına "şef'i
evvel" diğer iki rekatına da "şef'i sâni" denir. Üç rekatlı bir namazın üçüncü rekatı da bir "şef'i sâni"
demektir.
NAMAZLARIN NEVİLERİ VE REKATLARI
17- Namazlar farz, vacip, sünnet, müstehap nevilerine ayrılır. Şöyle ki, akıllı ve bulûğ çağına ermişolan her müslümanın günde beş defa muayyen vakitlerde, muayyen rekatlar ile kılacağı namazlar, birer
farzı ayndır. Cuma namazı da bu kısımdandır. Vitir ve bayram namazları da birer vaciptir. Farz
namazlardan evvel veya sonra, yahut hem evvel hem de sonra kılınan bir kısım namazlar da birer
sünnettir. Teravih na-mazı da böyledir. Diğer vakitlerde sadece Hak Teâlâ'nın rızası için kılı-nan ve
nafile, tatavvu denilen bir kısım namazlar da, ya birer sünnet veya müstehaptır. Kuşluk namazı gibi.
Bütün bu namazların sahih olmaları için bir takım şartları, rükün-leri vardır ki, bunlara riayet
edilmesi de yapılması gerekli olan birer va-zifedir. Bunlar namazların farzlarını teşkil eder. Bunlardan
başka namaz-ların bir takım da vacipleri, sünnetleri, edepleri vardır.
Namazların bir takım da mekruhları, müfsitleri vardır ki her namazın bunlardan beri olması lâzım
gelir. Bu sebeple her müslüman için bunları bilip, ona göre bu dinî vazifesini yerine getirmeye çalışmak icap eder.
18- Namazların rekatlarına gelince, sabah namazının iki rekat sün-neti, iki rekat da farzı vardır. Öğle
namazının dört rekat ilk sünneti, dört rekat farzı, iki rekat da son sünneti vardır. İkindi namazının farzdan önce
kılınan dört rekat sünneti, dört rekat da farzı vardır. Akşam namazının üç rekat farzı, iki rekat da farzdan sonra alınan sünneti vardır. Yatsı namazının dört rekat ilk sünneti, dört rekat farzı, iki rekat da son sünneti vardır.
Cuma namazının dört rekat ilk sünneti, iki rekat farzı, dört rekat da son sünneti, iki rekat da "vaktin
sünneti" niyeti ile diğer bir sünneti vardır.
Vitir namazı ise üç rekattan ibarettir. Bayram namazları da ikişer rekattan ibarettir. Teravih namazı
yirmi rekattır. Diğer nafile namazlar da en az ikişer rekattır. Bütün bunlara dair sırası ile tafsilât
verilecektir.
NAMAZLARIN FARZLARI, ŞARTLARI VE RÜKÜNLERİ
19- Namazların farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza daha başlamadan bulunması lâzım gelenfarzlardır ki:
l- Hadesten taharet 2- Necasetten taharet 3- Setri avret 4- İstikbali kıble 5- Vakit 6- Niyetten
ibarettir. Bunlara "namazın şartları" denir.
Diğer altısı da namazın başlangıcından itibaren bulunması lâzım gelen farzlardır ki:
l- İftitah tekbiri 2- Kıyam 3- Kıraat 4- Rukû 5- Sücûd 6- Ka'de-i ahire'den ibarettir. Bunlara da
"namazın rukûnları" denir. Bunlar na-mazın bünyesini, mahiyetini teşkil ederler .
20- Yukarıdaki on iki farzdan başka, namazda "tadili erkân"a riayet edilmesi, İmam Ebû Yûsuf ile
diğer üç mezhep imamına göre farz olduğu gibi, namazdan kendi iradesi ve fiili ile çıkılması da İmam-ı
A'zam'a göre bir farzdır. Buna "Huruc bi sun'ihi" denir. Bunlar ile na-mazların rukûnları sekiz olmuş
olur. Nitekim bunlar sırası ile izah edilecektir .
HADESTEN VE NECASETTEN TAHARET
21- Namazdan evvel hadesten taharet, necasetten taharet birer şart-tır. Bunlar bulunmadıkça namaz
sahih olmaz. Hadesten, yani "necaseti hükmiye" denilip guslü veya abdesti icap eden şeylerden temiz
bulun-mak lâzım olduğu gibi, "necaseti hakikiye" denilip maddeten pis bulu-nan şeylerden temiz
bulunmak da lâzımdır. Şöyle ki namaz kılacak kimsenin bedeni ile elbisesi ve namaz kılacağı yer, temiz
olacaktır .
Bu iki şarta dair ikinci kitabın 93. ve 95. meselelerine bakılmalı.1
SETR-İ AVRET
22- Namazda avret yerini örtmek bir şarttır. Şöyle ki, namazda ör-tülmesi farz olan, başkalarının
bakmaları caiz bulunmayan uzuvlara "av-ret mahalli" denir. Erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları,
göbekleri al-tından dizleri altına kadar olan yerdir. Diz kapakları da bu yere dahildir .
1 Bir de yine ikinci kitabın 33 ilâ 43 üncü meselelerini de önemle okuyalım.
Kadınlara gelince hür olanların yüzleri ile ellerinden başka bütün bedenleri avrettir. Yüzleri ile
elleri ise ne namazda, ne de bir fitne kor-kusu bulunmadıkça namaz dışında avret değildir. Ayaklarında
ise ihtilâf vardır. En sahih kabul edilen görüşe göre ayakları da avret değildir. Bunlar ile yolda yürümek
ihtiyacı vardır. Bu sebeple bunları örtmek özellikle fakir kadınlar hakkında müşkildir.
Diğer bir görüşe göre hür kadının namazı, ayağının dörtte biri nis-petinde açık bulunmasıyla
bozulur, diğer bir görüşe göre de ayakları, namaza göre avret yeri sayılmazsa da namaz haricinde avret
yeri sayılır. Bu ihtilâftan kurtulması için ayaklarını örtmeleri daha iyidir. Sahih olan görüşe göre hür
kadınların kolları da, kulakları ile salıverilmiş saçları da avrettir.
23- Cariyelere göre avret yeri, erkekler gibi göbekleri altından diz-leri altına kadar olan mahal ile
sırtları ve karınları ile göğüsleridir. Hür kadınların şereflerine ve mevkileri itibarıyla örtmekle mükellef
oldukları uzuvları daha fazladır. Cariyeler ise hürriyet şerefinden mahrum, efendi-lerinin hizmetleriyle
meşgul olacakları için haklarında daha fazla geniş-lik ve ruhsat gösterilmiştir.
24- Avret sayılan uzuvlardan birinin tamamı veya en fazla dörtte biri açık bulunsa namazı bozar,
fakat dörtte birinden noksan miktarı açık bulunsa bozmaz. İmam Ebû Yûsuf'a göre avret sayılan bir
uzvun en az yarısı açık bulunmadıkça namazı bozmaz .
Meselâ namazda baldırın dörtte birinden noksanı açık bulunsa namaz bozulmaz. Aynı şekilde bazı
alimlere göre but ile diz kapağı bir uzuv sayılır. Artık yalnız diz kapağının açık bulunması ile namaz
bozul-maz. Çünkü diz kapağı, bu uzvun dörtte birinden noksandır.
25- Bir uzvun avret olması -tercih edilen görüşe göre- başkalarına göredir. Sahibine göre değildir.
Başkaları tarafından görülemeyecek bir halde bulunması kâfidir. Bu sebeple bir kimse namaz kılarken
geniş bu-lunan elbisesinin yakasından avret yerini görecek olsa, bununla namazı bozulmaz. Fakat
başkası görecek olursa bozulur.
26- Bir kimse namaz kılarken kendi kastı ve fiili olmaksızın açılan bir avret yerini derhal örtse
namazı bozulmuş olmaz. Fakat kıyam veya rukû gibi bir rüknü tamamlayacak kadar bir müddet
örtmezse, tercih edilen görüşe göre, namazı bozulur.
Namazda iken elbiseye dokunan bir necaseti hemen atıp atmamak hususunda da bu hüküm
geçerlidir.
Böyle bir şey, namaz kılanın kendi kastı ve fiili ile vuku bulursa namazı derhal bozulur.
Avret mahallerinin birer parçası açılıp da toplamı en küçük bir avret uzvunun en az dörtte birine
müsavi olsa ve açıklık müddeti bir ruknü eda edecek kadar devam etse, namazın sahih olmasına mâni
olur. Yoksa olmaz.
27- Bir kimse temiz elbisesi bulunduğu ve onu giymeye kadir ol-duğu halde giymeyip de karanlık
bir gecede çıplak olarak namaz kılacak olsa, namazı icma (bütün müçtehitlerin ittifakı) ile caiz olmaz.
28- Cildin rengini gösterecek derecede ince olan bir elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Bu
sebeple böyle bir elbise ile namaz sahîh ol-maz. Elbisenin darlığından dolayı avret yerinin belli olması -
tahrimen mekruh ise de- namazın sahih olmasına mâni değildir.
29- Elbise bulacağını ümit eden çıplak kimse, vaktin çıkmasından korkmadıkça bekler. Temiz yer
bulacağını ümit eden kimse hakkında da hüküm böyledir.
30- Avret yerini örtecek bir şey bulamayan kimse, oturarak ve ayaklarını kıble tarafına uzatarak
îmâ ile namazını kılar, daha faziletli olan budur. Çünkü bu vaziyette oldukça kapalı bulunur. Avret
yerinin bir kısmını örtecek bir şey bulunursa kullanmak farz olur. Bu halde en evvel "Avret-i galîze"
denilen ön ve arka taraflar örtülür, sonra erkek-lerce butlar, daha sonra dizler örtülür. Kadınlarca da
butlardan sonra ka-rınlar, arkalar ve daha sonra dizler, daha sonra da diğer uzuvlar örtülür.
Bütün bunlar, namazın her türlü şartlarda edası lâzım ve dinen yapılması istenen pek büyük farz
bir vazife olduğunu göstermektedir.
İSTİKBAL-İ KIBLE
31- Namazlarda Kâbe-i Muazzama'ya yönelmek de bir şarttır. Şöyle ki, "Kâbe-i Muazzama",Mekke-i Mükerreme'deki malûm binadan ibaret değildir. Bilakis bu binanın yerinden ibarettir. Bu mübarek
yerin göklere kadar üst tarafı ve en derinliklerine kadar alt tarafı bütün kıble yönüdür. Bu sebeple Kâbe-i
Muazzama'nın yanında veya içinde bulunanlar, bunun herhangi bir tarafına yönelerek namazlarını
kılabilirler. Hâttâ cemaatle namaz kılsalar imam ile cemaatin bir tarafta bulunmaları icap etmez. İmam,
Kâbe'nin bir tarafına, cemaat de diğer tarafına yönelebilirler. Yeter ki imamın bulunduğu tarafa duran
cemaat, imamdan daha ileri bulunmuş olmasın. Diğer cemaatin imamdan ileri durmuş bulunmaları, imama
uymalarına mâni olmaz. İmam ile yüz yüze gelmemeleri kâfidir.
Fakat Kâbe-i Muazzama'nın dışında, uzakta bulunan kimselerin tam Kâbe'ye yönelerek namaz
kılmaları farz değildir. Bilakis Kâbe tara-fına yönelmeleri farzdır, bu yeterli olur.
32- Kâbe yönü, trigonometri ilmi ile tayin edilir, mescitlerin, camilerin mihrapları Kâbe yönünü
göstermektedir. Seleften kalma eski bir mihrap mevcut olunca Kâbe yönünü araştırmaya ihtiyaç
kalmaz. Çünkü bu mihraplar, usulü dairesinde yapılmıştır.1
Doğu ahalisinin kıble tarafı, Hanefilerce tam batı yönüdür.
33- Namaz için kıble tarafına dönülünce Kâbe'ye niyet edilmesi, meselâ "döndüm Kâbe'ye"
denilmesi -sahih olan bir görüşe göre- lâzım gelmez. Yeter ki kıblenin Kâbe olduğu bilinsin. Diğer bir
görüşe göre lâzım gelir.
34- Bir kimse namazda bir özür bulunmaksızın göğsünü kıbleden çevirse namazı ittifakla bozulur.
Yüzünü çevirecek olsa, derhal kıbleye dönmesi icap eder. Bununla namazı bozulmaz. Fakat tahrimen
mekruh olmuş olur.
35- Bir kimse hasta olup da kıble tarafına dönemediği ve kendisini döndürecek kimse de
bulunmadığı veya hasta olmadığı halde bir düşman veya yırtıcı bir hayvan sebebi ile kıble tarafına
dönmekten korktuğu tak-dirde gücü yettiği tarafa doğru namazını kılar. Çünkü mükellef olmak, güç ve
imkana göredir.
36- Yerin çamurundan dolayı hayvan üzerinde namaz kılan kimse, arkadaşlarından ayrılmak
korkusu bulunmayınca hayvanını durdurup kıbleye yüz tutarak namazını kılar. Fakat yer çamurlu
olmayıp da yalnız ıslanmış bulunsa hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz, yere inilmesi lâzım gelir.
Ancak arkadaşlarından uzak kalmak gibi bir tehlike bulu-nursa, o halde yere inilmesi gerekmez.
37- Bir kimse farz bir namazı bir özür sebebi ile yere inemeyip hayvan üzerinde kıldığı takdirde,
gücü yettiği tarafa yönelerek kılabilir. Fakat kıble tarafına doğru yürüyen bir hayvanın üzerindeki
kimsenin na-mazı, o hayvanın kıble tarafından bir rükün eda edilecek kadar dönmesi ile bozulur.
38- Kıble tarafında şüphe edip de yanında soracak kimse bulun-mayan bir kimse, araştırma yapar.
Yani bazı delillere, işaretlere, yıldız-lara bakarak kıble tarafını araştırır. Kendi kanaatine göre tayin
edeceği tarafa doğru namazını kılar. Namazını bitirdikten sonra kıble tarafında hata ettiğini anlasa da,
artık o namazı iade etmez. Fakat daha namaz içinde iken kıble tarafını bilecek olsa, o tarafa döner,
namazını tamam-lar, yeniden kılması lâzım gelmez. Bu şüphe, gerek şehir içinde ve gerek kırda ve gerek
karanlık gecede ve gerek gündüzün olsun müsavidir. Böyle bir şahıs için kapıları çalıp kıble tarafını
sormak icap etmez.
39- Bir kimse kıble tarafında şüphe edip de yanında kıble tarafını bilir bir şahıs bulunduğu halde
ondan sormaksızın kendi incelemesine, araştırmasına göre bir tarafa yönelerek namaz kılsa bakılır: Eğer kıble tarafına isabet etmiş ise namazı caiz olur, etmemişse olmaz. Kör hakkın-da da hüküm böyledir.
Bu hususta güvenilir bir şahsın sözü kendi kanaatine uymasa da onu tutmak icap eder. Çünkü
güvenilir bir şahsın kıble tarafını bildir-mesi, araştırmadan daha iyidir.
40- Kıble tarafında şüphe eden kimse, araştırmada bulunmaksızın namaza başlayıp namaz
esnasında kıbleye isabet etmiş olduğunu anlasa namazını iade eder. Tam bir kanaatle kılacağı geri kalan rekatları, şüp-heli olarak kıldığı rekatlar üzerine bina etmez. Kuvvetli, zayıf üzerine bina edilemez. Fakat namazını bitirdikten sonra anlarsa, artık iade lâzım gelmez. Hepsi bir halde kılınmış olur.
İmam Ebû Yûsuf'a göre her iki takdirde de iade lâzım gelmez.
41- Kıble tarafında şüphe eden kimse, araştırdığı halde kanaatine muhalif bir tarafa yönelerek
namazını kılsa sahih olmaz. Hatta kıbleye isabet etmiş olsa bile. Bu sebeple bu namazı iade etmesi lâzım gelir.
İmam Ebu Yûsuf'a göre eğer isabet etmiş ise iade lâzım gelmez.
42- Kıble tarafında ihtilâf eden kimseler, namazlarını tek tek kılar-lar. Cemaatle kıldıkları takdirde
imamına muhalif kanaatte bulunanın namazı sahih olmaz.
43- Gemi içinde namaz kılan kimse, mümkünse kıbleye yönelir, dilediği tarafa namaz kılamaz ve
gemi her döndükçe kendisinin kıble tarafına yönelmesi lâzım gelir.
44- Bir kimse abdestsiz olduğunu zannedip namazdan ayrıldıktan sonra abdestli olduğunu hatırlasa
da namazı bozulmuş olur. Hatta mes-citten henüz çıkmamış olsa bile. Fakat bir kimse, mescitte namaz
kılar-ken kendisinin abdestinin bozulduğu zannı ile kıbleden ayrılıp da daha mescitten çıkmadan
abdestinin bozulmadığını anlasa, İmam-ı A'zam'a göre namazı bozulmuş olmaz. Ama mescitten çıktıktan
sonra anlasa namazı ittifakla bozulmuş olur. Çünkü mekânın değişmesi, bir özür se-bebi ile olmayınca
namazı bozar.
45- Nafile namazlara gelince, bir kimse nafile bir namazı şehir dı-şında bir özür sebebi ile olmasa
da, hayvan üzerinde istediği tarafa doğru kılabilir. İmam Ebû Yûsuf'a göre nafile namaz, şehir içinde de mekruh olmaksızın hayvan üzerinde bu şekilde kılınabilir. İmam Muhammed'e göre ise şehir içinde
böyle istenilen tarafa kılınması mekruhtur.
Şehir dışından maksat, seferi olan kimsenin namazını iki rekat kıl-maya başlayacağı yerden
ibarettir. ( Müsafirler bahsine müracaat! )
46- Bir kimse kıble'den başka bir tarafa bir rekat namaz kılmış olan bir körü kıble tarafına çevirip de
kendisine uyacak olsa, bakılır: Eğer âmâ (kör), kıble'yi soracak bir kimse bulunduğu halde sormaksızın
namaza başlamış ise ikisinin de namazı sahih olmaz. Eğer soracak kimse yoktu ise, o kimsenin namazı
sahîh olmazsa da âmânın namazı sahîh olur.
Müslümanların namaz kılarken yer yüzündeki mabetlerin en eskisi ve en mukaddesi olan Kâ'be-i
Muazzama'ya yönelmeleri; aralarındaki birliği canlandırmak, intizamı korumak, gönüllerini müşterek bir ibadetin ilâhî neşeleriyle, nurlarıyla aydınlatmak gibi hikmetlere dayanmaktadır.
NAMAZ VAKİTLERİ
47- Farz namazlar ile bunların sünnetleri ve vitir namazıyla te-ravih ve bayram namazları içinvakit de şarttır. Şöyle ki, farz namazlar, sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı namazlarından ibarettir. Cuma
namazı da öğle namazı yerine geçer. Bu namazların muayyen vakitlerini bilmek önemli bir vazifedir.
Vakti daha girmeden kılınan bir namaz, muteber değildir, iadesi lâzım gelir. Vakti çıktıktan sonra
kılınacak bir farz namaz ise eda edilmiş olmayıp kaza edilmiş olur. Kaza ise her yönüyle eda yerine
geçemez. Ve bir namazın özürsüz yere kazaya bırakılması, ALLAH Teâlâ yanında büyük bir mesuliyete
sebep olur. Cuma, bayram ve sünnet namazları ise vakitleri çıkınca kaza da edilemez.
48- Sabah namazının vakti, ikinci fecir (şafak)ın doğmasından güneşin doğmasına kadar olan
müddettir. İkinci fecir, sabaha karşı doğu ufkundan yayılmaya başlayan beyaz bir nurdan, aydınlıktan
ibarettir. Bununla sabah vakti gerçekten girmiş olur. Bu sebeple buna "Fecr-i sadık" denir. Karşıtı birinci
fecirdir ki, gökte iki tarafı karanlık, uzunca bir hat şeklinde beliren bir beyazlıktan ibaret olup az sonra
kaybolur, kendisini bir karanlık takip eder, bundan sonra ikinci fecir meydana gelir. Bu birinci fecre,
sabahın gerçekten girmesini göstermediği ve yalancı bir aydınlık olduğu için "Fecr-i kâzib" adı verilmiştir.
Bu fecir, gece hükmündedir. Bu sebeple bununla ne yatsı vakti çıkmış, ne de sabah vakti girmiş olur. Hattâ
bu esnada yiyip içmek de oruç tutacak kimseye haram olmaz.
49- Sabah namazında isfâr müstehaptır. Yani bu namaz, aydınlığın belirmesiyle ortalığın açılması
zamanında kılınmalıdır. Şöyle ki, ikinci fecrin nuru tam belirip gecenin karanlığı açılacağı ve atılan bir
okun nereye düştüğünü atanın göreceği bir vakte kadar sabah namazı tehîr edilmelidir. Bununla beraber
kılınacak farzın fesadı anlaşıldığı takdirde onu daha güneş doğmadan sünnet üzere yeniden kılacak kadar
bir vakit de kalmalıdır. Yalnız Kurban bayramının ilk gününde Müzdelife'de bulunacaklar için o günün
sabah namazını fecri müteakip daha ortalık karanlık iken kılmak daha faziletlidir. Buna "tağlîs"
denilmektedir. Di-ğer üç mezhep imamına göre tağlîs daima daha faziletlidir.
50- Öğle namazının vakti, güneşin zeval (güneşin tam tepe nokta-sından batıya doğru kaymaya
başlaması)ndan itibaren başlar ve "Fey-i zeval=güneş tam tepedeyken her şeyin kendi gölgesi"nden
başka, her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşacağı zamana kadar devam eder. Bu zamana "Asri
sanî" denir. Bu, İmam-ı A'zam'a göredir. İmameyn'e ve diğer üç mezhep imamına göre ise her şeyin
gölgesi fey-i zevalden başka kendisinin bir misline ulaşınca öğle namazı vakti çıkmış, ikindi namazı
vakti girmiş olur. Bu zamana da "Asr-ı evvel" denir.
Bu ihtilâftan kurtulmak için öğle namazını her şeyin gölgesi, fey'i zevalden başka kendisinin bir
misli olacak zamana kadar tehir etmemeli, ikindi namazını da her şeyin gölgesi, fey-i zevalden başka iki misli ol-madıkça kılmamalıdır. Başka bir tabir ile öğle namazını asr-ı evvelden önce kılmalı, ikindi
namazını da asr-ı sani olmadıkça kılmamalıdır.
Cuma namazının vakti de tam öğle namazının vakti gibidir. Bu vakitlerin güzelce anlaşılabilmesi
için bazı ıstılahları izah etmek lazım-dır. Şöyle ki, gündüze Arapça "Nehar" denir. Nehar iki kısımdır,
biri "şer'î nehar"dır ki, fecr-i sadık (şafak)tan güneşin batışına kadar olan müddettir. Diğeri de "örfî
nehar"dır ki, güneşin doğuşundan batışına kadar olan müddet olup şer'î nehardan kısadır.
Öğle namazı, güneşin zevalini müteakip başlar. Zeval ise örfi ne-harın tam ortasına rastlar. Mesela
bir örfi nehar, on saat devam etse, tam beşte zeval vakti olmuş olur ki artık güneş, görünüş itibarıyla
gökte yarı yolu almış olur. Artık her şeyin gölgesi şimdiye kadar doğudan batıya doğru düşmekteyken
bundan sonra batıdan doğuya doğru düşmeye baş-lar. İşte güneşin tam bu yarı yola geldiği anda her
şeyin yere düşen göl-gesine de "fey-i zeval" denir.
Fey' esasen dönme manasınadır. Gölgede batıdan doğuya doğru dönmeye başladığı için bu adı
almıştır. Şimdi tam bu zeval anında güneşe karşı dikilmiş bir metre uzunluğundaki bir şeyin gölgesini
yarım metre farz ediniz, bu bir fey-i zevaldir. Bundan sonra o şeyin gölgesi iki metre daha uzayıp artmış
olunca yani gölgesi iki buçuk metreyi bulunca asr-ı sani olmuş, İmam-ı A'zam'a göre öğle vakti çıkmış,
ikindi vakti girmiş olur.
Fey'i zeval, zaman ve mekana göre uzun-kısa veya hiç belirsiz olabilir.
Şunu da ilave edelim ki, tam bu zeval anına rastlayan bir namaz caiz değildir, bu bir kerahet ve
haram vakittir. Fakat bu mekruhluk, na-mazın caiz olmaması yalnız bu pek cüz'i olan bir ana mı
mahsustur, yoksa bundan biraz evvelinden mi başlar? Bu hususta iki görüş vardır: Bir görüşe göre bu
hususta örfi nehar muteberdir. Bu sebeple tam zeval vaktine "istiva vakti" denir ki, güneş gündüzün yarı
dairesi üzerinde bulunup herkesin tam başı üstünde veya o hizaya gelmiş gibi görülür. İşte mekruhluk
zamanı da yalnız bu andan ibaret bulunmuş olur.
Fakat diğer bir görüşe göre bu hususta şer'i nehar muteberdir. Şer'i neharda ise istiva vakti, zeval
vaktinden biraz evvel taayyün eder. Bu halde kerahet zamanı da bu istivâ vaktinden zeval vaktine kadar
olan müddetten ibaret bulunmuş olur. Mesela ocak ayının birinci günü, fecr-i sadık'ın doğuşu saat:
05:40'ta olsa, güneşin batışı da 16:50'de olacağına göre şer'i neharın müddeti 11 saat 10 dakika olmuş
olur. Bu günde güneşin doğuşu saat 07:20'de olacağından örfi neharın müddeti de 9,5 saat bulunmuş
olur. Bu halde şer'i neharın yarısı yani istiva zamanı fecirden 5 saat 35 dakika sonra olup güneşin
doğuşundan 3 saat 50 daki-ka sonraya rastlamış olur. Bu sebeple, şer'i neharın yarısı, zeval vaktin-den
52 dakika evvel olmuş olur. İşte bu 52 dakikalık müddet bir kerahet zamanıdır. Harzem fukahasının
görüşü bu şekildedir. Mekruh vakitler bahsine de müracaat!
51- İkindi namazının vakti, yukarıdaki iki görüşe göre öğle namazı vaktinin çıkmasından itibaren
güneşin batacağı zamana kadardır. Öğle namazını yazın biraz serinlik çökünceye kadar tehir etmek, kışın
da ilk vaktinde kılmak müstehaptır, ikindi namazını da güneşin daha tegayyür etmeyeceği saate kadar
tehir etmek daima müstehaptır. Bu tegayyürden maksat güneşin kendisine bakan gözleri kamaştıramaz
bir hale gelmesidir.
52- Akşam namazının vakti, güneşin batmasından itibaren şafağın kaybolacağı zamana kadardır.
Şafak, İmam-ı A'zam'a göre akşamleyin ufuktaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktan
ibarettir. İmameyn ile diğer üç mezhep ima-mına göre ve İmam-ı A'zam'dan diğer bir rivayete göre de
ufukta mey-dana gelen kızartıdan başka değildir. Bu kızartı gidince akşam namazı-nın vakti çıkmış olur.
Akşam namazını ilk vaktinde kılmak müstehaptır. Vakti dar oldu-ğundan tehir edilmesi uygun
olmaz. Ve kızartının kaybolmasına kadar tehir etmemelidir.
53- Yatsı namazının vakti, yukarıdaki iki görüşe göre şafağın kaybolmasından başlar, ikinci fecrin
doğuşuna kadar devam eder, fecir doğunca bu vakit bitmiş olur.
Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar tehir etmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar ise,
mubahtır. Fecrin doğuşundan biraz evvele kadar tehir ise bir özür bulunmadıkça mekruhtur. Çünkü bu
halde kaçı-rılmasından korkulur. Ve ihtilâftan kurtulmak için ufuktaki beyazlık kaybolmadıkça
kılınmamalıdır. Bulutlu günlerde sabah, öğle, akşam namazlarını biraz tehir etmek, ikindi ve yatsı
namazlarını da vakit girer girmez kılmak müstehaptır.
54- Vitir namazının vakti, yatsı namazının vaktidir. Şu kadar var ki, vitir namazı bu husustaki bir
emir sebebiyle yatsı namazından sonra kılınır. Bu, İmam-ı A'zam'a göredir. İmameyn'e göre ise vitrin
vakti yatsı namazı kılındıktan sonra başlar. Bu ihtilâf üzerine şöyle bir mesele ortaya çıkar:
Bir kimse, yatsı namazını kıldıktan sonra elbisesini değiştirip başka elbise ile vitri kılsa da evvelki
elbisesinin temiz olmadığı anlaşılsa İmam-ı A'zam'a göre yalnız yatsı namazını iade lâzım gelir.
İmameyn'e göre ise, her iki namazı da iade icap eder. Çünkü vitir namazı vaktinden evvel kılınmış olur.
Vitir namazını uyanacağına emin olmayan kimse için uyumadan evvel kılmak, uyanacağına emin
bulunan kimse için de gecenin sonuna kadar tehir etmek daha faziletlidir.
55- Teravih namazının vakti, tercih edilen bir görüşe göre yatsı namazından sonradır, sabah
namazının vaktine kadar devam eder, vitir-den evvel de sonra da kılınması caizdir. Bu sebeple yatsı
namazı kılın-madan teravih kılınamaz, kılınsa iadesi lâzım gelir.
56- Bayram namazları vakti, sabahleyin güneş yükselip kerahet vakti çıktığı zamandan itibaren
istiva zamanına kadar devam eder.
Ramazan bayramı namazı, bir özür sebebi ile birinci gün istiva (kaba kuşluk) zamanından evvel
kılınamazsa ikinci gün istiva zamanına kadar kılınır, artık özür bulunsa da üçüncü gün kılınamaz.
Kurban bayramı namazı ise bir özür sebebi ile birinci gün kılınamazsa ikinci gün kılınır, ikinci gün de
bir özür sebebi ile kılınamazsa üçüncü gün istiva zamanına kadar kılınır. Bu namazları bir özür
bulunmaksızın böyle ikinci veya üçüncü güne tehir etmek ise bir günahtır. Bu bayram namaz-ları, istiva
zamanından veya zeval vaktinden sonra ise hiç bir halde kılınamaz. Kazaları da caiz değildir.
57- Vaktin müsait olduğunu zannederek sünnete başlamış olan kimse, iki rekat namaz kıldığı
takdirde farzın kaçırılacağından korkacak olsa da başlamış olduğu namazı bırakmaz. İki rekatı müteakip
teşeh-hütten sonra selâm verir. Üçüncü rekatta ise dördüncü rekatı da kılar, sonra selâm verir. Çünkü
böyle başlanmış olan bir namazın tamam-lanması vacip olur.
58- Vakit, namazın şartı olduğu gibi farz olmasının da sebebidir. Bu sebeple bir yerde namaz
vakitlerinden bir-ikisi tahakkuk etmese o vakitlere ait olan namazlar, o yer ahalisine farz olmamış olur.
Meselâ, bazı yerlerde senenin bir mevsiminde (akşam güneş bat-tıktan sonraki) şafak daha
kaybolmadan fecir doğarak sabah namazının vakti girmektedir. Artık bu gibi yerlerde yatsı namazı
düşmüş olur. Nite-kim abdest uzuvlarından bir-ikisini kaybeden kimse için de o uzuvlarını yıkamak
mükellefiyeti kalmaz. Bu şekilde fetva verilmiştir
Bununla beraber meseleyi iyice inceleyen bazı fıkıh alimlerine göre bu gibi yerlerdeki
müslümanlar da tam beş vakit namaz ile mükel-leftirler. Bulundukları yerde bu namazlardan herhangi
birinin vakti tam olarak belli olmazsa, o namazı kaza halinde kılarlar veya kendilerinin bulundukları yere
en yakın olup kendisinde namaz vakitleri tam olarak belli olan bir beldenin vakitlerine göre o namaz için
de bir vakit takdir ederek edasına çalışırlar. Her ne kadar vakit, namazın bir şartı, bir sebebi, bir alâmeti
ise de, fakat namazın asıl sebebi ilâhî hitaptır, ilâhi nimetlerin devamı, sürüp gitmesidir. Bunun için
bütün müslümanlar, bu beş vakit namazla mükelleftirler. Bu sebeple bunları kılmaları lâzımdır.
İmam Şafiî'nin içtihadı da bu şekildedir. İhtiyata uygun olanı da budur.
Güneşi uzun müddet batmayan veya doğmayan yerlerde namaz vakitlerinin böyle takdir edilip
edilmeyeceğinde de büyük fıkıh alimleri-nin ihtilâfı vardır. Böyle yerlerde bulunmaları farz edilen
müslümanların oruçları, zekâtları hususunda da böyle bir takdir uygun görülmektedir.
59- Her gün beş vakitte namaz kılmanın farz olması bir çok hik-metleri bulundurmaktadır. Biz
burada ancak şunu arz edelim ki, insan, sabahleyin âdeta yeni bir hayat bulmuş, zulmetten kurtulup nura
kavuş-muş, bir faaliyet meydanına atılmak üzere bulunmuş olur. Bu hayatı in-sana veren, insanı bu
faaliyette muvaffak edecek olan ise ancak ALLAH Teâlâ Hazretleri'dir. Bu sebeple insan, bu hayat
nimetine şükretmek, bu faaliyete bir hayır, bir bereket ummak üzere mübarek bir ibadetle başla-mak için
sabah namazını kılmakla mükellef bulunmuştur.
İnsan, sabahtan akşama kadar hayat nimetinden faydalanıyor. Bu müddet içinde devamlı ve maddî
bir faaliyet gösterip duruyor. Bu bir muvaffakiyet eseridir, işte bu muvaffakiyete şükretmek ve bu
faaliyetin ruhları gaflet ve kalp katılığı içinde bırakmasına mâni olmak için de öğle ve ikindi namazları
farz bulunmaktadır. Akşamın yaklaşması ile son bulmaya yüz tutan bir günlük yaşayışın, faaliyetin
ruhanî, neşe getiren bir ibadetle sona ermesi bir saadet alâmeti, bir şükran nişanesi, bir ubu-diyet vazifesi
olacağından bunun için de akşam namazı kılınmaktadır.
İnsan, daha sonra uyku âlemine can atacaktır. Bir nevi ölüm numu-nesi olan ve bir bakımdan da
bir huzur ve istirahat devresi sayılan bu âleme varmadan evvel bir günlük hayata kudsî bir ibadetle son
vermek, o âleme ilahî bir zevk ve uyanıklık ile geçip gitmek, yaratıcımızın bağış-lamasına sığınmak,
imanlı bir ölüm alameti olacağından bunun için de yatsı namazı kılınmaktadır.
Kısacası, gerek insanın ve gerek etrafındaki bütün varlıkların ha-yatında doğmak, büyümek,
duraklamak, ihtiyar olmak, sonra da ölüp gitmek gibi muhtelif beş safha meydana gelmektedir. Artık bu
safhalara karşılık olmak ve insanın maddi varlığı ile, çalışması ile manevî varlığı ve çalışması arasında
güzel bir denge tesis edebilmek için beş vakitte kılınan namazlardan daha yüksek, daha faydalı bir çare
bulunamaz. Biz-leri bu mukaddes ibadetle mükellef olmak şerefine nail etmiş olan Kerîm Mabud'umuza
ne kadar şükretsek yine azdır.
NAMAZLARA AİT NİYETLER
60- Namazlarda niyet de şarttır. Şöyle ki, niyet esasen bir azimden, kesin bir iradeden ibarettir.Kalbin bir şeye karar vermesi, bir işin ne için yapıldığını bedaheten = düşünmeksizin bilmesi demektir.
Namaz hususunda niyet "ALLAH Teâlâ için ihlasla namaz kıl-mayı dilemek ve hangi namazın
kılınacağını bilmektir."
Amellerin kıymetleri, sevapları niyetlere göredir, insanın niyeti hâlis olmalıdır, insan yapacağı bir
ibadeti şuurlu bir halde yapmalıdır. Yapacağı amel ile hakkın rızası gibi yüksek bir gayeyi gözetmeli,
gafil bir halde bulunmamalıdır.
61- Niyet kalbe aittir. Bununla beraber niyetin kalp ile yapılıp dil ile söylenmesi daha iyidir.
Meselâ bir insan, başlayacağı bir namaza kalp ile niyet edip, dil ile bir şey söylemese o namazı yine caiz
olur. Fakat kalp ile niyet etmekle beraber "şu vaktin farz veya sünnet namazını kılmaya niyet ettim"
demesi daha iyidir. Bu şekilde niyet, tercih edilen görüşe göre müstehaptır.1
62- Farz namazlarda ve bayram ile vitir namazlarında bunları tayin etmek lâzımdır. Meselâ
"bugünkü sabah namazına veya cuma na-mazına veya vitir namazına veya bayram namazına"
diye niyet edilir. Sadece farz namazını kılmaya niyet yeterli değildir. Farz namazlar bu-nunla tayin
edilmiş olmaz. Fakat hangi namaz olduğu tayin edilmeksizin vakit içinde "bu vaktin farzını kılmaya"
diye niyet edilmesi yeterli olur. Rekatların miktarını söylemeye gerek yoktur. Cuma namazı bun-dan
müstesnadır. Onu vaktin farzı niyeti ile kılmak yeterli olmaz. Çünkü asıl vakit cumanın değil, öğle
namazınındır.
63- Nafile namazlara gelince bunlar için, meselâ "Şu vaktin ilk sünnetini veya son sünnetini
kılmaya niyet ettim" denilir. Bununla bera-ber bunlarda sadece namaza niyet de kâfidir, o namazın bir
müekked veya gayri müekked sünnet ve benzeri olduğunu tayine lüzum yoktur. Şu kadar var ki, teravih
namazı için "teravih namazını veya vaktin sünnetini kılmaya niyet ettim" demelidir. İhtiyat olan budur.
64- Cemaate yetişip de imamın farzı mı, yoksa teravihi mi kıl-dırdığını bilmeyen bir kimse, farza
niyet ederek imama uyar. Eğer imam farzı kıldırmakta ise onun da farzı sahih olur, eğer imam teravihi
kıldırmakta bulunmuş ise onun kılacağı namaz nafile olur, yatsı namazından evvel kılınmış olacağı için
teravihden sayılmaz.
65- Niyetin tekbir alma zamanına çok yakın olması daha faziletlidir. Daha evvel de niyet edilebilir.
Yeter ki niyet ile tekbir arasında namaza aykırı bir iş bulunmuş olmasın.
Meselâ bir kimse abdest alırken şu namazı kılmaya niyet etse, sonra yiyip içmek ve söylemek gibi
namaza muhalif bir amelde bulunmadan namaz yerine gelip namaza başlasa, namaz sahih olur. Hatta bu
esnada hatırına o niyet gelmese bile.
Fakat tekbirden sonra yapılacak bir niyet ile namaz sahih olmaz. Tercih edilen görüş budur. Diğer
bir görüşe göre tekbirden sonra "Sübhaneke"den veya "Eûzü"den evvel yapılacak bir niyet ile de namaz
caiz olur.
(İmam Şafiî'ye göre niyetin tekbir alma zamanına çok yakın olması şarttır.)
66- Eda niyetiyle kaza ve kaza niyetiyle eda caizdir.
Mesela bir kimse daha öğle namazının vakti çıkmamıştır zannı ile öğle namazını edaya niyet edip
de, daha sonra vaktin çıkmış olduğunu anlarsa, o namaz kaza mahiyetinde olarak câiz olur.
67- Bir kimse bir vakit içinde iki farz namaza niyet etse, meselâ bir öğle vakti içinde öğle namazı
ile ikindi namazına niyette bulunsa bu niyeti, vakti girmiş olan namaz hakkında muteber olur, daha vakti
girmemiş olan namaz buna engel olamaz.
68- Bir kimse bir vaktin farzına niyet ederek namaza başlasa da, sonra nafile kılıyormuş gibi bir
zan ile tamamlasa, bu namazı o farzdan ibaret bulunmuş olur. Çünkü namazın sonuna kadar niyetin
hatırlanması şart değildir.
69- Bir kimse nafileye niyet ederek tekbir aldıktan sonra, farza niyet ederek tekrar tekbir alsa,
farza başlamış olur. Aksi de böyledir. Aynı şekilde bir kimse meselâ öğle namazının farzına niyet ederek
bir rekat kıldıktan sonra ikindi namazının farzına veya bir nafile namaza niyet ederek tekrar tekbir alsa,
öğle namazını bozmuş, ikinci niyetine göre namaza başlamış olur.
70- Cemaatle namaz halinde imama uyulduğuna da niyet edilmesi lazımdır. Meselâ "Bugünkü öğle
namazının farzını kılmaya niyet ettim, uydum şu imama" denilir. Böyle bir şekilde niyet edilmediği
takdirde imama uymak sahih olmaz. Arapça olarak şu şekilde niyet edilir:
"Neveytü en usalliye lillahi teâlâ farze’z-zuhri edaen muktediyen bi haze’l-imami"
71- Bir kimse namaza tek başına başlamış iken imama uymaya niyet ederek dil ile tekrar tekbir
alsa, evvelki namazını bozmuş, imama uymuş olur.
72- İmama uyan kimsenin kılacağı namazı tayin etmeksizin yalnız "imama uydum" veya "iktida
ettim" diye niyet etmesi, tercih edilen görüşe göre kafi değildir. "İmam ile beraber namaz kılmaya
niyet ettim." denilmesi de böyledir.
73- Bir kimse imama uymaya niyet edip namaza başladığı halde imam henüz namaza başlamamış
bulunsa, bu uyma sahih olmamış olur. Hattâ "ALLAH" veya "Ekber" lâfzını imam daha bitirmeden
kendisi bitirse, imama uymuş olamaz. Fakat ikinci defa olarak tekbir alırsa bununla imama uymuş olur.
74- Cemaatin imama uymaya niyeti, imamın "ALLAH’ü ekber" diye namaza başladığından
sonra olmalıdır ki, bir namaz kılana uyulmuş olsun ve imamdan evvel tekbir alınmış olma ihtimali
kalmasın. Bu İma-meyn'in görüşüdür. İmam-ı A'zam'a göre cemaatin tekbirleri, imamın tekbirine çok
yakın olmalıdır. Çünkü bunda ibadete sürat ve acele etme fazileti vardır. O halde niyetin evvelce olması
lâzım gelir.
Bununla beraber, imam daha Fatiha’yı şerife'yi bitirmeden tekbir alıp imama uyan kimse, iftitah
tekbirinin sevabına kavuşmuş olur.
75- Kendisine uyulan imamın kim olduğunu bilmek lâzım değildir. Hattâ Ali sanılan imamın Veli
olduğu anlaşılsa da, vaki olan uymaya zarar gelmez. Şu kadar var ki, tayin edilerek bizzat Ali'ye uymaya
niyet edilmiş olduğu halde, imamın başkası olduğu anlaşılsa uyma sahih ol-mamış olur. Çünkü bu
kayıtlanmış, belirlenmiş bir niyettir.
76- İmam olan şahsın imamlığa niyet etmesi lâzım değildir. Ancak kendisine kadınların da
uymaları sahih olması için imamlığa niyet ey-lemesi lâzımdır. Bu sebeple bir imam "Ene îmamün
limen tebiani = Ben bana uyanlara imamım" diye niyet etse, kendisine kadınlar da uyabilirler.
İmamlık bahsine de müracaat!
İFTİTAH TEKBİRİ
77- Namaza ALLAH'ü ekber" diye başlanır. Bu, bir iftitah tekbiridir. Buna"Tahrime" de denir. İftitah tekbiri, ALLAH Teâlâ'ya sırf tazim için zikredilecek bir tabir ile yapılır.
Bununla namaza girilmiş, dışarıdan ilgi kesilmiş olur.
Tahrime, Hanefilerce namazın esasen bir rüknü değil, bir şartıdır, namazdan öncedir. Şu kadar var
ki namazın rukûnlarına fazla bitişik olduğu için, o da bir rukûn sayılmıştır.
Diğer üç mezhep imamına göre tahrime de esasen namazın bir rüknüdür, bu ihtilâf üzerine bazı
meseleler ortaya çıkar.
78- Namaza başlarken "ALLAH'ü ekber" yerinde "ALLAHü’l- kebir" veya "ALLAH'ü kebir"
veyahut yalnız "ALLAH" denilmesi de farz için kâfidir. Bunlarda ALLAH Teâlâ'ya tazîm ifade eden
birer tabirdir. Fakat "ALLAHümmegfirli, Estagfirüllah, Eûzu billah, Bismillah" gibi bir tabir ile namaza
başlanamaz. Çünkü bunlar, birer dua kelimesidir, yalnız tazimi ifade etmez.
79- Bir elif ilavesiyle "ALLAH’ü ekbâr" denilmekle namaza başlanmış olmaz. Namaz
esnasında böyle denilmesi, en sahih olan görüşe göre namazı bozar, çünkü mana değişmiş olur.
"ALLAH" ismi celîlinin elifini uzatarak " آللهُ = Âllah" denilmesi de şüphe ifade edeceği için
namazı bozar.1
Ulemâdan Muhammed ibn-i Mukatil'e göre eğer namaz kılan kimse, harflerin uzatılması ile kısa
okunmasını ayıramayacak bir halde ise namazı bozulmaz. Fakat evvelki görüş esastır, asıldır. Çünkü
böyle bir cehalet, geçerli bir özür değildir.
80- "ALLAH'ü ekber" yerinde Farisî kâf ile, yani yumuşak kâf ile "ALLAH'ü egber" denilse
bununla namaza başlanmış olur.
81- İmama uymak üzere ayakta alınan iftitah tekbirinin tamamen kıyam halinde alınması şarttır.
Bu sebeple rukû halinde bulunan bir imama uyan kimse, kıyam halinde "ALLAH" deyip de "Ekber"
lâfzını rukûya vardıktan sonra diyecek olsa, imama uyması sahih olmaz.
NAMAZLARDA KIYAM = AYAKTA DURMAK
82- Kıyam, farz ve vacip namazlarda bir rukûndur, bir esastır. Bu sebeple kıyama gücü yetenkimsenin kaiden, yani oturarak kılacağı bir farz veya vacip namaz, caiz olmaz. Rukûnlar farz
olduğundan onlara riayet lâzımdır.
83- Bir hasta ayakta namaz kılmaktan hakikaten veya hükmen âciz bulunsa, yani ya ayakta
durmaya hiç gücü yetmese veya gücü yetse de bundan dolayı hastalığının artmasından veya
uzamasından veya şiddetli ağrılar duymasından korkacak olsa, namazını oturduğu halde kılar, gücü
yeterse rükûya ve secdeye varır, çünkü meşakkat kolaylığı celb eder, zaruretler kendi miktarınca takdir
olunur.
84- Bir hasta, bir yere dayanmak suretiyle ayakta namaz kılmaya gücü yettikçe farz namazları
oturduğu halde kılamaz.
Aynı şekilde bir müddet ayakta kılmaya gücü yetince o kadar ayakta durur, sonra oturarak
namazını bitirir. Hattâ yalnız iftitah tekbi-rini ayakta almaya gücü yeten kimse, bu tekbiri ayakta alır,
sonra oturup namazını kılar, başka türlü yapamaz.
85- Bir hasta, kıyama gücü yettiği halde rukû ile secdeye yahut yalnız secdeye gücü yetmese,
namazını ayakta kılması lâzım gelmez. Bilakis oturup îma ile kılar, daha faziletli olan budur. Fakat
İmam Züfer ile diğer üç mezhep imamına göre namazını ayakta îma ile kılması icap eder. İmadan
maksat, namazda başı aşağıya doğru eğivermek suretiyle yapılan işarettir.
86- Ayakta namaz kıldığı takdirde kıraattan âciz kalacak kimse, namazını oturarak kıraat ile kılar,
ayakta kıraata bir miktar gücü olan kimse ise gücü yetecek miktarı ayakta okur, sonra gerisini de
oturarak okur.
87- Rukû ve sücud ile namaz kıldığı takdirde yarasından kan aka-cak kimse, namazını ayakta veya
oturup îma ile kılar. Ayakta namaz kıldığı takdirde sidiğini tutamayacak kimse de namazını oturarak
rukû ve sücud ile kılar.
88- Tek başına namaz kıldığı halde kıyama gücü olup cemaat ile kıldığı zaman gücü olmayan
kimse, namaza ayakta başlar, sonra oturur, gücü varsa rukû için yine ayağa kalkar, rukû eder, fakat
mutlaka namazı iade etmesi lâzım gelmez.
89- Oturduğu halde bile rukûya, secdeye gücü olmayan kimse, başıyla îma ederek rukû ve
secdesini yapar, secde için rükûdan daha fazla başını eğer, üzerine secde etmek için yastık gibi bir şey
bulun-durması uygun olmaz. Bununla beraber böyle bir şey üzerine başını koyarak secde edecek olsa,
caiz olur. Bu halde yerin kuvvetini duyarsa namazını rukû ve secdesi ile kılmış sayılır, duymazsa îma ile
kılmış olur.
90- Oturduğu halde namaza gücü yetmeyen kimse, arkası üzerine yatar, ayaklarını kıble tarafına
yöneltir, rukû ve sucûd için îmada bulu-nur, başıyla îma yapabilmesi için omuzlarının altına münasip bir
şey konulur. Böyle bir hasta, yüzü kıbleye yönelmiş olarak sağ yanı üzerine yatıp da îma ile rukû ve
sücudda bulunsa namazı yine caiz olur. Fakat gücü varsa arkası üzerine yatması daha faziletlidir.
91- Oturduğu halde namaz kılabilecek bir hasta, gücü yetiyorsa teşehhütte oturduğu gibi oturur, bu
şekilde namazını tamamlar, gücü yoksa haline göre bir vaziyet alır.
92- Bir hasta, başı ile imaya gücü olmasa, namazını sonraya bırakır, kalbi ile veya gözleri ile veya
kaşlarıyla îmada bulunmaz. Bu, İmam-ı A'zam'a göredir, İmam Ebu Yusuf'a göre bu halde kalbi ile
îmada bulunamazsa da gözleri ile, kaşları ile îmada bulunur. İmam Züfer ile İmam Şafiî'ye göre kalbi ile
de îmada bulunur.
Diğer bir rivayete göre böyle bir hastanın acizliği, bir gün ve bir geceden fazla devam edince bu
müddete ait namazları büsbütün düşer. Hatta aklı başında bulunmuş olsa bile.
93- Bir kimsenin baygınlığı bir gün ile bir geceden az devam ederse, bu halde geçen namazlarını
kaza eder. Fakat bundan çok devam ederse namazları düşer. Bu azlık, çokluk, İmam-ı A'zam'a göre saat
itibarı ile, İmam Muhammed'e göre de geçen namazların vakitleri itibarı iledir. Bu sebeple İmam
Muhammed'e göre geçmiş olan namazlar, beş-ten fazla ise düşer, değilse düşmez. Bu görüş, daha iyi
görülmektedir.
Kısacası namaz, tam bir özür bulunmadıkça asla terk ve tehir edilemez. Aksi takdirde ALLAH'ü
Azîmüşşan'ın azabı pek şiddetli, pek korkunçtur. Zât-ı rububiyet'ine iltica ederiz.
94- Bir özür sebebi ile olmadıkça farz namazlar, hayvan üzerinde kılınamaz. Bu hususta vitir
namazı ile cenaze namazı ve yerde okunmuş olan secde âyetinden dolayı yapılacak tilâvet secdesi ve
kazası lâzım gelen herhangi bir namaz da bu hükümdedir. İmam-ı A'zam'dan bir rivayete göre sabah
namazının sünneti de bir özür bulunmadıkça hayvan üzerinde kılınamaz.
95- Yürümekte olan bir araba, yürümekte olan bir hayvan hük-mündedir. Bu sebeple bir zaruret
bulunmadıkça üzerinde farz, vacib namazlar kılınamaz. Yerinde duran bir araba ise yer üzerindeki bir
sedir, bir taht yerindedir, üzerinde herhangi bir namaz kılınabilir.
96- Yürümekte bulunan bir gemi içinde, bir özür bulunmasa da bü-tün namazlar oturularak
kılınabilir. Fakat ayakta kılınması daha fazilet-lidir. Bu, İmam-ı A'zam'a göredir. İmameyn'e göre baş
dönmesi gibi bir özür bulunmadıkça farz namazlar oturularak kılınamaz. Çünkü kıyam, bir rükündür, bir
özür bulunmadıkça terk edilemez. İmam-ı A'zam'a göre ise gemide baş dönmesi çoğunlukla olur,
çoğunluk ise muhakkak hük-mündedir.
97- Deniz kenarında veya ortasında bağlanıp duran bir gemi, eğer çalkalanmamakta ise yer
hükmündedir, içinde ayakta olarak namaz kı-lınır. Fakat çalkalanıp durmakta ise hayvan hükmünde olur.
Bu sebeple eğer mümkünse içinden çıkarak namazı dışarıda kılmak lâzım gelir.
Harekette bulunan bir yolcu uçağı da yürümekte bulunan bir gemi yerindedir. Bunun da hareketi,
durması yolcuların ellerinde değildir.
98- Yürümekte bulunan bir hayvanın, meselâ devenin üzerindeki hevdecin iki gözü, hayvanın sırtı
hükmündedir. Fakat durmakta bulunan bir hayvanın üzerindeki hevdecin gözleri altına yere bitişik
olmak üzere bir ağaç dayanıldığı takdirde, yer üzerindeki sedir, tahta, minderlik hükmünde bulunmuş
olur.
99- Hayvan üzerinde namaz kılan kimse, rukû ve sücudu îma ile yapar, secde için rükudan fazla
eğilir. Hayvan üzerinde bir şey üzerine, meselâ hayvanın eğerine baş koyularak secde edilmesi
mekruhtur.
100- Sünnet ve müstehab namazlar, bir özür bulunmasa da otu-rularak kılınabilir. Fakat daha
faziletli olan ayakta kılmaktır, bu hususta icma vardır. Bundan yalnız sabah namazının sünneti, İmam-ı
A'zam'a göre müstesnadır. Nitekim yukarıda da işaret olunmuştur. Teravih nama-zını da bir özür
bulunmaksızın oturarak kılmak caiz ise de mekruhtur.
101- Bir kimsenin ayakta olarak başladığı nafile bir namazı, yorulacak olsa, bir yere dayanarak
veya oturarak kılması caizdir. Böyle bir özür bulunmadıkça bir yere dayanılmasında veya oturulmasında
mekruhluk vardır.
102- Bir kimse, oturduğu halde başlamış olduğu nafile bir namazı kalkıp ayakta tamamlayabilir.
Bunda ittifak vardır.
NAMAZLARDA KIRAAT
103- Namazda kıraat, yani namaz kılanın kendisi işitecek kadar diliyle harflerini dosdoğruçıkararak Kuran-ı Kerim âyetlerinden bir miktar okuması, namazın bir rüknü olarak farzdır. Kendisi bile
işiteme-yecek derecedeki bir kıraat ise kıraat sayılmaz. Yalnız imama uyan kim-se bu kıraattan
müstesnadır. Nitekim ileride izah edilecektir.
104- Nafile namazlar ile vitrin ve iki rekatlı farz namazların her rekatında kıraat, farzdır. Fakat
dört veya üç rekatlı farz namazların tayin etmeksizin yalnız iki rekatlarında kıraat farzdır. Şu kadar var
ki, kıraatın ilk iki rekatlarda bulunması vacib görülmüştür. Bu sebeple bu ilk iki rekatlarda kıraatin
kasten terk edilmesi mekruhtur. Yanılarak terk edil-mesi de sehiv secdelerini icap eder. Bu halde
farzların diğer rekatlarında Fatiha okunması, tercih edilen görüşe göre vaciptir, yanılarak terk edilmesi
sehiv secdelerini gerektirir.
Fakat diğer rivayetlere göre farzların bu son, yani üçüncü ve dördüncü rekatlarında kıraat caiz
olduğu gibi tesbih de ve bir veya üç tesbih miktarı susmak da caizdir. Şu kadar var ki, kıraat daha
faziletlidir, Fatihanın okunması ise sünnettir.
105- Namazda kıraatın farz olan miktarına gelince, bu miktar İmam-ı A'zam'a göre kıraat farz olan
her rekatta, pek kısa olsa bile, bir âyettir. Böyle bir âyet okundu mu, bu farz yerine getirilmiş olur. Fakat
İmameyn'e ve İmam-ı A'zam'dan diğer bir rivayete göre bu miktar, kısa üç ayet veya böyle üç ayet
miktarı uzun bir ayettir, ihtiyata uygun olan da budur.
Bir harften veya bir kelimeden ibaret olan bir âyetin, meselâ " ن= Nûn" ve "
=Müdhammetan" âyetlerinin okunması ise en sahih olan görüşe göre ittifakla yeterli olmaz. Çünkü bu,
bir kıraat sayılmaz.
106- Bir âyeti celileden başkasını okumaya gücü olmayan kimse, o âyeti kerimeyi İmam-ı A'zam'a
göre bir kere okur, bir rekatta üç kere tekrar etmez. İmameyn'e göre tekrar eder. Fakat üç âyet okumaya
gücü olan kimsenin bir âyeti üç kere tekrar etmesi İmameyn'e göre de caiz değildir.
107- "Âyete’l-kürsi" gibi uzun bir âyetin bir kısmını bir rekatta, diğer kısmını da diğer rekatta
okumak, en sahih olan görüşe göre yeterli olur. Çünkü bunlar, üçer kısa âyete denk bulunmuş olur.
Yanlış kıraatların hükümleri için "Zellet'ül-kari" bahsine müracaat!
NAMAZLARDA RÜKÛ
108- Namazlarda rukû da bir rükün olduğundan farzdır. Kıraattan sonra eğilerek rükûya varılır, başile arka düz bir istikamette bulunur. Eller dizlere kadar varır. Şöyle ki, ayakta namaz kılan kimsenin rukû
için yalnız başını eğmesi yeterli olmaz, arkasını da eğerek başı ile arkası düz bir çizgi gibi doğru bir
şekil almış bulunur. Bu tam bir rükûdur. Bununla beraber namaz kılan, rükûya vardığında tam bu şekilde
bulunmazsa bakılır, eğer kıyama daha yakın görülürse rükûsu sahih olmaz. Fakat rukû şekline yakın
görülürse sahih olur.
109- Oturduğu halde namaz kılan kimse, rukû ederken alnı dizleri hizasında olacak derecede
arkasını eğmelidir.
Rukû şeklinde kambur olan kimsenin rukû için başını biraz eğmesi lâzımdır. Kamburluğu rukû
sayılmaz.
110- İmama rukû halinde yetişen kimse, ayakta tekbir alıp daha sonra rükûya gider. Bu tekbiri
rükûya yakın bir şekilde alsa, namazı bozulur, imama uymuş olamaz.
111- İmama henüz rükûda iken yetişip uyarak rükûya varan kimse, o rekatı imam ile kılmış sayılır.
Fakat imam rükûda iken tekbir alıp da imam rükûdan kalktıktan sonra rükûya giden kimse, o rekata
yetişmiş olamaz. Bilakis mesbuk (imama birinci rekattan sonra uyan kimse) olur. O rekatı namazın
sonunda tek başına kılar.
112- İmama uyan kimse, imamdan evvel rükûya gidip daha imam rükûya gitmeden başını kaldırsa
bu rükûsu yeterli olmaz. Bu sebeple bunu imamın rükûsu esnasında iade etmezse namazı bozulmuş olur.
İmama uyan bir kimse imamdan evvel rükûdan, secdeden başını kaldırırsa, hemen rukû veya
secdeye dönmesi gerekir ki, imama muhalefeti ortadan kalksın.
113- İmama rükûda yetişen kimse, iki tekbire muhtaç değildir. "ALLAH'ü ekber" diye namaza
başlar ve hemen rükûya gider. Bu bir tekbir ile hem iftitah, hem de rukû tekbirini almış olur. İmamlık
bahsine de müracaat!
NAMAZLARDA SECDE
114- Secde de namazın bir rüknü olduğundan farzdır. Namaz kılan kimse, rükûdan sonra secdeyevarır, rukû halinden daha fazla eğilir, cephesini - alnını, yüzünü, iki ayağını ve iki eli ile iki dizini yere
veya yere bitişik bir şey üzerine koyar. Hak Teâlâ Hazretlerine tazimde bulunur. Bu secde her rekatta
birbiri ardınca iki defa yapılır.
115- Namazda secde için yere alın konulduğu halde, burun konulmasa secde yine caiz olur. Şu
kadar var ki böyle bir secde, bir özür bulunmayınca mekruhtur.
Bilâkis burun konulduğu halde alın konulmasa bakılır, eğer bir özür sebebiyle ise secde ittifakla
caiz olur. Bir özürden dolayı değilse İmam-ı A'zam'a göre mekruh olmakla beraber caiz olur. İmameyn'e
göre caiz olmaz.
116- Bir özür sebebiyle olsa da, yanak veya çene ile secde yapılamaz.
Alında veya burunda secdeye mâni bir özür bulunsa imâ ile secde yapılır.
117- Secdede elleri, dizleri yere koymak mutlaka farz değildir, bilakis sünnettir. Ancak İmam
Züfer'e ve İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre farzdır.
118- İki ayağın veya bir ayağın parmakları yere konulmadıkça secde caiz olmaz. Tercih edilen
görüş, budur. Bir ayağın yalnız bir parmağını veya ayağın yalnız üstünü yere koymak yeterli olmaz.
119- Secde edilecek yer, ayakların konulduğu yerden yüksek olunca bakılır, eğer yükseklik yarım
arşın, yani on iki parmak (yaklaşık 34 cm) miktarı ise secde caiz olur, bundan fazla ise câiz olmaz.
120- Kalabalık veya başka bir özür sebebi ile dizler üzerine secde caizdir. Aynı şekilde kalabalık
sebebi ile aynı namazı kılanların birbiri arkasına secde etmeleri de caizdir.
121- Bir kimse, başındaki sarığının bir büklümü veya sırtındaki bir elbisenin fazla miktarı üzerine
secde edecek olsa, bakılır; eğer bunlar, temiz bir şey üzerine konulmuş olur ve sarığının büklümü de
alnına biti-şik bulunursa secde caiz olur, yoksa olmaz. Mutlaka yerin sertliğini duy-mak da lâzımdır. Bu
sertliğin hissedilmesine mani olacak pamuk ve benzeri bir şey üzerine secde edilemez.
122- Atılmış yün, pamuk, saman, kar gibi bir şey üzerine secde edildiği takdirde bakılır; eğer
bunlar sık ve sert olup hacimleri anlaşılırsa secde caiz olur. Fakat bunların içinde yüz kaybolup,
hacimleri anlaşıl-mazsa ve böyle bir şeyin üzerinde yüz aşağıya tam yerleşerek karar bulacak olmazsa,
secde caiz olmaz.
123- Çuval içinde bulunan buğday, arpa, pirinç, darı gibi hububat üzerine secde yapılabilir. Fakat
çuval içinde bulunmayan buğday ve arpa üzerine secde yapılabilirse de, darı gibi kaypak şeyler üzerine
secde yapılamaz.
124- Ufak bir taş üzerine secde edilemez. Fakat alnın çoğu bu taş ile beraber yere temas edecek
olursa secde caiz olur.
125- Yere serilmiş olan herhangi temiz bir şey üzerine secde edilebilir, hatta bir özür sebebiyle
olmasa veya serilmiş bulunduğu yer temiz bulunmasa bile. Yeter ki o yerin pis kokusu veya rengi gibi
bir eseri belirmesin. Şu kadar var ki böyle bir şeyin yere serilmesi ya sıcak-tan veya soğuktan korunmak
veya elbiseyi tozdan, topraktan korumak için olmalıdır. Yoksa sırf alnı topraktan korumak için olursa
mekruh olmaktan beri olamaz.
(İmam Mâlik'e göre kilim, keçe, posteki gibi yer cinsinden olma-yan bir şey üzerine secde edilmesi
mekruhtur.)
126- Sıcaktan veya soğuktan korunmak gibi bir özür sebebi ile temiz yere konulacak iki el üzerine
secde edilebilir.
127- Üzerinde namaz kılınacak sergi, temiz bir elbise ise yukarı tarafını aşağıya getirip etekleri
üzerine secde etmelidir. Çünkü bu, teva-zuya daha yakındır.
128- Rukû ve sücud rukûnlarının yerine getirilmiş olması için rukû ve sücud denilebilecek kadar
bu vaziyetlerde durmak kâfidir. Mutlaka üçer defa tesbih okunacak miktar durmak farz değildir. Fakat
bunlarda sünnet miktarının en azı üçer kere tesbih okumaktır. Ortası beş, en gü-zeli de yedişer tesbih
okumaktır. Tek başına namaz kılan, daha çok tes-bihde bulunabilir. Fakat imam olan şahıs, cemaatin
rızası bulunmadıkça üçten fazla tesbihde bulunamaz. Cemaati usandırmak, kaçırmak uygun değildir.
Rükûda tesbih: Sübhane rabbiye’l-azîm. "
"Pek büyük olan Rabbim! Her türlü noksanlardan beridir, münezzehtir."
Secdedeki tesbih de :Sübhane rabbiyel-a'lâ"dır.
"Pek yüce kudret ve azametle vasıflanmış olan Rabbimi, bütün noksanlardan tenzih ederim, beri
kılarım."
129- Her rekatta iki secde yapılır. Bunlardan biri kasten terk edilse namaz bozulmuş olur.
Yanılarak terk edilse selâmdan sonra da hatırlansa namaza aykırı bir şey bulunmamış ise secdeye varılır.
Daha sonra son ka'de (oturuş), iade edilerek sehiv secdeleri yapılır. Sehiv secdesi bahsine müracaat!
130- Secde, namazın en mühim bir ruknüdür. Secde, ALLAH Teâlâ'ya gösterilen tevazunun,
tazimlerin en mükemmel nişanesidir. Bir hadis-i şerifte: ''Kulun Rabbi'sine -yani onun rahmetine- en yakın olduğu hal, secdeye varmış olduğu haldir. Artık
-secdede- duayı çokça yapınız."1 buyrulmuştur. Çünkü secde hali, en fazla bir mütevazilik ve ALLAH'ü Teâlâ'ya son derece yakın olma hali olduğundan, bu duaların kabul edilmesi kuvvetle ümit edilir.
Secdesiz bir namaz, namaz değildir. Mabud'umuzun manevî huzurunda yerlere kapanarak
tazimlerini arz etmek istemeyen bir insan, kulluk vazifesini terk etmiş, Hak Teâlâ'ya manevi yakınlık
şerefinden mahrum kalmış olur.
NAMAZLARDA KADE-İ AHİRE
131- Namazların sonunda teşehhüd (tahiyyatı okuyacak kadar) oturmak da namazın bir farzı, birrüknüdür. Buna "Ka'de-i ahire = son oturuş" denir. Hatta kendisinden evvel başka ka'de bulunmasa
bile. Sabah namazında olduğu gibi.
Teşehhüt miktarından maksat ise tahiyyatı okuyacak kadar müddettir.
"Et-tehiyyatü lillahi ve's-salevatü ve't-tayyibat. Es-selamü aleyke eyyühe'n-nebiyyü ve
rahmetullahi ve berekâtüh. Es-selamü aleyna ve a'lâ ibâdillâhi's-salihîn. Eşhedü en la ilahe illALLAH.
Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasulüh."
"Bütün dualar, senalar -veya bütün mülkler- ve bedenî, malî iba-detler, ALLAH Teâlâ'ya
mahsustur. Bunlara başkaları müstehak olamaz. Selam da ve ALLAH Teâlâ'nın rahmetiyle bereketleri de
-Ey şanı yüce Peygamber!- sana mahsustur. Ve selam bizlere ve ALLAH Teâlâ'nın sa-lih kullarına
olsun. Şahadet ederim ki -kesin olarak bilirim ki- ALLAH Teâlâ'dan başka hakiki Mabud yoktur. Ve
şehadet ederim ki, Hz. Muhammed Hak Teâlâ'nın kuludur ve peygamberidir."2
132- Bir kimse iki rekat sabah namazını kılıp da sonra oturmak-sızın üçüncü bir rekata kalkarak
bunun sonunda secde edecek olsa, bu namaz farz olmaktan çıkıp nafileye dönmüş olur. Bu sebeple bir
rekat daha ilâve edilerek sonra oturmak lâzım gelir.
Aynı şekilde dört rekatlı bir farz namazının dördüncü rekatında ve akşam namazının üçüncü
rekatında oturulmayıp da bir rekat daha kılına-rak secdeye varılsa bu namaz da nafileye dönüşmüş olur.
Bu halde kılınan namaz, sabah namazı ise dört rekatı müteakip hemen selâm verilir, ikindi gibi dört
rekatlı bir namaz ise beşinci rekata bir rekat daha ilâve edip daha sonra selâm verilir. Sahih olan görüşe
göre bu halde sehiv secdesi lâzım gelmez.
Bu mesele, İmam-ı A'zam ile İmam Ebû Yûsuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre bu namaz
esasen namaz olmaktan çıkar, nafile de olmuş olmaz.
133- Bir kimse, namazın sonunda teşehhüt (tahiyyatı okuyacak ka-dar) oturup da daha sonra
namazdaki tilâvet secdesini hatırlayarak sec-deye varsa namazı bozulur. Çünkü bu halde son ka'de
(oturuş) bulun-mamış sayılır. Ancak bu tilâvet secdesinden sonra tekrar teşehhüt mik-tarı oturursa
namazı bozulmaz.
134- Son ka'de (oturuş)un tamamını uyku içinde geçiren bir kimse, uyandıktan sonra tekrar bir
teşehhüt miktarı oturmazsa namazı bozulur. Çünkü uyku içindeki bir fiil, irade ile olmadığı için geçerli
değildir. Bunun varlığı ile yokluğu müsavidir. Nitekim namazda uyku halinde yapılan kıyam, kıraat,
rukû gibi fiillerde geçerli değildir.
TA'DİL-İ ERKÂNA RİAYET
135- Namazlarda tadili erkâna riayet, İmam Ebû Yûsuf'a göre bir rükün olduğundan farzdır.Bundan maksat, namazın kıyam, rükû, sücud gibi her rüknünü bir sükûnet ile yerine getirmek, bu
rukûnları yaparken her uzvun yatışıp, hareket halinden beri bulunmasıdır. Meselâ rükûdan kıyama
kalkarken vücut, dimdik bir hale gelmeli, sükûnet bulmalı, en az bir kere " يمِ بْحَانَ اللهِ العَظِ سُ
Sübhanellah'il-azim" diyecek kadar ayakta durup daha sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında
da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır.
136- Tadili erkân, İmam-ı A'zam ile İmam Muhammed'e göre vaciptir. Bu sebeple birinci görüşe
göre tadili erkâna riayet edilmeksizin kılınan bir namazı iade etmek = yeniden kılmak lâzımdır, ikinci
görüşe göre ise bu halde yalnız sehiv secdesi lâzım gelir. Fakat böyle bir namazı iade etmek daha iyidir.
Bununla ihtilâftan kurtulunmuş olur. Ni-tekim bir mekruh işlenerek kılınan namazları da yeniden kılmak
vacib görülmüştür.
137- Namazdan manevî bir zevk alan şahıslar namazda tadili erka-na riayet eder, acele etmekten
sakınır, acele etmeyi tazime, âdaba aykırı görürler.
Hayatın en faydalı, en kıymetli saatleri, ibadet ile geçen vakitler-dir. Boş yere veya geçici bir fayda
uğrunda saatlerini, günlerini harcayan insanların, namaz gibi değeri çok yüksek bir ibadetten, ebedî bir
saadet vesilesinden, ilahi bir huzur neşesinden bir ân evvel çıkıp kurtulmaya çalışmaları pek garip, pek
acınacak bir hal değil midir?
NAMAZDAN KENDİ İRADE VE FİİLİ İLE ÇIKMAK
138- Namaz kılanın, kendi iradesine bağlı olan bir fiil ile namaz-dan çıkması da İmam-ı A'zam'agöre bir rükün olduğundan farzdır. Buna "Huruc bi sun'ıhi" denir. Fakat bu İmameyn'e göre farz
değildir. Bu ihtilâf üzerine aşağıdaki iki mesele ortaya çıkar.
139- Bir kimse, namazın sonunda teşehhüt (tahiyyat okuyacak ka-dar) oturduktan sonra kasten,
namazı bozucu bir harekette bulunsa, me-selâ gülse veya konuşsa veya bir şey yeyip içse namazı ittifakla
tamam olmuş olur. Fakat kendisinden kasıtlı olmaksızın abdesti bozucu bir şey meydana gelse bu halde
İmameyn'e göre yine namazı tamam olmuş olur. Fakat İmam-ı A'zam'a göre tamam olmuş olmaz. Bilakis
hemen abdest alıp kendi isteği ile namazdan çıkması lâzım gelir. Yoksa namazı bâtıl olur.
140- Bir kimse, son ka'de (oturuş)ta teşehhüt miktarı oturduktan sonra henüz iradesi ile namazdan
çıkmadan namaz vakti çıksa veya başka bir namaz vakti girse namazı İmameyn'e göre tamamdır, İmam-ı
A'zam'a göre ise bozulmuş olur. Çünkü bu namaza kendi irade ve fiili ile son vermiş değildir.
NAMAZLARIN VACİBLERİ
141- Namazların farzları olduğu gibi bir kısım vacipleri de vardır, bu vaciplere riayet ile namazınfarzları daha güzel yapılmış, noksanları giderilmiş olur. Şöyle ki:
1. Namaza başlarken yalnız " الله = ALLAH" ism-i celili gibi sırf tazimi ifade eden bir lafız ile
yetinilmeyip, tekbiri ifade eden bir tabirin de bulunması, meselâ " ALLAH'ü ekber"
denilmesi vaciptir.
2. Namazlarda Fatiha sûre-i celilesini okumak vaciptir. Fatiha’yı şerife'yi okumak, diğer üç
mezhep imamına göre ise farzdır.
3. Namazlarda farz olan kıraatin ilk iki rekata tahsis edilmesi vaciptir.
4. İlk iki rekattan her birinde bir defa Fatiha’yı şerife okunup tekrar edilmemek vaciptir.
5. Fatiha’yı şerife'yi okunacak diğer sûrelerden veya ayetlerden evvel okumak vaciptir.
6. Fatiha’yı şerife'ye, başka bir sûre veya bir sûre yerine geçecek miktar ayet-i kerime ilâvesi
vaciptir. Şöyle ki, farz namazların ilk evvelki rekatlarında Fatiha'dan sonra diğer bir sûre veya bir sûreye denk bir miktar ayet-i kerime okunması vacip olduğu gibi, vitir ile nafile namazların her rekatında Fatiha ve Fatiha'dan sonra bir sûre veya bir miktar âyet-i kerime okunması da vaciptir.
(Fatiha'ya başka bir sûrenin veya âyetin zam ve ilâvesi, diğer üç mezhep imamına göre sünnettir.)
7. Münferid = tek başına namaz kılan kimse, sabah, akşam, yatsı namazlarında kıraati dilerse sesli
ve dilerse sessizce yapar. Geceleyin kılacağı nafile namazlarda da böylece serbesttir. Fakat öğle, ikindi
ve gündüzün kılacağı nafile namazlarda sessizce okuması vaciptir.
8. Cemaatle kılınan namazlardan sabah, cuma, bayram, teravih, vitir namazlarının her rekatında,
akşam, yatsı namazlarının ilk iki rekat-larında sesli, öğle ve ikindi namazlarının bütün rekatları ile akşam
nama-zının üçüncü ve yatsı namazının da son iki rekatlarında sessizce kıraatte bulunmak vaciptir.
9. Vitir namazında kunut, yani dua okumak ve kunut tekbirini almak vaciptir. Bu İmam-ı A'zam'a
göredir. İmameyn'e göre ise bunlar sünnettir.
10. Kazaya kalan bir namaz, gündüzün cemaatle kılınsa bakılır: Eğer sabah namazı gibi sesli kıraat
olunması lâzım gelen bir namaz ise yine sesli kıraat olunur, yoksa sessizce kıraat icap eder. Tek başına
namaz kılan ise serbesttir. Sesli kıraat olunacak bir namazda sesli kıraatte bulunabilir. Bir rivayete göre
ise serbest olmayıp gündüz kaza edeceği herhangi bir namaz da sessiz okunması vaciptir.
11. Secdede yalnız alın ile yetinilmeyip alın ile beraber burnun da yere konulması vaciptir.
12. Üç veya dört rekatlı namazlardaki birinci ka'de (oturuş) vacibtir.
13. Namazların her ka'desinde teşehhütde bulunmak, yani tahiyyatı okumak vaciptir.
14. Namaz içinde okunan secde ayetinden dolayı tilâvet secde-sinde bulunmak vaciptir.
15. Namazda yanılarak terk edilen vaciplerden dolayı sehiv secde-lerinde bulunmak vaciptir.
16. İki bayram namazının üçer zevaid (ilave) tekbirleri vaciptir. Bu namazlarda birinci rekatların
rukû ve sücud tekbirleri sünnettir. İkinci rekatlarının rukû tekbirleri ise vacip olan zevaid tekbirlere
yakın olduğu için vâciptir.
17. Namazların farzlarında tertibe riayet etmek ve iki farz arasına farz olmayan bir şeyin girmesine
meydan vermemek vaciptir. Farz olan kıyamdan sonra rükûya, rükûdan sonra secdeye gidilmesi gibi.
18. Vâciplerden her birini de yerinde yapıp, tehir etmemek vacip-tir. Kıraattan sonra bir müddet
yanılarak tefekküre dalıp, daha sonra rükûya varılması gibi.
19. Namazların sonunda selâm vermek, yani evvelâ sağ tarafa, sonra da sol tarafa yüzü çevirerek
= Es-selâm" demek vaciptir." = Aleyküm ve rahmetüllah = Selam ve
ALLAH'ın rahmeti sizin üzerinize olsun." denilmesinin vacip olduğu ise açıkça beyan edilmiş değildir.
Bir görüşe göre sol tarafa selâm verilmesi sünnettir. Namazdan çıkılması ise fıkıh alimlerinin çoğuna
göre yalnız bir selâm ile meydana gelir, bununla namaz bitmiş olur. Artık bu selâmı vermiş olana,
başkasının uyması sahih olamaz. Meşhur olan görüş budur.
NAMAZLARIN SÜNNETLERİ
142- Namazların bir kısım da sünnetleri vardır. Bu sünnetler namazların vaciplerini tamamlar,
onlardaki kusurları gidermeye ve fazla sevaba vesile olur. Sünnetlere riâyet ve devam etmek Rasulullah
(S.A.V)e bir sevgi nişanesidir. Bununla beraber bu sünnetleri terk etmek, namazın bozulmasını, iadesini
icap etmez. Şu kadar var ki, hafife alınmaksızın kasten terk edilmesi bir günahtır, (Peygamber Efendimiz
S.A.V'in şefaatinden) bir mahrumiyettir. Fakat istihfaf edilmesi, yani bir sünnetin hak görülmemesi,
hikmetten uzak, abes sayılması, -neûzü billâh = ALLAH'a sığınırız- kâfirliktir. Çünkü sünnet de şer'î
hükümler-den, esaslardan biridir.
Namazlardan evvel veya namazların içinde başlıca sünnet olan şeyler, şunlardır:
1. Beş vakit namaz ile cuma namazı için ezan ve ikamet sünnettir.
Şöyle ki, vaktinde cemaatle eda olunan her farz namaz için ezan ve ikamet sünnet olduğu gibi,
kazaya kalıp cemaatle kılınacak farz namazlar için de sünnettir.
Birden fazla namazlar, cemaatle kaza edileceği takdirde bunlardan yalnız ilk kılınacak namaz için
ezan okunur, sonra gerek bu namaz için ve gerek bunun ardınca kılınacak diğer kaza namazları için birer ikamet ile yetinilir.
Kendi evlerinde tek başlarına namaz kılacak erkekler için ezan ile ikamet, müstehaptır. Gerek
misafirler için ve gerekse cemaatle namaz kılacaklar için ezan ile ikameti terk etmek ise mekruhtur.
Cuma günü şehirde bulundukları halde mazeretleri sebebi ile cuma namazını kılamayanlara öğle
namazını kılarken ezan ve ikamet lâzım gelmez. Kadınlar için de ezan ve ikamet sünnet değildir. Ezan
ve ikamet bahsine müracaat!
2. İftitah tekbirini alırken ellerin yukarıya kaldırılması sünnettir.
Şöyle ki, erkekler ellerini baş parmakları kulaklarının yumuşakla-rına değecek kadar, kadınlar da
ellerini parmaklarının uçları omuzlarına kavuşacak şekilde memelerinin hizasına kadar kaldırıp o
vaziyette " = ALLAH'ü ekber" derler. Ellerin içleri kıbleye yönelik bulunmalı-dır. Birbirine
yönelik de bulunabilir.
(Diğer üç mezhep imamına göre, erkekler de ellerini yalnız omuzlarının hizasına kadar
kaldırırlar.)
3. Tekbir için eller kalkarken parmakların araları zorlama olmaksızın biraz açıkça bulunması
sünnettir.
4. İmam olan şahsın tekbirleri ve rükûdan kıyama kalkarken: Semiallahü limen hamideh = ALLAH Teâlâ kendisine hamd edenin
hamdini kabul buyurur" cümlesini ve namazın sonunda iki tarafa vereceği selâmı, ihtiyaç miktarı seslice yapması sünnet olduğu gibi cemaatin rükûdan kalkarken gizlice: ALLAHümme rebbena ve lekel hamd = Ey Rabbimiz olan ALLAH'ü Azimüşşan! Hamd de sana mahsustur." demesi, tekbirler ile selâmı gizlice yapması da sünnettir. Tek başına namaz kılan, rükûdan kalkarken hem "
Semi- ALLAH’ü limen hamideh" hem de: " ALLAH’ümme rebbena ve lekel hamd" der.
5. Namazların evvelinde gizlice :
"Sübhaneke'llahümme ve bi hamdik. Ve tebare kesmük ve Teâlâ ceddük ve lâ ilahe gayrük = Ey
ALLAH'ım! Seni tesbih ve tenzih eder, sana hamd'ü senada bulunurum. Senin mukaddes ismin
mübarektir ve senin azamet ve celalin pek yüksektir ve senden başka hak ma'bud yoktur." okunması,
bundan sonra Fatiha’dan evvel yine gizlice "Euzü- Besmele" yani: “Euzü billahi mine’ş-şeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.”
"ALLAH tarafından kovulmuş olan şeytanın şerrinden ALLAH'ü Tealâ'ya sığınırım. Rahman ve
Rahîm olan ALLAH'ü Teâlânın adı ile başlarım." okunması ve diğer rekatlarda da Fatihadan evvel
besmele-i şerife okunup, Fatihaların sonunda gizlice "Amin" denilmesi sünnettir. Bu hususta imam ile
cemaat ve tek başına namaz kılan arasında fark yoktur. Şu kadar var ki cemaat, Fatiha’yı şerife'yi
okumayacağı için eûzü besmele de okumaz.
"Amin"in manası: "Dualarımızı kabul buyur" demektir.
Her rekatta Fatiha’yı şerife'den evvel besmele-i şerife'yi okumak, en sahih kabül edilen bir görüşe
göre ise vâciptir. Fatihadan sonra okunacak surelerin evvelinde besmele-i şerife okunmaz. Yalnız İmam Muhammed'e göre sessizce kılınacak namazlarda bu surelerin başında da besmele-i şerife okunur.
6. Namazda erkeklerin sağ ellerini göbeklerinin altında olarak sol elleri üzerine koymaları ve baş
parmakları ile serçe parmaklarını halka şeklinde bulundurarak bununla sol bileklerini tutup diğer üç
parmak-larını kolları üzerine uzatmaları, kadınlarda halka etmeksizin sağ ellerini göğüsleri üzerinde tam sol elleri üzerine koymaları sünnettir.
7. Namaz arasındaki tekbirler, yani kıyamdan rükûya, secdelere gi-dilirken ve secdelerden
kalkılırken " ALLAH'ü ekber" denilme-si ile, tesmi'ler yani rükûdan kıyama kalkılırken " SemiALLAHü limen hamideh" denilmesi sünnettir.
8. Rukû ve sücud tesbihleri, yani rukû halinde en az üç kere " = Sübhane
rabbiye’l-azîm" denilmesi, secde halinde de en az üç kere " = Sübhane rabbiye’l-â'lâ"
denilmesi sünnettir.
9. Rukû halinde erkeklerin elleri ile parmakları arası açık olarak dizlerini tutmaları sünnettir. Kadınlar
bu halde parmaklarını açıkça bırakmaz ve dizlerini tutmazlar, ellerini dizleri üzerine koymakla yetinirler.
10. Kıyamda bir özür bulunmadığı takdirde iki ayağın arasını dört parmak kadar açık bulundurmak
sünnettir.
11. Tahiyyata oturuş ile celse (iki secde arasında oturuş) hallerinde erkeklerin sol ayaklarını döşeyerek
üzerlerine oturmaları ve sağ ayaklarını güçleri nispetinde kıbleye yönelik dikmeleri, kadınların da sol ayaklarını sağ
taraflarına yatık bulundurarak yere oturmaları sünnettir. Bu oturmaya "teverrük" denir.
12. Rükûda erkeklerin inciklerini dik tutmaları, kadınların da diz-lerini bükük bulundurmaları
sünnettir. Bu halde erkeklerin arkaları düz tutulmuş, kadınların arkaları ise biraz yukarıya meyilli
bulunmuş olur.
13. Secdeye varılırken evvelâ dizleri, sonra elleri, sonra da yüzü yere koymak, secdeden kalkarken
de önce yüzü, sonra da elleri dizleri üzerine koyarak yerden kaldırmak sünnettir. Ancak buna gücü
yetmezse, o halde el ile yere dayanarak kalkmak caiz olur.
14. Ka'de (oturuş)larda ve secdeler arasındaki celselerde ellerin kıbleye karşı bir halde oyluklar üzerine
konulup dizlerin tutulması sünnettir.
15. Ka'delerdeki teşehhütlerde " = lâ ilâhe" denirken sağ elin şahadet parmağı kaldırılıp
اِِِِِِِِِِِِِِِِِِِِِِلاَّ اللهُ " = illallah" denirken indirilmesi sün-nettir. Bu halde baş parmak ile orta parmak halka edilip
diğer iki parmak bükülmelidir. Bir çok kimseler, bu sünneti yerinde yapamazlar, bu se-beple bunun terk edilmesini uygun görenler de vardır.
16. Farzların, vitir namazının ve müekked sünnetlerin son ka'de (oturuş)larında, gayri müekked
sünnetler ile diğer nafile namazların da her ka'desinde tahiyyattan sonra Nebiyyi Ekrem Efendimize
selât-ü selâm okumak sünnettir.
"ALLAHümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyi-dina Muhammed. Kema salleyte
ala seyyidina İbrahime ve ala ali seyyi-dina İbrahime inneke hamidün mecid. Ve barik ala seyyidina
Muham-medin ve ala ali seyyidina Muhammed, kema barekte ala seyyidina İbrahime ve ala ali
seyyidina İbrahim inneke hamidün mecid."
“Ey ALLAH'ım! Efendimiz, büyüğümüz velinimetimiz Muham-med'e ve Efendimiz Hz.
Muhammed'in aile efradına rahmet et! Onların şeref ve değerini yücelt! Hz. İbrahim'e ve Hz. İbrahim'in
aile efradına rahmet ettiğin gibi! Şüphe yok ki, Sen Hamid'sin (bütün hamd-ü sena) Mecid'sin bütün
azamet ve celal sana mahsustur. Ve Efendimiz Hz. Muhammed'i ve Efendimiz Muhammed'in aile
efradını mübarek kıl, on-ların feyiz ve bereketini daima artır. Hz. İbrahim'i ve Hz. İbrahim'in aile
efradını mübarek kıldığın gibi! Şüphe yok ki, Sen Hamid'sin (bütün hamd-ü sena) Mecid'sin bütün
azamet ve celal sana mahsustur.”1
17. Bütün namazların son ka'de (oturuş)larında salât ve selâmdan sonra iki tarafa selâm vermeden
evvel dua edilmesi sünnettir. Bu dua, Ku’ran'ı Kerim'in mübarek dua ayetlerinden biriyle yapılmalı veya bun-lara benzer bulunmalıdır. Kullardan istenilebilecek şeyler hakkında na-mazda dua edilmesi, meselâ
"Ya Rabbi! Bana şu kadar para ver" denil-mesi caiz görülmemektedir. Namazların sonunda uygun olan:
"Rabbena atina fi'd-dünya haseneten ve fi'l-ahireti haseneten ve kînâ azabe’n-nâr."
"Ya Rabbi! Bize dünyada bir güzellik, ahirette de bir güzellik -bir güzel nimet ve saadet- ver. Ve
bizi cehennem azabından koru." ayet-i kerîmesi2nin okunmasıdır.
18. Namazların sonunda selâm verirken yüzün evvelâ sağ, sonra sol tarafa döndürülmesi
sünnettir .
19. Sütre edinmek sünnettir. Şöyle ki sahrada ve benzeri açık yer-lerde namaz kılan kimse,
önünden başkasının geçmesi muhtemel olunca sağ veya sol kaşı hizasına en az bir arşın (yaklaşık 68
cm.) boyunda kalın veya ince bir ağaç diker, dikilmesi mümkün olmazsa, ağacı boyuna uzatır veya
önüne böyle uzunlamasına bir çizgi çizer. Enine yarım daire şeklinde bir çizgi çizmesi de caizdir. Direk,
sandalye gibi şeyler de sütre vazifesini görür .
Cemaatle kılınan namazlarda yalnız imamın önünde sütrenin bu-lunması kâfidir. Namaz kılanın
önünden geçilmesi edebe aykırıdır, gü-nahtır, bundan sakınmalıdır. Namaz kılan, önünden geçecek kimseyi
men için " = Sübhanellah" diyebilir veya eli ile veya gözüyle veyahut başı ile hafifçe işaret
edebilir. Sütrenin bulunması, namaz kılanın kalp huzuruna, namazını derli toplu kılmasına yardım eder, onun
gözlerini sütrenin gerisinden men edip, hayal gücünün etrafa dağılmasına mâni olur .
NAMAZLARIN ÂDABI
143- Namazların bir kısım âdabı vardır. Bunlar birer mendup de-mektir. Bunları terk etmek, gerçikınamayı gerektirmez, bir günah sayıl-maz. Fakat bunlara riayet edilmesi daha faziletlidir, daha fazla
sevap kazanmaya sebeptir. Şuurlu bir müslüman, namazın ne büyük bir ibadet olduğunu bilir, namaz
sayesinde Ezeli ve Rahim olan Mabud'unun ma-nevî huzurunda bulunduğunu anlar, O Mukaddes
Mabud'unun kendisini görüp bildiğini düşünerek son derece edebe rîayet eder, dış görünümü pek
mütevazi bir hal alır, iç alemi - kalbini mümkün mertebe masiva (ALLAH'tan başka her şey)den, adibayağı
düşüncelerden, dünyalık alakalardan korumaya çalışır. Bunun içindir ki: “ = Namazın kemali ancak kalp huzuru iledir.”1 denilmiştir.
NAMAZLARIN BAŞLICA ÂDABI ŞUNLARDIR
1. Namazda maddi ve manevi bir sükûnet, bir huzur, bir tazim- korku içinde bulunmak.2. Üst elbiseyi açık bulundurmayıp düğmelemek ve erkekler için iftitah tekbirini alırken ellerini -
mevcut ise- yen (kol ağzı)ndan çıkarmak.
3. Namaz kılarken kıyamda secde yerine, rükûda ayakları üzerine, secdede burnun iki kanadına,
ka'dede kucağa, selâmda da sağ ve sol omuz başlarına bakmak.
4. Rukû ve sücud tesbihlerini, -tek başına namaz kılan için- üçten fazla yapmak.
5. İkamet alınırken: "= Hayye ale’l-felah = Haydin felaha!” denildiğinde imam
ile cemaatin ayağa kalkması.
İmam, mihraba yakın bulunmazsa her saf, imam aralarından geçe-ceği zaman ayağa kalkar.
6. İmam için "= Kad kameti’s-salâh = namaz başladı” denildiği anda namaza
başlamak. İmam olan şahıs bu hareketiy-le müezzin olan şahsı tasdik etmiş olur. Bununla beraber ikamet bittik-ten sonra namaza başlamasında da bir sakınca yoktur. Hatta İmam Ebû Yûsuf ile diğer üç mezhep imamına göre uygun olan da budur.
İkamet alınırken camiye giren kimse, oturur, cemaatle beraber ayağa kalkar. Yoksa ikametin
bitmesini ayakta beklemez.
7. Namazda esnemek halinde ağzı tutmak ve dudakları, dişlerle olsun kapamak, mümkün olmazsa,
sağ el ile kapamak, öksürüğü ve geğirmeyi mümkün mertebe gidermek.
Bütün bunlar, güzel görülmüştür. İbadet esnasında yapılması lâzım gelen tazimler kısmındandır .
Fihrist’e dön
EZAN VE İKAMET
144- Ezan, lugatta i'lam, bildirmek demektir. Şer'i şerifte, "Farz namazlar için muayyenvakitlerde malum şekilde okunan mübarek sözlerden ibarettir." Ezan okuyan şahsa "müezzin"
denir.
Farz namazlar için ezan, yani bu namazların kılınacağını ilân, ki-tap ile, sünnet ile sabittir. Fakat
müslümanlığın başlangıcında bildiğimiz şekilde ezan okunmazdı. Bir aralık namaz vakti olunca " اَلصَّلاَةَ
اَلصَّلاَةَ = Es-salâte es-salâte, Namaza! Namaza!" veya " ة اَلصَّلاَةُ جَامِعَ = es-salâtü camiatün, namaz
toplayıcıdır" yani namaz müslümanların güzel bir ce-maat halinde yaşamalarına vasıtadır, bir takım
güzellikleri ve şükrün her çeşidini içermektedir" diye nida edilmişti. Peygamber (S.A.V) Efendi-miz'in
hicretinin birinci senesinde Medine-i Münevvere'de Mescid-i Ne-bevî inşaatı bitmiş, Ashab-ı Kiram,
düzenli bir halde toplanarak cema-atle namaz kılmaya başlamışlardı, işte bu sırada Rasul-ü Ekrem
(S.A.V) Efendimiz namaz vakitlerinin ilânı hususunda Ashab-ı Kiram ile isti-şarede bulundu. Nihayet
Ashab-ı Kiram'dan bazı şahısların aynı şekilde görmüş oldukları sadık bir rüyayı ve onu doğrulayan bir
vahye dayalı bildiğimiz şekilde ezan okunmaya başlanmıştır ki bu, erkekler hakkında vacip kuvvetinde
bir sünneti müekkededir. Müslümanlığın en büyük şiârından biridir. Peygamber (S.A.V) Efendimiz'in
hicreti bahsine de müracaat!
Ezan-ı Muhammedî vasıtası ile halka hem namaz vakitleri ve na-mazların kılınacağı bildirilmiş
oluyor, hem de namazın dünya ve ahirette kurtuluşa sebep olacağı söylenilmiş oluyor, bununla beraber
bütün cihana karşı da İslâm dininin en mukaddes esasları ilân edilmiş bulunuyor.
Gerçekten yeryüzünde namaz vakitleri muhtelif saatlere rastla-maktadır. Bu sebeple hiç bir saat
yoktur ki; İslâm mabedlerinin yüksek minarelerinden bütün insaniyet alemine ALLAH Teâlâ'nın varlığı,
birliği, azameti, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in risâleti, namazın dünya ve ahirette kurtuluşa vesile
olduğu birer yüksek sedâ ile ilân edilmiş olmasın. Ne şerefli bir irşat vazifesi! Ezan ile ikamete dair bir
takım hükümler vardır. Şöyle ki:
l. Ezan, şu mübarek kelimelerden ibarettir.
“ALLAH'ü ekber, ALLAH'ü ekber, ALLAH'ü ekber, ALLAH'ü ekber
Eşhedü en lâ ilahe illALLAH, Eşhedü en lâ ilahe illALLAH
Eşhedü enne Muhammede’r-resûlüllâh, Eşhedü enne Muhammede’r-resûlüllâh
Hayye ale’s-salâh, Heyye ale’s-salâh
Hayye ale’l-felâh, Hayye ale’l-felâh
ALLAH’ü ekber, ALLAH’ü ekber lâ ilâhe illALLAH.”
Tanrı uludur. Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı'dan başka yoktur tapacak. Şüphesiz bilirim, bildiririm
Tanrı'dan başka yoktur tapacak. Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı'nın elçisidir Muhammed, şüphesiz
bilirim, bildiririm Tanrının elçisidir Muhammed. Haydin namaza, haydin namaza. Haydin felaha, haydin
felaha. Tanrı uludur, Tanrı uludur. Tanrıdan başka yoktur tapacak."
Sabah namazında iki kere "Hayye ale’l-felâh = Haydin felaha"- dan sonra iki kere:
1 Ezan, İslam’ın değişmez bir simgesidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, müslüman varlığının ve kimliğinin bir
göstergesidir. Aslî (özgün) dilinde okunması konusunda onbeş asırlık bir uygulama ve bir ittifak söz konusudur. Ezan’ın asıl
gayesi vaktin girdiğini bildirip, namaza davet olduğundan değişik dilleri konuşan müslümanların hepsine bu davetin
ulaştırılması, ancak yine hepsinin ortak bilincine hitap etmekle olur ki, bunun yolu da bilinen aslî lafızlarıyla okunmasından
geçer. Herkesin konuştuğu veya dilediği dilde ezan’ın okunması halinde birçok kargaşanın, çekişmenin ve bölünmenin ortaya
çıkacağı açıktır. Böyle bir uygulama beraberliği zedeleyeceği, toplumsal bütünlüğü bozacağı, ibadetlerden beklenen asıl gayeyi
ortadan kaldıracağı için de mahzurludur.
Ne ilginçtir ki: Memleketimizde cami cemaatının, namaz kılanların “Türkçe ezan” diye bir problemi ve isteği yoktur.
Cami ile, namaz ile uzaktan-yakından ilgisi olmayan, kimselerin ezan hakkında görüş belirtmesi normal mi?... Camiye
uğramayan, namaz kılmayan kimseyi ezan niçin ilgilendirir, anlamak mümkün değil! ALLAH hidayet versin. Amin.
Es-salâtü hayrün minen nevm = Namaz uykudan hayırlıdır” diye
okunur.
2. Erkekler tarafından gerek tek başına ve gerek cemaatle farz namaza başlanılacağı sırada ikamet
yapılır. Yani mübarek ezan kelimeleri aynen okunur. Şu kadar var ki iki kere "Hayyealel-felah"dan sonra
"Kad kameti's-salâtü kadkameti's-salat" denir ki, tercümesi "namaz başladı, namaz başladı"dır. Bu
"salat" kelimeleri üzerinde durulunca "salah" diye okunur.
Bir de ezanda her cümlenin arası bir duraklama ile ayrılır, ikinci cümlelerde ses biraz daha
yükseltilir ki buna "teressül" ve "irtisal" denir. İkamette ise duraklama yapılmaz, sürat gösterilir ki,
buna da "hadr" denilir.1
3. Cumadan başka bir farz için birden fazla ezan ve hiç bir farz için birden fazla ikamet meşru
değildir. Bu sebeple bir cami-i şerifte ezan ve ikametle vakit namazı alışılmış bir şekilde kılındıktan
sonra tekrar cemaatle veya tek başına bazı kimselerin kılacakları aynı namaz için ne ezan okunur, ne de
ikamet alınır. Vitir, bayram, teravih ve diğer nafile namazlarda ikamet yoktur.
4. Evde veya kırda kılınacak farz namazlar için de hem ezan hem de ikamet daha faziletlidir.
Bununla beraber, bunlar da yalnız ikamet ile yetinilebilir. Fakat ezan ile yetinmek mekruhtur.
5. Bir namaz için daha vakti gelmeden ezan okumak caiz değildir. Böyle bir ezanı iade lazım gelir.
Çünkü bununla vaktin geldiğini haber vermek faydası hasıl olmuş olmaz. Ancak İmam Ebû Yusuf ile
diğer üç mezhep imamlarına göre yalnız sabah namazı için vaktinden evvel ezan okunması caizdir.
6. Ezan ile ikametin arasını biraz ayırmak uygundur. Şöyle ki akşam ezanından sonra üç kısa âyet
okunacak kadar bir ara verilmeli, sonra ikamette bulunmalıdır. Diğer vakitlerde ise her iki rekatında
oniki âyet okunarak iki veya dört rekat namaz kılınacak kadar bir ara verilmelidir.
7. Ezan ve ikamet vakit namazları için sünnet olduğu gibi kaza na-mazları için de sünnettir. Çünkü
bunlar, vakitlerin değil, namazların sünnetlerindendir.
8. Birden fazla kaza namazları başka başka meclislerde kaza edil-diği takdirde, her biri için ezan
ve ikamet lâzımdır. Bir mecliste kaza edildiği takdirde ise her biri için ayrıca bir ezan ve ikamet daha
faziletli ise de -ilk kaza edilecek namaz için ezan ve ikamet getirildiği takdirde-diğerleri için yalnız
ikamet de yeterli olur.
9. İkamet ile namaz arasında yemek, içmek veya yıkanmak gibi bir şey vaki olsa, ikameti iade
etmek gerektir. Fakat ikamet alan kimse, ika-metten sonra sünnet kılsa veya imam ikametten sonra hazır
olsa, ikamet iade edilmez.
10. Müezzin olan şahsın sünneti bilen, takva sahibi olması müste-haptır. Cahillerin, fâsıkların ezan
okumaları mekruhtur.
11. Sarhoşun, deli ile henüz iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayı-ramayan çocuğun okuyacağı
ezanı iade etmek mendup veya vaciptir. Akıllı olan bir çocuğun ezan okuması da bir rivayete göre
mekruhtur.
12. Ezanı oturarak okumak mekruhtur. Ancak yalnız kendisi için okuyacak olursa o zaman mekruh
olmaz. Seferi olan kimseden başkası için ezanı binekli-vasıta içinde okumak da mekruhtur.
13. Ezanda telhin, yani ezan kelimelerini, harflerini caiz-sahih ola-cak şekilde okumamak
mekruhtur.
14. Kadınların, bunakların, cünüplerin ezan okumaları veya ika-mette bulunmaları mekruhtur.
Bunların ikametleri değilse de okudukları ezanlar iâde edilmelidir. Çünkü ezanın tekrar edilmesi cuma
gününde ol-duğu gibi meşrudur.
Abdestsiz kimselerin de ikamette bulunmaları mekruhtur.
15. Müezzin, cemaatin haline bakmalıdır. Cemaat bir namazın vaktiyle kılınmasını istediği
takdirde hemen ikamette bulunmalı, mahal-le reisi veya benzeri şahısların gelmelerini beklememelidir.
Çünkü bun-da riya, dalkavukluk ve cemaate eziyet vardır.
1 ÇOK ÖNEMLİ NOT: ... Ezan cezm edilir ve ikamet cezm edilir…." hadis-i şerifi hükmünce ezan ve
ikametin kelimeleri cezimlidir ki, gerek tekbirler, gerek diğer cümleler birbirine bitiştirilmemek üzere sonları cezimli olarak
okunur. Tekbirlerin bitiştirilmesi halinde "ekber" kelimesinin sonundaki "rı" harfi "ALLAH" lafzı celalindeki hemzenin "e"
sesinin nakledilmesiyle "a" yani, "ALLAH’ü ekberallahü ekber" şeklinde okunur. "ALLAHü ekberullahü ekber." şeklinde
okunması yanlıştır. Maalesef ezan okuyanların büyük bir kısmı bundan gafildir. (Nimet-i İslam)
16. Müezzin, ezanda ve ikamette ayakta olarak kıbleye yönelir. “ = Hayye
ale’s-salah = Haydin namaza.” derken sağ tarafa, “ = Hayye ale’l-felah = Haydin
felaha.” derken de sol tarafa döner. Minarede ise görülecek lüzuma göre sağ taraftan sol tarafa doğru
dolaşarak okur bitirir ve ezanda sesinin yükselmesine yardım etsin diye iki parmağının uçlarını iki
kulağına tıkamış bulunur.
17. Sesi yükseltmek, güzelleştirmek gibi bir özür, meşru bir gaye sebebiyle olmaksızın ikamet
esnasında tenahnüh = boğazı temizlemek mekruhtur. Ezan ve ikamet esnasında müezzinin söz
söylemesi de mekruhtur. Hattâ bu esnada kendisine verilecek bir selâmı bile almaz.
18. Ezan okunurken işitenlerin sözü kesmeleri, hatta Kur'an oku-yan kimsenin de durup ezanı
dinlemesi daha faziletlidir. Diğer bir görü-şe göre mescit içinde veya kendi evinde Kur'an okumakta
bulunan kimse, okumasına devam eder. Ancak kendi mahallesinin mescidinde ezan okunursa o zaman
devam etmez. Bununla beraber ezan esnasında işitenlerin söz söylemelerinin mekruh olmadığı da beyan
olunmaktadır.
19. Ezanı ve ikameti işiten kimsenin bunları kendi kendine mü-ezzin gibi okuması ve ancak
"Hayye ale’s-salâh, Hayye ale’l-felah" de-nirken kendisinin “ = Lâ havle ve lâ
kuvvete illa billah = Günahtan dönmek, çekinmek, itaata güçlü bulunmak ancak ALLAH Teâla'nın
koruması ile yardımı ile mümkün olur." demesi ve sabah ezanında müezzinin " =
Es-salâtü hayrun mine’n-nevm = Namaz uykudan hayırlıdır." demesine karşı da:
= sadakte ve berirte" yani “sadıksın, gerçeksin, doğru söylemiş
bulunuyorsun” diye karşılıkta bulunması müstehaptır.
Ezanı işiten kimse cünüp de olsa, bu şekilde karşılık verir. Çünkü bu, bir övgüdür. Fakat hayızlı ile
loğusa karşılık vermez. Zira onlardan fiilen bir karşılık verme olan namaz düşmüş olduğundan böyle
sözlü bir karşılık verme de düşmüş bulunur.
20. Ezanı işiten kimse, ilk “= Eşhedü enne Muhammeder-Resûlüllah
= Şehadet ederim ki Muhammed (S.A.V) ALLAH'ü Teâla'nın Rasûlüdür." denilirken "Sallallâhü aleyke yâ rasûlallâh" der ki, "ALLAH Teâlâ sana rahmet etsin ey ALLAH'ın Peygamberi" demektir.
İkinci defa "Eşhedü enne Muhammeden… denilirken:
Karret ayni bike yâ resûlallâh" der ki, "Gözüm seninle aydın olsun" mealindedir. Ve bunları derken baş par-maklarının tırnaklarını yahut şahadet parmaklarının uçları
içini öperek gözlerine sürer ki, bu bir müstehaptır. Bu, ikamette yapılmaz.
21. Ezanı işiten bir müslüman sonunda:
"ALLAH'ümme Rabbe hâzihi’d-da’veti’t-tammeti ve’s-salâti’l-kâimeti âti Muhammedeni’l-vesilete
ve’l-fazilete ve’d-derecete’r-refiate veb'ashü makamen Mahmudeni’l-lezi veadtehu. İnneke lâ tuhlifü’l-mîâd"
"ALLAH'ım! Ey bu tam davetin yani mübarek ezanın ve kılınmak üzere bulunan namazın
mukaddes Rabbisi! Peygamberimiz Hz.Muham-med (S.A.V)e vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan
et ve onu ken-disine va'd buyurmuş olduğun makamı Mahmud'a eriştir, şüphe yok ki sen vadinden
dönmezsin." diye dua etmelidir. Çünkü böyle dua eden, şefâate hak kazanmış olur, Fahri âlem Efendimiz kendisine şefâat edecektir.
Bu duada geçen "vesile"nin cennette bir yüce makam olduğu, "fazilet"in de yine yüksek bir
makam olduğu, "Makam-ı Mahmud"un da en büyük şefâat makamı olduğu beyan olunmaktadır. Böyle
bir duada bulunmak, Resûl-ü Ekrem (S.A.V)e muhabbetin kuvvetlice bağlılığın bir nişanesidir.
22. Beş vakitte ezan okunduktan sonra "namaz vakti" gibi bir ta-bir ile ayrıca nida edilmesine:
"Tesvib = tekrar i'lâm" denir. Görülen tembellikler, ihmaller sebebiyle böyle bir ihtar da yapılabilir.
Bunu, daha sonraki devirlerin alimleri güzel görmüşlerdir.
Kısacası, Ezan-ı Muhammedî müslümanlığın en büyük güzellikle-rinden biridir. Müezzin olan zat,
bütün âleme karşı Hak Teâlâ'nın varlı-ğını, birliğini, Resul-ü Ekrem (S.A.V)in Peygamberliğini ilân
eden, bütün insanları dünya ve ahiret kurtuluşuna davet eyleyen pek hayırlı bir insan demektir. Bunun
içindir ki Peygamber (S.A.V) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Müezzinin sesinin yetiştiği yerlere
kadar insan, cin ve başka hiç birşey yoktur ki onu işitip duymuş olsun da, kıyamet gününde
müezzin için güzel şahitlikte bulunmasın."1
Diğer bir hadisi şerifte: "İnsanların kıyamette en uzun boylusu müezzinlerdir."2 mealindedir.
Hazret-i Ömer (R.A.): "Eğer üzerimde halifelik vazifesi olma-saydı, müezzinlik yapardım."
demiştir.3 Bütün bunlar, müslümanlıkta hakka hizmetin, ALLAH adını yüceltmenin, hayrı istemenin ne
kadar kıymetli, şerefli birşey olduğunu göstermektedir.
İMAMLIK VE CEMAAT
145- Akıllı, bulüğ çağına ermiş, hür ve meşakkatsiz bir halde bir-likte namaz kılmaya gücü veimkanı olan erkek müslümanların toplanıp cemaatle cuma namazını kılmaları farz, diğer farz
namazlarını kılmaları da bir sünneti müekkededir.4
Cuma namazından başka farz namazların cemaatle kılınması Malikiler’e ve bir kısım Şafiler’e
göre de bir sünneti müekkededir. İmam Ahmet b. Hanbel, Ebû Sevre ve Davud-u Zahirî ile diğer bazı
müçtehitlere göre de vaciptir. Bu halde bir şahsın tek başına namaz kıl-ması haramdır. İbn-i Rüşd’e ve
İbn-i Bişr’e ve bir kısım Şafiîler’e göre de beldelerde bir farz-ı kifayedir. Her mescitte cemaatle namaz
kılın-ması ise sünnettir. Her bir ferdin cemaatle namaz kılması da mendupdur.
Hanbelî fıkıh alimlerinin beyanına göre esasen cemaatle namaz, mukim iken ve sefer halinde vâcib
olup namazın mescidlerde cemaatle kılınması ise sünnettir ki, bununla hem vâcib, hem de sünnet yerine
getirilmiş olur.
Cemaatin farzı ayn olduğu görüşünde olanlar da vardır.
146- Müslümanlıkta cemaatle namaz kılmaya büyük bir ehem-miyet verilmiştir. Büyük sevaba
ermek ve ihtilâftan kurtulmak için ce-maate devam etmelidir. Cemaat ne kadar çok olursa, fazilet de o
mertebede fazla olmuş olur. Bir hadisi şerif ve meali şöyledir:
"Cemaatle namaz kılmanın sevabı, tek başına namaz kılmanın sevabından yirmi yedi kat
fazladır."5
Cemaate devam, İslâm şîarından, iman alâmetlerindendir. Cemaatle kılınan namaz ile
müslümanların birliği, birbirine bağlılığı gösterilmiş olur, müslümanların arasında bir muhabbet, bir
dayanışma-yardımlaşma duygusu uyanır, bilmeyenler bilenlerden istifade eder. Salih kimselerle beraber
yapılan ibadetlerin, duaların ALLAH katında kabul edilmesi çok daha fazla umulur.
147- Cemaatle kılınan namazda kendisine uyulan zata "imam" denir. Bu zatın bu vazifesine de
"imamet" denilir. İmama uymaya, yani bir kimsenin kendi namazını imamın namazına bağlamasına
"iktida", "ittiba" adı verilir. Bu kimseye de "muktedi", "müttebi’", "me'mum" gibi adlar verilmiştir.
Kendi başına namaz kılana da "münferid" denir.
İmam, dinen kendisine uyulan şahıstır. Resul-ü Ekrem (S.A.V) Efendimiz, sahabe-i kiramına
imamlık yapmıştır. Daha sonra Hulefa-i Raşidîn (dört halife) de imamette bulunmuşlardır. İmamlığın
fazileti, müezzinliğin faziletinden daha fazladır. İkisini birden yapmak ise daha büyük bir fazilettir,
148- İmam olabilmenin başlıca şartları; Müslüman, bulûğ çağına ermiş, akıllı ve erkek olmak, doğru
düzgün Kur'an-ı Kerim okuyabilmek, özürlerden beri olmaktır. Bu sebeple kendisinde bu şartlar
bulunmayanlar imam olamazlar. Nitekim aşağıdaki meselelerden de anlaşılacaktır.
149- Cemaat arasında imamlığa en lâyık olan; sünnete âlim, yani fıkıh bilgisi olandır. Bunda
müsavi olsalar kıraatı daha güzel olandır. Bunda da müsavi olsalar, daha fazla müttaki olan, yani
haramdan kaçınandır. Bu üç vasıfta müsavi olsalar, yaşta büyük olandır. Bunda da müsavi olsalar,
yumuşaklılık, merhamet ve haya gibi ahlak itibarıyla daha mükemmel olandır. Bu hususta da müsavi
olsalar, yüzce, sonra nesebce, sonra sesce, daha sonra elbise bakımından temizlikçe güzel olandır.
Bunların hepsinde de farz edelim ki müsavi olsalar, aralarında kura çekilir. Bütün bunlar, imamlığa
verilen kıymet ve ehemmiyetin büyüklüğünü gösterir. Bunun içindir ki bu vazifeyi vaktiyle bulundukları
yerlerde yönetimde bulunan kimseler üzerlerine almışlardı.
Bununla beraber cemaat arasında ev sahibi veya o mahallenin va-zifeli imamı bulunursa bunlar
tercih olunurlar, hatta aranılan vasıflar kendilerinde tamamen bulunmasa bile.
Başkasının evinde imam olacak kimse, onun izni ile imamlık ya-par. Başkasının evinde tek başına
namaz kılacak kimse de ev sahibinden izin istemelidir, daha faziletli olan budur.
150- Fâsık (haramları açıkça işlemeye devam eden) veya bid’at sahibi bir kimsenin imamlık
yapması tahrimen mekruhtur. Çünkü fasık, dinî işlerde laubali bulunur, İmam Muhammed ile İmam
Mâlik'e göre ise bunlara uymak esasen câiz değildir.
Bidat sahibine "mübtedi’" denir ki itikadı, ehli sünnet vel cema-atın itikadına muhalif bulunan
kimse demektir. Bid'at sahibine uymanın mekruh olmakla beraber caiz olması, itikadı kafir olmasını
gerektirme-diği takdirdedir. Eğer kafir olmasını gerektirirse bu uyma, bütün Hanefi-lerce de caiz olmaz.
Şefaati, kabir azabını, Hafaza meleklerini inkâr gibi.
151- Kölelerin, gayrımeşru çocukların imamlık yapmaları mek-ruhtur. Çünkü bunlar genellikle
cahil kimselerdir. Bilgili oldukları tak-dirde imamlıkta bulunabilirler.
Kör olan kimsenin imamlık yapmasında bir sakınca yoktur. Fakat görür kimselerin imamlığı daha
faziletlidir. Bununla beraber kör bir kimsenin imam olmasının mekruh olduğu görüşünde olanlar da
vardır. Çünkü özür sahibidir, elbisesinin temizliğine belki fazla dikkat edemez.
152- Erkeklerin kadınlara ve -sahih olan görüşe göre- büluğ çağına ermemiş çocuklara, akıllı
kimsenin bunak olana, Kur'an-ı Kerim'i güzel okuyanın ümmiye (okuyamayana), ümminin dilsize,
elbisesi temiz ola-nın temiz olmayana, avret yerleri kapalı olanın açık bulunana, özürsüz kimsenin
özürlüye, bir özür sahibinin başka bir özür sahibine uyması câiz değildir. Fakat özürleri bir olan
kimselerin birbirine uyması caizdir.
153- Kadının kadına imamlık yapması mekruh olmakla beraber caizdir.
Şayet kadınlar kendi aralarında cemaatle namaz kılacak olurlarsa imam olacak kadın, aralarında
durur, önlerine geçmez. Bu öne geçme de mekruhtur.
154- Abdestte ayaklarını yıkamış olan kimsenin ayaklarına mesh etmiş olan kimseye ve abdest
almış kimsenin teyemmüm etmiş kimseye, ayakta namaz kılanın oturarak namaz kılana, boyu düzgün
olanın rukû derecesinde kanbur olana uyması caizdir. Son üç durumda uymanın caiz olmasına İmam
Muhammed muhaliftir.
155- Farz namaz kılanın nafile veya başka bir farz namazı kılana uyması caiz değildir. Fakat nafile
namaz kılanın, farz namaz kılana uy-ması caizdir. Meselâ öğle namazını kılmış olan bir kimse, öğle
namazını kıldıran bir imama uyacak olsa, bu ikinci defa kılacağı namaz, bir nafile olarak caiz bulunur.
156- Bir kimsenin kendisini haklı yere istemeyen bir cemaate namaz kıldırması mekruhtur. Fakat
istenmemeyi gerektirici bir durum veya imamlığa daha ehliyetli bir zat bulunmadığı takdirde cemaatin
iste-memesine bakılmaz. Çünkü bu takdirde cemaatin istememesi gayri-meşru bulunmuş olur.
157- Mezhep farklılığı uymaya mani değildir. Yeter ki imam olan zat, namazın şartlarına,
rukûnlarına riâyet etsin. Şöyle ki müslümanlar, fıkıh bakımından mezhepleri farklı olsa da esasta bir
oldukları için birbirine uyabilirler. Bu hususta en faziletli olan, her müslümanın kendi mezhebinde
bulunan bir imama uymasıdır. Bu olmayınca diğer mez-hepte bulunup namazın farzlarına riayet eden
herhangi bir imama uyul-ması, tek başına namaz kılmaktan daha faziletlidir.
Şu kadar var ki bir müslüman, kendi mezhebine göre namazı boza-cak bir şeyin böyle bir imamda
bulunduğunu görüp bilirse, ona uyması sahih olmaz. Bir Hanefî'nin, burnundan kan aktığı halde
abdestini yenilemeden imamlığa geçen bir Şafiî'ye uyması gibi.
(Malîkiler ile Hanbeliler'e göre ise namazın sahih olması için şart olan şeylerde yalnız imamın
mezhebine itibar olunur, uyanın mezhebine bakılmaz. Bu sebeple bir Maliki veya Hanbelî, başının
tamamını mesh etmemiş olan bir Şafiî'ye veya Hanefî'ye uysa namazı sahih olmuş olur. Çünkü böyle bir
mesh, her ne kadar Maliki ve Hanbelî mezheplerince sahih değilse de Hanefî ve Şafiî mezheplerince
sahihtir.)
158- İmam olan zat, cemaati nefret ettirecek şeylerden sakınma-lıdır. Meselâ bir imamın kıraati
veya tesbihleri cemaate ağırlık verecek derecede uzatması doğru değildir. Bu hususta sünnetin en az olan
mertebesi ile yetinmelidir. Çünkü bu uzatma cemaati nefret ettirir, bu da mekruhtur. Cemaatle kılınacak
bir namazın sevabı daha fazladır. Bu sevaptan başkalarını mahrum bırakmaya sebebiyet vermek münasip
ola-maz. Ancak cemaat, bu uzatmaya razı olurlarsa, o zaman mekruh olmaz.
Bununla beraber cemaatin rükû, secde tesbihlerini ve ka'de (otu-ruş)ları sünnet üzere
tamamlamalarına meydan vermeyecek tarzda ima-mın acele davranması da mekruhtur. Cemaatin
yetişmesi için imamın rükûyu uzatması da mekruh bulunmaktadır.
159- İmamın kendisine kolay gelen âyetleri, sûreleri okuması va-ciptir. Henüz kuvvetlice
ezberlememiş olduğu âyetleri okumamalı, cemaati hatırlatma yapmaya mecbur bırakmamalıdır. Şöyle ki
imam bir âyette yanılır, hatırlayamazsa bakılır; eğer sünnet miktarı veya namazın caiz olacağı kadar
kıraatte bulunmuş ise hemen rükûya gitmelidir, ya-nıldığı yeri cemaatten birinin söylemesi için
beklememelidir. Bu miktarı okumamış ise başka bir âyete geçmelidir.
160- İmamın cemaatten en az bir arşın (yaklaşık 68 cm.) miktarı yüksek veya alçak bir yerde durup
namaz kıldırması mekruhtur. Ancak kendisiyle beraber cemaatten bir kaç kimse bulunursa, o zaman
mekruh olmaz.
161- İmam ile uyan kimsenin yerleri hükmen bir olmalıdır. Bu se-beple aralarında yüksek boylu
bir duvar olup imamın görülmesi veya sesinin işitilmesi mümkün bulunmasa uyma sahih olmaz.
Aynı şekilde imam ile uyan kimse arasında veya imama uyan ile öndeki saf arasında uzaklık
bulunsa bakılır; eğer namaz mescit dışa-rısında kılınıp aradaki mesafe, bir saf bağlanacak miktardan az
ise uyma sahih olmuş olur. Fakat bundan fazla ise sahih olmaz. Fakat namaz mescit içinde kılınmakta
ise, bu uzaklık ne kadar olursa olsun, uymanın sahih olmasına mani değildir. Bununla beraber bazı
alimlere göre mescit, Beyt'ül-makdis mescidi (Mescid-i Aksa) gibi pek geniş olursa saflar birbirine
bitişmeksizin mescidin en uzak bir tarafında durarak imama uyulması caiz olmaz.
162- İmam binitli, uyan râcil = yayan bulunsa veya başka hayvan-lara veya gemilere binmiş
bulunsalar, mekânın farklı olması sebebiyle uyma sahih olmaz.
Aynı şekilde camide veya başka bir yerde imam ile uyan kimse arasında kayık geçecek büyüklükte
bir ırmak veya araba yürüyecek genişlikte saf tutulmayan bir yol bulunsa uymaya mani olur.
163- Cemaate kavuşmak için koşa koşa yürümek mekruhtur, tazime aykırıdır. Bu gibi
hareketlerden daima sakınmalıdır.
164- Cemaatin birçok kişi olması mutlaka lâzım değildir. Bir kişi ile de cemaatin fazileti meydana
gelir. Hatta uyan kişi bir kadın veya bülûğ çağına ermemiş bir çocuk olsa bile. Bu sebeple evde aile
fertleriyle beraber cemaatle kılınan namaz da, tek başına kılınan namazdan kat kat daha faziletlidir.
Fakat dinen geçerli bir özür bulun-maksızın evde cemaatle namaz kılıp camiye gitmemek, bid’at ve
mekruh olmaktan uzak görülmemektedir. Mescitlerde, camilerde cemaatle kılınan namazların fazileti
daha fazladır. 146 ncı meseleye de müracaat!
165- Namazda imama uyan, bir kişi ise imamın sağında durur. İki ve daha fazla ise imamın
arkasında dururlar. Mekruh olmayan duruş budur. Cemaatin imamdan ileri durması ise caiz değildir. Bu
hususta secde yerine değil, ayakların yerine itibar olunur. İmamın ayak topuklarının cemaatin
topuklarından ileri olması yeterlidir.
(İmam Mâlik'e göre cemaatin imamdan ileri durması, mekruh ise de namazın caiz olmasına mani
değildir.)
166- İmama uyan kimse, imama uymaya niyet etmiş olmalı ve kıldıkları farz namaz aynı olmalıdır.
Bu sebeple bir kimse, bir imama uymaya niyet etmeksizin uysa veya kendisi meselâ, öğle namazını
kılmak istediği halde, imam ikindi namazını kıldırmakta bulunsa uyması caiz olmaz.
167- İmamın sesi kâfi gelmezse cemaatten biri tarafından iftitah ve namaz içindeki tekbirler seslice alınır ve rükûdan kalkarken seslice " Rabbena ve lekel hamd" denilir ve seslice selâm verilir. Bu,
bir "tebliğ ve i'lâm"dır. Şu kadar var ki tekbirler alınırken iftitah ve namaz içindeki tekbir niyeti ile alınmalıdır, sadece i'lâm (duyuru) için alınmamalıdır. Eğer ilk tekbir ile tahrimeye, namaza başlamaya niyet edilmezse bunu
alan, namaza başlamış olamaz, diğerleri de tesbih (semiALLAH’ü limen hamideh), tahmid (Rabbena ve lekel hamd), namaz içindeki tekbirler niyeti ile alınmazsa sevaptan mahrum olmaya sebep olur. İma-mın sesi yeterli olduğu takdirde ise bu duyuruya ihtiyaç kalmayacağından, bu mekruh olmuş olur. Buna müezzin olan şahıslar
dikkat etmelidirler.
168- İmam, birinci selâmı ikinci selâmdan daha yüksek bir ses ile alır ki bu, onun için bir sünnettir. Çünkü
seslice selâm alınması cemaate bir duyuru demektir. Bu duyuruya ihtiyaç ise, daha fazla birinci selâmda görülür.
169- İmam selâm verince uyan da tahiyyatı bitirmiş ise selâm verir, salât-ü selâm ile duayı
bitirmek için selâmı tehir etmez. Tahiyyat’ı bitirmeden selâm vermesi de caizdir.
170- İmam, namazdan sonra iki tarafa selâm verirken "= Aleyküm" kelimesiyle Hafaza
meleklerini ve bütün cemaati kasteder. Cemaatten her biri de sağ tarafına selâm verirken o taraftaki
melekler ile cemaati ve o tarafta veya hizasında ise, imamı kasteder. Sol tarafına selâm verirken de o
taraftaki melekler ile cemaati ve o tarafta ise imamı kasteder. Onlara selâm vermiş olur. Tek başına
namaz kılanlar da bu selâmlar ile yalnız Hafaza meleklerini kastederler.
171- Cemaat, selâmdan sonra:
“ALLAHümme ente's-selâmü ve minke's-selâm, tebarekte ya zelcelâli ve'l-ikram.”
"İlâhî! Sen selâmsın, bütün noksanlardan berisin, dünya ve ahiret selâmeti de senin inayetinle
meydana gelir. Sen Mukaddes'sin! Ey celâl ve ikram ile vasıflanmış olan Ma'bud'um!" cümlesi
okununcaya kadar yerlerinde durur.1 Sonra kalkıp sünneti veya duayı başka münasip bir yerde
tamamlarlar. Bundan fazla, yerlerinde durmaları mekruh olmaktan beri değildir. Farzdan sonra safı
bozmaları müstehaptır. Tâ ki sonradan gelenler, bunları hâlâ farzda sanmasınlar.
172- İmam, selâm verince bakılır; eğer namaz bitmiş ise serbesttir. Dilerse sağ tarafına ve dilerse
sol tarafına döner. Kıbleyi sağ veya sol tarafına alır, o şekilde oturur ve dilerse çıkıp işine gidebilir. Ve
dilerse cemaate döner. Ancak henüz safların, birinde karşısına denk gelen namaz kılan bir kimse
bulunursa, o zaman dönmez. Çünkü namaz kılanın yüzüne karşı oturmak mekruhtur. Fakat namaz
bitmeyip kılınacak sünnet bulunursa imam, " ALLAH'ümme ente’s-selâm…"
denilinceye kadar yerinde durur, sonra kalkar, sağa, sola, ileriye veya geriye çekilerek o sünnet namazını
kılar. Eğer kendisini bir şey meşgul etmeyecek ise bu sünneti gidip evinde kılabilir. Çünkü sünnetlerin
evde kılınması daha faziletlidir. Şu kadar var ki cemaatin yanlış bir düşünceye kapılması muhtemel ise
sünnetleri eve gitmeden kılmalıdır.
173- Tek başına namaz kılanlara gelince bunlar farz namazları kıldıkları yerde durabilirler,
sünnetleri de orada kılabilirler.
Şu kadar var ki nafile namazları başka bir tarafa çekilip kılmaları daha güzeldir.
174- Cemaat, imama kıyam, rukû secde gibi fiilî rukûnlerde ve "Sübhaneke" ile "Tesbihat ve
Tahiyyat" gibi zikri hususlarda uyar. Fakat okumakla yerine getirilen bir rukûn olan kıraatte uymaz.
Mutlaka susar, imamın sesli olan kıraatini dinler.
Bu, İmam-ı Â'zam ile Ebu Yusuf'a göredir. Bu iki imama göre sesli okunan namazlarda cemaatin
okuması tahrimen mekruh olduğu gibi sessiz okunan namazlarda da cemaatin okuması böylece
mekruhtur. İmam, cemaate reislik etmektedir. Bu sebeple imamın kıraati cemaatin de kıraati demektir.
Nitekim bir hadis-i şerifte:
"Her kim imamla beraber namaz kılarsa, imamın kıraati onun da
kıraatidir."2 buyrulmuştur.
Fakat İmam Muhammed sessiz okunan namazlarda cemaatin de kıraatte bulunmasını caiz
görmüştür.
(İmam Mâlik'e göre gizlice kıraat olunan namazlarda imama uyan da gizlice kıraatte bulunur. Bu
güzel görülmüştür. İmam Ahmed'e göre gizlice okunan namazlarda imama uyan da gizlice kıraatte
bulunur. Bundan başka imamın sesli okuduğunu cemaatten herhangi biri işitmezse kendisi de kıraatte
bulunur, bu vaciptir. Fakat işitirse kıraatte bulunması caiz olmaz. İmam Şafiî'ye göre de gizlice okunan
namazlarda imama uyan Fatiha'dan başka âyetler de okur. Sesli okunan namazlarda ise imama uyanın
1 ÖNEMLİ NOT: Sahih hadis-i şeriflerde önce üç kere istiğfarın yapılması, sonra bu duanın okunması yazılıdır. Eksik olarak
yapılan bu sünnetin tam olarak yapılmasına dikkat edelim. Bak: Müslim, Mesacid: 135, 1/414
2 İbn-i Mace; İkame:13; No:850; 1/277, A. b. Hanbel; No:14233; 3/339, Darakutni; Salat; No:1; 1/323
yalnız Fatiha'yı gizlice okuması icap eder. Ancak rekatın kaçırılmasından korkacak olursa o zaman
okuması gerekmez.)
175- İmam, namaza başlamak için tekbir alırken ellerini kaldırmasa veya "Sübhaneke"yi okumasa
veya rükû, secde tekbirlerini ve bunlardaki tesbihleri veya " SemiALLAH’ü limen
hamideh" demeyi veya "tahiyyat" ile selâmı terk etse, veya "teşrik" tekbirini almasa cemaat bunları yapar,
bu dokuz hususta imama uymaz.
İmam Muhammed'e göre imam, "Sübhaneke"yi terk edip Fatiha'yı okuduktan sonra sureye başlamış
olsa, artık cemaatte "Sübhaneke"yi okumaz.
176- İmam kunut duasını, bayram tekbirlerini, birinci ka'de (otu-ruş)u, tilâvet ve sehiv secdelerini
terk etse, cemaat de terk eder. İmam bir secde fazla yapsa veya bayram tekbirlerini Ashâb-ı Kiram'dan
ri-vayet edilen miktardan fazla alsa veya cenaze namazında dörtten fazla tekbir alsa veya yanılarak
beşinci rekata kalksa, cemaat bu hususlarda imama uymaz. Beşinci rekata kalktığı takdirde bakılır; eğer
imam, dör-düncü rekattan sonra ka'de yapmış ise cemaat oturarak bekler. İmam derhal dönüp teşehhüdü
iade etmeksizin selâm verirse cemaatte beraber selâm verir. Fakat beşinci rekat için de secdeye varırsa
cemaat kendi başına selâm verip namazdan çıkar. Şayet imam, dördüncü rekatı müte-akip ka'de
yapmamış ise cemaat yine bekler, eğer imam derhal ka'deye dönüp daha sonra selâm verirse cemaatte
beraber selâm verir. Fakat imam, beşinci rekatın secdesini de yapmış olursa hepsinin namazı bozulmuş
olur. Cemaatin kendi kendilerine teşehhüdü ve selâmı fayda vermez.
177- Vitir namazında cemaat, daha kunutu bitirmeden imam rükûya varsa, cemaat de varır. Ancak
kunuttan henüz bir şey okumamış olursa, o takdirde cemaat imam ile beraber rükûyu kaçırmayacak miktar bir
şey okur.
178- İmam, kunutu unutup rükûya gittiği halde cemaat ona uyma-makla imam, başını kaldırıp kunut
duasını okuduktan sonra tekrar rükûya gitmekle cemaatte kendisine tâbi olsalar, cemaatin namazı bozulmuş
olur.
179- Cemaatle kılınan namazlarda safların muntazam olmasına, aralarında açıklık bulunmamasına
dikkat edilir ve imam olan zat, buna dikkat eder. Safların en faziletlisi birinci saftır, sonra sırası ile ikinci
üçüncü ve diğer saflardır. İmama yakın bulunmanın fazileti pek çoktur.
180- Cemaatten birinin saf arkasında yalnızca durup imama uyma-sı mekruhtur. Ancak saf
arasında sokulup namaza uyacak bir yer bulun-mazsa o zaman mekruh olmaz.
181- İmamı rukû halinde bulan kimse kendisine uymak için ilk saflara gideceği takdirde rekatı
kaçıracağından korkarsa son safa durarak imama uyar, saflardan birine katılmaksızın kendi başına
yalnızca bir yerde durup imama uymaz. Hatta rekat kaçırılacak olsa bile.
182- Namaz kılanın önünden geçmek mekruhtur. Ancak önünde sütre gibi veya ağaç veya direk
gibi bir araya giren bir şey bulunursa o zaman mekruh olmaz. Bu mekruh olma durumu kırlarda, büyük
mescit-lerde namaz kılanın secde edeceği yerden geçmek halindedir. Çünkü böyle büyük yerlerde namaz
kılanın önünden hiç geçilmemesinde meşakkat vardır. Evlerde, küçük mescitlerde ise namaz kılanın
herhangi bir şekilde önünden geçmesi ile olur.
İmamın karşısında bulunan bir sütre, araya giren bir şey, cemaat için de yeter. Nitekim evvelce de
beyan olunmuştur.
183- Yüksek veya aşağı bir yerde namaz kılanın önünden, geçildi-ği takdirde bakılır; eğer geçen
kimse ile namaz kılanın bazı uzuvları ara-sında aynı hizada olma, bir karşılaşma bulunursa, geçen kimse
günahkâr olur, yoksa olmaz. Fakat bununla hiç bir vakit namaz bozulmuş olmaz.
Bir görüşe göre geçenin aşağı yarısı, namaz kılanın yukarı yarısı ile aynı hizada olsa, yine mekruh
olmuş olur. Yerde namaz kılanın önünden ata binmiş bir kimsenin geçmesi gibi.
184- İmam, her nasılsa abdestsiz olarak namaz kıldırmış olduğunu daha sonra, yani cemaat
dağıldıktan sonra anlayacak olsa, bunu cemaata imkân dairesinde haber vermesi icap eder. Diğer bir
görüşe göre icap etmez.
185- Bir imamın, meselâ köyde bulunan akrabasını gidip görmek için veya bir musibetten dolayı
veya sadece bir istirahat için senede bir kere bir hafta kadar imamlık hizmetini terk etmesi dinen, örf ve
adete göre uygun görülmüştür.
186- Bir mazeret bulunmadıkça cemaate devam etmelidir. Devam edilmemesini mubah kılacak
mazeretler ise teyemmümü mubah kılacak derecede olan hastalıklardır, felçli olmaktır, yürümeye mani
olacak derecedeki ihtiyarlıktır, körlüktür, şiddetli yağmur, çamur, soğuk ve karanlıktır, haksız yere bir
kimsenin saldırısına uğramak korkusudur, yanından ayrıldığı takdirde zarar göreceğinden korkulan bir
hasta bakıcı-lığında bulunmaktır, hazırlanmış olan bir yolculuk işleriyle uğraşmaktır .
Dinî meseleler ve kitap telifi ile uğraşmak, meselâ fıkıh öğrenip öğretmek de bu kısımdandır. Şu kadar
var ki, bu meşguliyyet yüzünden cemaati devamlı terk etmek doğru değildir. Sadece tembellik ve
önemsememe neticesi olarak cemaati terk edip duran bir kimse ise tazir cezasına müstahak olur, şahadeti
kabul edilmez. İmamın bidatçı olmasından dolayı cemaati terk eden kimse ise tazir cezasına müstahak olmaz.
Cemaate devam etmek istediği halde makbul bir özür sebebiyle düzenli bir şekilde devamdan mahrum kalan
kimse de niyetine göre cemaat sevabına nail olur.
KADINLARIN MUHAZATI (AYNI HİZADA BULUNMASI)
187- Cemaat, farklı şahıslardan ibaret olunca imamın arkasında evvelâ erkekler, sonra erkekçocuklar, sonra da kadınlar saf bağlarlar. Bu tertibe erkekler ile erkek çocukların riayetleri sünnettir,
erkekler ile kadınların riâyetleri ise farzdır .
Bu sebeple bir kadın veya büluğ çağına yaklaşmış olan bir kız çocuğu bir erkeğin önünde veya tam
hizasında aynı namazı cemaatle kılacak olsa, erkeğin namazı bozulur. Buna "muhazatı nisa = kadınların
erkekler ile bir hizada bulunması" meselesi denir. Bu muhazat-tan dolayı namazın bozulması
için şöylece on şart vardır:
1. İmam olan şahıs, kadınlar için imamlığa niyet etmiş bulunma-lıdır. Çünkü böyle bir niyet
bulunmazsa kadınların imama uymaları sa-hih olmaz ki onların muhazatı erkeklerin namazlarını
bozabilsin. Yalnız cenaze namazında bu niyete lüzum yoktur. Bir de bazı alimlere göre cuma veya
bayram namazlarında da kadınların imama uymaları için bu niyet şart değildir.
2. Erkekten ileri veya onun tam bitişiğinde namaz kılan kadın, mahrem olsun olmasın, büluğ
çağına ermiş veya yaklaşmış olmalıdır. Dokuz yaşındaki bir kız, sekiz veya yedi yaşında olup gelişmiş
olan bir kız da büluğ çağına yaklaşmış sayılır .
3. Kadın veya kız, namazı anlayacak bir halde bulunmalıdır. Bu sebeple namazın ne olduğunu
bilmeyip sadece cemaate uyan deli bir kadının muhazatı namazı bozmaz.
4. Muhazat kıyam veya rukû gibi bir rükün miktarı devam etme-lidir. Bu, İmam Muhammed'e
göredir, İmam Ebû Yûsuf'a göre böyle bir rükün bizzat eda edilmiş olmalıdır. Bu sebeple hemen
muhazat bulun-makla namaz bozulmaz.
5. Muhazat, rukû ve secde ile kılınır bir namazda bulunmalıdır. Bu sebeple cenaze namazında ve
tilâvet secdesindeki muhazat bunların sahih olmasına mani değildir.
6. Namaz, erkek ile onun hizasında bulunan kadın arasında iftitah tekbiri itibarıyla müşterek
olmalı, yani kadın, ya hizasında bulunduğu erkeğin iftitah tekbirine, kendi iftitah tekbirini bağlayarak
ona uymuş olmalı veya bu erkek ile beraber iftitah tekbirini üçüncü bir kişinin iftitah tekbirine bağlamış
bulunmalıdırlar. Bu sebeple erkek ile kadın aynı namazı yan yana durarak tek başlarına kılsalar veyahut
yalnız biri imama uyup diğeri tek başına kılacak olsa, namazları bozulmuş olmaz.
7. Namaz, erkek ile kadın arasında eda itibarıyla müşterek olma-lıdır. Şöyle ki kadın, ya hizasında
bulunmuş olduğu erkeğe veya her ikisi diğer bir erkeğe uymuş, aynı namazı beraber kılar bulunmuş
olmalıdırlar.
Bu sebeple erkek ile kadın, bir veya birkaç rekat kılındıktan sonra imama uyup da imamın
selâmından sonra kalkarak kaçırmış oldukları rekatları kılarken aralarında muhazat meydana gelse,
bununla namaz bozulmuş olmaz. Çünkü bunlara "mesbuk" denir. Mesbuk ise kendi başına kıldığı
rekatlarda tek başına sayılır.
8. Erkek ile kadının yerleri bir olmalıdır.
Bu sebeple bunlardan biri, meselâ mescidin zemininde, diğeri de en az bir adam boyu yüksek bir
mahfilde tam birbiri hizasında bir vaziyette bulunarak cemaatle namaz kılsalar, bu muhazat, namazın
sahih olmasına mani olmaz.
9. Erkek ile kadının yönleri bir olmalıdır. Bu sebeple Kâ'be-i Mükerreme'nin içerisinde her biri
başka bir yöne yönelerek cemaatle namaz kılarken aynı hizada bulunsalar, bu namazı bozmaz.
10. Erkek ile kadının arasında, araya giren herhangi bir şey bulunmamalıdır.
Bu sebeple aralarında direk gibi bir şey veya bir insan sığacak kadar bir açıklık bulunursa muhazat,
Kısacası, bu on şart toplanınca muhazat erkeklerin namazını bozar. Şöyle ki imama uyan kadınlar,
erkeklerin safı önünde bir saf teşkil etse-ler, bütün bu erkeklerin namazları bozulur. Erkeklerin arasında
üç kadın bulunsa, bunların hem sağ ve hem sol yanlarındaki birer erkeğin, hem de arka taraflarındaki her
saftan üç erkeğin namazları bozulur. Aradaki kadınlar iki olursa yanlarındaki birer erkek ile arka
taraflarındaki yalnız iki erkeğin namazı bozulur. Daha arkadakilerin namazlarına bir şey ol-maz. Aradaki
kadın, bir tane olunca sağ ve sol tarafındaki birer erkek ile arka tarafındaki saftan bir erkeğin namazı
bozulur, başkalarının namaz-ları bozulmaz. Namazları bozulan erkekler, kadınlar ile diğer erkekler
arasında birer engel mesabesinde bulunmuş olacaklarından, artık bu bo-zulma başkalarının namazlarına
tesir etmez.
Erkeklerin namazlarını böyle bozan, huzurlarını kaçıran kadınlar ise şüphe yok ki bundan dolayı
günahkâr olmuş, Hak Teâlâ'nın azabına lâyık bulunmuş olacaklardır.1
Bu sebeple böyle namazın bozulmasına sebebiyet vermekten kaçınmalı, İslâm terbiyesine riayet
etmeli, yalnız yaşlı kadınlar, cemaate devam edecek olurlarsa mescitlerde, kendilerine tahsis edilecek
yerler-den ileri geçmemelidirler. Yoksa bekledikleri sevap, kazanacakları gü-nahı karşılayamaz. Zaten
aslında kadınların cemaate devam etmeleri mekruh olmaktan uzak görülmemektedir. Kadınların
mescitleri, evleri-nin içerisidir. Bir hadis-i şerifte:
"Kadınların namazlarının en faziletlisi, evlerinin içinde kıldıkları namazlardır"2 buyrulmuştur.
Kadınların namazları ile evlerini nurlan-dırmaları, kendileri için pek büyük bir şereftir. Nitekim bir
hadîs-i şerif-te de şöyle buyrulmuştur:
"Oturduğunuz yerleri, evlerinizi namaz ile, Kur'an-ı Kerim oku-makla nurlandırınız."3
NAMAZLARIN SURET-İ TATBİKİYESİ, YALNIZCA NASIL KILINACAĞI
188- Malum olduğu üzere namazlar farz, vacip, sünnet, müstehap kısımlarına ayrılmakta ve ikişer,üçer, dörder rekatlı bulunmaktadır. Bu namazlar evvelce yazdığımız farzlarına, vaciplerine, sünnetlerine
adabı-na riayet edilmek üzere şu şekilde kılınır.
1. Sabah namazları
Sabah namazının iki rekat sünnetini kılmak için "Niyet ettim bu-günkü sabah namazının sünnetinikılmaya" diye niyet edilir ve hemen eller yukarıya kaldırılıp " ALLAH'ü Ekber" diye tekbir
alınır. Daha sonra eller bağlanır " ... Sübhanekellahümme ve bi-hamdik ve tebareke’smük ve
teâlâ ceddük ve la ilahe gayrük" ile: Eüzü billahi
mine’ş-şeytani’r-racim. Bismillahirrahmanirrahim" ve Fatiha’yı şerife okunur, sonra "Amin" denir ve "bir
miktar" daha Kur'an okunur. Bu "miktar"dan maksat, en az bir sûre veya en az üç kısa âyet veya üç kısa âyet
uzunluğunda bir âyettir. Bu "bir miktar" tabiri yazılarımızda tekrarlanacaktır. Akabinde "ALLAH'ü ekber"
diye rükûya varılır, bu halde en az üç kere " = Sübhane rabbiye’l-azîm" denir. Sonra " SemiALLAH’ü limen hamideh" denilerek ayağa kalkılır, ayakta; "
Allâhümme rabbena ve leke’l-hamd" denir. Rüku ile secde arasındaki bu kıyama "kavme" denir ki, bunda eller
yanlara salıverilir. Daha sonra " ALLAH'ü ekber" diye secdeye varılır, secdede de üç kere "
Sübhane rabbiye’l-a'lâ" denir, sonra "ALLAH'ü ekber" denilerek kalkılır, bir tesbih miktarı oturulup
1 1 ÖNEMLİ NOT: Bu muhazat-ı nisa meselesine nerede olursa olsun mutlaka son derece dikkat etmek gerekir. Maalesef
Ka'be'de kadınlar-erkekler bu hususa hiç dikkat etmiyorlar. Bu mesele kendilerine hatırlatıldığında "Burası Beytullah" diyorlar.
Böyle şey olamaz, çok yanlıştır.
2 A. b. Hanbel; No:26030; 6/301
3 Beyhaki Şuabu’l-İman: Fi Tazimi’l -Kur'an: No:2033; 2/358
Deylemi Firdevs; Nun: No:6726; 4/245
yine "ALLAH'ü ekber" diye ikinci secdeye varılır, bunda da üç kere "Sübhane rabbiye’l-a'lâ" denir. Bununla bir
rekat bitmiş olur.
Bu ikinci secdeyi müteakip "ALLAH'ü ekber" denilerek ikinci re-kata kalkılır, tam ayakta yalnız
besmele-i şerife ile Fatiha’yı şerif'e ve bir miktar daha Kur'an okunur, birinci rekatta olduğu gibi rükûya
ve sec-deye varılır, ikinci secdeden sonra oturulur ki bu bir ka'dedir. Bunda " Ettahiyyatü lil'lahi" ve " ALLAHümme salli… ve bârik…" ve "… Rabbena Âtina fiddünya haseneten…" mübarek kelimeleri sonuna kadar okunur, sonra " Esselamü aleyküm ve rahmetüllâh" diye sağ tarafa, sonra da "Esselamü aleyküm ve rahmetüllâh" diye sol tarafa yüz çevirerek selâm verilir. Bununla da iki rekatlı namaz bitmiş olur.1
Bütün bu tekbirler, tesmi'ler, kıraatlar, hafiyyen, yani yalnız nama-zı kılan kimsenin kendisi
işitebileceği bir sesle gizlice yapılır.
Namazda erkekler ile kadınların ellerini nasıl kaldıracakları, nasıl bağlayacakları, rukû ile secdede
ve ka'delerde nasıl bir vaziyet alacakları ise "Namazın sünnetleri ve adabı" bahsinde bildirilmiştir.
Sabah namazının iki rekat farzına gelince, bunun için evvelâ erkeklere mahsus olmak üzere ikamet alınır, sonra
"bugünkü sabah namazının farzını kılmaya" diye niyet edilir ve eller kaldırılarak " ALLAH’ü Ekber"
diye namaza başlanır ve sünnetinde bildirildiği üzere kılınıp tamamlanır. Şu kadar var ki, sabah namazlarının farzlarında Fatiha'dan sonra biraz fazla Kur'an okunması sünnettir. Bu sünnetin en az mertebesi, kırk âyettir. Bununla beraber üç kısa âyet miktarı okunması da caizdir. Vaktin çıkmasından korkulduğu takdirde az âyet okunur, hattâ yalnız Fatiha ile veya birkaç âyet ile de yetinilebilir.
Tek başına namaz kılan, bu farzı kılarken tekbirler ile "Semial-lâhülimen hamideh" cümlesini ve
Fatiha ile Fatiha'dan sonra okuyacağı âyetleri sesli de okuyabilir.
2. Öğle namazları
Öğle namazının ilk dört rekat sünnetinin evvelki iki rekatı tam sabah namazının iki rekat sünnetigibi kılınır. Şu kadar var ki bunda "bu-günkü öğle namazının ilk sünnetine" diye niyet edilir ve bunda
ikinci rekattan sonraki oturuş, son ka'de değil, birinci ka'de olduğundan bu ka'dede yalnız "Ettehiyyatü
lillâhi…" okunur, sonra "ALLAH'ü ekber" denilerek ayağa kalkılır. Sübhaneke okunmaksızın yalnız
besmele ile Fatiha’yı şerife ve bir miktar daha Kur'an-ı Kerim okunarak yine yuka-rıdaki tarif üzere
rükûya, secdelere gidilir, daha sonra dördüncü rekat için "ALLAH'ü ekber" denilerek ayağa kalkılır,
bunda da yalnız besmele ile Fatiha’yı şerife ve bir miktar daha Kur'an-ı Kerim okunarak yine tarif üzere
rükûya secdelere varılır, daha sonra oturulur ki bu son ka'dedir. Bunda da "Ettehiyyatü lillâhi..." ile
"ALLAHümme salli... ve barik..." ve "Rabbena Âtîna..." duası tamamen okunup iki tarafa -yazdığımız
şekilde- selâm verilir. Ve böylece bu dört rekat sünnet kılınmış olur.
Öğle namazının dört rekat farzına gelince, sünnetten sonra namaza muhalif bir şey ile uğraşmadan ayağa
kalkılır, ikamet alınır, o günkü öğle namazının farzını edaya niyet edilir ve eller yukarıya kaldırılarak "ALLAH'ü Ekber" diye tekbir alınır, ilk iki rekatı, sabah namazının iki rekat farzı gibi kılınır. Şu kadar var ki bu iki rekattan sonraki oturuş, birinci ka'de olduğundan bunda yalnız "Ettehiyyatü lillâhi..." okunur, daha sonra "ALLAH'ü Ekber" denilerek üçüncü rekata kalkılır, yalnız besmele ile Fatiha’yı şerife okunarak -tarif edildiği şekilderükûya, secdelere varılır, sonra "ALLAH'ü Ekber" denilerek dördüncü rekat için ayağa kalkılır, yine besmele ile Fatiha sûresi okunarak rükûya, secdelere gidilir, daha sonra oturulur ki bu son ka'dedir. Bunda "Ettehiyyatü…" ile "ALLAHümme sallî... ve barik…" ve "Rabbena Âtina…" duası okunup iki tarafa selam verilir. Artık farz da kılınmış olur.
Öğlenin farzında okunacak âyetler, sabah namazında okunacak miktardan çoğunlukla az olur.
Öğlenin son iki rekat sünnetine gelince bu da "bugünkü öğle na-mazının son sünnetini kılmaya"
diye niyet edilip tamamen sabah nama-zının iki rekat sünneti gibi kılınır. Bu son sünneti, dört rekat
kılmak müstehaptır.2 O halde ya her iki rekatta bir selâm verilir yahut dört rekatın sonunda selam verilir.
Bu takdirde birinci oturuşta yalnız "Rab-bena âtina…" duası okunmaz. Üçüncü rekat için tekbir alınarak ayağa kalkınca yine "Sübhaneke'llahümme…" okunur. Ve bu son iki rekat da evvelki iki rekat gibi
1 Bu mübarek kelimeler için 131, 142 inci maddelere önemle bakınız!
2 Peygamberimiz (S.A.V.)in eşi Ümmü Habibe anamız (R.Anha)dan rivayete göre Peygamberimiz (S.A.V.): "Kim öğlen(in
farzın)dan önce ve sonra dört rekat namaz kılmaya devam ederse (o kimse) Cehennem ateşine haram kılınır."
buyurmuşlardır. Ebu Davud, Tatavvu: 7; Tirmizi, Mevakit: 198,200; Nesâi, Kıyamu’l-leyl: 56,67; İbn-i Mace, İkame: 105,
108; A. b. Hanbel: 5/418,420 6/63,148,326
kılınır. Tek başına namaz kılan, öğle namazının gerek sünnetlerinde ve gerek farzında tekbirler ile tesmi'
ve tahmidi ve kıraat ile diğer hususları sessizce yapar.
3. İkindi namazları
İkindi namazının dört rekat sünnetinin her iki rekatı, bir şef', yani müstakillen bir namaz gibidir.
Bu sebeple bu dört rekatın her şef'i, ta-mamen sabah namazının iki rekat sünneti gibi kılınır. Şöyle ki
evvelâ o günkü ikindi namazının sünnetini kılmaya niyet edilir, bu namazın ilk iki rekatı -tarif edildiği
şekilde- kılınınca oturulur, bu bir son ka'de de-mektir. Bunda "Ettehiyyatü…" ile beraber
"ALLAHümme salli... ve barik..." okunur, yalnız "Rebbena Atina…" duası okunmaz, sonra "ALLAH’ü
Ekber" denilerek üçüncü rekata kalkılır, "Sübhanekellahüm-me.." ile "Euzü" ve "Besmele-i şerife"den
sonra Fatiha’yı şerife ve bir miktar daha Kur'an-ı Kerim okunarak rükûya ve secdelere varılır. Daha
sonra tekbir ile dördüncü rekata kalkılarak yalnız Besmele-i şerife ile Fatiha ve bir miktar daha Kur'an-ı
Azim okunur. Sonra yine rükûya, secdelere varılır, daha sonra oturulur ki bu da son ka'dedir. Bunda
"Ettehiyyatü…" ile "ALLAHümme salli… ve ALLAHümme barik…" ve "Rabbena Atina…" duası
okunarak iki tarafa selâm verilir.
İkindi namazının farzına gelince, bu da tamamen öğle namazının farzı gibi kılınır. Yalnız niyet
değişir, yani o günkü ikindi namazının farzını edaya niyet edilir. Tek başına namaz kılan, ikindi
namazının sünnetini de, farzını da öğle namazı gibi sessizce eda eder.
4. Akşam namazları :
Akşam namazının üç rekat farzı, öğle, ikindi namazlarının ilk üç rekat farzları gibi kılınır. Şöyle ki
o günkü akşam namazının farzını edaya niyet edilip namaza tekbir ile başlanır, yukarıdaki tarif üzere ilk
iki rekatı kılınarak oturulur. Bu, birinci ka'dedir. Bunda yalnız "Ettehiy-yatü lillâhi..." okunur. Daha
sonra üçüncü rekata kalkılarak yalnız Bes-mele ile Fatiha’yı şerife okunur, sonra "ALLAH'ü Ekber"
denilerek rükûya secdelere varılır, daha sonra oturulur ki, bu da son ka'dedir. Bunda "Ettehiyyatü..." ile
"ALLAHümme salli... ve barik..." ve "Rabbena Atina…" duası okunarak iki tarafa selâm verilir.
Akşam namazının farzında vaktin darlığı sebebi ile kısa sureler okunur.
Akşam namazının sünnetine gelince, bu da "bu akşam namazının sünnetini kılmaya" diye niyet
edilip tam sabah namazının sünneti gibi kılınır, bu sünneti altı rekat olarak kılmak ise müstehaptır. Bu
halde her iki rekatta bir selâm vermeli ve aynı şekilde kılmalıdır. Bununla beraber dört rekatında bir
selâm verilip ikindi namazının sünneti gibi de kılı-nabilir. Bu fazla olan dört rekata "Evvabîn namazı"
adı verilir ki, pek sevaptır.1
Tek başına namaz kılan kimse, akşam namazının farzını da sabah namazının farzı gibi sesli
kılabilir.
5. Yatsı namazları
Yatsı namazının ilk dört rekat sünneti, tamamen ikindi namazının dört rekat sünneti gibi kılınır.
Dört rekat farzı da tamamen öğle, ikindi namazlarının farzları gibi eda olunur, iki rekat son sünnetine
gelince bu da tamamen sabah ve akşam namazlarının iki rekat sünnetleri gibi kı-lınır. Yalnız niyetler
değişmiş, yatsı namazının farzına, sünnetlerine niyet edilmiş olur.
Yatsı namazının son sünneti de dört rekat olarak kılınabilir. Bu halde tamamen ilk dört rekatı gibi
kılınır. Bununla beraber iki rekatta bir selâm vermek suretiyle de kılınabilir. Bu takdirde her iki rekatın
ka'desinde "Tahiyyat" ile "ALLAH'ümme salli… ve barik…" ve "Rabbena Atina…" duası da okunur.
Geceleyin kılınan nafile namazlarda daha faziletli olan da böyle iki rekatta bir selam vermektir. Tek başına
namaz kılan kimse, yatsı namazının farzını, sabah namazı gibi sesli de kılabilir.
6. Vitir namazı
Üç rekattan ibaret olan vitir namazı da şöylece kılınır; evvelâ o günün vitir namazını kılmaya niyet
edilir. Sonra "ALLAH’ü Ekber" de-nilerek namaza başlanır, "Sübhanekellahümme..." ve "Euzü" ile
"Bes-mele-i şerife"den sonra Fatiha sûresi ve bir miktar daha Kur'an-ı Kerim okunarak -tarif edildiği
şekilde- rükûya, secdelere varılır, sonra ikinci rekata kalkılıp yalnız Besmele ile Fatiha’yı şerife ve bir
miktar daha Kur'an-ı Azim okunarak yine rükûya, secdelere varılır, daha sonra oturulur ki bu, birinci
ka'dedir. Bunda yalnız "Ettehiyyatü lillâhi..." okunur, daha sonra "ALLAH'ü Ekber" denilerek üçüncü
rekata kalkılır, bunda da yalnız Besmele ile Fatiha’yı şerife ve bir miktar daha Kur'an-ı Kerim okunarak
1 Ebu Hureyre (R.A)den rivayet edildiğine göre Rasulullah (S.A.V) şöyle buyurdu: "Her kim akşam(ın farzın)dan sonra altı
rekat kılar ve arasında kötü söz konuşmazsa, o altı rekat o kimse için 12 senenin ibadetine muadil (denk) kılınır."
Tirmizi, Salât: 321, No: 435
daha ayakta iken eller kaldırılıp "ALLAH'ü Ekber" diye tekbir alınır, tekrar eller bağlanıp ayakta kunut
duası okunur, sonra "ALLAH'ü Ekber" diye rükûya, secdelere gidilir, daha sonra oturulur ki, bu da son
ka'dedir. Bunda da bildiğimiz şekilde "tahiyyat" ile "ALLAH'ümme salli… ve barik…" ve "Rabbena
Atina..." duası okunarak iki tarafa selam verilir. Sünnet olan kunut duası şudur:
ALLAHümme inna nesteinüke ve nestağfirüke ve nestehdike ve nü'minü bike ve netübü ileyke ve
netevekkelü aleyke ve nüsni aleykel hayra küllehü neşkürüke ve lâ nekfürüke ve nahleü ve netrükü men
yefcürük. ALLAHümme iyyake na'büdü ve leke nüsalli ve nescüdü ve ileyke nes'a ve nahfidü, nercû
rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bilküffari mülhik
İlahi! Biz muhakkak senden yardım diler, senden mağfiret diler, senden hidayet isteriz. Seni tasdik
eder, sana tövbe eder, sana itimat eyleriz. Ve seni bütün hayır ile senada, zikirde bulunur, nimetlerini
itiraf ile sana şükür ederiz, seni inkâr etmeyiz, sana isyan edip duranları alaşağı ederiz, terk ederiz.
Kendilerinden irtibatımızı keseriz.
Ya İlahi! Biz ancak sana ibadet ederiz ve senin manevi yakınlığına nail olmak için çalışır, koşarız.
Senin rahmetini umar, azabından da korkarız, şüphe yok ki senin azabın kafirlere erişicidir.
(İmam Şafiî'ye göre, vitirde kunut, Ramazan-ı şerifin son yarısına mahsustur. Rükûdan kalkınca
okunur. Şafiilerce vitir namazının en azı bir rekat, en çoğu da on bir rekattır.)
189- Vitir namazlarına dair bazı meseleler
1. Vitir namazı, yalnız Ramazan-ı şerif'te cemaatle kılınır. Ve imam olan zat, üç rekatta da
tekbirleri, tesmi'leri, kıraatı seslice yapar. Kunut duasını ise tercih edilen görüşe göre hem imam, hem de
cemaat sessizce okurlar. Ramazan-ı şerif'ten başka günlerde ise vitri cemaatle kılmak mekruhtur.
2. Mesbuk (imama birinci rekat kılındıktan sonra uyan) kimse, imam ile beraber kunutu okur.
Yetişememiş olduğu rekatları kaza edince artık kunut duasını okumaz. Mesbuk için ileride malûmat
verilecektir.
3. Bir kimse, vitir namazında şüphe edip üçüncü rekatta mı yoksa ikinci rekat da mı olduğunu
kestiremese bulunduğu rekatta kunutu okur, rükûdan ve secdelerden sonra kalkar, bir rekat daha kılar,
tekrar kunutu okur. Rükûdan, secdelerden sonra teşehhütte bulunur, selam ile nama-zını tamamlar. Şayet
birinci rekatta iken böyle şüphe etse, üçüncü rekat olması muhtemel olan her rekatta kunut duasını okur.
4. Vitirden başka namazlarda kunut duası okunmaz. Yalnız bir fitne, bir bela-musibet vaki olduğu
sıralarında sabah namazlarının far-zında kunut okunabilir.
(İmam Malik ve İmam Şafiî'ye göre her vakit sabah namazlarının farzında rükûdan sonra kavme
halinde kunut duası okunur. Bu kunut, Malikiler'e göre müstehap, Şafiiler'e göre sünnettir.)
5. Sabah namazlarında kunut duasını okuyan bir Maliki veya Şafiî'ye uyan bir Hanefî, susar,
kunutu okumaz. En kuvvetli olan görüş budur. Şayet okuyacak olursa gizlice okur.
6. Kunut duasını bilmeyen yalnız "Rabbena Âtina…" âyeti kerime-sini okuyabilir. Üç kere "
ALLAHümmağfirli -Ey ALLAH'ım! Beni mağfiret eyle!" de diyebilir. Üç kere "
Yarab!" demesi de caizdir.1
NAMAZLARIN CEMAATLE KILINMA ŞEKLİ
190- Yukarıda verdiğimiz malûmat münferidler yani, tek başına namaz kılanlar hakkındadır.Cemaat ile namaz kılanlar da şu şekilde harekette bulunurlar:
1. Cemaatten her biri imama uymaya niyet eder, meselâ "Niyet ettim bugünkü sabah namazının
farzını edaya, uydum şu imama" diye niyette bulunur. Sonra imam, ellerini kaldırır, aşikare "ALLAH'ü
Ekber" diye namaza başlar. Cemaat de ellerini kaldırarak gizlice "ALLAH'ü Ekber" deyip imam ile
beraber namaza başlarlar. Hepsi de "Sübhanekellahümme..." yi gizlice okurlar, sonra cemaat susar. İmam gizlice "Eüzü" ve "Besmele" okur, kıraatte bulunarak namazı kıldırır.
Şöyle ki sabah namazıyla akşam ve yatsı namazlarının ilk ikişer rekatlarında ve vitir namazının her
üç rekatında Fatiha’yı şerife ile Fati-ha'dan sonra okuyacağı âyetleri cehren, yani cemaatin işitebilecekleri şekilde aşikâr olarak okur, bütün tekbirleri, tesmi'leri ve selâmları aşikare yapar. Akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının üçüncü ve dördüncü rekatlarıyla öğle ve ikindi namazlarının bütün rekatlarında tekbirleri, tesmi'leri, selâmları aşikare, "Sübhaneke" ile kıraatı gizlice yapar.
2. İmam, sabah namazının ilk rekatında okuyacağı ayetleri, ikinci rekatta okuyacağı âyetlerden
ikide bir nisbetinde uzun bulundurmalıdır. Bu bir sünnettir. Bu, cemaatin birinci rekata yetişmesine
yardım eder.
3. Cemaat, tekbirleri gizlice alırlar, imam, rükûdan kalkarken aşika-re " SemiALLAH'ülimen hamideh" ve gizlice: Rabbena ve lekel hamd" deyince1 cemaat da gizlice yalnız "ALLAH'ümme Rabbena ve lekel hamd" yahut "Rabbena lekel hamd" derler. Ve imam ile beraber gizlice rükuda üçer kere "
Sübhane rabbiyel azim" secdelerde de,
üçer kere "Sübhane rabbiyel a'lâ" derler.
4. İmam ile cemaat, birinci ka'delerde yalnız "Tahiyyatı", ikinci ka'delerde de "Tahiyyat" ile beraber
" ALLAH'ümme salli… ve barik…" ile "Rabbena Âtina…" duasını gizlice okurlar, imam evvelâ sağ
tarafa, sonra da sol tarafa aşikare selâm verince, cemaat da bu şekilde birlikte gizlice selâm verirler. İmam
aşikare okuduğu Fatiha'nın sonunda gizlice " Amîn = kabul buyur Ey ALLAH'ım!" diyeceği gibi
cemaat da yine gizlice "âmîn" derler.
5. İmam, selam verdikten sonra müezzin aşikare
“ALLAHümme ente's-selâmü ve minke's-selâm, tebarekte ya zelcelâli ve'l-ikram” der 2, sünnet var
ise kılınır, daha sonra Rasul-ü Ekrem (S.A.V) Efendimiz’e salât-ü selâm okunur. Ya müezzin sesle veya
imam ile cemaatten her biri gizlice ayete’l-kürsi'yi okur, otuz üçer kere " Sübhanallah",
Elhamdülillah", "ALLAH'ü Ekber" derler. Bunların bu adedi, sağ elin
parmaklarıyla tespit edilebileceği gibi tesbih taneleriyle de tespit edilebilir. Yeter ki bir yan-lışlık
yapılmasın.
6. Yukarıdaki şekilde otuz üçer kere tesbih, tahmid ve tekbirden sonra müezzin, sesle
Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerike leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve âlâ külli şey'in kadir,
sübhane rabbiyel aliyyil a'lel vahhâb der, (imam ve) bütün cemaat da (dua edip bitiminde) iki ellerini
yüzlerine bereket umarak sürerler.
Tek başlarına namaz kılanlar da bunları okurlar. Bütün bunlar, namazların âdabından,
müstehaplarından bulunmaktadır. Bunlara riayet edenler, büyük sevaplara ereceklerdir.
7. Namazların yukarıdan beri yazdığımız vakitler, rukûnlar, rekat-lar dairesinde kılınması, Resul-ü
Ekrem (S.A.V) Efendimiz'den tevatür3 ile sabit ve bu hususta bin üç yüz şu kadar seneden beri her asırda
bütün ümmetin ittifakı gerçekleşmiştir. Peygamber Efendimiz (S.A.V):
1. İmam-ı A'zam'dan diğer bir rivayete göre imam " رَبَّنَا وَلَكَ الْحَمْدُ " demez.
2 Bak: Madde-171
3 Yalan üzerinde birleşmeleri aklen caiz olmayan bir topluluğun, yine kendileri gibi bir topluluktan görmeye veya işitmeye
dayalı bir şeyi haber vermeleridir. Böyle bir habere de mütevatir denir.
"Beni nasıl namaz kılar gördünüz ise, öylece namaz kılınız."1 diye emretmiştir. Bu sebeple
Peygamber-i Zi-şan'ımızın kılmış olduğu namaz-lara muhalif bir namaz, İslâm dininde asla muteber bir
namaz sayılmaz.
CUMA NAMAZI
191- Cuma, müslümanlarca bir bayram günüdür, bu mübarek gün-de müslümanlığın varlığı,birliği, güzellikleri açıkça ortaya çıkar. Bu hayırlı günde mükellef olan müslümanlar, camilerdemescitlerde
topla-nırlar, okunacak hutbeleri dinleyerek istifade ederler. Hep birlikte cuma namazını
kılarlar, sonra ya başka ibadetlerle meşgul olur veya birbirini ziyaret ederler, yahut günlük işleriyle
uğraşmaya tekrar başlarlar.
Bir hadis-i şerifte buyruluyor ki:
"Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, Cuma günüdür. Adem (A.S.) o gün yaratılmış, o gün
cennete konulmuş, o gün cennetten çıka-rılmıştır. Kıyamet de ancak Cuma gününde kopacaktır."2 Bütün
bu hâdiseler ise bir nice hayırları, hikmetleri toplamaktadır.
192- Resul-ü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz, hicreti seniyyeleri esna-sında Medine-i Münevvere'ye
yakın bulunan "Salim ibni Avf" yurdunda "Rânuna" denilen vadi içerisinde "Benî Salim mescidi"nde ilk
Cuma hutbesini okumuş, ilk Cuma namazını kıldırmıştır.
193- Cuma namazının vakti, tam öğle namazının vaktidir. Cuma namazı için minarelerde ezan
okunur, camiye gidilince evvelâ tam öğle namazının sünneti gibi dört rekat Cuma'nın ilk sünneti kılınır,
daha sonra cami-i şerif içinde bir ezan daha okunup minberde cemaate karşı bir hutbe okunur, bu hutbeyi
müteakip ikamet alınarak Cuma'nın iki rekat farzı cemaatle aşikare okuyuşla eda olunur. Bu farzdan sonra
da yine öğlenin ilk dört rekat sünneti gibi Cuma'nın son dört rekat sünneti kılınır, bundan sonra da "Zuhri
âhir" adıyla dört rekat daha namaz kılınır ki, buna dair ileride malûmat verilecektir. Bunu müteakip de
"vaktin sünneti" niyeti ile tam sabah namazının sünneti gibi iki rekat namaz daha kılınır.
194- Kendilerinde Cuma'nın farz olmasının şartları bulunan kimseler için iki rekat Cuma namazı farzı
ayn'dır. Cuma namazının diğer namazlardaki şartlardan başka kendisine mahsus on iki şartı daha vardır.
Bunların altısı, vücub'unun, yani farz olmasının, diğer altısı da edasının şartlarıdır.
CUMANIN FARZ OLMASININ ŞARTLARI
195- Cumanın bir şahsa farz olması için aşağıda yazıldığı şekilde altı şart vardır:1. Erkek olmaktır. Bu sebeple Cuma namazı, erkeklere farz olup kadınlara farz değildir.
2. Hürriyettir. Bunun için Cuma namazı, kölelere farz değildir. Mükâtep denilen (yani bir bedel
karşılığında azat edilmek üzere efen-disiyle bir anlaşma yapmış olan) köleler ile, kısmen azat edilmiş
olan kölelere ise farzdır.
3. İkamettir. Bu sebeple şer'an müsafir sayılan kimselere Cuma namazı farz değildir. Seferilik
bahsine müracaat!
4. Sıhhattir. Bu sebeple hasta olup Cuma namazına çıktığı takdirde hastalığının artmasından veya
uzamasından korkan kimseye Cuma na-mazı farz değildir.
Yürümekten âciz bulunan çok yaşlı kimseler de bu hükümdedirler. Hasta bakıcılığı da bunun
gibidir. Şöyle ki hasta bakıcısı, camiye gittiği takdirde hastanın zayi olacağından korkulursa, kendisine
cuma namazı farz olmaz.
5. Gözlerin selâmetidir. Bu sebeple Cuma namazı, kör olanlara farz değildir, hatta kaidleri, yani
ellerinden tutup götürecek kimseleri bulunsa bile. Bu İmam-ı A'zam'a göredir. İmameyn'e göre kaidleri
bu-lunan körlere Cuma namazı farzdır.
6. Ayakların selâmetidir. Bu sebeple kötürüm veya ayakları kesil-miş olan kimselere cuma namazı
farz değildir, hatta kendilerini yükle-necek kimseleri bulunsa bile.
Düşman korkusu, şiddetli yağmur, fazla çamur ve benzeri şeyler de cuma namazına gidilmemesini
mubah kılacak mazeretlerdendir.
Bununla beraber kendisinde bu altı şart bulunmayan bir kimse, meselâ bir kadın veya bir kör her
ne kadar kendisine Cuma namazı farz değilse de, camiye gidip cemaatle cuma namazını kılacak olsa,
vaktin farzını eda etmiş olur, artık o günün öğle namazını ayrıca kılmakla mükellef olmaz.
CUMANIN EDASININ ŞARTLARI
196- Cumanın edası için de aşağıdaki şekilde altı şart vardır.1. Cuma namazını, veliyyülemr'in veya vekilinin kıldırmasıdır. Şöyle ki Cuma namazını ya en
büyük veliyyülemr veya onun izniyle diğer bir şahıs kıldırmalıdır. Veliyyülemr veya onun izin vereceği
bir şa-hıs bulunamayan bir yerde, meselâ dar-ı harp'te müslüman cemaatin seçmeleriyle içlerinden biri
Cuma namazını kıldırabilir.
Hutbe okumaya izin, namaz kıldırmaya da izindir. Aksi de böy-ledir. Bunlara izni bulunan kişi, bir
özrü olsun olmasın yerine başkasını vekil tayin edebilir. Hatta böyle vekil tayin etmesi için kendisine
izin verilmiş olmasa bile. Fakat hatib'in huzurunda izni alınmaksızın başka-sının hutbe okuması caiz
olmaz.
2. İzn-i âm'dır. Yani muayyen bir yerde, bir cami-mescitte müs-lümanların toplanıp Cuma
namazını kılmaları için veliyyülemr tarafın-dan müsaade edilmiş olmalıdır. Muayyen bir cemaat, böyle
bir caminin kapısını kapayarak yalnız kendi başlarına cuma namazını kılmak isteseler, namazları caiz
olmaz. Fakat mescidin kapısı açık bırakılarak insanların gelmesine izin verildiği halde başkaları gelmese
de namazları caiz olur.
3. Vaktin devamıdır. Şöyle ki Cuma namazını kılabilmek için öğle vakti henüz devam etmekte
olmalıdır. Bu vakit çıktı mı artık cuma na-mazı ne eda ve ne de kaza şekliyle kılınamaz. O günün öğle
namazı da kılınmamış ise yalnız onu kaza lâzım gelir.
Daha cuma namazı kılınmakta iken vakit çıkacak olsa, yeniden öğle namazını kaza olarak kılmak
icap eder.
(İmam Mâlik'e göre cuma namazı, öğle vakti çıktıktan sonra da kı-lınabilir. İmam Ahmed'den bir
görüşe göre de cuma namazı, zeval (öğle) vaktinden evvel de kılınabilir.)
4. Cemaat bulunmasıdır. Şöyle ki Cuma namazı için cemaatin en az miktarı imamdan başka üç
kişidir. İmam Ebu Yusuf'a göre imamdan başka iki kişidir.
(İmam Mâlik'ten bir rivayete göre otuz, İmam Şafiî ile İmam Ahmed'in en kuvvetli rivayetine göre
de kırk kişidir.)
Cemaatin akıllı ve erkek olması ve İmam-ı A'zam'a göre hiç ol-mazsa birinci secdeye kadar hazır
bulunması da şarttır. Bu sebeple yalnız kadınların veya çocukların veya birinci secdeden evvel dağılan
kimselerin bulunması ile cuma namazı kılınamaz. Cemaatin bulunması, İmameyn'e göre iftitah tekbirine
kadar, İmam Züfer'e göre de ka'dede teşehhüt miktarı duruncaya kadar lâzımdır. Cemaat bundan evvel
dağıla-cak olsa, geri kalan bir veya iki kişinin öğle namazını kılması icap eder.
Fakat cemaatin mukim veya hür olmaları şart değildir. Hattâ seferi veya köle olan bir müslümanın
cuma namazında imam olması bile sahihtir.
5. Cumanın farz olan namazından evvel hutbe okunmasıdır. Şöyle ki vaktin girmesinden sonra bir
cemaatin huzurunda bir hutbe okunması lâzımdır. Bu sebeple hutbe okunurken cemaat bulunmayıp da,
daha sonra namazda bulunacak olsa, namazları caiz olmaz.
Cemaatin hutbeyi işitmeleri şart değildir. Sadece hazır bulunmaları kâfidir. Hutbe esnasında bir
mükellef erkeğin, hatta seferi olsa bile, bu-lunması da kâfi görülmektedir.
Cuma hutbesinin rüknü, İmam-ı A'zam'a göre ALLAH Teâlâ'yı zikretmekten ibarettir. Bu sebeple
hutbe niyeti ile yalnız " Elhamdülillâh" veya " Sübhanellâh" veya "lâ ilâhe illALLAH" denilecek olsa, yeterli olur. İmameyn'e göre ise hutbe denilecek derecede
uzunca bir zikirden ibarettir. Bunun da en az metre-besi, tahiyyat miktarı hamd ve salevât ile
müslümanlara duadır.
Hutbenin vacipleri, hatibin taharet üzere olması, avret yerlerinin örtülü bulunması ve hutbeyi
ayakta okumasıdır.
Hutbenin sünnetleri de hutbeyi iki kısma ayırmak, bunların ara-sında bir tesbih veya üç âyet
okunacak kadar oturmaktır. Bunun için buna "iki hutbe" denir. Bununla beraber bu iki hutbeden her
biri hamdı, kelime-i şahadeti, salât-ü selâmı bulundurmalı ve birinci hutbe, bir âyeti kerimenin
okunmasıyla bir nasihatı, ikinci hutbe de ehl-i iman hakkında duayı ihtiva etmelidir. Ve bu ikinci
hutbede, hatibin sesi birinci hutbe-dekinden daha aşağı bulunmalıdır. Bunlar da hutbenin
sünnetlerindendir.
Her iki hutbeyi de pek uzatmamak sünnettir. Hatta hutbeyi Tıval-i mufassal'dan, yani "Hücurat
suresi" ile "Buruc suresi"ne kadar olan surelerin herhangi birinden uzunca okumak, bilhassa kış
mevsiminde mekruhtur. Cemaati nefret ettirmek doğru değildir. Cemaatin çok acele işleri olabilir. Onları
camide fazla tutmak, cuma namazına devamlarına mani olacağından mahzurlu olmaktan uzak olamaz.
Hatip olan zat, bun-ları düşünmelidir, sözlerinin sonu, evvelini unutturacak, kıymetten düşü-recek
derecede hutbesi uzun bulunmamalıdır. Hutbelerin kısa, fakat derli toplu, faydalı bir tarzda bulunması,
hatibin ehliyet-kabiliyet ve faziletine delildir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
"Namazının uzun, hutbesinin kısa olması, kişinin fekahetinden -derin dini bilgisinden- bir
alâmettir. Artık namazı -cemaate ağır gelme-yecek derecede- uzatınız, hutbeyi de kısaca okuyunuz,
şüphe yok ki bazı sözler vardır ki, bir sihir gibi kalpleri etkiler."1 İşte hutbeler de belâgatı ile, yüksek
manası ile ruhları kendisine cezb edecek bir halde bulunmalıdırlar.
Ashab-ı Kiram'dan rivayet olunuyor ki, Resul-ü Ekrem (S.A.V) Efendimizin namazı da, hutbesi de
orta bir halde olup ifrat ve tefritten, yani pek kısa ve pek uzun olmadan beri idi. Nitekim bir rivayet
şöyledir:
"Cabir bin Semure (R.A)dan şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Ben Rasulullah (S.A.V) ile beraber Cuma namazını kılardım. O’nun namazı da, hutbesi de orta bir
halde idi."2
Hatip, ezan okununcaya kadar minberde oturur, sonra ayağa kal-kar, gizlice Euzü-Besmele
okuyarak, açıkça hamdü senada bulunur, hutbesini cemaate karşı okur. Savaş yoluyla alınmış olan bir
beldede hatib, sol elinde tutacağı bir kılıca dayanarak hutbesini okur, bu vaziyet, İslâm'ın azametini,
İslâm mücahitlerinin dayandıkları kuvveti hatırlatır, milletin cesaretini artırır. Hutbe bitince ikamet
alınır. Bunlar da hutbenin sünnetleri olmaktadır.
Hatibin hutbe sünnetlerine riayet etmemesi veya hutbe esnasında dünya lakırdılarında bulunması
mekruhtur.
6. Cuma namazının bir beldede veya belde hükmünde bulunan bir yerde eda edilmesidir. Beldeden
maksat, valisi, hâkimi, yolları, mahal-leleri bulunan herhangi bir şehirdir. Bir beldeye bitişik olup asker
top-lamak, at bağlamak, silâh atmak, cenaze namazı kılmak, ölüleri defnet-mek gibi beldenin
menfaatleri için hazırlanmış olan sahalar da belde yerindedir. Bunlara "Fina-i belde" denir.
Bu sebeple bir belde camilerinde cuma namazı kılınabileceği gibi böyle bir sahada da kılınabilir.
Vaktiyle şehirlerin böyle dışarısında birer " Namazgah" bulunurdu, ahalî cuma ve bayram
günlerinde ora-larda toplanarak namazlarını kılar, müslümanların birliğini, kudretini, hakka bağlılığını
göstermeye çalışırlardı. Hattâ İmam-ı A'zam'a göre bir beldede yalnız bir cami-i şerifte veya musallada
cuma namazı kılınır, birden fazla yerlerde kılınmaz.
Fakat İmam Muhammed'e ve İmam-ı A'zam'dan diğer bir rivayete göre cuma namazı bir beldede
bulunan birden fazla camilerde kılınabilir. En sahih olan da budur. Nitekim uygulama da bu şekildedir.
İmam Ebu Yusuf'tan bir görüşe göre bir şehirde ancak iki yerde cuma namazı kılınabilir. Diğer bir
görüşe göre de aralarında bir ırmak bulunmadıkça iki yerde bile kılınamaz.
Cuma namazının birden fazla yerlerde kılınmasını caiz görmeyen-lere göre bir beldede kılınan
birden fazla cuma namazlarından hangisine daha evvel tekbir alınarak başlanılmış ise o sahih olmuş,
diğerleri sahih olmamış olur. İşte böyle bir ihtilâftan kurtulmak içindir ki, cumanın dört rekat son
sünnetinden sonra "Zühr-i ahir" niyeti ile dört rekat namaz daha kılınmaktadır. Şöyle ki, "Vaktine
yetişip henüz üzerimden düşme-yen son öğle namazına" diye niyet edilip tam öğle namazının dört rekat
farzı veya dört rekat sünneti gibi dört rekat namaz kılınır. Daha iyi olan, sünneti gibi kılmaktır. Çünkü
eğer cuma namazı sahih olmamış ise bu dört rekat ile o günün öğle namazı kılınmış olur. Son iki
rekatında Fati-ha’ya ilave edilen sure veya bir miktar ayeti celile bunun sahih olmasına zarar vermez. Ve
eğer cuma namazı sahih olmuş ise bu dört rekat kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya
kalmış böyle bir namaz bulunmayınca da bir nafile namazı olmuş olur.
Kısacası bu şekilde kılınması ihtiyata uygun olduğundan alimlerin çoğunluğu tarafından güzel
görülmüştür. Hattâ Şafiî ulemasından bir çokları da bunu uygun görmektedirler. Çünkü İmam Şafiî'ye
göre de bir beldede ilk kılınmaya başlanan cuma namazı muteberdir, diğerleri mute-ber değildir. O halde
cuma namazına sonra başlamış olanların öğle na-mazını kılmaları icap eder.
Bununla beraber bu içtihadi bir mesele olduğundan İmam Şafiî Hazretleri, Bağdat'ta birden fazla
camilerde cuma namazının kılındığını görmüş olduğu halde buna itiraz etmemiştir.
CUMA NAMAZI İLE ALAKALI BAZI MESELELER
197- Bir çok köylerde Cuma namazı kılınmasına öteden-beri izin verilmiş olduğundan beldelerde
olduğu gibi bu köylerde de Cuma namazı kılına gelmiştir. Mescitlere ait hükümler bahsine de müracaat!
198- (Cuma namazı kılınma izni olmayan bir yerde ikamet eden) bir köylü, cuma günü bir şehre
gidip Cuma vaktine kadar orada durmak niyetinde bulunsa kendisine Cuma namazı farz olur. Fakat
cuma vak-tinden evvel şehirden çıkmaya niyet ederse farz olmaz. Cuma vaktinin girmesinden sonra
şehirden çıkmaya niyet ederse -tercih edilen görüşe göre- yine cuma farz olmaz.
199- Cuma günü zeval (öğle) vaktinden sonra Cuma namazını kılmadan sefere çıkmak mekruhtur.
Zeval (öğle) vaktinden evvel çıkmak ise mekruh değildir.
200- Özürlü veya hapsedilmiş olanların Cuma günü şehirde öğle namazını Cuma namazından
evvel veya sonra cemaatle kılmaları mek-ruhtur. Bunların öğle namazlarını cuma namazı kılındıktan
sonra kılma-ları müstehapdır.1 Çünkü o vakte kadar özürlerinin ortadan kalkması umulur.
201- Bir kimse, Cuma günü özrü bulunmadığı halde Cuma namazı kılınmadan öğle namazını
kılacak olsa, bu namazı sahih olursa da, Cuma namazını terk ettiğinden dolayı günaha girmiş olur. Fakat
böyle bir kim-se, daha sonra Cuma namazını kılmak için -daha Cuma namazı kılın-madan- camiye
yönelse kıldığı öğle namazı batıl, yani nafileye dönüşmüş olur. Cuma namazına ister yetişsin, ister
yetişmesin ve ister gitmeden vazgeçsin veya vazgeçmesin. Bu sebeple Cuma namazına gidip yetişmezse,
o öğle namazını yeniden kılması lâzım gelir.
İmameyn'e göre gidip Cuma namazına başlamadıkça kılmış olduğu öğle namazı batıl olmaz.
202- Cuma için tekbir almak, yıkanmak, misvak kullanmak, güzel elbiseler giyinmek, güzel
kokulu şeyler sürünmek müstehaptır. Mina-rede ezan okununca da başka şeyler ile uğraşılmayıp hemen
camiye gidilmesi vaciptir.
203- Cuma günü camiye erkence gitmek, "tahiyyet'ül-mescit" ol-mak üzere iki rekat namaz
kılmak, Kehf suresini okumak veya dinlemek menduptur.
204- Cuma günü camiye giden kimse başkalarına eziyet vermemek ve hutbeye henüz başlanılmış
olmamak şartı ile hatibe yakın yere kadar gidebilir. Yoksa bulabildiği yerde oturur. Fakat yer bulamaz,
ileri saf-larda da boş yer bırakılmış olursa mecburen bu boş yerlerden birine kadar gidebilir.
205- Hatip minbere çıkınca cemaatin konuşmayıp susması, selâm alıp vermemesi, nafile namaz
kılmaması icap eder. Hattâ hutbede Resulü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz’in mübarek isimleri zikredilince
1 ÖNEMLİ NOT: Bu hükümden kadınlar müstesnadır. Yani kadınların Cuma günü öğle namazlarını kılmaları için Cuma namazının kılınmasını cemaatin dağılmasını beklemeleri gerekmez. Vakit girer girmez kılabilirler. Çünkü kadınlara Cuma namazı geçici bir özür sebebiyle değil aslen farz kılınmamıştır.
cemaatin salât-ü selâmda bulunmaksızın yalnız dinlemekle yetinmesi daha faziletlidir. İmam Ebû
Yusuf'tan bir görüşe göre bu halde gizlice salât-ü selâm okunur.
206- Cumanın başlanılmış olan ilk sünneti, hatibin minbere çıkması halinde uzatılmaksızın hemen
-vaciplerine riayet etmek üzere- tamamlanmalıdır.
207- Cuma namazını, hutbeyi okuyan şahsın kıldırması daha iyidir.
208- Cuma namazı henüz bitmeden imama uyan kimse, bu namazı tamamlar. Hatta imama
tahiyyatta veya sehiv secdesinde yetişmiş olsa bile. İmam Muhammed'e göre ikinci rekatın rükûsundan
sonra gelip imama uyan kimse, cuma namazını değil, öğle namazını tamamlar.
BAYRAM VE BAYRAM NAMAZLARI
209- Bayram, bir ferah ve sevinç günü demektir. Arapçası "İyd"dir. Çoğulu "A'yad" gelir.Bayram tebriğine "Ta'yid", bayram-laşmaya da "Muayede" denir.
Resul-ü Ekrem sallâllahü aleyhi ve sellem Efendimiz Medine-i Münevvere'yi teşrif edince
ahalisinin senede iki bayram, eğlence, sevinç günleri olduğunu anlayıp "ALLAH Teâlâ size o iki
bayram günlerine bedel onlardan daha hayırlı iki bayram günleri ihsan buyur-muştur." diye
müjdelemiş, o günlerin "İyd-i fıtır" ile "İyd-i adha", yani Ramazan-ı şerif Bayramı ile Kurban
Bayramı günleri olduğunu haber vermiştir.1
Bu günlere "iyd" denilmesi, bunların birer ferah ve sevinç günü olup, her yıl gelmeleri ile hayırbereket
umulmasından veya bunlarda ALLAH Teâlâ'nın bir çok lütuf ve ihsanlarda bulunmasından dolayıdır.
Ramazan Bayramı üç, Kurban Bayramı da dört gündür.
210- Kendilerine Cuma namazı farz olan kimselere -Cuma nama-zının farz olma ve eda şartları
dairesinde- Ramazan ve Kurban Bayramı namazları vaciptir. Yalnız bayram namazlarında hutbeler,
vacip olmak üzere şart değildir. Bilakis bu namazlardan sonra hutbe okunması bir sünnet-i seniyyedir.
211- Bayram namazlarının ilk vakti işrak zamanıdır. Yani güneşin görünüşe göre ufuktan bir rumh
= mızrak (normal bir mızrak -süngü, 12 karış, yaklaşık 2.7 m. uzunluğundadır) veya iki mızrak boyu
kadar yükselip kerahet zamanı çıktığı andır ki, bu andan itibaren istiva veya zeval (öğle) vaktine kadar
kılınması caizdir. Mekruh vakitler bahsine müracaat!
212- Bayram namazları, ikişer rekattır. Cemaatle aşikare okuyuşla kılınır. Ezan ve ikamet
bulunmaksızın imam, iki rekat Ramazan veya Kurban Bayramı namazına, cemaat da böyle iki rekat
bayram namazına ve imama uymaya niyet eder. " ALLAHü Ekber" diye iftitah tekbiri alınır.
Eller bağlanır, hep birlikte gizlice " = Sübhane-kellahümme" okunur, sonra imam
aşikare, cemaat da gizlice " ALLAH’ü Ekber" diye üç defa tekbir alırlar, her tekbirde eller
yukarıya kaldırılıp daha sonra yanlara salıverilir ve her tekbir arasında üç tesbih miktarı durulur. Üçüncü tekbiri müteakip yine eller bağlanır, imam gizlice "Euzü" ve "Besmele"den sonra aşikare Fatiha’yı şerife ile bir miktar daha Kur'an-ı Kerim'den okur, aşikare "ALLAH’ü Ekber" diyerek -bilindiği gibi- rükûya, secdelere gider, cemaat da gizlice tekbir alarak imama uyar. Sonra tekbir alınarak ikinci rekata kalkılır, imam gizlice besmele-i şerife'den sonra yine aşikare Fatiha’yı şerife ile bir miktar daha Kur'an okur, tekrar üç defa eller kaldırılarak birinci rekatta olduğu gibi tekbir alınır, daha sonra yine imam aşikare, cemaat da gizlice "ALLAH’ü Ekber" diye tekbir alarak rükûya, secdelere varılır, sonra da oturulup "Ettehiyyatü", "ALLAH'ümme salli ve barik" ve "Rabbena âtina..."
duası gizlice okunarak iki tarafa selâm ile namaza son verilir.
Bu halde bayram namazlarının her rekatında üç zait tekbir bulun-muş olur ki bunlar da vaciptir.
(Hanbeli mezhebine göre birinci rekatta altı, ikinci rekatta beş tekbir alınır ve her iki rekatta
tekbirler, kıraatten önce olur. İmam Malik ile İmam Şafiî'ye göre de birinci rekatta yedi, ikinci rekatta
beş tekbir alınır ve tekbirler her iki rekatta da kıraatten önce yapılır.)
213- Hatip, bayram namazını müteakip minbere çıkar, oturmak-sızın hutbeye başlar. Cumada
olduğu gibi iki hutbe okur, şu kadar var ki, bu bayram hutbelerine tekbir ile başlanır, cemaat da bu
tekbirlere hafifçe iştirak eder. Hatip Ramazan Bayramı hutbesinde cemaate fıtır sadaka-sına ve Kurban
Bayramı hutbesinde de kurban ile teşrik tekbirlerine dair malûmat verir.
Cuma hutbelerinde sünnet olanlar, bayram hutbelerinde de sünnet-tir. Mekruh olanlar da
mekruhtur. Bu bayram hutbelerinin namazdan evvel okunması da caiz olmakla beraber mekruh
bulunmuştur.
214- İmam, birinci rekatta bayram tekbirlerini unutup da Fatihayı kısmen veya tamamen
okuduktan sonra hatırlarsa tekbirleri alır. Fatihayı yeniden okur. Fakat Fatiha ile bir miktar daha Kur'an
okuduktan sonra hatırlarsa tekbirleri alır, kıraatı iade etmez.
215- Bayram namazında birinci rekatın rükûsuna varmış olan imama uyan kimse, bu rükûya
yetişeceğini zannederse hem iftitah tekbi-rini, hem de kendi mezhebine göre bayram tekbirlerini ayakta
alarak daha sonra rükûya varır, rûkûnun kaçırılmasından korktuğu takdirde ise iftitah tekbirini müteakip
rükûya varır, bayram tekbirlerini rükûda alır, bu tekbirleri alırken ellerini kaldırmaz, imam kıyama
kalkınca kendisi de kalkar, hatta tekbirleri bitirmiş olmasa bile. İmam ile alacağı tekbirlerde imama uyar,
kendi mezhebine uygun olmasa da fazla ve noksan tekbir almaz. Ancak imamın aldığı tekbirler, Sahabe-î
Kiram'dan rivayet edilen miktarı aşarsa, o halde imama uymak lâzım gelmez.
216- Bayram namazının ikinci rekatına yetişen kimse, birinci re-katı kılmaya kalkınca evvelâ
gizlice Besmele-i şerife'yi ve Fatiha’yı şerife ile ekleyeceği ayet-i kerimeleri okur, sonra yine gizlice
tekbirleri alır, namazını tamamlar. Zahirürrivaye böyledir. Bununla beraber bu gibi mesbuk (imama
birinci rekattan sonra uymuş) olanlar, kendi kendi-lerine alacakları tekbirlerin adedinde imama uymaz,
bilakis kendi mez-heplerine göre alırlar.
Bayram namazına hiç yetişmeyen kimse ise kendi başına bayram namazı kılamaz. Dilerse dört
rekat nafile namazı kılar. Bu bir kuşluk namazı yerine geçer, büyük sevaba vesile olur.
(Şafiilerce bayram namazları sünneti müekkededir. Bir görüşe göre de farzı kifayedir, İslâm'ın
şiarından sayılır. Cemaatle kılınması daha faziletlidir, tek başına da hutbesiz kılınabilir. Bu sebeple bunu
seferi olan kimseler de, kadınlar da tek başlarına kılabilirler. Güneşin doğuşundan zeval (öğle) vaktine
kadar kılınabilir.
Bayram namazları Malikiler'e göre de sünneti müekkede ve bir gö-rüşe göre de farzı kifayedir.
Hanbelî mezhebine göre de farzı kifayedir, imam ile kılmaya muvaffak olamayanın bunu kaza etmesi
sünnettir.)
217- Kurban bayramı namazını ilk vaktinde kılmak, Ramazan bayram namazını da biraz tehir
etmek müstehaptır. Bayram namazı, cenaze namazından, cenaze namazı da bayram hutbesinden önce
kılınır.
218- Bayram namazları, bir şehirde umumî bir musallada (namaz-gahta) kılınabileceği gibi birden
fazla camilerde de kılınabilir.
219- Bayram günlerinde erken kalkmak, yıkanmak, misvak kullan-mak, gülyağı gibi temiz, güzel
kokulu şeyler sürünmek, giyinmesi mübah elbiseleri herkesin haline göre en güzelini giymesi, Hak
Teâlâ'nın nimetlerine şükür için ferah ve sevinç göstermek, rastgelecek din kardeşlerine karşı güler yüzlü
bulunmak, mümkün mertebe fazla sadaka vermek, bayram gecelerini ibadetle ihya etmek müstahap olup,
güzel görülmüştür.
220- Ramazan bayramında bayram namazından evvel hurma gibi tatlı bir şey yenilmesi, Kurban
bayramında ise namaz kılınmadıkça bir şey yenilmemesi müstahaptır. En sahih olan görüşe göre bu
hususta kur-ban kesecek kimse ile kesmeyecek kimse müsavidir. Kurban kesecek kimsenin keseceği
kurban etiyle yemeğe başlaması daha uygundur. Bununla beraber namazdan evvel bir şey yenilmesi de
mekruh değildir.
221- Kurban kesecek kimse, tırnaklarını ve başının saçlarını kes-meyi tehir eder. Bu menduptur.
Fakat bu tehir mekruh olacak bir müd-detle olmamalıdır. Bu müddetin en son sınırı ise kırk gündür.
Daha faziletli olan haftada bir kere tırnakları, bıyıkların fazla kıs-mını kesmek, fazla tüyleri
gidermek, yıkanmak suretiyle bedenin temiz-liğine bakmaktır. Hiç olmazsa bunlar on beş günde bir
yapılmalıdır, kırk günden fazla terkedilmesi ise mazur görülemez.
222- Bayram günü cami-i şerife bir sükûn ve vakar ile gidilir, namaza giderken Ramazan
bayramında gizlice, Kurban bayramında da açıkça tekbir alınması, namazdan sonra da mümkün ise
başka bir yoldan ikametgâha dönülmesi menduptur.
223- Kurban Bayramının birinci gününe "yevmü'n-nahr" diğer üç gününe de "eyyam-ı teşrik"
denir. Bu bayramdan evvelki gün ise "yevm-i arefe"dir ki, Zilhiccenin dokuzuncu günüdür. Ramazan-ı
şerif Bayramında arefe yoktur.
Arefe gününün sabah namazından itibaren bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar
yirmi üç farz vakit namazını müteakip bir defa:
ALLAH'ü Ekber, ALLAH'ü Ekber, lâilâhe illâllâhü vellâhü ekber, ALLAH'ü ekber velillâhil
hamd" diye tekbir alınır ki, buna da "teşrik tekbiri" denilir. Memleketimizde bunun tercümesi bir aralık
şu şekilde okunmuştur: "Tanrı uludur, Tanrı uludur, Tanrıdan başka tanrı yoktur. Tanrı uludur, tanrı
uludur, hamd ona mahsustur."
Tekbirlerin bu miktar okunması İmameyn'in görüşüdür, uygulama da bu şekildedir. İmam-ı
A'zam'a göre bu tekbirler, arefe gününün saba-hından ertesi günün ikindisine kadar olan sekiz vakit farz
namazını müteakip alınır.
224- Teşrik tekbirleri, fıkıh alimlerinin bir çoğuna göre vâcibdir. Sünnet diyenler de vardır.
İmameyn'e göre farz namazlarını kılmakla her mükellef olan kimse için bu tekbirler vâcibdir. Bu
hususda tek başına namaz kılanla imama uyan, seferi ile mukim olan, köylü ile şehirli, erkek ile kadın
müsavidir. İmam-ı A'zam'a göre ise bu tekbirlerin vacib olması için mukim olmak, hür ve erkek olmak
ve namazın müstehap şekilde cemaatle kılınan bir farz namaz olması şarttır. Bu sebeple seferi olanlara,
kölelere, kadınlara ve tek başına namaz kılan kimselere vacib değildir. Ancak bunlar, üzerlerine teşrik
tekbiri vacib olup cemaatle farz namazları kılan kimselere uyarlarsa, o zaman vacib olur. Cuma, Bayram
namazı kılınmayan köylerdeki kimselere de vacip olmaz. Ve Cuma günü öğle namazını kendi aralarında
cemaatle kılan özürlü kimselere de vacib olmaz. Kadınların kendi aralarında cemaatle namaz kılmaları
da müstehab şekliyle olan cemaatten sayılmaz.
225- Bir senenin teşrik günlerinden birinde terk edilen bir namaz, yine o senenin teşrik günlerinden
birinde kaza edilse sonunda teşrik tekbiri alınır. Fakat başka günlerde veya başka senenin teşrik
günlerinden birinde kaza edilecek olsa, teşrik tekbiri alınmaz.
226- Bir namazda sehiv secdeleriyle teşrik tekbiri ve telbiye toplanacak olsa, evvela sehiv
secdeleri yapılır, sonra tekbir alınır, sonra da telbiyede bulunulur. Şayet telbiye evvel yapılırsa, sehiv
secdeleri ve teşrik tekbiri düşer. Telbiye için hac bahsine müracaat!
227- Arefe günü insanların bir yerde toplanarak Arafat'ta bulunan hacıları taklit edercesine bir
vaziyet almaları, bir esasa dayanmamak-tadır, hatta bunu mekruh görenler de vardır.
228- Bayram günlerinde müslümanların birbirini tebrik etmesi, birbiriyle musafaha yapması,
biribirine " Gaferallâhü lena veleküm" yani "ALLAH Tealâ bizi de sizi de
mağfiretine nail buyursun", veya " Tekabbelellâhü Teâlâ minna ve
minküm" yani “ALLAH Teâlâ bizden ve sizden kabul buyursun.” gibi bir şekilde duada bulunması da
mendubdur .
TERAVİH NAMAZI
229- Teravih namazı, Ramazan-ı şerife mahsus, yirmi rekattan ibaret olup bir sünnetimüekkededir. Bu namazı Resul-ü Ekrem (S.A.V) Efendimiz ile Hülefa-i Raşidin (R.Anhüm) devamlı
kılmışlardı. Bu namazın cemaatle kılınması da bir sünneti kifayedir. Bu sebeple bütün bir mahalle halkı
cemaatle kılmayı bırakıp evlerinde kılacak olsalar, sünneti terk ile günahkâr olmuş olurlar.
230- Teravih namazının her dört rekatı sonunda, bir miktar oturularak istirahat edildiği için, bu
dört rekata, bir "Terviha" denil-miştir. Bir teravih namazında beş terviha vardır. Bu tabir "Tervih"
kelimesinden bina-i merre'dir.1 Tervih ise insanın kendisini rahat-landırması manasınadır. Çoğulu
"teravih"tir.
231- Mescitlerde teravih namazı cemaatle kılındığı halde, bir özrü olmaksızın cemaatı terk ederek
bu namazı evinde kılan kimse, günahkâr olmazsa da fazileti terketmiş olur. Hattâ evinde cemaatle kılsa
cemaat sevabına nail olursa da, mescitteki cemaatın faziletine nail olamaz. Çünkü mescitlerin fazileti
daha fazladır.
------------
1 Arapça Dil Bilgisi, Sarf ilminde; adet bildiren bir mastardır.
232- Teravih namazını kılacak kimsenin teravihe veya vaktin sünnetine veya gece namazına niyet
etmesi ihtiyata daha uygundur. Sadece namaz kılmaya veya nafile namaza niyet edilmesi de birçok fıkıh
alimlerine göre caizdir.
233- Teravih namazını her iki rekatta bir selâm vermek suretiyle on selâm ile bitirmek daha
faziletlidir. Dört rekatta bir, selâm da ve-rilebilir. Sekizde, onda hatta yirmide bir selâm vermek suretiyle
kılmak da caizdir. Fakat bu, mekruh olmaktan uzak görülmemektedir.
234- Teravih namazı, iki rekatta bir selâm verildiği zaman tam akşam namazının iki rekat sünneti
gibi, dört rekatta bir selâm verildiği takdirde de tam yatsı namazının dört rekat sünneti gibi kılınır.
Cemaatle kılındığı zaman, cemaat hem teravihe hem de imama uymaya niyet eder, imam da tekbirleri
tesmi'leri, kıraatleri aşikare yapar.
235- İmam için teravih namazının her iki rekatında eşit derecede kıraatta bulunmak ve selamları da
eşit kısımlara ayırıp meselâ iki veya dört rekatta bir selâm vermek daha faziletlidir. Çünkü böyle
yapılması, ruhu düşünceden kurtarır.
236- Teravih’in her rekatında on âyet okunması müstehaptır. Çün-kü bu şekilde devam edilirse bir
Ramazan'da bir hatim yapılmış olabilir. Böyle bir defa hatim ile teravih namazı kılınması ise bir
sünnettir. Bazı alimlere göre bu hatmin yirmi yedinci geceye, yani Kadir gecesine tesa-düf ettirilmesi
müstehabdır .
237- Teravih namazını kıldıracak şahsın güzel sesli olmasından çok, doğru okuyucu olmasına özen
gösterilmelidir. Güzel ses, kalbi meş-gul ederek tefekküre, huşuya mani olabilir. Kıraatında tecvid veya
okuma hatası bulunan bir imamın mescidini bırakarak dürüst okuyan bir imamın bulunduğu mescide
gidilmesinde bir sakınca yoktur.
238- İmamın teravihte cemaatı nefret ettirecek miktarda kıraatte bulunması, uygun değildir. Şu
kadar var ki, Fatiha’yı şerife'den sonra okunacak âyetler bir sûreden veya üç kısa âyet miktarından
noksan olmamalıdır. Ka'delerde teşehhüdden sonra ALLAHümme salli… ve barik… de terk
edilmemelidir.
239- Teravih namazını özürsüz yere oturarak kılmak veya uyku-nun bastırmış olduğu bir halde
kılmak mekruhtur. İmamın rükûya var-masına kadar oturup uymayı tehire bırakmak da mekruhdur.
240- Teravih namazının bir miktarı kılındıktan sonra imama uyan kimse, teravih bitince kendisi
noksan kalan rekatları tamamlar, sonra da vitir namazını kendi başına kılar. Daha iyi olan budur.
Bununla beraber imam ile vitri kılıp sonra teravihi tamamlaması da caiz görülmüştür.
241- Yatsı namazında cemaatı terk etmiş olan kimse, teravih ve vitir namazlarında imama uyabilir.
Bu sebeple bir kimse, imam yatsı namazını kıldırıp teravihe başlamış olduğu esnada mescide gelse
evvelâ yatsı namazını kendi başına kılar, sonra teravih için imama uyar, eksik kalan rekatları da yine
kendi başına kılar. Aynı şekilde teravihi imam ile kılmayan, vitri imam ile kılabilir. Sahih olan görüş
böyledir. Fakat imam da cemaat da yatsı namazını cemaatle kılmamış olurlarsa yalnız teravih namazını
cemaatle kılamazlar. Çünkü teravihin cemaatı, farzın cemaatı-na tâbidir. Teravihin müstakil bir cemaatle
kılınması, nafileler hakkın-daki şer'i hükme uygun düşmez.
242- İmam, teravih namazının, mesela ilk bir rekatını müteakip yanılarak oturup selâm verdikten
sonra yeniden iki rekat kılmadan geri kalan rekatlarını usulü dairesinde kıldıracak olsa, bir görüşe göre
namazı caiz olup yalnız o ilk iki rekatı kaza eder. Diğer bir görüşe göre geri kalan namazları da caiz
olmaz, hepsini kaza etmesi lâzım gelir. Çünkü teravih, bir namazdır, yapılan teşehhüdler, selâmlar
yerinde vaki olmamış olur.
243- Teravih, vaktin sünnetidir, yoksa orucun sünneti değildir. Bu sebeple hasta veya seferi kimse
gibi o anda oruç tutmakla mükellef olmayanlar için de Teravih namazını kılmak sünnettir .
Akşam üstü hayızdan veya nifasdan kurtulan bir müslüman kadın veya müslüman olan bir kimse
hakkında da o gece Teravih namazını kılmak sünnettir.
Fihrist’e dön
HASTALARIN NAMAZLARI
244- Hastalık, bedenin, tabii halini, kuvvetini kaybetmesinden meydana gelen bir acizlik halidir.Hastaya "mariz", hastalığa da "ma-raz" denir. Mariz'in çoğulu "merza", maraz'ın çoğulu da
"emraz"dır. Hastalar da akılları başlarında bulundukça bir takım şer'î vazifelerle mükellefdirler.
Bununla beraber şer'i şerif, onların hakkında birçok kolaylıklar göstermiştir. Namaz hakkında, aşağıdaki meselelerde görülen kolaylıklar da bu kısımdandır.
245- Bir hasta takatine göre namaz kılmakla mükellef olur. Meselâ ayakta durmaya asla gücü
yetmeyen veya ayakta durması hastalığının uzamasına veya artmasına sebep olacağı anlaşılan bir hasta,
oturarak namazını kılar, oturmaya da gücü yetmezse gücüne göre yanı üzerine veya arkası üstüne
yatarak îma ile namazını kılabilir.
246- İma ki, namazda rukûya ve secdeye işaret olmak üzere başı eğmektir. Bu, ayakta
yapılabileceği gibi oturarak da yapılabilir. Bununla beraber bir şeye dayanarak ayakta yapılması
mümkün olan bir îma, ya-tarak yapılamaz, bu caiz değildir.
247- Îma ile de namaz kılmaya gücü yetmeyen bir hasta bir gün ve bir gecelik ve daha fazla olan
namazları sonraya bırakır, sonra iyi olunca bunları kaza etmesi lâzım gelir. Diğer bir rivayete göre bir gün
ve bir geceden fazla olan namazları büsbütün düşer. Hatta aklı başında olsa bile.
248- Hastalığı sebebi ile oturduğu halde veya ima ile namaz kılabilen kimse, bu hastalığı esnasında
kılamamış olduğu namazları sıhhat bulduktan sonra kaza edince oturduğu halde veya îma ile kılamaz.
Çünkü özür ortadan kalkmıştır. Fakat sıhhat zamanında kazaya bırakmış olduğu namazlarını böyle
hastalığı esnasında kaza edecek olsa, oturduğu halde veya îma ile kaza edebilir. Zira gücüne göre
mükellef olur, gücünün yetmediği bir şey kendisinden istenilemez.
Özür sahipleri için, Taharet: 97. Maddeye de müracaat!
SEFERİN MAHİYETİ VE MÜDDETİ
249- Sefer = müsaferet; lugatta herhangi bir mesafeye gitmektir. Karşıtı "ikamet"dir. Şer'i şerifbakımından sefer, belirli bir mesafeye gitmektir ki, bu normal bir yürüyüş ile üç günlük, yani on sekiz
saatlik bir mesafeden ibarettir. Buna "üç merhale"de denir .
Normal yürüyüş, yaya yürüyüşüdür ve kafile arasındaki deve yürüyüşüdür. Denizlerde de yelken
gemileriyle havanın normal hali geçerlidir.
İşte karalarda böyle bir yürüyüş ile, denizlerde de normal bir hava ile ve yelkenli bir gemi ile on
sekiz saat sürecek bir mesafe, "sefer müddeti" sayılır.
Demek ki, bu yolun yalnız gidilecek mesafesi muteberdir, yoksa gidilip geri dönülmesine ait
mesafesi muteber değildir.
250- Vatanında veya o hükümdeki bir yerde oturan kimseye "mukim", buradan çıkıp en az on
sekiz saatlik bir mesafeye gitmeye başlamış olan kimseye de şer'an "müsafir = yolcu" adı verilir.
251- Yolculuk hali esasen meşakkatsiz olamaz. Bu sebeple şer'i şerif, yolcular hakkında bazı
kolaylıklar göstermiştir. Yolculukta gece ve gündüz sürekli yola devam edilemez, istirahata da ihtiyaç
görülür, bazı fıkıh kitaplarımızda "sefer müddeti üç gün üç gecedir" denilmesi bu esasa mâni değildir.
Bu sebeple bir günlük normal yürüyüş, ortalama altı saat olarak kabul edilmiştir. Bazı seferler,
meşakkatsiz olsa da hüküm şahsa değil, cinse göre olacağından sefer hükmü, bütün sefer hallerini içine
almıştır.
252- Fıkıh alimlerinden bazılarına göre sefer müddeti, on sekiz fersah (yaklaşık 90 km.)lik bir
mesafeden ibarettir. Bir fersah üç mil, her mil ise 20 dakika sürecek olsa, on sekiz fersah 18 saat etmiş
olur.
Bir fersah, on iki bin adım, bir mil de dört bin adım sayılmaktadır. Bununla beraber fersahlar düz
yerler ile dağlık ve derelik yerlere göre değişir. Meselâ düz bir yerde bir fersah mesafe bir saatta
alınabileceği halde dağlık bir yerde böyle bir mesafe bir saatta alınamaz. Bu sebeple bu hususta fersah,
temel bir ölçü sayılmamalıdır. Şu kadar var ki, fersaha itibar edildiği takdirde bir çok meseleler
halledilmiş olur.
Meselâ tren ile, uçak ile olan yolculuklarda kat edilecek arazinin kaç fersah olduğu dikkate alınır, en
az on sekiz fersahlık bir mesafe katedilmiş olunca sefer müddeti gerçekleşmiş, sefer hükmü başlamış olur.
Artık yolculuk yapılan vasıtaların halini dikkate almaya ihtiyaç kalmaz.
(Gerçekten diğer üç mezhep imamları da bu fersah ölçüsünü kabul etmişlerdir. Sefer müddeti,
İmam Malik ile İmam Ahmed'e göre "16 fer-sah, yani 48" mildir. "Bir mil ise altı bin el arşınıdır. Bu
halde sefer müddeti, seksen buçuk km. ile yüz kırk metreye eşit bulunmuş olur."
İmam Şafiî'nin sonraki görüşüne göre de 48 mildir. Önceki görüşüne göre de bir gün bir gecedir.)
253- Gidilecek bir yerin hem karadan, hem de denizden yolu bulunsa yolcunun gideceği yola itibar
olunur. Bu sebeple bir beldeye deniz yoluyla meselâ on iki saatte, kara yoluyla da on sekiz saatte
gidilecek olsa, karadan gidenler seferi sayılır, denizden gidenler sayıl-maz. Bir yerin karadan iki yolu
bulunduğu takdirde de hüküm böyledir, yalnız sefer mesafesinde bulunan yoldan gidenler, seferi
bulunmuş olurlar.
254- Seferilik, vatan edinilen beldenin veya köyün yola çıkıldığı yönündeki evlerinden ayrıldıktan
ve en az üç günlük bir yere gidilme-sine niyet edildikten itibaren başlar. Bu sebeple bu evler tamamen
geçilmedikçe ve sefere niyet edilmedikçe sefer hali başlamış olamaz.
255- Bir beldenin kenarlarında olup "Fina-i Mısır"1 denilen yerler de beldeden sayılır. Bunlar
ekseri bir ok atımından = dört yüz adımdan az bir mesefe teşkil ederler. Belde ile aralarında tarlalar,
bostanlar bulunmadıkça beldenin tamamlayıcısı bulunurlar. Bu sebeple bunları da geçmek lâzımdır ki,
seferilik başlamış olsun.
Şehrin dışındaki bağlar, bostanlar ve bekçilere, bostancılara ait meskenler, kulübeler şehirden
sayılmaz.
SEFERİN HÜKÜMLERİ
256- Yolcular hakkında bir kısım kolaylıklar, ruhsatlar gösteril-miştir. Mesela Ramazan-ı şerif'teseferilikte bulunan için orucunu tehir etmek mübahtır. Seferîlerin mesh müddeti üç gün üç gecedir.
Seferî, dört rekatlı farz namazlarını ikişer rekat olarak kılar ki, buna "kasr-ı salât" denir. Bizce seferinin
böyle namazını iki rekat kılması lâzımdır.2 Buna muhalif olarak farzları dört rekat olarak kılması
mekruhtur. Bu-nunla beraber iki rekat kılıp da teşehhüdde bulunduktan sonra iki rekat daha kılacak olsa,
farzı eda etmiş, bu son iki rekat da nafile olmuş olur. Şu kadar var ki selâmı tehir etmiş olmasından
dolayı günah işlemiş sayı-lır. Fakat birinci teşehhüdü terk etse veya evvelki iki rekatta kıraatta bulunmamış
olsa, farzı eda etmiş olmaz. Nitekim sabah ve cuma namazla-rında da hüküm böyledir. Kasr-ı
salât (dört rekatlı farz namazların iki kılınması), Peygamber Efendimiz (S.A.V)in hicretinin dördüncü
senesin-de meşru kılınmıştır. Meşru kılınması, Kitap ile, Sünnet ile, İcma-ı üm-met ile sabittir.
(İmam Şafiî'ye göre seferi, serbesttir. Dilerse farzları dörder rekat olarak kılabilir.)
257- Seferi olan, vatanına dönünce seferi olmaktan çıkar. Hatta vatanında ikamete niyet etmese bile.
Fakat başka bir beldeye, köye gidip sadece ikamet etmekle seferi olmaktan çıkmaz. Ancak orada en az on
beş gün ikamete niyet ederse, o zaman mukim olur. On beş günden az ikame-te niyet etse veya iki yerde,
meselâ Mekke-i Mükerreme ile Mina'da on beş gün ikamete niyet edip yalnız birinde on beş gün durmasa
bununla seferilik hali son bulmuş olmaz.
258- Seferi olan bir kimse, bulunduğu yerde on beş gün ikamete niyet etmeyip, bugün yarın çıkıp
gideyim derken uzun bir müddet orada oturacak olsa, yine seferilikten çıkmış olmaz, hattâ bir beldeye
gidip mu-ayyen bir işi yapmak, ve daha sonra oradan çıkmak niyetinde bulunan kimse de bununla mukim
olmuş olmaz. Ancak o işin on beş günden önce yapılamayacağını bilmiş olursa, o takdirde ikamete niyet
etmese de mu-kim sayılır.
259- Sahra (meskun olmayan yerler)de ikamete niyet sahih değildir. Ancak göçebe halinde olup
çadırlarda oturanlar, bir sahrada oturmaya niyet ettikleri ve yanlarında kendilerine ve hayvanlarına en az
on beş gün yetecek kadar su ve ot bulunduğu takdirde mukim sayılırlar. Bu halde bunlar bu yerden kalkıp
aralarında on sekiz saatlik (yaklaşık 90 km.) bir mesafe bulunan diğer bir yere gitmeye niyet etmedikçe
mukim olmaktan çıkmazlar.
260- Sefer ve ikamet hallerinde uyan değil, uyulanın niyeti mute-berdir. Bu sebeple asker
kumandanın, köle efendisinin, işçi işvereninin, talebe hocasının, mehri muaccel (peşinen verilmesi
kararlaştırılan mehri)ni almış olan kadın kocasının niyetine göre mukim veya seferi olmuş olur.
261- Sefer hususunda henüz büluğa ermemiş kimsenin niyeti muteber değildir. Bu sebeple böyle bir
çocuk hakkında sefer hükümleri geçerli olmaz. Çünkü sefer hususunda sefer müddeti bir mesafeyi katetmeye
niyet şart olduğu gibi, tek başına karar verebilmek ile bulûğ çağına ermiş olmak da şarttır.
(Şafii'lere göre bulüğ çağına yaklaşmış olan çocuğun sefere niyeti muteberdir, dört rekatlı farz
1 Bak: Madde 196/6.
2 ÖNEMLİ NOT: Yukarıda belirtildiği gibi seferi olan kimse sadece dört rekatlı farz namazları iki rekat olarak kılar. Diğer bütün namazlar, yani sabah, akşam, vitir, sünnet ve nafile namazlar aynen kılınır.
namazını iki kılabilir.)
262- Seferilik halinde bulunan bir kimse, tabi olduğu kimsenin niyetini, nereye kadar gideceğini
bilmediği ve sualine cevap da alamadığı takdirde üç günlük bir mesafeye gidinceye kadar namazlarını
tamam kılar, ondan sonra dört rekatlı farzları iki kılmaya başlar. Düşman eline esir düşen bir müslüman
hakkında da hüküm böyledir.
Herhangi bir sebepten dolayı soru sorulamaması da, suale cevap alınamaması yerindedir.
263- "Dar-ı harb"de askerin ikamet etmeye niyeti sahih değildir. Fakat kendilerine gelip eman ile
sığınan bir müslümanın orada ikamete niyeti sahihtir.
264- En büyük veliyyül'emir de sefer hususunda başkaları gibidir.
Bu sebeple bir veliyyül'emir, sefere niyet etmeksizin memleketi dahilinde bir müddet dolaşacak
olsa, namazlarını tamam kılar, fakat sefer müddeti dolaşmaya niyet ederse, dört rekatlı farz namazlarını
iki kılar. Sahih olan budur. Resulü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz ve Hulefa-i Râşidîn (R.Anhüm) Medine-i
Münevvere'den Mekke-i Mükerreme'ye gidince dört rekatlı farz namazları ikişer rekat olarak kılarlardı.
265- Namaz vakti devam ettikçe seferilik ve ikamet itibarıyla namazın vasfı değişebilir, vakit
çıkınca da kesinleşmiş olur. Bunlarda vaktin sonu yâni "ALLAH'ü ekber" demeye müsait bir anın
kalmamış olması muteberdir. Bu sebeple seferi olan bir kimsenin namazı, vakit henüz tamamen çıkmadan
vatanına dönmesiyle veya bir yerde on beş gün ikamete niyet etmesiyle iki rekattan dört rekata değişmiş
olur. Fakat namazını henüz kılmadan vakit çıkıp da daha sonra vatanına dönse veya bir yerde onbeş gün
ikamete niyet edecek olsa, artık bu namazı iki rekat olarak kaza eder, dört rekat olarak kaza etmez. Çünkü
vaktin çıkmasıyla, vasfı, yani bir seferilik namazı olması kesinleşmiş olur.
266- Seferilik halinde bulunan bir kadın, hayızlı iken gideceği yere üç günden az bir mesafe kaldığı
esnada temizlenecek olursa namazlarını tamam olarak kılar.
267- Mukimin kazaya kalan namazları seferi olmasıyla ve seferi olan kimsenin kazaya kalan
namazları da ikamete niyet etmesiyle değiş-mez. Bu sebeple bir mukim, seferilik halinde kazaya kalmış
namazlarını ikişer rekat olarak kılacağı gibi, seferi olan bir kimse de ikamet zama-nında kazaya kalmış
namazlarını dörder rekat olarak kılar.
268- Mukim seferi olana, seferi olan da vakit içinde mukime uyabi-lir. Şöyle ki bir mukimin vakit
içinde olsun olmasın, seferi olan kimseye uyması sahihtir. Seferi olan kimse iki rekatı müteakip selâm
verince, mukim kalkar. En sahih olan görüşe göre kıraatte bulunmaksızın namazını tamamlar, sehiv secdesi
de yapmaz. Çünkü bu mukim, bir "lâhik" demektir. (Lâhik bahsine müracaat!) İmam olan seferinin
cemaate hitaben namazdan evvel veya sonra "Siz namazınızı tamamlayınız, ben seferiyim" demesi
müstehaptır.
Seferi olana gelince, bu da ancak vakit içinde mukime uyabilir. Bu halde dört rekatlı bir farz
namazını mukim gibi tam olarak kılar. İmama vakit içinde uymakla farz namazı iki rekattan dört rekata
dönmüş olur. Fakat vaktin haricinde, yani kendisinin seferi iken kazaya kalmış dört rekatlı bir namazında
mukime uyması sahih olmaz. Çünkü böyle kazaya kalmış namazı, evvelce iki rekat olarak kesinleşmiştir.
269- Seferi ile mukim, dört rekatlı bir namazı kazaya bırakmış olsalar bu namazda seferi, mukime
uyamaz. Zira bu namaz, seferi hakkında iki rekat olarak kesinleşmiş olur. Bu sebeple birinci ka'de
(oturuş) seferi hakkında farz olduğu halde, mukim hakkında farz değildir. O halde farz namaz kılan,
nafile namaz kılana uymuş olur ki bu, caiz değildir.
270- Seferi, vakit içinde mukime uyduğu halde namazı bozulsa bunu yine iki rekat olarak kılar.
Çünkü uymak, yok olmuştur.
271- Yolculuk veya yağmur mazeretiyle iki vakit namazını bir vakitte kılmak caiz değildir. Yalnız
Arafat'ta öğle ile ikindi, Müzdelife'de de akşam ile yatsı namazlarını birleştirip bir vakitte cemaatle
kılmak caiz bulunmuştur. Hac bahsine müracaat!
(Diğer üç mezhep imamına göre dinen geçerli bir mazeret sebebiyle öğle ve ikindi veya akşam ile
yatsı namazlarını öne almak veya tehir etmek suretiyle bir vakitte birleştirip kılmak caizdir. Meselâ öğle
namazı ile ikindi namazı öğle vaktinde kılınabileceği gibi ikindi vaktinde de kılınabilir.)
272- Sefer hükümleri hususunda yolculuğun meşru olup olmaması arasında fark yoktur. Bu sebeple
efendisinden kaçmış bir köle veya haksız yere kocasından kaçmış bir kadın dahi seferi bulundukça dört
rekatlı farz namazlarını ikişer rekat kılar, orucunu da sonraya bırakabilir.
(Diğer üç mezhep imamına göre bu gibi yolcular sefer hakkındaki ruh-satlardan istifade edemezler,
onlar bu yoldaki kolaylıklara lâyık olamazlar.)
SEFERİLİK HALİNİN SON BULUP BULMAMASI
273- "Vatan-ı asli"ye dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer. Hatta orada ikamete niyet edilmesebile. "Vatan-ı ikamet" ise böyle değildir, orada ikamete niyet lâzımdır.
274- Bir insanın doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği veya içinde barınmak
kastedip başka yere tamamen yerleşmek için gitmek istemediği yer kendisinin "vatan-ı asli"sidir. Bir
kimsenin böyle doğduğu ve evlendiği veya içinde tamamen yerleşmeye, ölünceye kadar yaşamaya karar
vermiş olduğu yer olmayıp yalnız içinde en az on beş gün kalmak istediği yer de kendisi için bir "vatanı
ikamet"tir. Yeter ki o yer böyle ikamete elverişli bulunsun.
Seferi olan bir kimsenin içinde on beş günden az oturmak istediği yer de kendisinin bir "vatan-ı
sükna"sıdır ki buna itibar yoktur. Bununla ne vatan-ı asli, ne de vatan-ı ikamet muntakız = değişmiş,
bozulmuş olmaz.
275- Vatan-ı aslî kendi misli ile değişmiş, bozulmuş olur. Vatan-ı ikametle değişmiş, bozulmuş
olmaz. Şöyle ki bir kimse içinde doğup bü-yüdüğü veya evlendiği yeri terk edip başka bir beldede
tamamen yerleş-meye başlasa, artık o evvelki vatanı, ikamet hususunda vatanı olmaktan çıkar. Daha
sonra oraya gidecek olsa, en az on beş gün ikamete niyet etmedikçe, farz namazlarını dörder rekat
kılması lâzım gelmez.
Fakat vatan-ı aslîsinden geçici bir zaman için çıkıp, başka bir yeri vatan-ı ikamet edindikden sonra
vatan-ı aslîsine dönse, niyete muhtaç olmaksızın mukim olur, dört rekatlı farz namazlarını, tam kılması icab
eder.
276- Vatan-ı ikamet, vatan-ı aslî ile ve diğer bir vatan-ı ikametle ve sadece sefere çıkmakla
değişmiş, bozulmuş olur. Hatta aralarında sefer müddeti bulunmasa bile. Meselâ bir kimse, yolculuğu
esnasında bir beldede bir ay ikamete niyet edip, bu kadar durduktan sonra tekrar yola çıksa veya diğer
bir beldeye gidip orada da en az on beş gün oturmaya niyet etse, artık evvelki belde vatan-ı ikamet
olmaktan çıkmış olur. Ora-ya tekrar dönmekle mukim olmuş olmaz. Bilakis mukim sayılabilmesi için
orada tekrar ikamete niyet etmesi lâzım gelir. Fakat vatan-ı ikame-tinden geçici bir iş için ikamet
müddeti içinde sefer müddetinden az, bir kaç saatlik bir mesafedeki bir yere gidip geri dönmekle vatan-ı
ikamet bozulmuş olmaz.
277- Vatanından çıkıp en az üç günlük bir mesafede bulunan bir yere gitmek isteyen kimse, daha
oraya gitmeden yol esnasında bir köyde on beş gün oturmaya niyet etse, burası Zahir'ür-rivaye'ye göre
bir va-tan-ı ikamet olmuş olur. Diğer bir görüşe göre ise olmaz.
278- Vatanından sefer niyetiyle ayrılıp henüz üç günlük bir mesafe alamadan vatanına dönmek
kasdında bulunan bir yolcu, vatanına daha gelmeden sadece dönmekle dört rekatlı farz namazlarını tam
kılmaya başlar. Çünkü böyle yolculuğu bozmakla yolculuk terk edilmiş olur.
279- Seferi olan bir kimse, içinde ikamet etmek istemediği bir bel-dede evlenecek olsa, bir görüşe
göre mukim sayılır, diğer bir görüşe gö-re mukim sayılmaz. En sahih olan da budur.
280- İki beldede birer hanımı olan kimse, bunlardan herhangisinin yanına gidince mukim sayılır.
Fakat bunlardan biri vefat edip, bulun-duğu beldede kendisine ev, bağ, bahçe gibi şeyler kalacak olsa,
oraya gitmekle mukim sayılmaz. Fakat diğer bir görüşe göre orası onun yine vatanı sayılacağından
mukim olmuş olur.
(Malikiler'e göre bir yolcu, gittiği yerde tam dört gün ikamete niyet edip kendisine yirmi vakit namaz
farz olacak olsa, mukim sayılır, dört rekatlı farz namazlarını iki kılamaz. Bu müddete o yere fecir (şafak)ın
doğuşundan sonra girdiği gün ile oradan çıkacağı gün dahil değildir.
İmam Şafiî'ye göre de bir yerde girip çıkma günlerindan başka tam dört gün ikamete niyet
edilmesi, dört rekatlı farz namazları iki kılmaya mâni olur.
Hanbeliler'e göre de bir yerde -hatta ikamete elverişli olmasa bile- mutlaka ikamete niyet eden
veya yirmi namazdan fazla farz olacak bir müddetle ikamete niyette bulunan kimse, mukim sayılır, dört
rekatlı farz namazını iki kılamaz.)
EDA İLE KAZANIN MAHİYETİ VE KAZA NAMAZLARI
281- Bir namazı vaktinde kılmaya "eda" vaktinden sonra kılmaya da "kaza" denir. Vaktinde kılınan
ve kılınacak olan bir namaza "vaktiyye" veya "salât-ı hâzıra" denildiği gibi vaktinde kılınmamış olan bir
namaza da "faite" denilir. Çoğulu "Fevait"dir.
282- Vaktinde kılınmamış olan beş vakit farz namazların kazası farzdır. Vitir namazının kazası da
vaciptir. Sünnetlere gelince, bir sabah namazının farzıyla beraber sünneti kaçırılmış olunca o günün
güneşin doğmasından sonra istiva (kaba kuşluk) vaktine kadar bu sünnet, farz ile beraber kaza edilir.
Güneşin doğuşundan evvel, istivadan sonra kaza edi-lemez. İmam Muhammed'e göre bu sünnet, yalnız
olarak kaçırılmış olsa, yine güneşin doğuşundan (kerahet vaktinden) sonra istiva zamanına kadar kaza
edilir.1
Bir de öğle namazının ilk sünneti, cemaatle farza yetişmek için terkedilecek olsa, farzdan sonra
son iki rekattan evvel kaza edilir. Fetva bu şekildedir. Ta ki vakti içinde iki defa tehir edilmiş olmasın.
Bununla beraber son iki rekattan sonra da kaza edilebilir, namazın tertibi iki defa değişmemesi için bunu
daha iyi görenler de vardır.
Cuma namazının ilk dört rekat sünneti hakkında da bu öne alma ve tehir etme hükmü geçerlidir.
Terk edilen diğer sünnetlerin kazası lâzım gelmez. Fakat başlanıldıktan sonra her nasılsa terkedilen bir
sünnet -herhangi bir nafile- namazının kazası icap eder.
Meselâ öğlenin son sünnetine başlanılmış iken cenaze namazını kaçırmamak için bu sünnet terk
edilmiş olsa, bunu daha sonra kaza lâzım gelir.
283- Bir namazı özürsüz yere kazaya bırakmak büyük bir günahtır. Bu namaz, kaza edilmekle
yerine getirilmiş olur. Fakat bunun tehirinden dolayı meydana gelen günahın affı için tevbe ve istiğfar
lâzımdır. Her-hangi bir bahane ile bir namazı tehire, kazaya bırakmaktan son derece sakınmalıdır. Çünkü
bunun günahı pek büyüktür. İnsan, gerek Mabudu-na ve gerek insanlara olan borçlarını biran evvel
ödemeye çalışmalıdır, hayatın müddeti malûm! Borçlarını ödemeden ahirete gidenlerin halleri-ne ne
kadar acınsa azdır.
Tenbih: Kazaya kalan birden fazla, meselâ altmış, yetmiş senelik namazların muayyen bir günde,
meselâ Ramazan-ı şerif'in son cumasın-da kılınacak bir günlük namaz ile kaza edilmiş, affedilmiş
olacağı hakkındaki sözlerin hiçbir dini kıymeti yoktur. Bu hususta nakledilen bir hadîs, muhaddis (hadis
alimleri)nin, meseleyi iyice inceleyen âlimleri-mizin beyanlarına göre mevzu (uydurma)dır, aslı yoktur,
icma-ı ümmete muhaliftir. Çünkü böyle herhangi bir ibadet, senelerce kaçırılmış olan farzların,
vaciplerin yerine geçemez. Böyle bir iddia, farzların, vacible-rin terkedilmesine, boş verilmesine sebep
olacağından akla, dine, hikme-te aykırıdır. Kusurlu olmak, kolaylaştırmaya sebep olamaz. Bu, usulce bir
esastır. Bununla beraber bu hadîsi nakledenler, muhaddislerden de-ğildirler, bu hadisi, hadiste kaynak
olan eserlerden birine dayandırmış değildirler. Artık bu naklin ne kıymeti olabilir!
Kazaya kalan bir namazın kılınması, bizim için gereklidir. Biz bu-nu yerine getirmekle mükellefiz.
Bunu yapmaz isek azaba müstehak oluruz. Şu kadar var ki, kazaya kalmış olan bir namazı Hak Teâlâ
Haz-retleri dilerse affeder ve dilerse affetmez, ve herhangi bir ibadet vesilesiyle sahibine bir çok
sevaplar da verebilir. Kimse bu hususlara ka-rışamaz ve kesin bir şekilde hüküm veremez.
Yukarıdaki iddia, kazası kesin olarak gereken bir namazın mâkûl bir misliyle kaza edilmesi
hakkındaki farziyeti inkâr demektir ki asla caiz olamaz.
Bu mesele hakkında Aliyyü'l-karî Merhum'un, ve diğer alimlerin tetkikleri vardır. Aliyyü'l-karî'nin
"Mevzuatı"na, "Abdurrahim Fetvası"-na ve "Mev'ize-i Hasene"ye müracaat!
1 Sabah namazının sünnetini kılamadan farzını imamla beraber cemaatle veya tek başına kılan kimse farzdan sonra, vakit de
olsa güneşin doğuşuna kadar bu sünneti kılamaz. Çünkü sabah namazının farzı kılındıktan sonra güneşin doğuşuna kadarki
zaman içerisinde nafile namaz kılmak mekruhtur. Sadece kaza namazı kılınabilir. Kılınmayan bu sabah namazının sünneti
işrak veya kuşluk vaktinde kılınabilir. Öğleden sonra ise kesinlikle kılınamaz.
284- Bir kimsenin namazı kazaya kalınca bakılır; eğer o kimse, sahib-i tertip ise bu kaza namazı ile
vakit namazları arasında tertibe ria-yet lâzımdır. Sahib-i tertip değilse bu namazı kaza etmeden diğer namazlarını
kılabilir.
285- Bir kimsenin tertip sahibi sayılması için en az altı vakit namazı kazaya kalmamış olmalıdır.
Altı vakit namazı kazaya kaldı mı, sahib-i tertip olmak vasfını kaybeder. Artık onun ne kaza namazları
arasında, ne de kaza namazlarıyla vakit namazları arasında tertibe riayet etmesi icap etmez.
286- Kazaya kalan namazlar, "hadîse ve kadîme = yeni ve eski" adıyla iki kısımdır. "Hadîse"
olanlar, yani yakın bir zamanda kaçırılmış bulunanlar, altı vakte ulaşınca ittifakla tertibe riayet etmenin
lüzumunu düşürür. "Kadîme" olan, yani evvelce kaçırılmış bulunan namazlara ge-lince bunlar da altı
vakte ulaşmış ise, kendisi ile fetva verilen görüşe göre tertibe riayetin lüzumunu düşürür.
Meselâ bir kimse vaktiyle bir ay namaz kılmayıp daha sonra bun-ları kaza etmeksizin vakit
namazlarını muntazaman kılmaya başlamış iken, tekrar bir vakit namazını kazaya bırakacak olsa, bu son
namazını hatırladığı halde kaza etmeden bunu müteakip olan vakit namazlarını eda edebilir. Böyle bir
kimse geçirmiş olduğu namazları tamamen kaza etmedikçe sahib-i tertip vasfını kazanamaz. En sahih
olan görüş budur.
287- Sahib-i tertip olan bir şahıs, bir farz namazını veya İmam-ı A'zam'a göre vacip olan vitir
namazını özürsüz yere veya hayız ve nifas gibi namazı düşürecek bir mahiyette olmayan bir özür
sebebiyle vaktin-de kılmamış olsa, bu namazı, ilk vakit namazından evvel kaza etmesi icap eder. Çünkü
gerek kaçırılan namazların arasında ve gerek bunlar ile vakit namazlarının arasında tertibe riayet, esasen
şarttır. Ancak kazaya kalan namaz, unutulup daha sonra hatıra gelmiş olursa veya vakit darlaş-mış veya
kaçırılan namazlar çok olup sahibi, sahib-i tertip olmaktan çıkmış bulunursa o zaman tertibe riayet şart
değildir.
Meselâ tertip sahibi olan bir kimse, her nasılsa uykuya dalıp bu-günkü günün sabah namazını
kılamamış bulunsa bu sabah namazını bugünkü öğle namazından evvel kaza etmesi lâzım gelir. Bunu
hatırladı-ğı halde kaza etmeksizin öğle namazını kılsa, bu namaz İmam Muham-med'e göre geçersiz
olur. İmam Ebu Yusuf'a göre farz olmaktan çıkar, nafile olur. İmam-ı A'zam'a göre ise geçici olarak
sahih olmaz. Şöyle ki bundan sonra o sabah namazını kaza etmeden beş vakit namazını daha eda edecek
olursa bu altı vaktin hepsi de sahih olmuş olur. Fakat böyle beş vakit namazını daha kılmadan o sabah
namazını kaza ederse arada kılmış olduğu vakit namazları geçersiz olup yeniden kılınmaları lâzım gelir.
Aynı şekilde böyle bir kimse, sabah namazını kaçırmış olduğu halde bunu unutup öğle namazını
kılacak olsa, bu öğle namazı sahih olmuş olur.
Aynı şekilde bir şahıs, kazaya kalmış olan yatsı namazını fecir (şafak)tan sonra hatırlayıp, vakit ise
yalnız sabah namazını kılmaya müsait bulunsa, sabah namazını eda eder, yatsı namazını daha evvel kaza
etmemesi, bu sabah namazının sahih olmasına mani olmaz. Ancak kaçırdığı namazı hatırladığı halde
vakit namazını pek uzatıp da, bu yüzden vaktin daralmasına sebebiyet vermiş olursa, o halde vakit
namazı caiz olmaz.
288- Faiteler -kazaya kalmış namazlar- birden fazla olup da vakit bunlardan yalnız bir kısmıyla
vakit namazına müsait bulunsa, en sahih olan görüşe göre tertibe riayet lüzumu düşer.
Aynı şekilde bir kimsenin vitirden başka altı vakitten fazla veya altı vakit namazları kazaya kalmış
olsa, bunları kaza etmeden vakit na-mazlarını eda etmesi sahih olur. Çünkü bu halde tertibe riayet
edilmesin-de külfet vardır.
Faiteler, vitirden başka altı vakit olunca çok, altıdan noksan olunca az sayılır.
(İmam Şafiî'ye göre kazaya kalan namazlar ile vakit namazları arasında tertip şart değildir. Bilakis
müstehabdır.)
289- Bir kimse, bir günlük namazlarından birini kaçırmış olduğu halde bunu bir türlü tayin
edemezse bir günlük namazını yeniden kılar. Çünkü bununla kazaya kalan namaz, yakinen kılınmış olur.
Diğerleri de birer nafile sayılır.
İki üç veya daha fazla günlerde birer vakit namazı kaçırılmış oldu-ğu halde bunların hangi
namazlar olduğu tayin edilemediği takdirde de o kadar günün bütün namazları yeniden kılınır.
gelmez. Çünkü bunda külfet vardır. Bilakis kazaya kalmış olan, meselâ ilk veya son sabah namazını
veya öğle namazını kılmaya niyet edilmesi yeterli olur.
291- Bir kimse, ne kadar namazı kazaya kaldığını bilmese kuvvetli olan görüşüne göre hareket
eder. Eğer görüşü yok ise üzerinde kaza namazı kalmadığına kanaat edinceye kadar kaza namazı kılar.
292- Bir kimse, bir namazı kılıp kılmadığında şüphe etse, vakti henüz çıkmamış ise yeniden kılar,
vakti çıktıktan sonra şüphe etse, üzerine bir şey lâzım gelmez. Çünkü farzın sebebi olan vakit çıkmıştır.
Bir müslümanın namazını vaktinde kılmış olması ise bir asıldır.
293- Gayrimüslim bir ülkede müslüman olup da cehaleti sebebiyle namazlarını kılmamış olan
kimse, daha sonra İslâm yurduna gelip dinî vazifelerini öğrense o namazları kaza etmesi lâzım gelmez.
Fakat İslâm diyarında bulunup müslüman olan kimse, bu hususta mazur değildir. Müslüman olduğu
tarihten itibaren namazlarını kılmakla mükellef olur. Çünkü İslâm yurdunda cehalet, bir mazeret teşkil
etmez, herkes dinî vazifelerini ehlinden sorup öğrenebilir.
294- Bir kimse, kaza namazını kılarken cemaatle vakit namazına başlanacak olsa, namazını
tamamlamadıkça cemaate iştirak etmez. Hatta sahib-i tertip olmasa bile.
295- Aynı olan kaza namazları, usulü dairesinde cemaat ile de kılınabilir. Cemaat bahsine
müracaat!
296- Kaza namazlarının evde kılınması daha iyidir. Çünkü günahları örtüp teşhir etmemek
lâzımdır. Böyle teşhir, hakka karşı bir cüret sayılır ve başkaları için kötü bir numûne teşkil edebilir.
297- Bir kadın, meselâ "Yarınki gün şu kadar namaz kılayım veya oruç tutayım" diye niyet ettiği
halde o gün âdet görmeğe başlasa o namazı veya orucu temiz olacağı günlerde kaza eder.
298- Kaza namazlarının muayyen vakitleri yoktur. Üç kerahet vaktinden başka istenilen her vakitte
kaza namazı kılınabilir.
Meselâ kazaya kalmış bir öğle namazı, akşamdan sonra, bir akşam namazı da öğleden evvel veya
sonra kılınabılir.
299- Kaza namazlarını bir an önce kılmak, nafile namaz kılmaktan daha önemlidir, daha iyidir.
Fakat farz namazların müekkede olsun olmasın sünnetleri bundan müstesnadır. Yani bu sünnetleri
terkederek bunların yerine kazaya niyet edilmesi daha iyi değildir. Bilâkis bu sünnetlere niyet edilmesi
daha iyidir. Hattâ kuşluk, tesbih namazları gibi haklarında hadis-i şerif bulunan nafile namazlar da
böyledir. Bunlara da böyle nafile olarak niyet etmek daha iyidir. Çünkü bu sünnetler, farz namazlarını
tamamlar, bunların telâfisi mümkün değildir, kaza namazla-rının ise muayyen vakitleri olmadığı için
telâfileri mümkündür.
Bununla beraber namazları kazaya bırakmak bir günahtır. Bu gü-nahtan mümkün mertebe
kurtulmak için sünnetleri feda etmek münasip olamaz. Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadette
bulunarak ilâhî affa sığınması icab ederken, hakkında Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in şefaatini
kazanmasına vesile olacak bir kısım mübarek sünnetleri, nafi-leleri terketmesi nasıl uygun olabilir? Hem
bir kısım vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım vakit namazlarını tamamlayan,
kemale erdiren sünnetlerden ayırmak, iki kat kusur olmaz mı? Bunun aksine olan bazı nakiller muteber
değildir, kendisi ile fetva verilen görüşe muhaliftir.
Hem sünnetleri, hem de kaza namazlarını kılmaya müsait vakit bulamadıklarını iddia edenler
bulunursa, bunlar insaflı bir iddiada bulun-muş sayılamazlar. Boş yere en kıymetli vakitlerini zayi eden
insanlar, bilmem böyle bir iddiaya ne yüzle cüret edebilirler?
( Iskat-ı salât bahsine de müracaat)!...
MÜDRİK HAKKINDAKİ MESELELER
300- Müdrik, imama tamamen uyan, yani namazın evvelinden sonuna kadar aralıksız olarakimama uyan, bütün rekatları imam ile beraber kılan kimsedir. İmama ilk rekatın rükûsunda yetişen, o
rekata yetişmiş ve müdrik adını almış olur.
Namaza imam ile beraber başlamanın fazileti pek büyüktür, bu hususta aşağıdaki meseleler
geçerlidir.
301- Bir kimse, tek başına bir farz namaza başladıktan sonra bulunduğu yerde o farz namaz, cemaatle
kılınmaya başlansa bakılır; eğer namaza başladıktan sonra henüz secdeye varmamış ise namazını bırakır,
imama uyar, cemaat sevabını kazanmaya koşar, bu müstehaptır. Ve eğer bir kere secdeye varmış ise bakılır;
kıldığı namaz, sabah ve akşam namazı ise yine bırakır, imama uyar. Fakat bunların ikinci rekatı için secdeye
varmış ise artık bırakmaz, tamamlar, imama uyamaz. Çünkü sabah namazından sonra nafile kılınamayacağı
gibi, üç rekatlı bir namaz da nafile olarak kılınamaz.
Öğle namazı gibi dört rekatlı bir farz ise kıldığı bir rekata bir rekat daha ilâve eder, teşehhütde
bulunur, selâm verip imama uyar, evvelce kıldığı o iki rekat, nafile olmuş olur.
Böyle bir namazın üçüncü rekatında bulunup da henüz secdesine varmamış ise, hemen ayakta veya
oturarak selâm vererek namazdan çı-kar. İmama uyar, tek başına kıldığı iki rekat, yine bir nafile olmuş
olur. Fakat bu namazın üçüncü rekatınında secdesini yapmış bulunursa artık bunu tamamlar, farzı yerine
getirmiş olur. Ve bu namaz, öğle veya yatsı namazı olduğuna göre daha sonra imama da uyabilir. İmam
ile kılacağı namaz da bir nafile olmuş olur. Fakat ikindi namazı ise uyamaz. Zira ikindi namazından
sonra nafile kılınması mekruhtur.
302- Nafile bir namaza başlamış olan bir kimse, yanında cemaatle namaza başlanınca, bu nafileyi
iki rekat olmak üzere kılar, daha sonra selâm verip cemaate iştirak eder. Üçüncü rekata kalkmış ise onu
da dördüncü rekat ile tamamlamadıkça namazını kesmez. Bundan cenaze namazı müstesnadır. Şöyle ki,
böyle nafileye başlamış olan kimse, kılınmaya başlanan bir cenaze namazının kaçıralacağından korkarsa,
kılacağı namazı hemen bırakır, cenaze namazı için imama uyar, sonra o nafileyi kaza eder. Çünkü
cenaze namazının telâfisi mümkün değildir.
303- Cemaatle sabah namazına başlanılmış olduğunu gören kimse, cemaate yetişebileceğini
zannederse, hemen sabah namazının sünnetini kılar ve lüzum görürse "Sübhaneke" ile "Euzü"yü ve sure
ilâvesini bırakıp yalnız Fatiha’yı şerife ile ve rukû ve secdelerde birer defa tesbih ile yetinebilir. Daha
sonra imama uyar. Fakat cemaate yetişeceğini hiç zannetmezse, sünnete başlamayıp imama uyar, artık
bu sünneti kaza edemez. Şayet sünnete başlamış ise tamamlar, artık bırakamaz.
Fakat öğle, ikindi, yatsı namazları böyle değildir. Bunların cemaat-le kılınmaya başlanılmış
olduğunu gören kimse, bunların sünnetlerini kılmadan imama uyar, sonra öğlenin dört rekat sünnetini
kaza eder, ikin-dinin sünnetini kerahet vakti olduğu için kaza edemez. Yatsı namazının dört rekat
sünnetini, bir gayri müekked sünnet olduğu için dilerse kaza eder, dilerse kaza etmez.
304- Vaktin veya cemaatle namazın tamamen kaçırılacağını kesin olarak bilen kimse, sünnetleri
kılamayacağı gibi, kendisinde bulunan az bir necaseti de temizlemekle uğraşamaz. Başka bir cemaat
bulabilece-ğinden emin olan kimsenin ise, az bir necaseti gidermeden namaza baş-lamaması daha
faziletlidir. Tâ ki namazı ittîfakla sahih olmuş olsun.
(Şafiiler’e göre namaz, az bir necaset ile de bozulur.)
Taharet: 93-95. Maddelere de müracaat!
Fihrist’e dön
LÂHİK HAKKINDAKİ MESELELER
305- Lâhik, namaza imam ile beraber başladığı halde kendisine uyku, gaflet veya cemaatinçokluğundan dolayı bir zahmet veya bir ab-dest bozucu bir durum meydana gelip de namazın tamamını
veya bir kıs-mını imam ile kılamayan kimsedir. Lâhik hakkında aşağıdaki meseleler geçerlidir.
306- Lâhik, aynen imama uyan gibidir. İmama uyan, imamın arkasında Kur'an okuyamayacağı
gibi, lâhik de kaçırmış olduğu rekatları kendi başına kılınca Kur'an okuyamaz, tamamen imama uyan
gibi hareket eder ve kendi başına kılacağı rekatlardaki yanılmasından dolayı sehiv secdeleri de yapmaz.
307- Lâhik, mümkün ise kaçırdığı rekatları veya rukünları kaza eder, sonra imama tekrar uyarak
onunla selâm verir.
Meselâ imama uyan bir kimse, birinci rekatın kıyamında uyuyup da imamın secdeye vardığı anda
uyansa, hemen rükûya varır, sonra sec-deye vararak imama uyar.
308- Lâhik, imamına yetişemeyeceğini bildiği takdirde hemen imama uyar, imam namazdan
çıkınca kendisi kaçırmış olduğu rekatları veya rukûnları kaza eder.
Meselâ imama uyan bir kimse, dördüncü rekatta iken burnu kanasa saftan ayrılır, namazı bozacak
birşey ile uğraşmaksızın hemen abdest alır, mümkün olduğu yerde imama uyar. İmam selâm vermiş
olursa kendi başına o dördüncü rekatı hiç birşey okumaksızın imamın arkasın-da kılıyormuş gibi
tamamlar. Çünkü lâhik, hükmen imamın arkasında namazını kılmış sayılır.
Aynı şekilde bu hâdise üçüncü rekatta vaki olsa da, imam dördün-cü rekata başlasa, lâhik abdest
alıp evvelâ o üçüncü rekatı kıraatsız olarak kılar, daha sonra imama uyar, onunla dördüncü rekatı kılarak
selâm verir. Fakat imamına böyle yetişemeyeceğini bilirse hemen imama uyar, imam selâm verince
kendisi kalkar, üçüncü rekatı kıraatsız olarak kılar, selâm verir.
İmam sehiv secdelerinde bulunacak olsa, lâhik namazını henüz ta-mamlamamış ise, onunla beraber
bu secdeleri yapmaz, bilakis namazını tamamlar, ondan sonra bu sehiv secdelerini yapar.
309- Her lâhik'ın yukarıda bildirildiği şekilde hareket etmesi kolay değildir. Bu sebeple lâhiklerin
bu noksan kalan namazlarına yeniden başlamaları daha uygun görülmüştür.
MESBUK HAKKINDAKİ MESELELER
310- Mesbuk, imama namazın başında değil, arasında veya sonun-da, meselâ bir iki veya üç rekatkılındıktan sonra veya son ka'de (oturuş) da uyan kimsedir. Mesbuk hakkında aşağıdaki meseleler
geçerlidir.
311- Mesbuk, kaza edeceği rekatlarda tek başına namaz kılan gibidir. Meselâ bir kimse imama
sabah namazının ikinci rekatında uya-cak olsa, mesbuk olmuş olur. Bu halde tekbir alıp susar, imam ile
bera-ber son ka'dede yalnız "Ettehiyyat"ı okur, imam selâm verince kendisi ayağa kalkar, imam ile
kılmamış olduğu ilk rekatı kılmaya başlar, "Süb-haneke"den ve "Euzü" ile "Besmele" den sonra
Fatiha’yı şerife ile bir miktar daha Kur'an-ı Kerim okur, usulü üzere rükûya, secdelere gider, daha sonra
oturup "Ettehiyyat" ile "ALLAH'ümme salli… ve barik…" ve " Rabbena âtina" duasını
okuyarak selâm verir.
Akşam namazının ikinci rekatında imama uyan kimse de birinci rekat hakkında bu şekilde hareket
eder.
312- Mesbuk, akşam namazının son rekatında imama uysa "Süb-haneke"yi okur, imamla beraber o
rekatı kılıp teşehhüde oturur, daha sonra kalkar, "Sübhaneke" ile "Euzü" ve "Besmele"yi ve Fatiha’yı
şerife ile bir miktar daha Kur'an-ı Kerim okur, rukû ve sücuddan sonra oturur, yalnız "Ettehiyyatü"yü
okur, sonra "ALLAH'ü ekber" diyerek ayağa kalkar, yalnız besmele ile Fatiha’yı şerifeyi ve bir miktar
daha Kur'an-ı Kerim okuyarak rükûya ve secdelere varır, daha sonra son ka'deyi yapa-rak selâm ile
namazdan çıkar. Bu halde üç defa teşehhütde bulunmuş olur. Bununla beraber mesbuk, ikinci rekatın
sonunda teşehhütde yanıla-rak oturmayacak olsa, kendisine sehiv secdeleri lâzım gelmez. Çünkü bu
rekat, diğer bir yönden birinci rekat yerindedir.
313- Mesbuk, dört rekatlı namazlardan birinin dördüncü rekatında imama uysa imam ile teşehhüde
oturduktan sonra kalkar, "Sübhaneke"yi "Euzü" ile "Besmele"yi ve Fatiha ile bir miktar daha âyet-i kerime
okur, rukû ve sücuddan sonra oturur, yalnız "Ettehiyyatü"yü okur. Daha sonra kalkar, Besmele ile Fatiha'yı ve
bir miktar daha ayet-i celile okuyup rükûya, secdelere varır, oturmaksızın kalkar, yalnız Besmele ve Fatiha ile
bir rekat daha kılarak son ka'deyi yapar. "Ettehiyyat" ile "ALLAH'ümme salli… ve barik…" ve "
Rabbena âtina" duasını okuyup selâm verir.
314- Mesbuk, dört rekatlı namazların üçüncü rekatından itibaren imama uysa onunla beraber son
ka'dede yalnız "Ettehiyyatü"yü okur, daha sonra kalkar, "Sübhaneke"yi ve "Euzü" ile "Besmele" ve
Fatiha ile bir miktar daha Kur'an-ı Kerim okuyup rükûya, secdelere varır. Daha sonra kalkar, yalnız
Besmele'yi ve Fatiha ile bir mikdar daha âyet-i kerime okuyarak yine rükûya, secdelere varır, teşehhüde
oturur, "Ettehiyyat" ile " ALLAH'ümme salli… ve barik…" ve " Rabbena âtina " duasını
okuyarak selâm ile namazını bitirir.
315- Mesbuk dört rekatlı namazların ikinci rekatında imama uyacak olsa, üç rekatı imam ile
beraber kılmış olur, teşehhütten sonra ayağa kalkar. "Sübhaneke"yi ve "Euzü" ile "Besmele"yi ve
Fatiha’yı şerife ile ilave edeceği âyetleri okur, rukü ve secdelere varır, son ka'deyi yaparak namazını
selâm ile tamamlar.
316- İmama rükûda iken uyan kimse, o rükûnun ait olduğu rekata yetişmiş olur. Fakat imamı secde
halinde bulan kimse, hemen secdeye varırsa da bu secdenin ait olduğu rekatı kılmış sayılmaz. Bu sebeple
o rekatı yukarıdaki tarifler üzere kaza etmesi lâzım gelir.
317- Mesbuk, imam selâm verdikten sonra "ALLAH'ü ekber" diyerek ayağa kalkıp noksan kalan
rekatları tamamlar. İmam daha selâm vermeden mesbukun kalkıp noksan kalan rekatları kaza etmesi uygun
değildir. Ancak namaz vaktinin çıkmak üzere bulunması veya önünden insanların geçmeleri korkusu gibi
bir zaruret bulunursa o zaman kalkabilir.
Bununla beraber imam, henüz selâm ile namazdan çıkmamış olun-ca, mesbukun teşehhüt miktarı
oturması lâzımdır. Bundan evvel kalkma-sı caiz değildir.
318- İmam, teşehhüdü bitirmedikçe mesbukun kıyamı ve kıraatı muteber değildir. Bu sebeple
mesbuk, birinci veya ikinci rekatı kaza için ayağa kalkar da, imamın teşehhüdü bitirdiğinden sonra
namaz caiz olacak miktar Kur'an okursa, namazı caiz olur. Fakat bundan daha az olursa namazı sahih
olmaz.
319- Mesbukun kaza edeceği rekatlarda başkasına uyması, başkasının da bu halde mesbuka uyması
caiz değildir. Mesbuk bu husus-ta tek başına namaz kılıcı sayılmaz. Fakat bir mesbuk, ne kadar rekat
kaza edeceğini unutup da kendisiyle beraber mesbuk bulunan bir kimse-nin ne kadar kaza edeceğini
sadece nazar-ı itibara alsa, bununla namazı-nın sahih olmasına bir zarar gelmez.
320- Mesbuk, namazını yeniden kılmak niyetiyle tekbir alacak olsa, evvelki tekbir ile başlamış
olduğu namazı bozmuş olur. Tek başına namaz kılan kimse ise böyle değildir. Başka bir namaz kılmaya
niyet etmedikçe aynı namaza yeniden başlamak niyetiyle alacağı tekbir, bu namazını iptal etmez. Çünkü
her iki namaz, tek başına namaz kılana göre birbirinin aynıdır. Mesbuk ise bir bakıma tek başına namaz
kılan, diğer bir bakımdan da imama uymuş olduğundan, onun hakkında bu aynı olmak durumu yoktur.
321- Mesbuk, İmam-ı A'zam'a göre de Kurban bayramında teşrik tekbirlerini imam ile beraber alır,
daha sonra ayağa kalkıp kılamadığı re-katları tamamlar. Halbuki İmam-ı A'zam'a göre tek başına namaz
kılan, bu tekbirler ile mükellef değildir. Bu sebeple, mesbuk bu hususta tek başına namaz kılan değil,
imama uymuş kimse durumundadır.1
322- Mesbuk, ayağa kalkması sahih olacak yerde kıyam edip de daha imam selâm vermeden
namazını bitirerek selâmda imama uysa, na-mazı bozulmaz.
323- İmam daha selâm vermeden mesbuk, tahiyyatı okuyup bitir-miş olsa, bir görüşe göre kelime-i
şehadeti tekrar eder, bir görüşe göre de susar. Bu hususta sahih olan, mesbukun tahiyyatı yavaş yavaş
okumasıdır.
Birinci ka'de (oturuş)da imamdan evvel “Ettehiyyatü”yü bitirmiş olan imama uyan bir kimse de
susar, tekrar “Ettehiyyatü”yü okumaz.
324- Mesbuk, aşikare okunan namazlarda imama uyunca "Sübha-neke"yi okumaz, geri kalan
rekatları kazaya kalkınca okur, sahih olan budur. Nitekim yukarıda da işaret olunmuştur.
325- İmam, yanılarak beşinci rekata kalktığı gibi mesbuk da kendi-sine tâbi olarak kıyama kalksa
bakılır; eğer imam, dördüncü rekatta otur-muş ise, mesbukun namazı bu kıyam ile bozulur. Fakat imam,
dördüncü rekatta oturmamış ise, beşinci rekatta secdeye varmadıkça mesbukun namazı bozulmaz.
326- Bir mesbuk, lâhik (Bak. Madde: 305) de olabilir. Şöyle ki imama sonradan uyan kimse, uyku
veya abdest bozucu bir şey gibi bir sebeple rukûnlardan veya rekatlardan bir kaçını imam ile kılamayıp
kaçırsa hem mesbuk, hem de lâhik olmuş olur. Bu halde evvelâ kaçırdığı şeyleri kıraatsız olarak kaza
eder, sonra mümkün ise geri kalan namazda imama uyar, daha sonra da imama uymadan evvelki bir
veya birden fazla rekatları kıraatle kaza eder. Evvela bunları kaza edip, daha sonra namaz arasında
1 ÖNEMLİ NOT: Teşrik tekbirleri hususunda fetva İmameyn'e göre (Bak. Madde: 224) olduğu için mesbukun bu şekilde
hareket etmesi şart değildir. İmam selam verince hemen ayağa kalkıp kılamadığı rekatları tamamlaması ve daha sonra teşrik
tekbirlerini getirmesi de mümkündür.
kaçırmış olduğu rukûnleri veya rekatları kaza etmesi de caizdir. Fakat bu takdirde meşru tertibe riayet
etmemiş olacağından günahkâr olur.
SEHİV SECDELERİ İLE ALAKALI MESELELER
327- Sehiv secdeleri herhangi bir namazın vaciplerinden birini ya-nılarak terk veya tehirden dolayı1 o
namazın sonunda yapılması icap eden iki secde ile “Ettehiyyatü'den ve "Allâhümme salli… ve bârik" ile duadan
ibaretir. Şöyle ki, son ka'de(oturuş)da yalnız “Ettehiyyatü” okunduktan sonra iki tarafa selam verilir, daha sonra
“ALLAH'ü ekber” denilerek secdeye varılıp üç kere “Sübhane rabbiye’l-ala” okunur, daha sonra “ALLAH'ü
ekber” denilerek kalkılır, bir tesbih miktarı oturduktan sonra tekrar “ALLAH'ü ekber” diyerek ikinci secdeye
varılır, yine üç defa “Sübhane rabbiyel'ala” okunduktan sonra “ALLAH'ü ekber” denilerek kalkılır, oturularak
“Ettehiyyatü” ve “Allâhümme salli… ve bârik” ile “ Rabbena Atina” duası okunup evvela sağ tarafa
sonrada sol tarafa selam verilir.
Yalnız sağ tarafa selam verildikten sonra sehiv secdelerinin yapılması daha faziletlidir, ihtiyata
uygundur. Nitekim cemaatle kılınan namazlarda cemaatin yanlışlıkla dağılmasına meydan vermemek için,
yalnız sağ tarafa selamdan sonra sehiv secdesinin yapılması gerekli görülmüştür.
328- Sehiv secdeleri vaciptir. Malum olduğu üzere gerek farz ve gerek vacip veya sünnet olan
herhangi bir namazın kıraat, rukû, sücud gibi farzları; Fatiha, zamm-ı sûre, tertibe riayet gibi vacipleri; ka'de
(oturuş)-larda Allâhümme salli… ve bârik okunması gibi sünnetleri vardır. Bu se-beple bunlara riayet
lazımdır ki, bir namaz mükemmel olmuş olsun.
Şimdi farz olsun olmasın herhangi bir namazda bir farzın kasten veya yanılarak terk edilmesi, o
namazın iadesini icap eder, bu büyük noksanı telafi için sehiv secdeleri kâfi değildir.
Bir vacibin kasten terk veya tehiri ise bir günahtır, bundan dolayı sehiv secdeleri lazım gelmezse
de, böyle bir namazı iade etmek uygun-dur. Bir vacibin yanılarak terk edilmesi veya tehir edilmesi ise
sehiv secdelerini icap eder. Bu sûretle o noksan düzeltilmiş ve telafi edilmiş olur. Bir sünnetin kasten
veya yanılarak terki ise sehiv secdelerini icap etmez, fakat kasten terk edilmesi, bir kusurdur, sevaptan,
faziletten mahrumiyete sebebiyet verir.
(Sehiv secdeleri, Malikiler'e göre sünnettir. Şafiiler'e göre de sünet-tir, şu kadar var ki imam, sehiv
secdelerinde bulunursa buna uymak cemaat için vacip olur.)
Hanbelîler'e göre bazen vacip, bazen sünnet, bazen de mübah olur. Meselâ namazın terkedilen bir
sünnetinden dolayı yapılacak sehiv secde-leri mübahtır.
Sehiv secdeleri İmam Şafiî ile İmam Ahmed'e göre iki tarafa daha selam verilmeden yapılmalıdır,
İmam Mâlik'e göre yanılma, bir fazlalık sebebiyle ise sehiv secdeleri selâmdan sonra, bir noksan veya bir
noksan ile fazlalık sebebiyle ise selâmdan evvel yapılmalıdır. Bu, biraz daha faziletli olma meselesidir.
Yoksa hepsi de caizdir.)
329- Bir namazın tam bir rüknünü, bir farzını öne almak veya tehir etmek, sehiv secdelerini icap eder.
Çünkü bu öne alma ve tehir vacibi terk etmek kısmındandır. Kıyamda "Sübhaneke"den sonra henüz kıraatta
bulunmadan rükûya gidilip, daha sonra hatırlanarak kıyama dönmekle kıraat farzının yerine getirilmesi gibi.
Bu halde evvelki rukû muteber olmaz, kıraatten sonra yeniden rukû yapılır. Böyle kıyama dönmekle kıraat,
daha sonra rukû bulunmadığı takdirde namaz bozulur. Çünkü böyle her rekatta rukû gibi tekrar edilmeyen
rukûnlar arasında tertibe riayet edilmesi farzdır.
330- Namazın rekatlarından birindeki iki secdeden biri, yanılarak terk edilip ondan sonraki rekatın
veya ka'de (oturuş)un sonunda hatırlan-sa, bunun tehire uğramasından dolayı namazı iade lâzım gelmez.
Bilakis hemen o secde kaza edilir. Eğer son ka'dede iken hatırlansa, bu secde yapılır. Daha sonra son
ka'de tekrar edilir, ondan sonra da sehiv secdeleri yapılır. Bu halde son rekatta beş secde ile üç ka'de
bulunmuş olur. Çünkü her rekatta iki secde vardır. Böyle tekrar edilen bir rüknün kısmen tehir edilmesi,
farzı terk kısmından olmadığı için iadeyi icap etmez.
1. Farzın tehiri vacibin terki demektir. (bak.Madde.141/17)
Fakat bir rekattaki iki secdeden ikisi de yanılarak öne alınmış olsa, meselâ evvelâ iki secde daha
sonra rukû yapılmış bulunsa bu halde farz olan tertibe riayet için tekrar rükûya, daha sonra secdelere
gidilir, bu tekrar ve iadeden dolayı da namazın sonunda sehiv secdeleri yapılır.
331- Herhangi bir namazın bir rüknünü tekrar etmek, sehiv secdelerini gerektirir. Bir rekatta iki
defa rukû veya üç defa secde yapılması gibi. Birinci ve ikinci rekatlarda Fatiha'nın peşpeşe tekrar
okunması, rükûda veya secdede veya teşehhüd yerinde Kur'an okunması da böyledir.
Fakat üçüncü veya dördüncü rekatlarda Fatiha'nın iki defa okunması veya bunlarda Fatiha ile
beraber başka bir sûrenin de okun-ması, yahut yalnız başka bir sûrenin okunması sehiv secdelerini icap
etmez. Çünkü bu takdirde bir vacip terk veya tehir edilmiş ve Kur'an meşru olan yerinin dışında
okunmuş olmaz. Şu kadar var ki, bu halde bu rekatlar evvelki rekatlardan daha uzatılmış ve cemaata
ağırlık verilmiş olursa mekruh olmaktan uzak olamaz.
332- Bir vacibi yanılarak terk etmek sehiv secdelerini icap eder. Birinci ka'deyi veya vitirde kunutu veya
bayram namazlarında zait tekbirleri, yahut birinci veya ikinci ka'delerde tahiyyatı okumayı terk etmek gibi.
Vitir namazında rükûdan sonra kunut duasının unutulduğu hatır-lansa, artık okumak üzere kıyama
dönülmez, rükûdan sonra okunması da lâzım gelmez. Çünkü yeri kaçırılmıştır. Rukû halinde hatırlandığı
takdir-de de okunması icap etmez. Sahih olan rivayet böyledir. Bununla bera-ber okunsun okunmasın,
her iki takdirde de sehiv secdeleri lâzım gelir.
Kunut tekbirini unutup almamak, bir görüşe göre sehiv secdesini icap eder, bir görüşe göre icap
etmez.
333- Bir vacibin yanılarak tehir edilmesi de sehiv secdelerini ge-rektirir. Birinci veya üçüncü
rekattan sonra biraz oturulması, dördüncü rekattan sonra beşinci rekat için ayağa kalkılması, sabah
namazının ikin-ci rekatından sonra üçüncü bir rekata ve akşam namazının üçüncü reka-tından sonra
dördüncü bir rekata kalkılması gibi.
Birinci ka'de (oturuş)da teşehhüt miktarından fazla oturulup üçün-cü rekata kıyamın te'hir edilmesi
de böyledir.
334- Bir vacibin vasfını değiştirmek, sehiv secdesini gerektirir. İmamın aşikare okunacak âyetleri
gizlice veya gizlice okunacak ayetleri aşikare okuması gibi. Bunun sınırı, namaz sahih olacak miktar
okunma-sıdır. Fatiha’yı şerîfenin ilk âyetlerini okumak bu kısımdandır.
Bununla beraber yalnız kısa bir âyet miktarı okunması da İmam-ı A'zam'a göre bu hükümdedir.
İmameyn'e göre ise bu hükümde değildir.
Aşikare okumanın aşağı mertebesi, başkasının işiteceği miktardır, gizlice "hafiyyen" okunmanın en
aşağı mertebesi de yalnız okuyanın işi-teceği miktardır.
335- Sessizce okunacak yerde Fatiha'nın çoğu bir yanılma neticesi aşikare okunsa geri kalan kısmı
yine sessizce okunur.
Bilâkis aşikare okunacak bir namazda Fatiha kısmen gizlice oku-nup da daha sonra aşikare
okunacağı hatırlansa, Fatiha yeni baştan aşikare okunur. Ta ki bir rekatta aşikare okumak ile sessizce
okumak bir arada bulunmuş olmasın. Fakat diğer bir görüşe göre bu yeniden okun-maz, yalnız geri kalan
kısmı aşikare okunur.
336- Tek başına namaz kılanın aşikare veya gizlice okumasından dolayı- Zahirürrivaye'ye göresehiv
secdesi lâzım gelmez. Şu kadar var ki, gizlice okunacak yerde, meselâ öğle namazında alenen
okunması kasıtlı olursa bir günah sayılır.
Tek başına namaz kılanın gündüzün kılınan nafile namazlarında âşikare kıraatte bulunması
mekruhtur.
337- İmam, meselâ sabah namazında Fatiha’yı şerifeyi yanılarak gizlice okuyup sonra hatırlasa,
ilave edeceği sûreyi alenen okur, Fati-ha'yı iade etmez.
338- Cemaat halinde aşikare kıraat edilecek bir namaza başlamış ve Fatiha’yı gizlice okumuş olan
bir şahsa başkası gelip uysa, o şahıs imam olmayı arzu ederse sûreyi alenen okur, arzu etmezse alenen
okuması lâzım gelmez.
339- Farz bir namazda ikinci rekattan sonra oturulmayıp da üçüncü rekata yanılarak kıyam için
hareket edilince bakılır; eğer ka'deye yakın ise oturulur, sehiv secdesi lâzım gelmez. Fakat kıyama yakın
ise kalkılır, daha sonra sehiv secdeleri yapılır. Çünkü bu halde vacip olan birinci ka'de terk edilmiş
bulunur.
Bununla beraber Zahirürrivaye'ye göre namaz kılan, henüz tam kıyama doğrulmamış ise ka'deye
döner, vacibi terk etmez, imam tam doğrulup kalktıktan sonra ka'deye dönerse namazı bozulur. Zira bu
takdirde farz olan kıyam bozulmuş, namazın tertibi büsbütün değiştiril-miş olur. Diğer bir görüşe göre
bu halde namazı bozulmaz, kendisi gü-nah işlemiş olur, sehiv secdeleri icap eder.
340- Sünnetlerde ikinci rekatı müteakip oturulup "tahiyyat" okunmadığı üçüncü rekatta hatırlansa
bakılır. Eğer bu üçüncü rekatın secdesi daha yapılmamış ise oturmaya dönülür. Yapılmış ise dönülmez.
Diğer bir görüşe göre secde yapılmış olsun olmasın, artık oturmaya dö-nülmez, her iki takdirde de sehiv
secdeleri lazım gelir.
341- Dört rekatlı farzlarda ikinci ka'deye oturulmaksızın beşinci rekata kalkılacak olsa, henüz
beşinci rekat için secde edilmedikçe ka'deye dönülür, teşehhütten sonra selâm verilip sehiv secdeleri
yapılır. Çünkü farz olan bir ka'de tehir edilmiş, bu tehir ise vacibi terk sa-yılmıştır. Fakat beşinci rekat
için secde yapılmış olursa, bu namaz nafi-leye dönmüş bulunur. Artık buna bir rekat daha ilâve edilir,
tam altı rekat1ı bir nafile namaz kılınmış sayılır. Bu halde en sahih olan görüşe göre sehiv secdeleri
lâzım gelmez. Bu mesele, İmam-ı A'zam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre beşinci
rekatın secdesin-den baş kaldırılınca, namaz tamamen bâtıl olmuş olur.
342- Dört rekatlı bir farz namazın son ka'desinde selâm verilme-den yanılarak ayağa kalkılsa
hemen ka'deye dönülüp selam verilir ve sehiv secdeleri yapılır. Fakat beşinci rekat için secdeye varılmış
olunca, buna bir rekat daha ilâve edilir. Bu halde evvelki dört rekat ile farz tamam olmuş olur. Diğer iki
rekat da nafile sayılır ve istihsanen1 sehiv secdeleri de yapılır.
Akşam namazında ikinci ka'deden sonra bir dördüncü rekata, sa-bah namazında da ka'deden sonra
bir üçüncü rekata kıyam edilmesi de bu hükümdedir.
Bu sebeple bunlara ilâve edilen ikişer rekat da nafile olmuş olur. Bunlar, tam bir kasıtla beraber
yapılmadığı için vakit itibarıyla mekruh sayılmaz. Tercih edilen de budur.
343- Dört veya üç rekatlı farz ve vitir namazlarında birinci ka'dede teşehhütten sonra yanılarak " ALLAH’ümme salli ala Muhammedin ve ala âli Muhammed"
denilmesi ve İmam-ı A'zam’dan bir rivayete göre bu teşehhütten sonra bir harf bile ziyade edilmesi, sehiv
secdelerini icap eder. Fakat son ka'delerde teşehhütten sonra Kur'an okunması, dua edilmesi, sehiv secdelerini
icap etmez. Çünkü bu ka'de, dua ve sena mahallidir. Kur'an ise dua ve senayı toplayıcıdır.
Namazda zikirlerin, duaların ve teşehhüdün, yani tahîyyatın aşikâ-re okunması da sehiv secdelerini
icap etmez.
344- Farz namazların son üçüncü ve dördüncü rekatlarında kasten sükût edilip Fatiha veya başka
bir sûre veya bir miktar âyeti celile okun-maması, bir hatadır, sehiv secdelerini icap etmez. Fakat
yanılarak sükût edilip Fatiha’yı şerife veya diğer bir sûre okunmaması, sehiv secdelerini icap eder.
İmam Ebû Yusuf'a göre her iki takdirde de sehiv secdeleri lâzım gelir.
345- Namaz içinde bir rükün eda edilecek kadar tefekküre dalınsa, meselâ; îftitah tekbirini aldım
mı, almadım mı diye o kadar düşünülse de sonra tekbir alındığı hatırlansa veya alınmamış olması
sanılarak tekrar bir tekbir daha alınsa, sehiv secdeleri lâzım gelir.
Aynı şekilde üç rekat mı, dört rekat mı kılındığında tereddüt edile-rek düşünülse veya Fatiha
okunduktan sonra hangi sûrenin okunacağı tefekkür edilse, yine sehiv secdeleri icap eder. Çünkü bu
hallerde vacip tehir edilmiş olur.
Bir rüknü veya bir vacibi eda etme esnasında meydana gelecek bir tefekkür, bir düşünce ise sehiv
secdelerini gerektirmez. Tam bir kalb huzuru ile namaz kılmak, öyle herkese kolay ve nasip olacak bir
fazilet değildir.
1 Açık olan kıyası bırakıp insanların ihtiyacına daha uygun olanı almaktır. İstihsan, Fıkıh Usulü'nde bir delildir.
346- Bir kimse, kıldığı bir namazın rekatlarında şüphe etse, bakılır; eğer bu şüphe, ömründe başına
ilk defa gelmiş ise o namazı yeniden kı-lar. Fakat birkaç defa gelmiş ise araştırır, kanaatine göre hüküm
verir, namazı yeniden kılmaya lüzum görülmez. Araştırma hususunda kalbin şahitliği kâfidir.
Meselâ sabah namazını kılarken bir rekat mı kıldım, iki rekat mı diye şüphe edip de bir rekat kılmış
olduğuna kalben hüküm verse, buna ihtiyaten bir rekat daha ilâve eder, bu husustaki tereddüdünden,
düşünce-sinden dolayı da sehiv secdelerini yapar. Bilakis iki rekat kılmış olduğu-na hüküm ettiği takdirde
oturur, teşehhütten ve selâmdan sonra sehiv sec-delerini yapar. Hiç birine karar vermediği takdirde de az
olanı alır, çünkü az, kesin olandır. Bu halde bir rekat daha kılar. Şu kadar var ki, bu takdir-de tereddüt
ettiği rekatın sonunda oturur, daha sonra kalkıp o bir rekatı kılar. Zira evvelce iki rekat kılmış olması
muhtemeldir. Bu takdirde de namazın sonunda sehiv secdelerini yapar.
347- Dört rekatlı bir namaza başlamış olan kimse, kıldığı rekatın birinci rekat mı, ikinci rekat mı
olduğunda şüphe edip bir tarafı tercih edemezse, kendisini bir rekat kılmış sayar ve her bir rekatın
sonunda ihti-yaten bir kerre teşehhüt miktarı oturur, bu sûretle dört defa ka'de yapılmış olur. Çünkü
birinci sayılan rekatın ikinci ve üçüncü sayılan rekatın dör-düncü rekat olması ihtimal dahilindedir.
348- Bir kimse kıldığı rekatın ikinci rekat mı, üçüncü rekat mı olduğunda tereddüt etse, -sahih olan
görüşe göre- bu rekatın sonunda oturmaz. Bir tarafı tercih edemezse, bunu ikinci rekat sayar, geri kalan
rekatları da tamamlar. Bundan akşam namazı ile vitir namazı müstesna-dır. Bu tereddüt, bunlardan birinde
vaki olursa, oturmak lâzım gelir. Çünkü tereddüt edilen rekatın üçüncü rekat olması muhtemeldir. Bu halde teşehhütten
sonra bir rekat daha ilâve edilir. Zira tereddüt edilen rekatın, ikinci rekat olması muhtemeldir.
Bunların sonunda da sehiv secdeleri yapılır.
349- Dört rekatlı namazlarda kılınan rekatın dördüncü rekat mı, beşinci rekat mı olduğunda ve
sabah namazında kılınan rekatın ikinci re-kat mı, üçüncü rekat mı olduğunda, akşam ile vitir
namazlarında da kılı-nan rekatın üçüncü rekat mı, dördüncü rekat mı olduğunda şüphe edilse, sonunda
oturulur, teşehhütten sonra kalkılıp bir rekat daha kılınır. Çünkü bu rekatların üçüncü, dördüncü veya
beşinci rekat olması muhtemeldir. O halde ilâve edilen birer rekat ile fazla olan miktar, nafile olmuş olur.
So-nunda da sehiv secdeleri yapılır. Bu şüphe, kıyam veya rukû veya rükû-dan kıyam halinde olduğuna
göredir.
İlk secde yapıldıktan sonra (şüphelenme vâki) olursa, ittifakla na-maz bâtıl olur. Çünkü şüphe
edilen rekatın fazla olup son ka'de (oturuş)-un terk edilmiş bulunması muhtemeldir. İlk secde halinde
olursa, yalnız İmam Muhammed'e göre namaz bâtıl olmaz.
350- Namazda Fatiha’dan evvel başka bir sûre, hatta bir harf bile olsa, yanılarak okunsa, iade
edilerek evvelâ Fatiha’yı şerife, sonra da o sûre okunur. Namazın sonunda da sehiv secdeleri yapılır. Bu
tertip nok-sanı, rukû halinde bile hatırlansa, kıyama dönmekle iadesi gerekli kılınır. Böyle bir yanılma,
çoğunlukla olmaz. Bu sebeple bunun az miktarı da af olmaz. Fakat bir namazda okunan bir sûrenin
altındaki sûre de okunul-mak istenilirken üstündeki sûre okunsa, bundan dolayı sehiv secdeleri lâzım
gelmez.
351- Bir kimse namazda Fatiha okuyup okumadığında şüphe etse, bakılır: Eğer henüz başka sûre
okumamış ise Fatihayı okur, fakat başka sûre okumuş ise, artık Fatihayı okumaz. Çünkü sûrenin
Fatihadan sonra okunması bellidir. Bununla beraber bu hususta bir görüş ve kanaati var ise, ona göre
amel eder.
352- Bir kimse ilk rekatlarda birer sûre okuyup da Fatihayı okuma-mış bulunduğunu secdeye
vardıktan sonra hatırlasa, son rekatlarda Fati-ha’yı iade etmez. Çünkü son rekatlarda zaten Fatiha
okunacaktır. Bir re-katta iki Fatiha okunması ise meşru değildir. Yalnız Hasan ibn-i Zey-yad'a göre son
rekatlarda Fatiha kaza edilir.
353- Dört veya üç rekatlı farz namazların ilk iki rekatında Fatiha-dan sonra birer sûre -birer miktar
ayet-i celile- ilave edilmemiş olsa, bu sûre üçüncü ve dördüncü rekatlarda Fatihadan sonra okunur ve bu
na-maz, cemaatle kılınan bir akşam veya yatsı namazı ise, üçüncü ve dör-düncü rekatlarda hem Fatiha,
hem de okunacak sûre aşikare okunur. Çünkü bir kıyamdaki kıraat, birdir. Bunun bazısı gizlice, bazısı
aşikare okunamaz. Yalnız sûrenin aşikare okunacağı görüşünde olanlar da var-dır. İmam Ebu Yusuf'a
göre ise, ikisi de gizlice okunur. Çünkü son re-katlarda gizlice okumak sünnettir. İmam Ebû Yusuf'tan
bir rivayete göre de artık son rekatlarda bu sûre okunmaz, zira bunun yeri kaçırılmıştır. Bununla beraber
yukarıda anlatılan bütün durumlarda sehiv secdeleri yapılır.
354- İmamın yanılması, kendi hakkında asaleten, cemaat hakkında da imama uymaları sebebi ile
sehiv secdelerini icap eder. Cemaatten bi-rinin imama uymuş olduğu halindeki yanılması ise, ne kendisi,
ne de imam hakkında sehiv secdelerini icap etmez.
355- Sehiv secdesi halinde bulunan bir imama uymak sahihtir. Ge-rek sehiv secdelerinin herhangi
birinde ve gerek teşehhüdünde olsun müsavidir.
İmama ikinci sehiv secdesinde uyan kimseye birinci secdeyi ve se-hiv secdelerinden sonraki
teşehhüdde uyan kimseye de her iki secdeyi kaza etmek lâzım gelmez.
356- Mesbuk (imama birinci rekattan sonra uyan kimse), imam ile beraber sehiv secdelerini yapar,
hatta imamın yanılması mesbukun uy-masından evvel vaki olmuş olsa bile. Çünkü imama tabidir.
Mesbuk, henüz imamı selâm vermeden ayağa kalkıp kıraatta ve hatta rükûda bulunduktan sonra
imamı selâm verip sehiv secdelerine va-racak olsa, mesbuk da hemen bu secdelere iştirak eder. Evvelce
yaptığı kıraatı ve rükûsu aradan kalkar. Bunları yeniden kalkıp yapar.
Bununla beraber mesbuk, bu secdelerde imamına uymasa, namazı bozulmaz. Namazını bitirince bu
sehiv secdelerini kendi başına yapar.
Aynı şekilde mesbuk, secdeye vardıktan sonra imamı sehiv secde-lerini yapacak olsa, imamına
tabi olmaz, namazını bitirir, sonra sehiv secdelerini yapar. Şayet bu halde imamına uysa, namazı
bozulur.
357- Mesbukun imamdan sonra kendi başına kılacağı rekatlardan birinde yanılması, hakkında
sehiv secdelerini icap eder. Hatta evvelce imam ile beraber de sehiv secdelerinde bulunmuş olsa bile.
Çünkü bu hususta tek başına namaz kılan kimse olmuştur.
358- Mesbuk, imam ile beraber yanılarak selâm verse, kendisine sehiv secdeleri lâzım gelmez.
Fakat imamın selâmından sonra selâm ve-recek olsa, lâzım gelir. Çünkü birinci halde henüz imama
uymuş, ikinci halde ise tek başına namaz kılan kimsedir. İmama uyana ise, kendi ya-nılmasından dolayı
secde lâzım gelmez.
359- Sehiv secdeleri, bir namazda yanılmaların birden fazla olması sebebiyle tekrar edilmez. Bu
sebeple bir kimse, bir namaz içinde iki-üç defa yanılsa, gaflette bulunsa, bunlar için namazın sonunda
yalnız bir defa sehiv secdelerinde bulunması yeterli olur ve sehiv secdelerindeki bir yanılma da başkaca
sehiv secdelerini icap etmez.
360- Sehiv secdeleri, kasten veya yanılarak terk edilse, namaza ay-kırı bir hal olmadıkça, meselâ
konuşulmadıkça yine yapılabilir. Fakat teşehhütten sonra gülmek, söz söylemek gibi namaza aykırı bir hal
olursa veya vakit sehiv secdelerine yetmezse, sehiv secdeleri düşer. Sabah nama-zında selamı müteakip
güneşin doğması, ikindi namazında güneşin değiş-mesi (kerahet vaktinin girmesi) gibi.
361- Bir imam, sehiv secdelerini terkedecek olsa, cemaat da terk eder. Nitekim Cuma ve Bayram
namazlarında fazla izdihamdan dolayı bir karışıklığa meydan vermemek için bu secdeler terk
edilmektedir.
362- Sehiv secdelerindeki iki secde ile tahiyyat ve selam vaciptir. Tahiyyattan sonra
"ALLAH'ümme salli… ve barik…" ile dua okunması ve bu secdelerdeki tekbirler ve secde halindeki
tesbihler ve iki secde ara-sındaki celse (oturma) da sünnettir.
363- Bir kimse, namazını tam kıldığını kesin olarak bildiği halde, âdil bir kimse eksik kıldığını
haber verse buna aldırış etmez. Fakat iki âdil kimse haber verirse, onların haberlerine itibar etmesi lâzım
gelir. Çünkü bu haber, dinen muteber bir şahitlik ölçüsündedir. Böyle bir ha-ber ise, bir çok hususlarda
muteberdir, bağlayıcıdır. İmam ile cemaat, ih-tilâf ettikleri takdirde imam, kesin kanaati var ise,
cemaatin sözüyle amel etmez. Yoksa amel eder.
Fihrist’e dön
TİLÂVET SECDESİ İLE ALAKALI MESELELER
364- Kur'an-ı Kerim'in sûrelerinde on dört secde âyeti vardır ki, bunlardan birini okuyan veya işiten hermükellef için bir secde lazım gelir. Şöyle ki, tilâvet secdesi niyetiyle eller kaldırılmaksızın "ALLAHü Ekber"
denilerek secdeye varılır, secdede üç kerre " Sübhane rabbiyel a'lâ" veya bir kere: Sübhane rabbinâ in kane va'dü rabbinâ le mef'ula = "Rabbimizi bütün noksanlıklardan tenzih ederiz, beri kılarız. Rabbimizin va’di mutlaka yerine getirilir."1 denilir. Daha sonra "ALLAH’ü Ekber" denilerek secdeden kalkılır.
365- Tilâvet secdesinin rüknü ALLAH’ü Teâlâ'ya tazim, tevazu ve secdeden kaçınanlara
muhalefet için alnı yere koymaktır. Fakat namaz halinde rukû ve hasta için îmâ da aynı maksadı taşımış
olduğundan bu, secde yerine geçer. Nitekim aşağıda izah edilecektir.
366- Tilâvet secdesine ayaktan inilmesi ve bu secdeden kalkarken ayağa kadar kalkılması ve böyle
ayağa kalkarken: Gufraneke Rabbena ve ileyke’l-masîr = Ey Rabbimiz! Senin
mağfiretini istiyoruz. Dönüş ancak sanadır."2 denilmesi müstehaptır. Bu secdeye inilirken ve bundan
kalkılırken alınan tekbirler de müstehaptır. Asıl secde ise vaciptir. Bu secdede teşehhüt ve selâm yoktur.
(Diğer üç mezhep imamına göre tilavet secdesi sünnettir.)
367- Tilâvet secdesini yapacak kimsenin hadesten ve necasetten temiz, avret yerleri örtülü, kıbleye
yönelmiş olması şarttır.
368- Tilâvet secdesi, secde ayetini okuyan bir mükellef için vacip olduğu gibi, bunu dinleyen bir
mükellef için de vaciptir. İster dinlemeyi kastetmiş olsun, ister olmasın. Bu secdeyi yapan, sevaba erer,
yapmayan da bir vacibi terk etmiş olacağından günaha girer.
369- Bülûğ çağına yaklaşmış bir çocuğun, cünübün, hayızlı ile loğusanın veya bir sarhoşun veya bir
gayrimüslimin okuyacağı bir secde ayetini işiten her mükellefe tilavet secdesi vacip olur. Çünkü bunların bu
okuyuşları sahih bir okumadır. Müslüman olan bir cünüb veya sarhoş da okuyacağı veya işiteceği bir secde
âyetinden dolayı, secde ile mükellef olur. Temizlik ve uyanıklık (sahv) halinde bu secdeyi yapmaları lâzım
gelir.
Fakat hayızlı ve loğusa bulunan bir kadına ne okuyacağı ve ne de işiteceği bir secde âyetinden
dolayı tilâvet secdesi vacip olmaz. Çünkü bunlar bu halde namaz ile mükellef değillerdir.
370- Uyuyanın, delinin okuyacakları secde ayetlerinden dolayı işi-tenlere, en sahih olan görüşe
göre tilâvet secdesi lâzım gelmez. Nitekim kendileri de bu secde ile mükellef olmazlar. Zira bunların
okumaları ve işitmeleri bir kasıt ve ayırım ile beraber olmamıştır. Fakat daha sahih görülen bir görüşe
göre kendisine secde âyetini okuduğu haber verilse, uyuyana tilâvet secdesi vâcip olur. İhtiyata uygun
olan da budur.
371- Eğitilmiş kuşlardan veya yankıdan veya sesleri aksettiren CD - kasetçalar ve benzeri ses kayıt
cihazı gibi bir aletten işitilen bir secde âyetiyle de tilâvet secdesi vacip olmaz. Fakat diğer sahih görülen
bir gö-rüşe göre kuşlardan işitilen secde âyetinden dolayı tilâvet secdesi lâzım gelir. Zira işitilen
Kelâmullah'tır, ihtiyata uygun olan da budur.
Radyoya gelince bu, yankı olmaktan ziyade nâkil sayılmaktadır. Kasıtlı olarak okunan şeylerin
hemen aynısını nakletmektedir, bundan işitilen sesler, yankı gibi sadece bir yansımadan ibaret değildir.
Bunun için radyo vasıtası ile işitilen bir secde âyeti celilesinden dolayı secde edilmesi vacip olsa
gerektir. Vacip olmasa bile secde edilmesinde bir mahzur olmadığından her halükarda secde edilmesi
ihtiyata uygun, Kur-an-ı Azîm'e karşı hürmet ve tazimi ifade etmektedir.3
(Şafiiler'e göre okuyuşun meşru ve kasıtlı olması şarttır. Bu sebep-le cünübün kıraatı veya rukû
halindeki bir kıraat, meşru olmadığı için bundan dolayı ne okuyana ve ne de dinleyene tilâvet secdesi
sünnet ol-maz. Aynı şekilde yanılarak vuku bulan veya eğitilmiş kuşlardan veya bir aletten işitilen bir
okuyuştan dolayı da kasıtlı olmadığı için secde edilmesi sünnet değildir.)
372- Tilâvet secdesi, secde ayetinin hece hece okunmasıyla veya sadece yazılması ile veya teleffuz
edilmeksizin sadece yazısına bakılması ile tilâvet secdesi lâzım gelmez. Çünkü bu hallerde okuma bulunmuş
olmaz.
1 İsra suresi: 108
2 Bakara suresi: 285
3 NOT: Günümüzde radyo veya televizyondan verilen Kur'an-ı Kerim yayınları ek-seriyetle banttan, yani CD, kaset ve benzeri
ses kayıt cihazlarından yapılmaktadır. Bu sebeple dinlenilen secde ayetlerinden dolayı tilavet secdesini yapmak vacip olmaz.
Ancak "canlı yayın" yapıldığı ifade edilirse, o zaman vacip olur.
373- Bir secde ayetinin secdeyi gösteren kelimesiyle bunun başın-dan veya sonundan bir kelime
daha beraber okunsa veya dinlense sahih olan görüşe göre secde lâzım gelir. Diğer bir görüşe göre, secde
âyetinin ekserisi okunmadıkça secde vacip olmaz.
374- Secde âyetini işitmeyen mükellefe, tilâvet secdesi vacip ol-maz. Hatta okunduğu mecliste
hazır bulunmuş olsa bile.
375- Bir secde âyeti, olduğu gibi Arapça okunursa, her işiten mü-kellefe bunun secde âyeti olduğu
haber verilince secde etmesi, ittifakla vacip olur. Fakat bir secde âyetinin meselâ Farsça tercümesi
okunacak olsa, bunu işittiği halde anlamayan kimseye, sadece haber verilmekle ti-lâvet secdesi vacip
olmaz. Bu, İmameyn'e göredir. İmam-ı A'zam'a göre bunun bir secde âyeti tercümesi olduğu haber
verilirse tilâvet secdesi va-cip olur. İmam-ı A'zam'ın bu hususta İmameyn'in görüşüne döndüğü ri-vayet
olunuyor. İtimat da bunun üzerinedir. Fakat bu secde âyetinin ter-cümesini okuyana secde etmesi
ittifakla ihtiyaten vacip olur. Bunu anla-sın anlamasın müsavidir.
376- Bir secde âyeti, hakîkaten veya hükmen aynı olan bir meclis-te tekrar tekrar okunsa, bir kere
secde edilmesi yeterli olur. Fakat başka başka secde âyetleri okunursa veya meclis hakikaten veya
hükmen deği-şirse, her okunan âyet için başka bir secde lâzım gelir.
Muayyen bir yerde, meselâ bir mescîdde iki defa okunan bir secde âyetinin meclisi hakikaten bir
bulunmuş olur. Örfen bir mekân sayılan yerlerin bölümleri arasındaki birlik de hükmen birlik sayılır.
Meclisin hakikaten değişmesi de bir odadan diğer bir odaya geçmek gibidir. Hük-men değişmek ise
mescid gibi ve bir oda gibi bir yerde secde âyeti okun-duktan sonra orada başka bir şeye başlamakla
meydana gelir. Secde âye-ti okunduktan sonra üç kelime kadar konuşulması veya üç adım kadar
yürünülmesi veya birşeyden üç lokma yenilmesi veya bir sudan üç yu-dum içilmesi gibi.
Meclisin değişmesi, okuyucuya göre kendisinin meclisi değiştir-mesi ile, dinleyiciye göre de onun
meclisi değiştirmesiyle meydana ge-lir. En sahih olan budur. Bu sebeple bir meclis, bir şahsa göre bir
olduğu halde diğer şahsa göre değişmiş olabilir.
377- Tilavet secdesi hususunda gemi, bir oda gibidir. Yürümekte bulunan araba veya hayvan üzerinde
ise meclîs daima değişmiş sayılır. Bu sebeple araba veya hayvan üzerinde namaz halinde olmaksızın
tekrarlanan bir secde âyetinden dolayı tekrarlanma miktarınca tilâvet secdesi vacip olur.
378- Tilâvet secdesi için okuyanın öne alınması, dinleyenlerin de onun arkasında saf tutmaları ve
ondan evvel secdeye varmayıp secdeden kalkmamaları müstehaptır. Bununla beraber buna muhalif
olarak bulun-dukları yerde secdeye varmaları ve secdeden daha evvel kalkmaları da mekruh değildir.
Çünkü hepsi de tek başına sayılır.
379- Tilâvet secdesi için niyet, şarttır. Fakat tayin, şart değildir. Bu sebeple bir kaç secde âyetini
okumuş veya dinlemiş olan bir kimse, bunların sayısınca ve tilavet secdesi niyetiyle secde eder, fakat
hangi secdenin hangi secde âyetine ait olduğunu tayine muhtaç olmaz. Bu sec-deye namaz içinde yalnız
kalben niyet edilir. Namaz dışında ise dil ile de niyet edilmesi sünnettir.
380- Tilâvet secdesinin edasının vacip olması, fevri değildir. Yani secde âyeti okunur okunmaz hemen
secde edilmesi, lâzım gelmez. Bu secde uzun bir müddet sonra da yapılabilir, yine eda olur, kaza sayılmaz.
Tercih edilen görüş budur. Şu kadar var ki, bir zaruret bulunmadıkça tehir edilmesi tenzihen mekruhtur.
Namaz içinde ise hemen yapılması vaciptir. Çünkü bu, namazdan bir kısım olmuştur. Namaz dışında kaza
olunamaz. Bunu secde âyeti okunduktan sonra üç âyetten sonraya bırakmamak lâzım gelir. Nitekim bu mesele
aşağıdaki meselelerden açıklığa kavuşacaktır. İmam Ebû Yusuf'a göre tilâvet secdesinin, namazın dışında da
hemen yapılması vaciptir.
381- Secde âyeti okununca hemen secde edilmesi mümkün olmadığı takdirde okuyan veya
dinleyenlerin: " Semi’na ve eta’na gufraneke Rabbena ve
ileyke’l-masîr. = Ey Rabbi-miz! Senin emrini işittik ve itaat ettik, senin mağfiretini istiyoruz. Dönüş
ancak sanadır."1 demeleri müstehaptır.
382- Secde âyeti, namazda kıyam halinde okununca bakılır; eğer bundan sonra üç âyetten fazla
okunmazsa yapılacak rukû veya sücud ile bu tilâvet secdesi de yerine getirilmiş olur. Gerek buna niyet
edilmiş ol-sun ve gerek olmasın. Fakat tercih edilen görüşe göre rukû şeklinde ya-pılacak olan tilâvet
secdesine niyet edilmesi lâzımdır. Fakat üç âyetten fazla okunacak ise bu secde âyetinden dolayı hemen
ayrıca rukû veya secde edilmesi icap eder. Secde edilmesi daha faziletlidir. Namazın rukû ve
secdeleriyle bu secde düşmez. Yalnız üç âyet okunacağı takdirde ise ihtilaf vardır. Tercih edilen,
bununla secdenin derhal yapılması gerekli olmaz. Namazın rukû ve secdeleriyle bu secde eda edilmiş
olur.
383- Secde âyetini namaz içinde okuyan kimse, dilerse okuyacağı âyetlerin miktarına bakmaksızın
derhal "ALLAH’ü ekber" diye tilâvet secdesine varır. Tilavet secdesi niyetiyle yalnız rükûya varması da
kâfi-dir. Daha sonra tekrar ayağa kalkar, bir kaç âyet daha okur, ondan sonra namazın rükûsuna,
secdelerine gider, namazına devam eder. Eğer bir sûreyi bitirmiş ise, diğer bir sûreden bir kaç âyet okur.
Çünkü tilâvet secdesinden kalkar kalkmaz böyle bir kaç âyet okumadan namazın rukû ve secdelerine
gidilmesi mekruhtur.
Namazın dışında ise yalnız rukû etmek sûretiyle tilâvet secdesi eda edilmiş olmaz. Çünkü tilâvet
secdesi, hususi bir tazimdir, bir emre sarılma nişanesidir. Bunlar namaz içindeki rukû ile de yapılmış
olursa da namazın dışındaki rukû ile yapılmış olamaz.
384- Cemaatle namaz kılındığı takdirde imam olan zat, yukarıdaki meselede beyan olunduğu üzere
öyle rukû ile tilâvet secdesine niyet et-memelidir. Çünkü cemaat, bunun farkında olamayacakları için,
böyle bir niyette bulunmamış olurlar. Bu sebeple tilâvet secdesi, onlardan düşmez. O halde imamın
selâmından sonra cemaatin tilâvet secdesi yapıp, daha sonra tekrar teşehhütte bulunmaları lâzım gelir. Bunu
ise herkes yapamaz.
385- Secde âyeti bir namazda tekrar edilse de, en sahih olan görüşe göre yalnız bir tilâvet secdesi
lâzım gelir. Bu tekrarlanma, ister bir rekatta ve ister başka başka rekatlarda bulunsun müsavidir. Çünkü
meclis birdir.
Bu mesele, İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre başka başka rekatlarda tekrar
edilirse tilâvet secdesi de tekrarlanır, meclis değişmiş sayılır.
386- İmam, secde âyetini okuyup secdeye varmakla cemaat, ima-mın rükûya ve secdeye vardığını
sanarak rükûya, secdeye varsalar, bununla namazları bozulmaz. Fakat bir secde daha yapsalar bozulur.
387- İmamın; Cuma ve Bayram namazları gibi büyük cemaatlerle kılınan namazlarda ve gizlice kıraat
olunacak namazlarda secde âyetini okuması mekruhtur. Çünkü cemaatin şaşırmasına sebebiyet verebilir.
An-cak secde ayeti, kıraatın sonuna, meselâ okunan surenin sonuna tesadüf ederse, o zaman namazın
secdeleriyle tilâvet secdesi de eda edilmiş, sakın-calı görülen husus bertaraf olmuş olur. Bu halde imama
lâyık olan, bu na-mazın rükusu ile tilâvet secdesine niyet etmemektir. Ta ki vacip olan bu secde, namazın
secdeleriyle bütün cemaat tarafından da eda edilmiş olsun.
388- Mesbuk (imama birinci rekattan sonra uyan kimse), ayağa kalktıktan sonra, imam tilâvet
secdesini hatırlayarak yapacak olsa, bakı-lır; eğer mesbuk, henüz secdeye varmamış ise tilâvet secdesi
için imama uyar, secdeye varır, daha sonra ayağa kalkarak kalan namazını tamam-lar, eğer imama
uymazsa, namazı bozulur. Fakat secdeye varmış ise, ar-tık imama uymaz. Şayet uyarsa namazı bozulur.
389- Seferi olan kimseye uyan bir mukim, onun yapacağı tilâvet secdesine iştirak eder. Sonra
kalkıp namazını tamamlar. Şayet kendi ba-şına kılacağı rekatlarda da bir secde âyeti okuyacak olursa,
bundan dola-yı da ayrıca secde etmesi lâzım gelir.
390- Bir kimse namaz kılarken rükû, secde veya ka'de (oturma) halinde secde âyetini okusa veya
imama uymuş olduğu halde onun arka-sında secde âyetini okusa, ne kendisine ne de imamına, ne de bu
imama uyan diğer cemaate tilâvet secdesi vacip olmaz. Çünkü namaz kılanlar, bu halde Kur'an
okumaktan men edilmişlerdir. Bunların kıraatı hüküm-süzdür. Fakat bu okumayı cemaatin dışından
duyanlara tilâvet secdesi lâzım gelir. Bunlar, gerek başka bir namazda tek başına veya cemaatle bir halde
bulunmuş olsunlar ve gerek olmasınlar. Zira bunlar, o yasaklama ve engelleme dışında bulunmuş olurlar.
391- Namaz içinde okunan secde âyetinden dolayı namaz bitirildikten sonra secde edilemez.
Çünkü bu secde yukarıda da işaret olunduğu üzere namazın bir kısmı olmuştur. Artık ondan ayrılamaz.
Fa-kat namazda bulunan kimse, namazda bulunmayan bir kimsenin okudu-ğu secde âyetini işitecek olsa,
namazını kıldıktan sonra secde eder. Daha namazda iken secde etmesi yeterli olmaz. Bununla beraber
secde etse, namazı bozulmaz.
Nitekim namazda okunan bir secde âyetini, o namazda olmayıp işiten bir mükellef için de namaz
dışında secde etmek lâzım gelir. Şu kadar var ki bu mükellef, o secde âyetini okuyan kimseye uyar.
Onunla beraber bu secdeyi yaparsa bu vacibi yerine getirmiş olur. Şayet o secde yapıldıktan sonra o
rekatta uyarsa, bu secdeyi o imam ile beraber hük-men yapmış sayılır. Artık ne namazın içinde, ne de
dışında ayrıca tilâvet secdesinde bulunması icab etmez.
392- Hasta veya bir arabaya veya hayvana binmiş olduğu halde secde âyetini okuyan veya
dinleyen bir mükellefin ima sûretiyle tilâvet secdesinde bulunması caizdir. Fakat bir mükellefin binmiş
olmadığı hal-de, okuduğu veya dinlediği bir secde âyetinden dolayı bir özrü bulunma-dıkça, binmiş
olduğu halde ima ile secde etmesi caiz olmaz.
393- Secde âyetini, hazır olanlar secde için hazırlıklı iseler aşikare okumak, hazırlıklı değilseler
gizlice okumak müstahaptır. Bunda cemaa-ta karşı bir şefkat vardır.
394- Bir sûreyi celile okunup da içindeki secde âyetinin bırakılma-sı mekruhtur. Çünkü bu
secdeden bir nevi kaçınmak demektir. Yalnız secde âyetinin okunup da sûredeki diğer âyetlerin
okunmaması ise mek-ruh değildir. Fakat müstehap olan -daha faziletli kabul edilmek ve tercih edilmek
düşüncesini gidermek için- secde âyetiyle beraber bir veya birkaç âyetin de okunmasıdır.
395- On dört secde âyetini bir mecliste okuyup her biri için oku-dukça ayrıca bir secde yapan veya
hepsini okuduktan sonra tamamına birden on dört secdede bulunan kimsenin dünyevî ve uhrevî mühim
işle-rine, kendisine hüzün ve keder verecek hususlarda ALLAH Teâlâ'nın kendisine kafi geleceği rivayet
olunmuştur.
396- Namazı bozan şeyler, tilâvet secdesini de bozar. Daha tilâvet secdesinden kalkmadan abdest
bozucu herhangi bir şeyin vaki olması veya konuşma veya kahkaha ile gülme gibi. Şu kadar var ki, bu
secdede-ki kahkaha ile abdest bozulmuş olmaz. Ve kadınların erkeklerle aynı hi-zada bulunması da bu
secdeyi bozmaz.
ŞÜKÜR SECDESİ
397- Şükür secdesi; yani bir nimetin elde edilmesinden veya bir bela ve musibetin bertaraf olmasındanve benzerlerinden dolayı kıbleye yönelerek ve tekbir alarak secdeye varmaktan, hamd ile tesbih ve şükürden
sonra yine tekbir ile secdeden kalkmaktan ibarettir ki, tilâvet secdesi gibidir. Ancak şükür secdesi,
müstehaptır. Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimiz ile Ashab-ı Güzin'den birçokları şükür secdesinde
bulunmuşlardır. Mesela Nebiyyi Zişan Efendimiz, Ebu Cehil’in başını kesilmiş görünce, beş defa şükür
secdesine varmışlardı.
398- Bir nimetin yüz göstermesi, bir musibetin yok olması gibi bir sebep bulunmaksızın yapılacak
şükür secdeleri, ne yapılması sünnet bir ibadettir, ne de mekruhtur. Fakat namaz bittikten sonra bu
şekilde secde yapılması mekruhtur. Çünkü bunu da namazın vaciplerinden veya sün-netlerinden sanacak
kimseler bulunabilir. Böyle bir inanışa sebep olabi-lecek her mubah ise, mekruh olmaktan uzak olamaz.
KORKU NAMAZINA DAİR BİLGİ
399- Korku namazı İmam-ı A'zam ile İmam Muhammed'e göre bugün de caizdir. İmam EbuYusuf'a göre bunun caiz olması asr-ı sade-te mahsus idi.
Korku namazından maksat, düşman veya sel veya yangın yahut büyük bir canavar gibi bir engel
karşısında bulunan bir İslâm cemaatı-nın kendilerini idare eden veliyyülemr'i veya diğer muhterem bir
zatı imam edinerek onun arkasında farz bir namazı nöbetle kılmalarıdır. Şöy-le ki, bu cemaattan bir
kısmı meselâ düşman karşısında durur, geri kalan kısmı da gelip imama uyar, iki rekatlı bir namazın ilk
rekatını, üç veya dört rekatlı bir namazın da ilk iki rekatını imam ile beraber kılar, ikinci secdeden veya
birinci ka'de(oturuş)ta teşehhütten sonra düşman cephesi-ne gider, diğer kısım gelerek imama uyar, onun
ile beraber geri kalan rekatları kılar, tekrar düşman karşısına gider, imâm kendi başına selâm verir,
namazdan çıkar. Birinci kısım döner gelir, namazını kıraatsız ola-rak tamamlar, selâm verir, düşmana
karşı gider. Çünkü bu kısım, lahik (Bak. Madde: 305) bulunmuştur. Sonra ikinci kısım gelir, namazlarını
kıraatla tamamlayıp düşman cephesine tekrar gider. Zira bunlar da mes-buk (bak. Madde: 310)
bulunmuşlardır. Bununla beraber her iki kısım, bulundukları yerde de namazlarını tamamlayabilirler.
400- Resulü Ekrem, (S.A.V) Efendimiz, "Zatürrika'", "Batn-ı nahl", "Usfan", "Zîkared" vakıalarında
korku namazını kıldırmıştır. Sonra Ashab-ı Kiram da mecusiler ile yaptıkları harplerde böyle korku namazı
kılmışlardır.
Bir cemaatın bu şekilde namaz kılmaları, muhterem bir imama tabi olmak için tartışmaları, aşırı
istek göstermeleri sebebiyledir. Yoksa her grubun başka bir imama uyarak emniyet halindeki gibi
namazlarını kıl-maları daha faziletlidir.
401- Korku namazının sahih olması için imama uyan grupların na-maz esnasında savaşmamaları,
yer değiştirmemeleri, gider-gelirken hay-vana binmemeleri, kısacası namaza aykırı başka bir harekette
bulunma-maları lâzımdır. Aksi takdirde imam ile kıldıkları namaz bozulur, na-mazlarını yeniden
kılmaları lâzım gelir.
402- Korkunç bir savaş ve benzeri hallerde, bir İslâm cemaatının korkuları artar, binmiş oldukları
hayvanlardan yere inmekten âciz bulunurlarsa, her er binmiş olarak gücü yettiği yöne doğru îma ile
nama-zını kılar, bu da mümkün olmazsa, namazlarını tehir ederler. Nitekim Hendek Savaşı'nda bir kaç
vakit namaz kazaya bırakılmıştı.1
TATAVVU' = NAFİLE NAMAZLAR
403- Beş vakitteki farz namazların sünnetlerinden başka bir takım nafile namazlar daha vardır ki,bunlara "Tatavvu' namazı" denilir. Bunlar müstehap, mendub namazlardır. Bunlar, ALLAH Tealâ'ya
manen yakınlığa sebep olurlar, her birinin kendisine mahsus bir takım faziletle-ri, sevapları vardır.
Başlıcaları şunlardır:
1. Tehiyyetü’l-mescid: Bu, bir müstehap namazdır. Şöyle ki, bir mescidi şerife sadece ziyaret
veya bir şey öğretmek ve öğrenmek gibi bir maksat için giren bir müslüman, orada nafile olarak iki rekat
namaz kı-lar. Bir günde bir kaç defa girilse bir defasında böyle bir namaz kılınma-sı kâfidir. Bununla
mescidin sahibi olan ALLAH Teâlâ hakkında lâzım gelen tahiyye, yani tazim yerine getirilmiş olur.
Tehiyyetü’l-mescid, bir mescide, bir cami-i şerife girilince daha oturmadan kılınmalıdır, daha
faziletli olan budur. Oturulduktan sonra da kılınabilir. Bir mescide girip de meşguliyetinden veya
mekruh vakit ol-ması gibi bir sebepten dolayı Tehiyyetü’l-mescid’i yapamayacak bir müslümanın:
"Sübhanellâhi ve’l-hamdü lillahi ve la ilahe ilallâhü vellahü ekber" demesi de müstehap
görülmüştür.
Bir mescitte herhangi bir namazı kılmak veya bir mescide farzı eda ve imama uyma niyetiyle
girmek de tehiyyetü’l-mescid yerine geçer.
2. Abdesti veya guslü müteakip namaz: Şöyle ki abdest alındık-tan veya gusül yapıldıktan sonra
vakit müsait ise daha yaşlık kuruyacak kadar bir müddet geçmeden iki rekat namaz kılınması
mendupdur. Bu, abdest veya gusül nimetine nail olmanın bir şükran ifadesidir. Böyle bir taharete nâil
olmak için manen temiz bir itikada, maddeten de temiz bir suya sahip olmak, hem de özürsüz vücut sağlığını
bulundurmak lâzımdır. Artık bu şartları bulunduran bir insanın yaratıcısına şükür için iki rekat namaz kılması
pek güzel olmaz mı? Bununla beraber abdesti veya guslü müteakip herhangi bir farz veya sünnet namazın
kılınması ile de bu şükran vazifesi yapılmış olur.
3. Duha-Kuşluk namazı: Şöyle ki, güneş doğup bir miktar yüksel-dikten sonra istiva (kaba kuşluk)
vaktine kadar iki veya dört veya sekiz veya oniki rekat namaz kılınır ki, menduptur. Bu, Resulü Ekrem
(S.A.V.) Efendimiz’in mübarek fıiliyle sabittir. Bunun sekiz rekat kılınması daha fa-ziletlidir. Bunun tercih
edilen vakti, gündüzün dörtte biri geçtikten sonradır.
4. Teheccüt namazı = Salât-ı leyl: Şöyle ki, yatsı namazından sonra daha uyumadan veya bir miktar
uyuduktan sonra kılınacak nafile bir namaza "Salât-ı leyl- Gece namazı" denir ki, sevabı pek çoktur. Bir
miktar uyu-duktan sonra kalkılıp kılınırsa "Teheccüt" adını alır. Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimiz, teheccüt
1 ÖNEMLİ NOT: Korku namazı ile alakalı verilen bu bilgi, namazın dindeki önemini ve cemaatle kılmanın ehemmiyetini
ortaya koymaktadır. Tabiri caiz ise: “Bir eli yağda, bir eli balda” olup, namazını kılmayan ve sudan bahanelerle cemaatı terk
eden günümüz Müslümanlarına ithaf olunur!... Korku namazı için bak: Nisa suresi: 102
namazına devam buyururlardı. Bu gece namazı iki re-kattan sekiz rekata kadardır. Her iki rekatta bir selâm
verilmesi daha faziletlidir.
Bir hadîs-i şerifte: "Her kim geceleyin uyanır, eşini de uyandırır da iki rekat namaz kılarlarsa,
ALLAH Teâlâ'yı çok zikir eden erkekler ile kadınlardan yazılırlar." 1 buyrulmuştur.
Hak Teâlâ Hazretlerini çok zikreden erkekler ile kadınlara ise ALLAH Teâlâ'nın büyük bir mağfiret,
büyük bir mükâfat hazırlamış olduğu: "ALLAH'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar var ya! İşte ALLAH, onlar için büyük bir mağfiret ve çok büyük bir mükafat hazırlamıştır."2 Ayet-i kerimesiyle müjdelenmektedir.
Bir kimse, daima kıldığı bir teheccüt namazını özürsüz yere terk etmemelidir. Çünkü bir hadis-i
şerifte: "Amellerin ALLAH Tealâ'ca en sevimlisi, en devamlısıdır, hatta az olsa bile."3 buyrulmuştur.
5. Regâib gecesi namazı: Şöyle ki, Receb-i şerifin ilk Cuma gece-sine "Regâib Gecesi" denir. Bazı
alimlerin beyanına göre bu gecede Resul-ü Ekrem (S.A.V) Efendimiz, ALLAH'ü Teâlâ'nın fiillerinden bir
fii-linin kalbine belirmesine nail olup, ALLAH Teâlâ'nın fiillerinin nuruna dalmakla Hak Teâlâ
Hazretleri'ne şükür için on iki rekat namaz kılmıştır. Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimiz'in muhterem
validelerinin rahmine bu Regaip gecesinde şeref vermiş olduğuna dair olan bir rivayet, pek uygun
görülmemektedir. Çünkü bu gece ile Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in doğum tarihleri arasındaki
müddet, bunun aksini göstermektedir.4 Şu ka-dar var ki Hz. Amine'nin Fahri Âlem Efendimize hamile
olduğuna bu geceden itibaren haberdar olmuş olması düşünülebilir. Bununla beraber Regaip gecesi, pek
mübarek bir gecedir. Zaten Regaip, nefis, rağbet edi-len, bahası ağır ve çok ikram ve ihsan manasına
olan "ragibe"nin çoğu-ludur. Bu geceyi ibadetle ihyanın sevabı pek çoktur. Fakat bu gecede kı-lınacak
namazın sünnet, mendup olması hakkında kuvvetli bir delil mev-cut görülmemektedir. Bu gecede
toplanıp regaip namazını cemaatle kıl-manın bir bid'at olduğu açıkça ifade edilmektedir. Zaten teravihten
başka hiçbir nafile namazını birbirlerini çağırarak cemaatle kılmak, mekruh olmaktan uzak değildir.
Ancak bir yerde bulunan iki üç kişinin bu gibi namazları cemaatle kılmaları câiz görülmüştür.
6. Mi'rac gecesi namazı: Şöyle ki, Receb-i şerif'in yirmi yedinci gecesine rastlayan mübarek
mi'rac gecesinde on iki rekat nafile namaz kılınması güzel görülmüştür. Her rekatında Fatiha’yı şerîf'e
ile başka bir sûre okuyarak iki rekatte bir selam vermeli, sonra yüz kere: Sübhânellahi velham-dülillahi vela ilâhe
illallâhü vellâhü ekber" demeli, daha sonra yüz kere istiğfar ederek, yüz kere de salât-ü selâm
okumalıdır. Gündüzün de oruçlu bulunmalıdır. Bu halde isyana dair olmaksızın yapılacak her duanın
kabulü, ALLAH'ın rahmetinden umulur.
7. Berat gecesi namazı: Şöyle ki, Şaban-ı Şerîf'in onbeşine rastlayan geceye "Berat gecesi" denir, pek
mübarek bir gecedir. Berat gecesinde bütün yaratılmışların bir sene içindeki rızıklarına, zengin veya fakir, aziz
veya zelil olacaklarına, sağ kalacaklarına veya öleceklerine, ecellerine, ve hacıların sayılarına dair ALLAH
tarafından meleklere malûmat verileceği beyan olunmaktadır.
Kısacası Berat gecesinde ibadet ve itaatta ve nafile namaz kılmak-ta birçok sevaplar vardır. Fakat
bu geceye mahsus şekli muayyen, sünnet bir namaz yoktur. Bu husustaki rivayetler kuvvetli değildir.
Berat gecesinde kılınacak namaza "Salât'ül-hayır" denilmiştir. Bu namaz, bir çok rivayete göre
yüz rekattır. Her rekatında Fatiha’yı şerife'den sonra on kere İhlas sûresi okunur.
1 İbn-i Hibban; Salat:33; No: 2568; 6/308. Ebu Davud; Salat:308; No:1309; 1/418. İbn-i Mace; İkameti's-salat:175; No:1335;
1/423. Hakim el-Müstedrek; Salat-ı tatavvu'; 1/316
2 Ahzab suresi: 35
3 Buhari; Rikak:18; No:6099; 5/2373. Müslim; Salatü’l-Müsafirin:30; No:216; 1/541
4 Not: Receb ayından itibaren, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in doğum ayı olan Rebîu’l-evvel ayının 9. ay olduğu
düşünülürse, yukarıdaki rivayetin doğru olduğu görülecektir.
8. Kadir gecesi namazı: Şöyle ki Ramazan-ı şerif'in yirmi yedinci gecesine rastladığı kuvvetle
tercih edilen Kadir gecesi, pek mübarek bir gecedir, Kur'an-ı Kerim, bu geceden itibaren Resulü Ekrem
(S.A.V.) Efendimiz'e inmeye başlamıştır. Bu geceyi ihya etmenin sevabı pek çoktur. Bu gecenin bir anı
vardır ki, ona rastlayan bir dua mutlaka kabul buyrulur. Bu şerefli gecede teravih’ten sonra bir müddet
daha ibadette bulunulması, nafile namaz kılınması, bu geceyi ihya demektir.
Deniliyor ki, Kadir namazının en azı iki rekat, ortası yüz rekat, en çoğu da bin rekattır. Bu namaz
iki rekat kılındığı takdirde her rekatında iki yüz âyeti celile okunmalı, yüz rekata kadar kılındığı
takdirde, her rekatında Fatiha’yı şerife'den sonra "İnna enzelnahü…" süresiyle üç kere de İhlâs sûre-i
celilesi okunup her iki rekatta bir selâm verilmelidir. "
ALLAH'ümme inneke afuvvün tühibbü'l-afve fa'fü anni; yani "Yarabbi! Sen affedicisin, affı, bağışlamayı
seversin, beni affet." duası da tekrar edilmelidir.
Bu namazın bu şekilde kılınacağı hakkındaki rivayetler, pek kuv-vetli değildir. Asıl maksat, bu
geceyi mümkün olduğu kadar ihya et-mektir. Bu kutsî gecede elden geldiği kadar diğer nafile namazlar
gibi ALLAH rızası için namaz kılınabilir. Fakat mutlaka zorakilikten-bitkin-likten kaçınılması daha
faziletlidir.1
9. Yolculuk namazı: Şöyle ki, bir müslüman bir yola gideceği veya bir yoldan geldiği zaman iki
rekat namaz kılmalıdır. Bu menduptur. Giderken evde, gelirken mescitde kılmak daha faziletlidir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), seferden gündüzün kuşluk vakti dönerler, Mescid-i Saadet'e gider, iki
rekat namaz kılar, orada bir müddet otururlardı. (Sallâllahü tealâ aleyhi vesellem).
10. Tesbih namazı: Şöyle ki, bu her rekatında yetmiş beş defa "
Sübhânellahi velhamdülillahi vela ilâhe illallâhü vellâhü ekber" diye tekbir alınan dört
rekatlı bir na-mazdır. ALLAH Teâlâ'nın rızası için nafile namaza niyet edilerek "ALLAH’ü ekber" diye
namaza başlanır, Sübhaneke'den sonra 15 kere "SübhanALLAH’i velhamdülillah…" okunur. Sonra
"Euzü" ile "Besme-le-i şerife" ve "Fatiha" ile bir sûre-i celile okunup tekrar (10) kere
"SübhanALLAH’i..." okunur. Akabinde rükûya varılır, üç kere "Sübhane Rabbîyel azîm"den sonra 10
defa "SübhanALLAH..." okunarak rükûdan "SemiALLAH’ü limen hamideh, Rebbena velekelhamd"
denilerek kalkılır, yine 10 defa "SübhanALLAH’i…" okunur, daha sonra secdeye varılıp üç defa
"Sübhane rabbiyel â'la"dan sonra 10 kere Sübhanellah…" okunur. Secdeden tekbir ile kalkılır, celse
(oturma) halinde yine 10 kere "Sübhanellahi…" okunur, ikinci secdeye tekbir ile varılıp üç defa "Sübhane
rabbiyel â'lâ"dan sonra yine 10 kere "SübhanALLAH’i…" okunur ki, bu zait tesbihlerin toplamı 75
etmiş olur.
Daha sonra ikinci rekata kalkılır, yine evvelâ 15 kere "Süb-hanALLAH’i…" okunur, sonra yine
birinci rekattaki şekilde hareket edilerek ka'de (oturuş)a varılır. “Tahîyyat” ve “ALLAH’ümme salli…
ve barik” okunur. Zait tesbihlerin toplamı (150) etmiş olur. Daha sonra selâm vermeden veya selâmı
müteakip ayağa kalkılır. Üçüncü, dördüncü rekatlar da tam bu tarif dairesinde kılınır ve böylece her
rekatta yetmiş beş “SübhanALLAH’i…” okunmuş olur ki, toplamı (300) eder.
Bu tesbih namazında yanılma vuku bulsa, sehiv secdelerinde artık bu tesbihler okunmaz.
Tesbih namazının da sevabı pek çoktur. Bu namaz, her vakit kılı-nabilir, hiç olmazsa haftada veya
ayda bir defa, bu da olmazsa ömürde bir defa kılmalıdır.
11. Tevbe namazı: Şöyle ki; bir müslüman, insanlık hali bir gü-nah işlese, bundan pişman olup
derhal tevbe etmesi lâzım gelir. İşte böyle bir kimsenin işlediği günahtan tevbe için güzelce abdest
aldıktan sonra kırsal bir yere çıkıp iki rekat namaz kılması ve o günahtan dolayı ALLAH'u Teâlâ’dan af
dilemesi menduptur. Böyle günah işleyip de son-ra kalbinde pişmanlık duyguları beliren, bu günahı bir
daha işlememeye azmedip Hak Tealâ'dan bağışlanmasını dileyen bir müminin mağfirete nail olacağı bir
hadis-i şerifte beyan buyrulmuştur.
12. Hacet namazı: Şöyle ki uhrevî veya dünyevî bir ihtiyacı olan kimse, güzelce abdest alır, yatsı
namazından sonra iki veya dört rekat ve bir görüşe göre on iki rekat namaz kılar, sonra Hak Teâlâ
1 ÖNEMLİ NOT: Üzerinde kaza namazı bulunan kimselerin bu gibi mübarek gecelerde nafile namaz yerine kaza namazı
kılmaları daha yerinde olur. Bak. Madde: 299
Hazretlerine hamd ü senada, Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimiz’e salât-ü selâmda bulunur. Daha sonra
hacet duasını okuyup ihtiyacının yerine getirilmesini ALLAH Tealâ'dan niyaz eder
Hacet namazının birinci rekatında Fatiha-i şerife'den sonra üç kere Âyet'el-kürsî, diğer üç
rekatında da birer Fatiha ile birer defa ihlâs, Felak ve Nas sûreleri okunması hakkında bir hadîs-i şerif
vardır. Hacet duası şudur:
Hazretlerine hamd ü senada, Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimiz’e salât-ü selâmda bulunur. Daha sonra
hacet duasını okuyup ihtiyacının yerine getirilmesini ALLAH Tealâ'dan niyaz eder
Hacet namazının birinci rekatında Fatiha-i şerife'den sonra üç kere Âyet'el-kürsî, diğer üç
rekatında da birer Fatiha ile birer defa ihlâs, Felak ve Nas sûreleri okunması hakkında bir hadîs-i şerif
vardır. Hacet duası şudur:
"ALLAH’ümme inni estehîruke bi ilmike ve estakdirüke bi kudretike ve es'elüke min fazlike'l-azim, fe
inneke takdirü ve la akdirü ve ta'lemü ve la a'lemü ve ente allamü'l-guyûb. ALLAH'ümme, in künte ta'lemü
enne hâze'l- emre hayrün li fi dini, ve meâşi ve akıbeti emri ve acili emri ve âcilihi fakdirhü li ve yessir hü li
sümme bârik lî fihi. Ve inkünte ta'lemü enne hazel'emre şerrün li fî dîni ve meâşi ve akıbeti emri ve acili emri
ve âcilihi fasrifhü anni vasrifni anhü fakdir liye'l-hayre haysü kâne sümme ardînî bihi.
"Ya İlâhi! Sen bildiğin için, senden hakkımda hayırlısını bana bildirmeni dilerim. Ve kudretin
yettiği için ben senden kuvvet ve takat is-terim ve hayra ermemi senin büyük, fazıl ve kereminden niyaz eylerim, çünkü sen her şeye kadirsin. Ben ise kadir değilim, ve sen her şeyi bi-lirsin, halbuki ben
bilemem, sen gayıpları da tamamen bilirsin.
Ya Rabbi! Sen bilirsin, eğer bu iş; benim dinim, yaşayışım, işimin akibeti, dünyam ve ahiretim hakkında
hayırlı ise, bunu bana nasip ve müyesser eyle. Sonra bunda benim için feyiz ve bereket meydana getir. Ve eğer bu
iş; benim dinim, hayatım, işimin akibeti hakkında ve dünyevî uhrevî hususlarımda benim için bir şer ise, bunu
benden çevir, beni de bundan çevir. -Bunun için gönlümde bir meyil bırakma- ve benim için hayır nerede ise nasip
ve kolay kıl, sonra da beni bu mukadder hayır ile hoşnut buyur. Ey Kerim olan yaratıcım!1
14. Katil namazı: Şöyle ki, her nasılsa kısasa, ölüme mahkûm olan bir müslüman, bu cezanın
tatbikinden evvel iki rekat nafile namaz kılarak tevbe ve istiğfar etmeli, bir takım hayırlı dualarda
bulunmalıdır. Bu namaz, onun hakkında ALLAH'ü Teâlâ’nın rahmetine nail olmasına vesile olabileceği
için güzel görülmüştür.
15. İstiska namazı: Şöyle ki, yağmurlar kesildiği zaman, müs-lümanlar yağmur duasına çıkar,
Kerîm olan yaratıcımızdan yağmur yağ-dırmasını niyaz ederler. İmam-ı A’zam’a göre istiskadan maksat
yalnız duadır, istiğfardır, bunda cemaatle namaz sünnet değildir, bilakis caizdir, insanlar isterlerse ayrı
ayrı namaz kılabilirler. Fakat imameyne göre istiska için veliyülemrin veya vekilinin cuma namazı gibi
âşikâre kıraatle iki rekat namaz kıldırması menduptur. Bu namazı müteakip bayramlarda olduğu gibi iki
hutbe okunur, Hatîb, minbere çıkmaz, yerde durur; kılıç, ok, veya asâ gibi bir şeye dayanır, öylece
hutbelerini okur.
Üç gün birbiri peşine istiska duasına çıkılması güzel görülmüştür. Yağmur yağması gecikirse, eski
elbiseler giyinilerek ve başlar öne eğilerek tevazulu bir halde yayan olarak sahraya çıkılır, evvelce
tevbeler yenilenir, fakirlere sadakalar verilir, haksız yere alınmış şeyler var ise sahiplerine geri verilir,
müslümanlar için mağfiret istenilir. Ve İmam Muhammed'e göre hatip, hutbe esnasında elbisesini dört
köşeli ise aşağısını yukarıya, yukarısını da aşağıya, değirmi ise sağını sol tarafına, solunu da sağ tarafına
getirir ve kaba kaftan ise içini dışarıya, dışını da içeriye getirir, o şekilde giyer. Bu, sıkıntılı halin
değişmesi için bir hayır umma nişanesidir. Fakat cemaat, elbiselerini böyle tersine giyinmezler.
Müslümanlar, yanlarına çocuklarını, ehli hayvanlar ile onların yavrularını beraber alırlar. Çocukları
yavruları bir müddet analarından uzaklaştırırlar, bu hazin tarzda zayıflara, ihtiyarlara dualar ettirerek kendileri
de "âmîn" derler.
Kısacası hüzünlü, tevazulu, kalp yumuşaklığı ve ALLAH kor-kusuyla dolu bir vaziyet ile ALLAH
Tealâ'nın rahmet ve yardımı niyaz edilir. Daha sahraya çıkmadan yağmurlar yağmaya başlarsa bunun
şükranesi olmak için de yine sahraya çıkarlar ki, bu da menduptur.
Yağmurlar, lüzumundan çok yağmaya başlayınca da bunun ke-silmesi, başka taraflara dönmesi için
dua edilmesinde bir sakınca yoktur. Yağmur yağarken " ALLAH'ümme sayyiben
nâfi'an" yâni Ya Rabbi! Bunu hakkımızda faydalı bir yağmur kıl! denir. Lüzumundan fazla yağınca da: = ALLAH'ümme havaleyna ve la aleyna" yani Ya Rabbi! Bunu zarar
vermeyecek yerlere yağdır, bizim üzerimize yağdırma! diye dua edilir.
Dua eden, dilerse ellerini yukarıya kaldırır, dilerse iki şehadet parmağıyla işaret eder. Her duada
ellerin iç yüzünü semaya doğru tutmak sünnettir.
İşte bu istiska da gafil beşeriyet için bir uyanma dersi demektir. Her vakit sonsuz rahmetlerine,
yardımlarına nail olup durmakta bulundu-ğumuz Kerîm, Rahîm olan ALLAH'ımızı hiç bir an unutmamak
ve her vesile ile ona muhtaç olduğumuzu anlayarak azametli dergâhına yönel-mek, niyazda bulunmak,
bizim için bir kulluk borcudur.
Bir kere düşünelim, vakit vakit bulutlardan topraklarımıza yağan o faydalı yağmurlar kesilse, bunun
neticesi olarak da ırmaklar kurusa, su kanalları bomboş kalarak yıkılıp gitse, acaba bu suları bize kim
temin edebilecektir?
Kaynaklarından daima fışkırıp duran, hayatımıza hizmet eden o tatlı, berrak suları, Hak Tealâ
yerlerin dibine geçirse, acaba bunları bize kim getirebilecektir. İşte:
= ALLAH'ümme havaleyna ve la aleyna" yani Ya Rabbi! Bunu zarar
vermeyecek yerlere yağdır, bizim üzerimize yağdırma! diye dua edilir.
Dua eden, dilerse ellerini yukarıya kaldırır, dilerse iki şehadet parmağıyla işaret eder. Her duada
ellerin iç yüzünü semaya doğru tutmak sünnettir.
İşte bu istiska da gafil beşeriyet için bir uyanma dersi demektir. Her vakit sonsuz rahmetlerine,
yardımlarına nail olup durmakta bulundu-ğumuz Kerîm, Rahîm olan ALLAH'ımızı hiç bir an unutmamak
ve her vesile ile ona muhtaç olduğumuzu anlayarak azametli dergâhına yönel-mek, niyazda bulunmak,
bizim için bir kulluk borcudur.
Bir kere düşünelim, vakit vakit bulutlardan topraklarımıza yağan o faydalı yağmurlar kesilse, bunun
neticesi olarak da ırmaklar kurusa, su kanalları bomboş kalarak yıkılıp gitse, acaba bu suları bize kim
temin edebilecektir?
Kaynaklarından daima fışkırıp duran, hayatımıza hizmet eden o tatlı, berrak suları, Hak Tealâ
yerlerin dibine geçirse, acaba bunları bize kim getirebilecektir. İşte:
ALLAH'ümme! Eskına'l-gayse ve la tec'alna mine'l-kanitîn. ALLAH'ümme! inne bi'l-bilâdi ve'l-ıbâdi
ve'l-halki mine'l-le'vaî ve'd-danki mâ la neşkû illâ ileyke. ALLAH'ümme! enbit lena'z-zer'a ve edirre
lena'd-dar'a ve eskina min berekâti's-semai ve enbit lena min berekâti'l-arz. ALLAH'ümme! İnna
nestağfirüke inneke künte gaffara, fe ersili’s-semae aleyna midrarâ."
Ya Rabbi! Bize yardım eden, içimize sinen bol, faydalı, her tarafı kaplayan, her tarafa akıp giden,
her tarafı sulayan umumî bir yağmur ihsan buyur.
İlâhi! Bizi yağmurla sula, bizi ümitlerini kesmiş kimselerden etme! Ey Rabbimiz! Kullarda,
beldelerde ve diğer yaratılmış şeylerde öyle bir güçlük, öyle bir darlık var ki, senden başkasına
arzedemeyiz. Ey Yüce Yaratıcımız! Bizim için ekinleri bitir, bizim için memeleri sütle doldur, bizi göğün
bereketlerinden sula, bize yeryüzünün bereketlerinden yetiştir. Ey Kerim Ma'bud'umuz! Biz senden
mağfiret dileriz. Şüphe yok ki sen çok mağfiret edicisin. Artık bize gökten bol bol yağmurlar yağdır. Ey
Gafur, Rahîm Rabbimiz!"2
16. Küsûf namazı: Şöyle ki, güneş tutulduğu zaman cuma namazını kıldıran imam, ezansız ve
ikametsiz olarak en az iki rekat namaz kıldırır ve her rekatta fazla miktar ve İmam-ı A'zam'a göre gizlice,
İmameyne göre de aşikare kıraatta bulunur. Meselâ her rekatta Bakara sure-i celilesi kadar okur ve diğer
namazlar gibi her rekatında bir kere rükû, iki defa secde eder, namazdan sonra da güneş açılıncaya kadar
kıbleye doğru ayakta veya insanlara karşı oturarak dua eder. Cemaat da "âmin" der. Böyle bir imam
bulunmazsa, insanlar bu namazı kendi evlerinde tek başlarına kılarlar.
Küsûf namazını büyük bir camide kılmak, mescitlerde kılmaktan daha faziletlidir. Sahrada da
kılınabilir.
Küsûf namazlarında İmam-ı A'zam'a, İmam Malik ile İmam Ahmed'e göre hutbe okunmaz. Çünkü
Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimiz, küsûf hâdisesinden dolayı namaz kılınmasını, dua edilmesini, sadaka
verilmesini tavsiye buyurmuş, hutbe okunmasını emretmemiştir. İmam Şafiî ile İbn-i Hacer'e ve bir kısım
muhaddis (hadis alimlerine) göre ise, namazdan sonra hutbe okunması müstehaptır.
17. Husuf namazı: Şöyle ki, ay tutulduğu zaman müslümanların evlerinde teker teker bir halde ve
küsuf namazı gibi aşikare veya gizli kıraatla iki veya dört rekat namaz kılmaları mendup, güzel
görülmüştür. Bu namazın camide cemaatle kılınması, İmam-ı A'zam'a göre sünnet değildir, fakat caizdir.
İmam Şafiî ile İmam Ahmed ve diğer bazı ehli hadis de cemaatle kılınması görüşündedirler. İmam
Malik'e göre ise cemaatle kılınamaz. İnsanların geceleyin her taraftan toplanıp bunu cemaatle kılmaları
güçtür.
Şiddetli rüzgâr, fazla karanlık, geceleyin fazla ışıklık, yer sarsın-tıları, umumî hastalıklar gibi
korkunç hâdiseler zamanında da küsûf ve husuf namazları gibi namaz kılınması, güzel görülmüştür.
Bu gibi geçici olaylar, hadiseler, hepsi ALLAH Teâlâ'nın kudre-tine, hikmetine, azametine delâlet
eden birer emsalsiz şaheserdir.
"Oysa biz, (kudretimize delalet eden) mucizeleri, olağanüstü hadiseleri ancak (inkarcıları)
korkutmak için göndeririz."1 Ayet-i celîlesi ifadesince bu gibi alâmetler, insanları korkutmak için,
insanları isyan-lardan kurtarıp itaat, tevbe ve istiğfar etmeye çekmek için vakit vakit meydana getirilen
kudret alametleridir. Bunları gören kabiliyetli bir kim-senin ruhunda bir korku ve heyecan meydana gelir,
gözlerinin önünde Hak Tealâ'nın celâl ve azameti belirmeye başlar. Artık o kimse Yüce Yaratıcı'mızın bu
kainatı ne kadar muntazam ve mükemmel bir şekilde yaratmış olduğunu anlar, daima o büyük yaratanın
koruma ve himayesine muhtaç bulunduğunu idrâk eder, bu anlayış ile O Ezeli Yaratıcı'sına döner, O'na
tazim için namaz kılar, O'nun korumasına, yardımına nâil olmak için dua eder, gafletten uyanır, uyanık
bir ruha sahip olmak için çalışmış olur.
Güneş ve Ay tutulmasının ne gibi muntazam kanunlar dairesinde meydana geldiği malûmdur.
Mütefekkir bir insan için bu kanunları böyle düzenli, mükemmel bir tarzda meydana getirmiş olan Yüce
Yaratıcı'yı düşünmek en yüksek bir vazifedir.
Güneş ve Ay tutulması ile aydınlık nimeti, karanlığa dönüşüyor, iki parlak kürenin simasını yoğun
bir karanlık kaplıyor, bu hal devam edecek olsa, hayatî varlığımızda kim bilir ne fecî değişiklikler
meydana gelir. Halbuki Alîm ve Hakîm olan kainatın yaratıcısının koymuş olduğu tabiat kanunları buna
müsaade etmiyor. Bu korkunç hüzün verici hal, az sonra yok oluyor. O iki kudret meşalesi, yine olanca
parlaklığı ile ışıklarını, nurlarını etrafa saçıp durmaya başlıyor. Artık bundan dolayı Kerîm ve Rahîm olan
Yaratıcımıza binlerce, yüzbinlerce şükür etsek yine kulluk vazifemizi yerine getirmiş olamayız.
Hiçbir kimsenin doğmasından veya ölmesinden dolayı ay ile güneşin tutulmayacağını Resulü
Ekrem (S.A.V) Efendimiz beyan buyurmuşlardır. Şöyle ki, Peygamber Efendimizin (S.A.V) muhterem
oğulları İbrahim, bir buçuk yaşında iken hicretin onuncu senesinde vefat etmiş, onun vefatı gününde
güneş tutulmuştu. İnsanlar, bu masum çocuğun vefatından dolayı güneşin tutulmuş olduğunu konuşunca
Peygamber Efendimiz (S.A.V), güneş tutulmasının hikmetini beyan etmek üzere:
"Güneş ile Ay, şüphe yok ki bir kimsenin ne ölmesinden ve ne de doğmasından dolayı tutulmaz.
Bunların tutulduğunu gördüğünüz zaman namaz kılınız ve ALLAH'ü Azimüşşan'a dua ediniz."2
diye buyurmuştur.
Diğer bir hadis-i şerifte de: "Bunlar ALLAH Tealâ'nın âyetlerinden iki âyettir, iki kudret ve hikmet
alâmetidir."3 diye buyrulmuştur.
Resulü Ekrem (S.A.V) Efendimiz'in mübarek dilleri daima böyle hakikatlara tercüman olmuş,
insanları yanlış düşüncelerden, inanışlardan men etmiştir. İslâmiyetin tertemiz sahası, akla hikmete uygun
olmayan inançlardan, hareketlerden her şekilde uzak bulunmuştur. Artık böyle ulvî bir peygambere,
mukaddes bir dine nâil olmamızdan dolayı ne kadar şükran secdelerine kapansak yine az değil midir?
(Sallallâhü Tealâ aleyhi vessellem)
MEKRUH VAKİTLER
404- Beş vakit vardır ki, onlara "mekruh vakitler" denir.Birincisi: Güneşin doğmasından bir mızrak boyu, yani beş derece (ki bizim memlekete göre kırk ile
elli dakika arasında değişir) yükselmesine kadar olan vakittir.
İkincisi: Güneşin tam tepeye gelip tam zeval (doğudan batıya doğru kayma) anında bulunduğu
vakittir.
Üçüncüsü: Güneşin sararmasından, gözleri kamaştırmaz bir hale geldiğinden battığı zamana kadar
olan vakittir.
Dördüncüsü: Fecr-i sadık (şafak)'ın doğmasından güneşin doğaca-ğı zamana kadar olan vakittir.
Beşincisi: İkindi namazı kılındıktan sonra güneşin sararmasına, gözleri kamaştıramaz bir hale
gelmesine kadar olan vakittir.
405- Evvelki üç kerahet vaktinde ne kazaya kalmış farz namazlar, ne vitir gibi vacip namaz, ne de
vaktiyle hazırlanmış olan bir cenaze namazı kılınabilir, ne de evvelce okunmuş bir secde âyetinden dolayı
tilâvet secdesi yapılabilir. Aksi takdirde iadeleri lâzım gelir.
Bu üç vakitte nafile namaz da kılınmaz. Şu kadar var ki kılınacak olsa, mekruh olmakla beraber
sahih olup iadesi lâzım gelmez. Çünkü bu mekruhluk, nafile namazların sahih olmasına mani olmaz.
Bununla bera-ber bu vakitlerden birine rastlayan bir nafile namazı bozup, kerahet vaktinden sonra kaza
etmek daha faziletlidir.
Bu üç vakit, ateşe tapanların ibadet zamanlarıdır. Onlara benze-mekten kaçınmak, dini bir hikmet
icabıdır.
Diğer iki kerahet vaktinde ise yalnız nafile namaz mekruhtur. Farz ve vacip bir namaz mekruh
değildir. Cenaze namazı ile tilâvet secdesi de mekruh değildir. Bu iki vakitten birinde başlanılmış olan bir
nafile na-mazı, kerahetten kurtulması için bozulursa, daha sonra kazası lâzım gelir.
406- Güneşin batışı halinde yalnız o günün ikindi namazı kılınabi-lir. Fakat diğer bir günün
kazaya kalmış olan ikindi namazı kılınamaz. Çünkü kâmil bir halde vacip olan bir ibadet, nakıs olarak
kaza edilemez. Kerahet vakti ise ibadetin nakıs olmasına sebeptir.
Güneşin doğuşuna rastlayan herhangi bir namaz ise bozulur. Bu se-beple bir kimse, daha ikindi
namazını eda etmekte iken güneş batsa, na-mazı bozulmaz. Fakat sabah namazını kılmakta iken güneş
doğsa, namazı bozulur. Çünkü birinci takdirde yeni bir namaz vakti girmiş olur. İkinci takdirde ise namaz
vakti çıkmış, yeni bir namaz vakti girmemiş olur.
407- Tam zeval (batıya kayma) anına rastlayan bir namaz, farz veya vacip ise bozulmuş, nafile ise
mekruh olmuş olur. Yalnız İmam Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre Cuma günü zeval vaktinde nafile namaz
kılınması caiz, mekruh olmaktan beridir. Zeval vuku bulunca, yâni güneş batı tarafına meyledince artık
icma ile kerahet vakti çıkmış olur. Zeval vakti için 50. maddeye de bakınız.
408- Mekruh olan bir vakitte okunan bir secde âyetinden dolayı o vakitte secde yapılabilir. Fakat bu
secdeyi kerahet vaktinden sonraya bırakmak daha faziletlidir. Yine kerahet vakitlerinden birinde hazırlanmış
olan bir cenaze namazı, o vakitte kılınabilir. Hatta daha faziletli olan da bu namazı tehir etmeyip
hemen kılmaktır. Çünkü cenazelerde acele etmek gereklidir.
409- Güneş battıktan sonra da, daha akşam namazını kılmadan nafile namazı kılmak mekruhtur.
Zira akşam namazı tehir edilmiş olur. Halbuki akşam namazında acele etmek, daha faziletlidir.
410- Cuma günü imam hutbeye çıktıktan veya ikamet getirildikten sonra da nafile namaza başlamak
mekruhtur.
411- İki bayram namazından evvel ve bayram hutbeleri esnasında ve bu hutbelerden sonra bayram
namazı kılınan yerde nafile namaz kılmak mekruh olduğu gibi, küsûf, istiska ve hac hutbeleri esnasında
da mekruhtur. Bu hutbeleri dinlemek lâzımdır.
412- Mekruh olmayan bir vakitte başlanılmış olan nafile bir namaz, meselâ sabah namazının sünneti
bozulmuş olsa, ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar ve fecrin doğuşundan sonra, güneşin bir
mızrak boyu yükselmesine kadar kaza edilemez, mekruhtur.
Bununla beraber kaza edilse sahih olur. Diğer kerahet vakitleri de böyledir. Ancak bundan evvelki
üç kerahet vakti müstesnadır. Onların bi-rinde kaza edilmesi sahih olmaz. Yeniden kazası icap eder.
413- Güneşin doğup görünüşüne göre bir veya iki mızrak boyu miktarı yükselince kerahet vakti
çıkmış olur. Artık istenilen nafile ve ka-za namazları kılınabilir. Bu miktarı tayin hususunda başkaca basit
bir usul de vardır. Şöyle ki, çeneyi göğse dayayarak güneşe doğru bakmalı, eğer güneş ufuktan yükselmiş
olmasından dolayı görülemezse, kerahet vakti çıkmış bulunur. 211. Maddeye de bakınız!.
NAMAZLARDA MEKRUH OLUP OLMAYAN KIRAATLER
414- Namazlarda yedi mütevatir kıraattan herhangi biri ile amel edilebilir. Ancak acaib, garipgörülecek kıraatler ile amel edilmemelidir. Çünkü zevkine varamayacak bazı kimselerin günaha
girmelerine sebe-biyet verilmiş olabilir.
Hanefî imamları, Ebu Amr ile Hafs'ın, Asım'dan olan kıraatlerini tercih etmişlerdir.
415- Kur'an-ı Kerim'i namazda tertip edildiği üzere okumakta bir sakınca yoktur. Fakat mukim için
sünnet olan "mufassal" denilen sûre-leri okumaktır. Şöyle ki, kıraat miktarında seferi olan için sünnet
olan, Fatihadan sonra dilediği sûreyi okumaktır. İmam olsun olmasın, mukim için sünnet olan ise sabah
ve öğle namazlarında Fatihadan sonra "Tıval-i mufassal" denilen sûrelerden, ikindi ile yatsı
namazlarında "Evsat-ı mufassal" denilen sûrelerden, akşam namazlarında da "Kısar-ı mufas-sal"
denilen sûrelerden bir sûre okumaktır.
"Hucurat sûresi"nden "Bürüc sûresi"nin sonuna kadar olan sûreler tıval-i mufassaldır. "Tarık
sûresi"nden "Lemyekün sûresi"nin sonuna ka-dar olan sûreler, evsat-ı mufassaldır. Bundan sonraki
sûreler de kısar-ı mufassaldır. Bu sûrelere "mufassal" denilmesinin sebebi, bunların birbi-rinden sıkı sıkı
besmele-i şerife ile ayrılmış bulunmalarıdır.
416- Namazların Fatiha’yı şerife'den sonra bir miktar daha Kur'an-ı Kerîm okunması icap eden
rekatlarında tam bir sûre okunması daha faziletlidir. Bununla beraber bir sûrenin bir kısmı bir rekatta, geri
kalanı da diğer bir rekatta okunabilir, bu mekruh değildir.
417- Namazın bir rekatında bir sûrenin sonunu, diğer rekatında da başka bir sûrenin sonunu
okumak, sahih olan bir görüşe göre mekruh değildir.
418- Namazın bir rekatında bir sûrenin evvelinden veya ortasından, diğer rekatında da başka bir
sûrenin evvelinden veya sonundan okumak da veya kısa bir sûre okumak da mekruh değildir. Fakat daha
iyi olan, bir zaruret bulunmadıkça böyle okumamaktır.
419- Namazın bir rekatında bir sûre, diğer bir rekatında da arada iki veya daha fazla sûre bulunmak
üzere aşağıdan başka bir sûre okunması mekruh değildir. Fakat arada bir sûrenin bulunması mekruhtur.
Ancak terk edilen bu sûre, evvelce okunan sûreden en az üç âyet miktarı uzun bulunmuş olursa, o zaman
mekruh olmaz.
420- Namazda bir sûrenin bir âyetinden arada en az iki âyet bu-lunmak üzere diğer âyetine geçmek
mekruh değildir. Fakat daha iyi olan, bir zaruret bulunmadıkça geçmemektir.
421- Bir rekatta iki sûre okumak mekruh değildir. Ancak arada bir veya birden fazla sûre atlanmış
olursa, o zaman mekruh olur. Bununla beraber farz namazlarda böyle iki sûre okunmaması daha iyidir.
422- Bir rekatta zaruret bulunmadıkça bir âyetten diğer âyete intikal = geçmek, mekruhtur. Hatta
aralarında üç âyet bulunsa bile. Şayet böyle bir intikal, yanılarak olur da sonra hatırlanırsa, bu âyetler
tertiplerine riayet için yeniden sırası ile okunur.
423- Namazda bir âyet yerinde başka bir âyet okunsa bakılır; eğer tam bir vakf (durma) ile
durulduktan sonra o başka âyete başlanılmış ise, namaz bozulmaz. Fakat vakf edilmeyip vasıl (geçilmiş) ise bakılır: Eğer mana değişmemiş ise namaz yine bozulmaz: Fakat mana değişmiş ise,
fıkıh alimlerinin çoğuna göre namaz bozulur:
424- Bir namazda bir âyeti celile tekrar edilse, meselâ bir sûre bir rekatta iki defa okunsa veya bir
sûre her iki rekatta kıraat olunsa bakılır: Eğer bu tek başına kılınan bir nafile namaz ise, mekruh olmaz.
Fakat farz namaz ise, unutmak veya başka bir sûre bilmemek gibi bir özür sebebiyle olmayınca mekruh
olur.
425- Birinci rekatta “NAS” sûresi okunsa, ikinci rekatta da bu sûreyi celilenin
okunması münasip olur. Çünkü tekrar etmek, geriye dönülerek yapılan kıraattan daha az mahzurludur, şu kadar var ki, hatim ile namaz kılan bir zat, birinci rekatta Muavvizeteyn (Felak- Nas)ı okumuş olursa,
ikinci rekatta Fatiha’dan sonra Bakara sûresinden bir miktar okur .
426- İkinci rekatta birinci rekatta okunan sûrenin üstündeki sûreyi okumak mekruhtur, ancak kasıtlı
okunmazsa o zaman mekruh olmaz. Bununla beraber okunmaya başlanmış olunca terk edilmemelidir.
Bunun nafile namazlarda mekruh olmayacağı görüşünde olanlar da vardır.
427- Namazda Sübhaneke ile Euzü ve Besmele’yi ve “âmin” lâfzını aşikâre okumak mekruhtur.
428- Ayakta okunan âyetleri rukû halinde bitirmek mekruhtur, okunan âyetleri, sûreleri namaz
içinde parmak ile saymak da İmam-ı A'zam'a göre mekruhtur. İmameyn'e göre ise, bunda bir sakınca
yoktur .
429- Nafile namazların birinci rekatlarını ikinci rekatlarından uzun kılmak mekruhtur. Ancak
Resulü Ekrem (S.A.V.) Efendimiz’den rivayet edilen bir hadis-i şerif bulunursa, mekruh değildir.
Meselâ bir rivayete göre şanı büyük Peygamber Efendimiz (S.A.V) vitir namazının birinci rekatında
Seb-hıs-mi Rabbikel Ala” sûresini, ikinci re-katında “ Kafirun” sûresini, üçüncü rekatında
da “ İhlas” sûresini kıraat buyurmuştur. İmam Muhammed’in tercihine göre yalnız teravih
namazlarında birinci rekatlar, ikinci rekatlardan daha uzun olabilir.
430- Farz namazlar ile nafile namazlarda ikinci rekatları birinci re-katlardan uzun kılmak
mekruhtur. Fakat nafilelerde üçüncü rekatları bi-rinci ve ikinci rekatlardan uzun kılmak mekruh olmaz.
Çünkü nafilelerde her iki rekat bir şef = müstakil bir kısım sayılır. Bak. Madde: 16
431- Farz namazlarda ve cemaatle kılınan namazlarda okunacak âyetler münasebetiyle namaz
kılanın; "Ya Rabbi! Beni cehennem aza-bından koru " diye sığınmada bulunması, veya ALLAH
Teâlâ’dan rahmet ve mağfiret dilemesi mekruhtur. Yalnız başına nafile kılan kimsenin bu şekilde dua
etmesinde bir sakınca görülmemektedir.
432- Namazda sünnet miktarı kıraatten sonra bir hasr = tutukluk olacak olursa, hemen rükûya
gidilmeli, başka bir âyete, sûreye geçilme-melidir. Fakat henüz sünnet miktarı kıraat yapılmamış ise, bu geçiş mekruh olmaz.
433- Kur'an-ı Kerîm, farz namazlarda yavaş yavaş ve derin bir te-fekkür ile harf harf okunmalı,
teravih namazlarında çok yavaş ile sürat arasında okunmalı, diğer gece nafile namazlarında ise, süratle
okunabilir. Yeter ki mânası anlaşılacak şekilde okunsun, tecvid hatası bulunmasın.
434- Namazda ve namaz dışında aşikare Kur'an okunurken sadece sesi güzelleştirmek, kıraatı
süslemek için elhan = nağmeler ile kıraatte bulunmak güzel görülmüştür. Nitekim bir hadîs-i şerifte:
Kur'an-ı Mübin'i seslerinizle süsleyiniz” buyrulmuştur. Yeter ki
bununla mana değişmesin, kelimelerin yapısı bo-zulmasın, harfler uzatılarak bir harf, iki harf gibi
okunmasın. Bazı kimse-lerin müezzinlik esnasında birer elif ilavesi ile: " Rabbe-na lekelhamd" demeleri gibi. " رَابٌ = Raab" ise, üvey baba demektir. Ma-na değiştiği için namazın
bozulmasına sebep olacağından bu gibi elhan-dan = nağmelerden kaçınmak lâzımdır.
Kısacası; elhan neticesinde Kur'an kelimelerinin manaları değişirse namaz bozulur. Yalnız "Med"
ve "Lin" denilen harflerde değişiklik olup aşırı bir şekilde olmazsa, namaz bozulmaz, aşırı şekilde olursa, na-maz bozulur, hatta mana değişmese bile.
Harekesiz olan “ ا = elif” harfinden bir önceki harf, üstünlü ve “ و = vav” harfinden bir önceki
harf ötreli, ve “ ي = ye” harfinden bir önceki harf esreli olursa, bu “ ا- و- ي ” harfleri birer harf-i med
(bir önceki harfi uzatan) olmuş olur. “ و” ve ي “ ” harfleri cezimli, bir önceki harfleri de üstünlü olursa, bu “ ي – و ” harflerinden her biri bir harfi lin olur. “ غَيْبٌ – خَوْفٌ ” kelimelerinde olduğu gibi.
ZELLETÜ'L-KARİ (OKUYUCU HATASI)NA AİT ESASLAR
435- Bir namaz, içinde vaki olan bir kıraat yanlışlığı ile bozulur mu bozulmaz mı meselesi pekmühimdir. Buna dikkat etmek lâzımdır. Kur'an-ı Kerim'i okumadaki bir hataya, okuyanın sürçmesine
"Zelletü’l-kari" denir. Bu husustaki başlıca esaslar şunlardır.
436- Kur'an-ı Mübin'in bir kelimesi kasten değiştirilir, mana da değişirse, namaz ittifakla bozulur.
Ancak hamd ü senaya ait olup yerine yine hamd ü senaya dair bir lâfız okunmuş olursa, o zaman
bozulmaz. Fakat böyle bir cüret caiz görülemez.
Fakat yanılarak değiştirilmiş olunca bakılır: Eğer okunan lâfzın benzeri Kur'an'da bulunmaz, manası
da Kur'an'daki kelimenin mana-sından uzak olup aralarında fazla bir ayrılık bulunarak iki mana arasında bir münasebet mevcut olmazsa, bununla namaz ittifakla bozulur. Ancak okunan lafız, tesbih, tahmit, veya zikir olursa, o zaman bozulmaz.
Benzeri Kur'an’da bulunmadığı gibi manası da bulunmayan bir la-fız hakkında da hüküm
böyledir, yani namaz bozulur.
437- Yanılarak okunan lâfzın benzeri Kur'anda bulunduğu ve bu lafız ile Kur'an’daki kelimenin
manası aşırı şekilde değişmemekle bera-ber ikisinin mânası birbirinden uzak bulunduğu takdirde, İmam-ı A'zam ile İmam Muhammed'e göre namaz bozulur. En ihtiyatlı olan budur. Fakat İmam Ebu Yusuf ile diğer bazı fıkıh alimlerine göre bozulmaz. Çünkü bunda umumu belva vardır. Yani, bu umumî bir derttir, insanların çoğunluğu bundan kurtulamayacak bir haldedir. Bu sebeple fetva verilen görüş de budur.
438- Yanılarak okunan lâfzın benzeri Kur'an'da bulunmamakla be-raber, bununla mana
değişmeyecek olsa, İmam-ı A'zam ile İmam Mu-hammed'e göre namaz bozulmaz. Çünkü mana esastır, en çok mana dik-kate alınır. Fakat İmam Ebu Yusuf'a göre bozulur. Zira bu hususta asıl olan, Kur'an'da
benzerinin bulunup bulunmamasıdır.
Demek oluyor ki, İmam-ı A'zam ile İmam Muhammed, yanılarak yanlış okunan lâfız ile Kur'an'daki
mananın fazla değişip değişmemesini dikkate almışlardır. Şöyle ki, eğer mana, fazlaca değişirse namaz
bozulur, yoksa bozulmaz. Okunan lâfzın Kur'an'da benzeri bulunsun bulunmasın farketmez. İmam Ebu
Yusuf ise, okunan lafzın Kur'an'da benzeri mevcut olup olmamasını esas tutmuştur. Bu sebeple eğer
Kur'an'da benzeri mev-cut ise, namaz bozulmaz, hatta mana, aşırı bir şekilde değişse bile. Ve eğer benzeri mevcut değilse, namaz bozulur. Hatta mana, aşırı bir şekilde değişmese bile.
Yukarıda 436, 437, 438 rakamları ile gösterilen üç esas mutekaddi-mîn denilen ilk devir
müçtehitlere göredir. Aşağıdaki esaslar da müte-ahhirîn denilen sonraki fıkıh alimlerine göredir ki, bu
hususta biraz daha müsamaha gösterilmiştir.
439- Kur'an-ı Kerim'in kıraatinde i'rab (kelimenin son harfinin ha-rekesi) yönüyle yanılarak
meydana gelen hata, namazı mutlaka bozmaz. Hatta itikadı, kafirliği gerektirecek kadar mana
değiştirilmiş olsa bile. Çünkü insanların bir çoğunun i'rab şekillerini ayırmaya gücü yetmez.
" اِبْرَاهِيمَ رَبُّهُ " ayet-i kerimesinde İbrahim'in mimi'ni ötre, rabbühû'nun be'sini de üstün okumak gibi, "
نَعْبُدُ " kelimesinin be'sini esre okumak da böyledir.
440- Kur'an-ı Kerim'in kelimelerinden şeddesiz bir harfi yanılarak şeddeli ve şeddeli bir harfi
şeddesiz okumak, med edilecek (uzatılacak) bir harfi kasr etmek (uzatmamak) ve kasr edilecek bir harfi
med etmek, idğam edilecek (birbirine katılacak) harfleri fekk etmek (ayırmak) ve fekk edilecek harfleri
idğam eylemek, namazı bozmaz. " ائاك " kelimesini şeddesiz olarak okumak gibi. Yerinin dışında
yapılan imâle (meyilli uzatma) da namazı bozmaz. " بسم االله " veya " مالك يو م الدين " ayet-i kerimesini
imale ile okumak gibi.
İnce okunacak bir harfi kalın, kalın okunacak bir harfi ince okumak da bunun gibidir. Çünkü bu
hususlarda da umum-i belva (kaçınılması zor veya imkansız durum) vardır.
441- Kur'an okunurken yerinin dışında vakf (kıraatı kesmek, durmak) veya iptida (kıraata
başlamak) olsa, bakılır; eğer bununla mana değişmezse, namaz icma ile bozulmaz ve eğer mana değişirse bunda ihtilâf vardır. Fetva verilen görüş, bununla da namazın bozulmayacağıdır. Müteahhirîn (sonraki
fıkıh alimleri)nin çoğunluğunun görüşü budur. Çünkü bunda da umum-i belva vardır. Herkes manayı bilip ona göre kıraatta bulunamaz. Ve unutmak, nefes kesilmek gibi arızalardan kurtu-lamaz.
442- Kur'an'dan bir harf yerine yanılarak başka bir harf okunacak olsa, bakılır; eğer bu iki harfin
arasında -kaf ile kef'te olduğu gibi- mahreç (harfin çıkış yeri) yakınlığı var ise, veya bunlar "sin ile sat gibi" bir mahreçten olup aralarında ibdal (bir harfin yerine başka bir harf koymak) caiz ise, bununla namaz bozulmaz. " فَلاَ تَقْهَرْ " yerine " فَلاَ تَكْهَرْ " ve " اَلصَّمَ دُ " yerine " اَلسَّمَ دُ " okunması gibi. " ج- ى " harfleri bir mahreçten oldukları halde aralarında ibdal caiz değildir. Yani bunlar birbirine kalb edilmez (çevrilmez).
443- İki harf arasında mahreç birliği veya yakınlığı olmadığı halde umum-i belva bulunup bunların
aralarını ayırmak müşkil bulunsa, bunlardan birinin yerine diğerinin telâffuz edilmesi, fıkıh alimlerinden bir
çoklarına göre namazı bozmaz. " ض" yerine " ذ " ,"د " veya " ظ" harfinin okunması ve " ذ" yerine de
ز " " veya " ظ" harfinin telâffuz edilmesi gibi. " ص" ile " ط " ,"س " ile " ت" harfleri de böyledir.
Birçok fıkıh alimi namazın bozulmayacağına fetva vermişlerdir. Ancak kasten böyle okunursa o zaman
bozulur.
Bu sebeple " ولاَ الضَّالِّين " yerine " ولاَ الظَّالِّين " veya " وَلاَ الدَّالِّين " okun-ması namazın sahih
olmasına mâni olmaz. Bununla beraber bu hususta başka görüşler de vardır. Bu harflerin aralarını
ayırmaya gücü yetecek kimse için bunların böyle ibdaline meydan vermemek icap eder. Kasten böyle
okunursa, namaz bozulur.
444- Aralarını külfetsiz olarak ayırmak mümkün olan iki harften birini diğeri ile değiştirmek, meselâ
ص " " yerine " ط" harfini okumak, namazı ittifakla bozar. “ اَلصَّالِحَا تُ ” yerine “ اَلطَّالِحَا تُ ” okunması
gibi “ اَللهُ اَحَدٌ ” yerine “ اَللهُ اَحَتٌ ” ve “ فِطْرَةَ اللهِ الَّتيِ فَطَرَ ” yerine “ فَتَرَ ” okumak da böyledir.
445- Namazda Kur'an'dan bir kelimenin bir parçası kesilse, meselâ " اَلْحَمْدُ " yerinde unutmaktan
veya nefesin kesilmesinden dolayı yalnız " اَلْ " denilip daha sonra " حَمْدُ " denilse veya okunacak bir
kelime hatıra gelmeyip başka bir kelimeye geçilse, fıkıh alimlerinin çoğuna göre na-maz bozulmaz. Hatta
mana değişmiş olsa bile. Çünkü unutma ve nefesin kesilmesi hususunda zaruret ve umumi belva vardır.
Hattâ " مَطْلَعِ الْفَجْرِ " yerine nefesin kesilmesinden dolayı " مَطْلَعِ الْفَجْ " denilerek rükûya varıl-sa,
namaz bozulmuş olmaz.
Bununla beraber namazı bozacak bir lâfzın tamamını okumakla bir parçasını okumak müsavidir.
Her iki takdirde namaz bozulur.
446- Kıraat esnasında bir kelimenin son harfi, diğer bir kelimeye vasl edilecek (ulaştırılacak) olsa,
alimlerin çoğunluğuna göre namaz bozulmaz. " Şu kadar var ki, bu gibi kelimelerde sekte (sesin kesilmesi) yapılmamasına dikkat edilmelidir.
Aynı şekilde " يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ " yerinde " يَحْسَبُونَنَّهُمْ " diye vasl edilse namaz bozulmaz.
447- Kıraatta yanılarak bir harf ilave edilecek olsa bakılır; eğer mâ-na değişmezse, namaz
bozulmaz. Fakat mâna değişirse, bir görüşe göre namaz bozulur. Çünkü bu halde kasemin cevabı, kasem kılınmış oluyor. Bununla beraber, bu hata ile na-mazın bozulmayacağı görüşünde
olanlar da vardır.
448- Kur'an-ı Mübin'in kelimelerinden birinin bir harfi yanılarak noksan okunsa bakılır; eğer bu harf,
kelimenin asıl harflerinden olup mâna değişirse, İmam-ı A'zam ile İmam Muhammed'e göre namaz bozulur. مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ " " yerine " مِمَّا زَقْنَاهُمْ " ve " جَعَلْنَا " yerine " عَلْنَا " okunması gibi.
Yine asıl harflerden olmamakla beraber hazf (bir harfin kaldırılıp okunmaması)ndan dolayı itikadı
kafir olmayı gerektirecek bir mana mey-dana gelirse, yine namaz bozulur.
Fakat bu hazf terhim sureti ile, yani kelimenin son harfini hazf ile olursa, namaz bozulmaz.
449- Namazda Kur'an'ın bir kelimesi veya harfi yanılarak kaldırılıp o-kunmasa bakılır, eğer mâna
değişmezse namaz bozulmaz. " وَلَقَدْ جَاءَتْهُمْ رُسُلُنَا " yerine " وَلَقَدْ جَاءَهُمْ رُسُلُنَا " okunması gibi, Fakat mana değişirse, çoğu alimlere göre namaz bozulur.-
Kaldırılıp okunmayan harf, asıl harflerden olmadığı veya asıl harflerden olmakla beraber mâna
değişmediği takdirde namaz bozulmaz. " اَلْوَاقِعَةُ " kelimesini " ة" siz okumak gibi.
450- Kur'an-ı Kerim'in bir kelimesi namazda tekrar edilse bakılır. Eğer bununla mâna değişmezse namaz bozulmaz, değişirse bazı fıkıh alimlerine göre yine bozulmaz. Diğer bazılarına göre ise, bozulur, sahih görülen de bu-dur. Bununla mânanın de-ğişeceğini bilen kimsenin bunu böyle kasten okuması, şüphesiz namazı bozar. Fakat sadece dil sürçmesi ile veya mahreci doğru yapmak kasdıyla okunduğu takdirde, namazın bozulmayacağı daha uygun görülmektedir.
Aynı şekilde bir kelimenin bir harfi tekrar edilse bakılır: Eğer şed-deli bir harfi iyice belirtmek için
ise, namaz bozulmaz.
451- Âyetlerdeki kelimelerin harfleri yanılarak öne alınsa veya tehir edilecek olsa, bakılır, eğer mâna
değişir ise, namaz bozulur.Fakat mâna değişmezse bozulmaz. Tercih edilen budur.
452- Kur'an-ı Kerim'in okunmasında bir kelime yanılarak ilave edilecek olsa, bakılır, eğer o ilave
edilen kelime, Kur'an'da bulunup mânayı değiştirmezse, namazı bozmaz.
İlave edilen kelime, Kur'an'da bulunmamakla beraber mânayı değiştirmediği takdirde de hüküm
böyledir. Fakat ilave edilen kelime, Kur'an'da bulunduğu halde itikadı kafirliği gerektirecek derecede
mânayı değiştirirse, namazı bozar.
453- Kur'an-ı Mübin'in kelimelerinden biri diğerinden önce okunup mâna değişmezse, namaz
bozulmaz. Fakat mâna değişirse, fıkıh alimlerinin çoğuna göre namaz bozulur.
454- Kur'an-ı Kerim'in iki kelimesi diğer iki kelimesi üzerine yanılarak takdim edilse bakılır; eğer
mâna değişmezse, namaz bozulmaz. Fakat mâna değişirse, namaz bozulur.
455- Kur'an-ı Kerim'de ALLAH Tealâ'nın isimlerinden birine yanılarak te'nis (dişilik) harfi ilâve
edilse, bir görüşe göre namaz bozulur. Daha sahih görülen diğer bir görüşe göre bozulmaz.
456- Bir ismin yerine yanılarak diğer bir isim okunarak onunla nis-bet değişirse bakılır; eğer
kendisine nisbet edilen şey Kur'an'da bulunmazsa, namaz ihtilafsız bozulur.
457- Rahmet ayeti, azap ayeti ile ve aksine azab âyeti, rahmet âyeti ile bitirmek veya "اَلرَّحْمَنُ عَلَى
الْعَرْشِ اسْتَوَى" yerine "... اَلشَّيْطاَنُ " diye okumak fıkıh alimlerinin çoğuna göre namazı bozar. İmam
Ebu Yu-suf'tan bir rivayete göre bozmaz, diğer sahih görülen rivayete göre bozar. Çünkü ALLAH
Teâlâ'nın haber verdiğinin aksi haber verilmiş olur.
458 - "بَلَى" yerinde " نَعَمْ " okunsa, meselâ " أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ قَالُوا بَلَى " yerine " نَعَمْ " denilse, fıkıh alimlerinin çoğuna göre namaz bozulur. Çünkü belâ, olumsuzluğu reddetmek, müspet olanı tasdik
içindir. Neam ise, olumsuzu tasdik içindir. Şöyle ki, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sualine "belâ"
diye cevap verilince, mâna "Evet sen bizim Rabbimizsin." demek olur. Halbuki neam denilince mâna,
"Evet sen bizim Rabbimiz değilsin." demek olur ki, bu bir inkârdır.
459- Okunan lâfız, Kur'an'da bulunduğu halde Kur'an'daki kelime ile aralarında mânaca yakınlık
bulunmasa bakılır; eğer itikadı kafirliği gerektirici şeylerden olursa, fıkıh alimlerinin çoğuna göre namazı bozar.
460- Elseg = peltek olan kimse, " ر" harfini " غ" veya " ل" yahut " ي" olarak telâffuz etse,
namazı bozulmaz. " رَبِّ الْعَالَمِينَ " yerine " لَبِّ الْعَالَمِينَ " demesi gibi. Bununla beraber böyle bir kimse
için mümkün olduğu kadar dilini düzeltmeye çalışması lâzımdır. Doğru okuyamadığı harf bulunma-yan âyetleri bulup okumalıdır. Böyle bir kimse, ümmi (Kur'an-ı Kerim okumasını bilmeyen) gibidir.
Kendisine güzel Kur'an okuyanların uyma-ları caiz olmaz.
اَلْحَمْدُ للهِ " - 461 " kelimesini, " اَلْهَمْدُللهِ " diye telâffuz edenler de başka türlü okuyamadıkları takdirde peltek hükmünde bulunurlar.
462- Bir kimse namaz kılarken büyük bir hata ile kıraatte bulunduktan sonra, dönüp doğru bir
şekilde kıraat eylese namazı caiz olur.
Deniliyor ki, bir namaz bir çok yönlerden sahih olduğu halde bir yönden bozulsa, ihtiyaten
bozulduğuna hükmedilir. Bundan kıraat hususu müstesnadır. Çünkü bu hususta umumî belvâ (kaçınılması zor ve imkan-sız bir durum) vardır. Sahih olma yönü tercih edilir. Bununla beraber bu hususta da namazı yeniden kılmak ihtiyata daha uygundur.
(İmam Şafii'ye göre Fatiha'nın dışındaki hata namazı bozmaz. Çünkü ona göre kasden olmayan bir
söz, namazı bozmaz. Bu hata ise, kasıtlı değildir. Fatiha'daki hata ile namazın bozulması ise, mezhebine göre Fatihasız namazın caiz olmamasından dolayıdır). Kıraat bahsine müracaat!
KUR'AN-I KERİM'İ ÖĞRENİP OKUMAK VE DİNLEMEK VAZİFELERİ
463- Her müslüman için namazı caiz olacak miktar Kur'an-ı Kerim'den ezber etmek, bir farz-ı
ayndır. Fatiha sûresi ile diğer bir sûreyi ezber etmek de vaciptir ki, bununla farz da yerine getirilmiş olur.
Kur'an-ı Mübin'in diğer kısımlarını ezberleyip hafız olmak da ehli İslâm için bir farz-ı kifayedir.
464- Kur'an-ı Kerim'i namaz dışında Mushaf-ı şerif'ten bakarak okumak, ezber okumaktan daha
faziletlidir. Çünkü bu takdirde okuma ibadeti ile Mushaf-ı şerif'e bakma ibadeti toplanmış olur.
465- Kur'an-ı Azim'i namaz dışında da kıbleye yönelerek ve güzel elbiseler giyinmiş bulunarak
taharet üzere okumak müstehaptır. Ev-velinde "eüzü" ile "besmele"yi okumak da müstehaptır.
466- Kur'an-ı Mübin'i ayda bir kere hatim etmek daha iyidir. Senede bir, kırk günde bir, haftada bir
hatim edilmesini tercih edenler de vardır. Üç günden az bir müddette hatim edilmesi müstehap değildir.
Çünkü böyle az bir müddette okunacak bir Kur'an-ı Azîm'in yüksek mânalarını düşünmek mümkün olamaz,
tecvidine de belki riayet edilemez.
467- Kur'an-ı Kerim'i dinlemek bir farz-ı kifayedir. Bununla beraber başka işler ile uğraşan
kimselerin yanlarında Kur'an âyetlerinin seslice okunması uygun değildir. Bu halde Kur'an-ı zişan'ı
dinlemeyenler değil, okuyanlar günaha girmiş olurlar.
468- Kur'an-ı Hakim'i okumak, nafile ibadetten ve aşikâre okumak, sessizce okumaktan ve
dinlemek, okumaktan daha faziletlidir. Yeter ki riyadan uzak olsun.
469- Bir kimse, yürürken veya bir iş görürken Kur'an-ı Kerim'i okuyabilir. Yeter ki bu hal, Kur'an'ın
gafletle okunmasına sebebiyet vermesin.
470- Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde dua ile, tesbih ile, Peygamber Efendimiz'e salât-ü
selâm ile meşgul olmak, Kur'an-ı Kerim'i okumaktan daha faziletlidir.
471- Kur'an-ı Kerim'i güzel ses ile tecvid üzere okumak müstehaptır. Nitekim bir hadis-i şerif'te:
لِكُلِّ شَيْئٍ حِلْيَةٌ وَحِلْيَةُ الْقُرْآنِ حُسْنُ الصَّوْتِ "Her şeyin bir süsü vardır, Kur'an'ın süsü de güzel sestir." buyrulmuştur.
Fakat tecvide aykırı şekilde telhin ile, terci'2 ile, nağmeler ile okumak caiz değildir. Kelimeleri
değiştiren bir lâhn (hata), ihtilafsız haramdır. Lâhn ile Kur'an okuyan kimseye doğrusunu ihtar etmek,
işiten kimse için yapılması gerekli dini bir vazifedir. Ancak bu yüzden aralarında bir düşmanlık, bir kin
meydana geleceği bilinirse, o müstesna.
472- Kur'an-ı Azîmüşsan'ı okuyup öğrenmiş olan kimse, daha sonra Mushaf'ı şerif'ten
okuyamayacak derecede unutacak olsa, günahkâr olur.
473- Kur'an-ı Kerim'i okumak gibi başkasına okutmak da pek büyük bir ibadettir. Bir hadîs-i şerifte: "Sizin en faziletliniz, Kur'an'ı öğrenip başkalarına öğreteninizdir." buyrulmuştur. Diğer bir hadisi şerifte de: "Güzel Kur'an okuyan müslümanlar, cennet ehlinin en arif olan-larıdır." buyrulmuştur.
Kur'an-ı Mübin maddî, manevî, bedenî ve kalbî hastalıkların bir şi-fasıdır. Nitekim:
hadîs-i şerifi de bunu bildirmektedir.
Artık her müslüman için icap etmez mi ki, Kur'an-ı Kerim'i öğrensin, onu okumakla şereflensin,
birçok sevaplara nail olsun!
NAMAZLARIN MEKRUHLARI
474- Namazların mekruhları, yani namaz içinde yapılması veya yapılmaması mekruh olan şeyler,
tahrimi ve tenzihî olmak üzere iki nevidir. Şöyle ki, bir vacibin terkini içeren bir şey, tahrimen mekruhtur.
Bir sünnetin terkini içeren bir şey de tenzihen mekruhtur. Bununla beraber tenzihen mekruh olanlar da, ehemmiyetleri ve tahrimen mekruh olanlara yakınlıkları itibari ile farklı farklıdırlar. Meselâ bir sünneti müekkedeyi terk etmek, bir vacibi terk etmek derecesine yakın bir mekruh olmaktadır. Nitekim farzların, vaciplerin, müstehapların ve bunların zıtlarının dereceleri de farklı farklıdır.
Namazda mekruh olup "namazın mekruhları" diye sayılan şeylerin başlıcalarını kaydediyoruz.
Şöyle ki:
1. Namaz kılarken bir özür bulunmaksızın yere, direğe, duvara veya asaya dayanmak mekruhtur.
2. Namazda bir kere sağa, bir kere de sola doğru meyil etmek mekruhtur. Çünkü böyle bir hareket,
abestir ve huşuya (kalp huzuruna) aykırıdır.
3. Namazda özürsüz yere birbiri peşine olmamak üzere birkaç adım yürümek mekruhtur. Fakat,
görülen bir yılanı, bir akrebi öldürmek gibi bir özür sebebi ile atılacak birkaç adım, mekruh değildir.
Bununla beraber bunları öldürmek, biraz yürümeye ve birkaç kere çarpmaya muhtaç olursa, bununla
namaz bozulur. Ancak bu halde namazı bozmak için şer'an ruhsat vardır. Çünkü herhangi bir zararı
gidermek için namazı bozmak caizdir. Meselâ bir kimseyi ölümden veya bir malı hatta kıymeti 3,2 gr. gümüş miktarında olsa bile- zayi olmaktan kurtarmak için namaz bozulabilir. Bu mal namaz kılana ait olsun olmasın, müsavidir.
4. Namazda bit veya pire tutmak, öldürmek ve kovalamak mek-ruhtur. Karınca ve pire gibi bir şeyin
ısırmasından rahatsız olan namaz kılan bir kimsenin, bunları yalnızca tutup atması mekruh değildir.
5. Namazda güzel bir şeyi koklamak veya tükürüğü atmak veya elbise ile bir veya iki kere
yelpazelenmek veya namazdan evvel veya namaz içinde bir erkek için kolları dirseklere doğru toplamak mekruhtur.
6. Namazda kıyam, rukû ve secde hallerinde elleri bir özür bulunmaksızın sünnet olan uzuvlar
üzerine koymamak mekruhtur. Kıyamda elleri yanlara salıvermek gibi.
7. Namazda daha dizleri yere koymadan elleri yere koymak ve secdeden kalkarken dizleri ellerden
evvel kaldırmak mekruhtur. Ancak bir özürden dolayı olursa, mekruh olmaz.
8. Namazda yanları yere koyup, butları, incikleri yukarıya dikmek mekruhtur.
9. Erkeklerin secde ederken kollarını tamamı ile yere döşemeleri mekruhtur.
10. Rukû veya secde ederken iftitah tekbirinde olduğu gibi elleri yukarıya kaldırmak mekruhtur.
11. Namaz içinde bir özür bulunmaksızın bağdaş kurup veya dizleri dikip oturmak mekruhtur.
12. Rükûda, secdede, kavme (bak: madde-11) ile celse (bak: madde-13) de sükûneti, uzuvların
sakin bir hale gelmesini terk etmek ve pek acele rukû ve secde eder olmak mekruhtur.
13. Namazda gerinmek veya esnemek ve el ile ağzı kapamak mekruhtur. Çünkü gerinmek, bir
gaflet ve tembellik eseridir. Esnemek de bir gevşeklik-uyuşukluk nişanesidir. Ancak esneme halinde ağzı kapamaya gücü yetmezse, o halde namaz içinde sağ elin arkası ile, namaz dışında da sol elin arkası ile ağız kapatılmalıdır.
14. Namazda bir zaruret bulunmaksızın isteyerek öksürmek mekruhtur. Öksürüğü mümkün olduğu
kadar gidermek, edebe riayet bakımından pek güzeldir.
15. Namazda sesi işitilmeyecek derecede üfürmek mekruhtur. Bu halde en az iki harften ibaret bir
ses işitilecek olursa, namaz bozulur.
16. Namaz içinde, verilen selâmı el veya baş işareti ile almak mekruhtur.
17. Namazda okumaya mâni olmayacak miktarda ağıza altın, gümüş, inci gibi erimez bir şey almak
mekruhtur. Bunlar okumaya mâni olursa, namaz bozulur. Nitekim eriyen şeyler de böyledir.
18. Namazda dişlerin arasında nohut tanesinden küçük bulunan bir yemek parçasını yutmak
mekruhtur. Nohut tanesinden büyük olursa, na-mazı bozar. Nohut miktarı da en sahih olan görüşe göre namazı bozar.
19. Mübah bir yemek hazır olduğu halde namaza başlamak mek-ruhtur. Ancak vaktin çıkmasından
korkulursa, o zaman mekruh olmaz. Bu yemeğe gerek iştah duyulsun duyulmasın, müsavidir.
20. Namazda gözleri yummak veya gözler ile gök tarafına veya sağa, sola bakmak veya bir tarafa
boynu ile dönüp bakıvermek mek-ruhtur. Görünülmesi caiz olmayan bir şeyi görmemek için veya son
dere-ce kalp huzurundan, ALLAH korkusundan meydana gelen bir halden veya başka şeylerden dikkati kesip Hak Teâlâ'nın mukaddes tarafına yönelme kastından dolayı gözleri yummak, mekruh değildir. Bir ihtiyaç anında göz ucu ile bakmak da mekruh olmaz.
21. Namazda iki elin parmaklarını birbirine çatmak, parmak çıtlatmak veya çıtlayacak sûrette
sıkıvermek ve elleri böğrüne koymak mekruhtur.
22. Namazda daha selâm vermeden terleri veya yüze dokunmuş olan toprakları silmek mekruhtur.
Ancak bu silmek, bir zararı gidermek veya bir faydayı elde etmek için olursa, o zaman mekruh olmaz. Göze girip zahmet veren bir teri gidermek gibi.
23. Rukû halinde sünnet üzere olan şekle muhalif bir sûrette başı yukarı tutmak veya aşağıya
indirmek ve imamdan evvel rukûya veya secdeye gitmek ve ondan evvel rükûdan veya secdeden baş
kaldırmak mekruhtur. Fakat imam daha rukû veya secdeye gitmeden ona uyan, ru-kûya veya secdeye
gidip başını kaldırsa namazı bozulur. Ancak daha imam selâm vermeden bu rükûyü veya secdeyi imam
ile veya ondan sonra iade ederse, o zaman bozulmaz.
24. Rükûda veya secdede tesbihleri terketmek veya üçten az oku-mak mekruhtur.
25. Kıyamdan rükûya, rükûdan secdeye, secdeden kıyama intikal hallerinde meşru olan
tekbirleri, zikirleri bu intikal hallerinden sonra okumak mekruhtur. Kıyamdan rükûya vardıktan sonra
ALLAH'ü ekber" demek ve rükûdan kıyama tam döndükten sonra SemiALLAH'ü limen hamideh" demek gibi. Bu şekilde bu zikirlerin mahalli kaçırılmış olur.
26. Kırda namaz kılarken çakıl taşlarını eliyle düzeltmek mek-ruhtur. Ancak üzerine secde etmek
mümkün olmazsa, bu halde bir iki defa düzeltmek caiz olur.
27. Başkasının yerinde rızası olmaksızın kılınan namaz mekruhtur. Bir görüşe göre böyle bir yer,
bir müslümana ait olup ekilmemiş ise, üze-rinde namaz kılmak da mekruh değildir.
28. Bir kimse, başkasına ait bir yer ile, topluma ait yoldan bir yer üzerinde namaz kılmak
mecburiyetinde kalsa bakılır, eğer şahsa ait yer, ekilmiş veya bir gayrimüslime ait bulunmuş ise, o yol
üzerinde kılması daha iyidir. Gayrimüslimin bu namaza razı olmayacağı malûmdur.
29. Namazı, zihni meşgul edecek, kalp huzurunu bozacak şeylerin mevcut bulunduğu bir yerde
kılmak mekruhtur. Süs eşyaları, oyun-oyuncak ve benzeri şeylerin bulunduğu yer gibi. Hattâ mescitlerde
çalın-maları muhtemel ise, ayakkabılarını arka tarafa bırakmak da huzuru bo-zacağından mekruh
sayılmıştır.
30. Yanmakta olan sobaya, ocağa ve ateş dolu mangala karşı namaz kılmak mekruhtur. Muma,
kandile, lâmbaya karşı namaz kılmak ise, mekruh değildir.
Aynı şekilde asılı bulunan Mushaf-ı şerif'e veya bir kılıca karşı namaz kılmak da mekruh değildir.
Çünkü bunlara hiçbir kimse tarafından tapılmamıştır.
31. Bir insanın yüzüne karşı arada birşey olmaksızın namaz kılmak mekruhtur. Fakat bir insanın
arkasına karşı namaz kılmak mekruh de-ğildir. Ancak bu insanın, konuşmasından dolayı şaşırmak
muhtemel olur-sa, o zaman mekruh olur.
32. Temiz olmayan şeylere karşı ve temiz olmayan şeyler yakının-da namaz kılmak mekruhtur.
Bunlar namaz hakkındaki hürmete aykırıdır. Kabristanda, yol ortasında, hamamda, hayvan boğazlanan
yerlerde namaz kılmak da böyledir. Ancak kabristanda veya hamam gibi bir yerde namaz için bir yer
tayin edilmiş olursa, o zaman mekruh olmaz.
33. Namazda bir ihtiyaç bulunmaksızın bir çocuğu veya kendisini meşgul edecek herhangi bir şeyi
yüklenmek mekruhtur.
34. Helaya gitmek sıkıntısı bulunduğu halde namaza başlamak mekruhtur. Hattâ namaz esnasında
böyle fazla bir sıkıntı görülüp kalbi meşgul edeceği takdirde, vakit müsait ise, namazı bırakmalı, sıkıntıyı gi-derdikten sonra abdest alıp tekrar namaza başlamalıdır ki namaz, kalb huzuru ile ve kemali üzere
kılınmış olabilsin. Aksi takdirde namaz, sahih olsa da sahibi çirkin bir iş yapmış ve günaha girmiş olur.
35. Namazın sahih olmasına mâni olmayacak miktar az bulunan bir necasetin elbisede, bedende
veya namaz yerinde bulunması mekruhtur.
36. Namazda kirli, ev işleri sırasında giyilen elbiseleri giymek mekruhtur. Çünkü namazda temiz,
ziynetten sayılan elbiselerin giyinil-mesi emir olunmuştur. Ancak başka elbise bulunmazsa, o zaman
mekruh olmaz.
37. Namazda bir özür sebebiyle olmaksızın elbiseyi giyinmeyip omuzlar üzerine alarak etrafını
salıvermek mekruhtur.
38. Namazda elleri çıkaracak bir aralık bırakmaksızın ihram gibi bir şeyin içine bürünmüş
bulunmak mekruhtur.
39. Bir özürden dolayı olmadıkça yalnız bir elbise ile meselâ yalnız bir entari ile namaz kılmak
mekruhtur. Erkeklerin sıcak yerlerde gömlek giymeyip yalnız şalvar ile namaz kılmaları da böyle
mekruhtur.
40. Erkeklerin namazı, bir zaruret bulunmaksızın ipek elbiseler ile kılmaları mekruhtur. Kerahiyet
ve istihsan kısmına müracaat!
41. Elbiseyi topraktan veya diz etmekten korumak için rükûya veya secdeye varırken yavaşça ameli
kalil (az bir hareket) ile yukarıya çekmek mekruhtur.
42. Namazı gasp edilmiş bir elbise ile kılmak mekruhtur. Hatta başka elbise bulunmasa bile. Çünkü
başkasının malından izni olmaksızın istifade etmek caiz değildir.
43. Erkeklerin secde ederken yere değmesin diye bütün saçlarını arka taraflarına bir kurdele veya
benzeri bir şey ile toplamış bulunmaları mekruhtur.
44. Erkeklerin uzatmış oldukları saçlarını kadınlar gibi toplayıp başlarının üzerinde bağlamış veya
başlarının etrafına sarmış oldukları halde namaz kılmaları mekruhtur. Böyle bir şeyin namaz içinde
kasden yapılması ise, ameli kesir (çok hareket) olacağından namazı bozar.
45. Namaz içinde az bir hareket ile üzerinden bir elbiseyi çıkarmak veya başındaki sarığı açmak
veya böyle bir şeyi giyinmek veya başına sarmak mekruhtur. Fakat böyle bir şey, fazla bir hareket ile
yapılırsa, namaz bozulur. Namazda elbise ile veya bedenden bir şey ile boş yere oynamak da mekruhtur.
46. Namazda başın etrafına mendil gibi bir şey bağlayıp tepesini açık bırakmak mekruhtur.
47. Namazda tekâsülden, tehâvünden dolayı başı açık bulundur-mak mekruhtur. Tekâsülden
maksat, baş örtmeyi bir ağırlık saymaktır. Tehâvünden maksat da namazda baş örtmeyi mühim bir şey
saymamak-tır. Halbuki bu bir sünnettir. Böyle olmayıp da bir özürden dolayı olursa, başın açık bulunması
mekruh değildir. Sadece sıcaktan veya hafifletme-den dolayı başı açık bırakmak ise, mekruh görülmüştür.
Bu, bir özür sayılmaz.
Bir de namazda "tezellül (tevazu) ve huşu (ALLAH korkusu, saygı-sı) maksadı ile başı açık
bırakmakta bir sakınca yoktur" denilmiştir. Bununla beraber deniliyor ki "tezellül ve huşu, kalbî bir
şeydir. O halde kalben tezellül ve huşuda bulunup başı örtmek daha iyidir." Gerçi "tezel-lül ve huşu
maksadıyla başı açık bırakmak kalbdeki tezellül ve huşûnun bir dış alâmetidir. Bu sebeple güzeldir."
diyenler de vardır. Şu kadar var ki, namaza başlarken sadece tezellül ve huşu maksadıyla başlarını açık
bırakacak uyanık şahıslar pek az bulunur.
Şunu da ilâve edelim ki, biz namazlarımızı Resul-ü Ekrem (S.A.V) Efendimiz'in kılmış olduğu
şekilde kılmakla memuruz. Nitekim: "Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz, namazınızı o şekilde kılınız."1 hadis-i şerifi bunu ifade
etmektedir. Nebiyy-i Zişan Efendimiz ise namazlarını mübarek başları örtülü olarak kılmışlardır. Bu bir âdet işi değildir. Bilakis namazda Peygamberimizin fiilî sünnetlerine uymak ve başkalarına benzemekten sakınmak meselesidir. İhramda başların açık bulunması başka bir hikmete bağlıdır. O bir mahşer 1 Buhari; Ezan:18; No:605; 1/226 hayatından numu-nedir. Namaz buna kıyas edilemez. İbadetlerde kıyas yapılmaz. Artık şüphe yok ki
hakiki bir özür bulunmadıkça namazda başı güzel ve sec-deye mâni olmayan bir başlık ile örtmek daha
faziletlidir. Hattâ secde esnasında baştan düşen başlığı başa tekrar koymak daha faziletli görül-müştür.
Ancak başa tekrar konulması, çok hareketin yapılmasına sebep olursa, o zaman konulmaz.
Bu husustaki mekruhluk ve daha faziletli olma durumu erkeklere göredir. Kadınlara göre ise,
başlarının namazda örtülü olması mutlaka lâzımdır. Açık bulunması namazlarını bozar, sahih olmasına
mâni olur.
Bu mesele, dinî kitaplarımızın bir çoğunda ve mesela el-Bahru'r-Râik ile Reddü'l-Muhtar'da
geniş bir şekilde yazılmıştır.
48. Namaz kılanın başı üstünde veya kendisine yakın olarak ön tarafında veya kendisine yakın
olmasa da sağ veya sol tarafından hiza-sındaki duvar veya tavan üzerine yapılmış veya asılmış heykel
veya canlı bir varlığın resminin bulunması mekruhtur. Arka tarafında bulunması da tercih edilen görüşe
göre mekruhtur. Fakat bunun mekruh olması nispeten azdır.
Namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan uzuvları seçilemeyecek
derecede küçük olan veya başları kesilmiş veya yüzleri büsbütün silinmiş veya bir ip ile örülüp bozulmuşdeğiştirilmiş
olan bir resmin bulunması, namaz bakımından bir mekruh olmayı gerektirmez.
Aynı şekilde kese, cüzdan gibi şeyler içindeki paralar üzerinde kü-çükçe bulunan resimler veya bir
uzuvda döğme şeklinde resmi yapılıp elbise ile örtülen veya yüzük kaşına nakşedilip belirsiz bir halde
duran resimler, namazın mekruh olmasını gerektirmez.
Canlı bir varlığa ait olmayan resimlerde de bir mekruhluk yoktur. Ağaç, bina, ay, güneş resimleri bu
kısımdandır. Çünkü bunların resim-lerine tapınılmamıştır. Ancak namaz kılanın zihnini meşgul edecek bir
şekilde bulunurlarsa, o zaman mekruh olur.
Bir de kuştan daha küçük olan resim veya bir yerde bulunduğu halde ayaktan bakılınca uzuvları
belli olmayan resim, namaz kılanın ya-nında bulunsa, mekruh olmaz.
49. Üzerinde canlı bir varlığın resimleri bulunan bir elbise ile na-maz kılınması ve canlı bir varlığa
ait resim üzerine secde edilmesi mek-ruhtur. Fakat böyle bir elbisenin üzerine başka elbise giyilirse,
onunla namaz kılınması mekruh olmaz.
Bir de yere serili olup üzerinde böyle resimler bulunan bir serginin resimsiz olan kısmında namaz
kılınması, secde edilmesi mekruh değildir.
Malûmdur ki öteden beri bir çok kavimler, ALLAH Teâlâ'nın var-lığı-birliği inancını bırakıp şirke
düşmüş, hayali, canlı mabudlarının re-simlerini, heykellerini yaparak onlara tapınmakta, tâzim
göstermekte bu-lunmuş, mabetlerini onlar ile doldurmuşlardır.
Bugün maddeten pek yüksek görülen bir nice milletler de hâlâ ken-dilerini böyle putlara
tapınmaktan kurtaramıyorlar.
İslam dini ise, insanlara tevhid inancını tebliğ ve talim etmiş, müş-rik kavimlerin bu putperestçe
hallerini pek fazla çirkin kılmıştır. Artık ezeli, hakîm bir mabudun varlığına kesin bir şekilde inanmış ve
yalnız ona ibadetle iftihar eden, övünen İslâm milletinin bu putperestlere karşı bir muhalefet nişanesi
göstermesi lâzımdır. ALLAH Teâlâ'nın varlığı- birliği inancını daima belirtip ortaya koymak için
mabetlerini, namaz kılacakları yerleri bu gibi taklit ve tazîmi çağrıştıracak şeylerden beri bulundurmaları,
yapılması gerekli dini bir vazifedir.
Gerçi hiç bir müslümanın bu gibi resimlere, heykellere tapınmak hatırından geçmez. Fakat şu
putperest milletlere karşı bir muhalefet eseri göstermek ve zihni az çok meşgul edecek şeylerden
namazgâhımızı berî bulundurmak, dinimizin yüksek hikmetleri gereğidir.
50. Mekruh olan namazların bir kısmı imamet ve cemaat bahsinde, bir kısmı da kıraat ve namaz
vakitleri bahsinde ve diğer bahislerde yeri geldikçe geçmiştir.
51. Yanılmaksızın ve sehiv secdelerini gerektirmeksizin tahrimen mekruh ile eda olunan namazların
iade edilmesi vacibtir. Fatiha’yı şerife yerine kasten başka âyeti celîle okunarak kılınan namaz gibi.
Tercih edilen görüşe göre bir mekruhla beraber kılınan evvelki na-maz ile farz ve benzeri eda
edilmiş, iade edilerek kılınan namaz da ta-mamlayıcı durumda bulunmuş olur.
NAMAZI BOZUP BOZMAYAN ŞEYLER
475- Fesad bozulma, ifsad da bozma demektir. Karşıtları salah = sıhhat ile ıslahtır, ibadetlerde
fesat ile butlan birdir. Fasit olan bir ibadete batıl da denir. Bir şeyi bozan, salâh dairesinden çıkaran, sahih
olmaktan mahrum bırakan şeye de müfsid denir. Çoğuluna da Müfsidat denir.
Bir namaz, şartlarından veya rukûnlardan biri bulunmadığı takdirde fasit olacağı gibi, bu şartlar ve
rukûnlar dairesinde başlanıldıktan sonra bazı şeylerin bulunmasından dolayı da fasid olabilir. Namazı
böyle ifsad eden şeylere "Müfsidat-ı salât = namazı bozan şeyler" adı verilir. Bun-ların bir kısmı
önceden yeri geldikçe yazılmıştı.
Biz burada şartları ve rukûnları dahilinde başlanılmış bir namazı ifsad edecek şeylerin başlıcalarını
yazacağız. Şöyle ki:
1. Namazda -iki harften ibaret olsa bile- söyleyenin işiteceği dere-cede namaza aykırı bir söz
söylemek namazı bozar. Bu hususta kasıt ile yanılma, unutmak ile uyuklama ve hata halleri müsavidir.
2. Bir hastalıktan veya bir malın veya arkadaşın kaybı gibi bir mu-sibetten dolayı harfler oluşacak
şekilde, sesle ağlamak veya "ah, uh, eh" diye inlemek, "ah, of" çekmek, yahut bir toza üflemek veya bir
şeyden bezginlik göstermek için "uf, tuh" demek namazı bozar.
ALLAH Teâlâ'nın korkusundan veya cenneti, cehennemi hatırla-maktan dolayı ağlamak, ah çekmek
ve inlemek ise, namazı bozmaz. Ken-disini tutamayacak derecede şiddetli hastalıktan dolayı bir ah ve
inleme de namazı bozmaz.
3. Cemaattan biri, imamın okuduğu Kur'an-ı Kerim hoşuna giderek ağlasa veya "Evet" dese bakılır; eğer bu, bir huşu eseri ise, namazı bozulmaz. Fakat sadece nağmenin güzelliğinden dolayı hoşlanma neticesi ise, bozulur.
4. Bir özür, makbul bir maksat sebebi ile olmaksızın tenahnuhte bulunmak, yani "eh" diye boğazı
tahrik etmek, namazı bozar. Fakat zor-lanmadan tabii olarak meydana gelen bir tenahnuh, bir özür teşkil etti-ğinden namazı bozmayacağı gibi, sesi düzeltmek ve güzelleştirmek için veya namazda bulunduğunu bildirmek için veya kendi imamının bir kıra-at hatâsını düzeltmek için yapılan bir tenahnuh da, dinen
geçerli bir mak-sada dayandığından -sahih olan görüşe göre- namazı bozmaz.
5. Aksıran kimseye namazda, "Yerhamukellah" denilmesi veya başkasının "Rahimekellah" demesi
üzerine, namazda "Âmîn" denilmesi, namazı bozar. Ama aksıranın kendisi için "Yerhamukellah" demesi, na-mazı bozmaz.
Aynı şekilde aksıran kimseye hamd etmesini hatırlatmak için na-mazda "Elhamdülillâh" denilmesi,
en sahih olan görüşe göre namazı bozmaz. Çünkü bunun bu hususta cevap olması örf ve adet haline
gelmiş değildir. Bu yalnız bir zikirden ibaret kalmış olur.
6. Namazda "ALLAH" ismi celîli işitilmekle "Celle celâlüh" de-nilse veya Nebiyyi Ekrem (S.A.V)
Efendimiz'in ismi şerifi işitilmekle "Sallallahü aleyhi vesellem" denilse bakılır; eğer bununla bir cevap kastedilmiş ise, namaz bozulur. Fakat sadece bir hamdü-sena, bir salât-ü selam kastedilmiş ise, bozulmaz. Çünkü bu, namaza aykırı olmayan bir zikir olmuş olur.
7. Namazda meydana gelen şeytanî bir vesveseden dolayı: " La havle vela kuvvete illa billah" denilse
bakılır; eğer bu vesvese uhrevî bir şey hakkında ise, namaz bozulmaz. Fakat dünyevî bir şey hakkında ise, bozulur. Çünkü vesvese bir elemdir. Bu halde dünyevî bir elemden dolayı bu "lahavle" sözü söylenilmiş olur.
8. Namaz kılan, kendisini çağıran veya içeriye girmek için müsaade isteyen bir kimseye namazda
bulunduğunu anlatmak için "Elhamdülillâh" veya "SübhanALLAH" dese veya okuyuşunu aşikâr yapsa, bununla namazı bozulmaz.
9. Kur'an-ı Kerim'de veya hadîs-i şerifte bulunan bir duayı namaz içinde okumak, namazı bozmaz.
Namazda:
"ALLAH'ümme ekrimni = Ey ALLAH'ım! Bana ikramda bulun!",
"ALLAH'ümme en'im aleyye = Ey ALLAH'ım! Bana ihsanda bulun.",
"ALLAH'ümme aslih emri = Ey ALLAH'ım! İşimi düzelt.",
"ALLAH'ümmerzukni'l-afiyete = Ey ALLAH'ım! Bana afiyet ihsan eyle.",
"ALLAH'ümmağfirli velivâlideyye ve li'l-mü'minine ve'l-mümi-nat = Ey ALLAH'ım! Beni, anne
ve babamı ve bütün kadın erkek müminleri mağfiret eyle." denilmesi gibi. Fakat:
"ALLAH'ümmağfir liammî = Ey ALLAH'ım! Amcamı mağfiret eyle",
"ALLAH'ümmağfir lihalî = Ey ALLAH'ım! Dayımı mağfiret eyle." gibi bir dua namazı bozar.
Çünkü böyle bir dua Kur'an'da ve hadîste mevcut değildir.
10. Namazda insanların konuşmalarına benzer bir tarzda dua edil-mesi ve halktan istenilmesi
mümkün olan bir şeyin Hak Teâlâ'dan istenil-mesi, namazı bozar. "ALLAH'ümme at'imnî lahmen = Ey
ALLAH'ım! Bana et yedir.", "ALLAH'ümmakzi deynî = Ey ALLAH'ım! Borcumu öde."
"ALLAH'ümmerzuknî zevceten = Ey ALLAH'ım! Bana bir eş ihsan eyle." diye dua edilmesi gibi.
11. Namazda bir kimseye dili ile selâm vermek veya başkasının se-lâmını dili ile almak veya
musafeha suretiyle selâmlaşmak, namazı bo-zar. Hatta "Aleyküm" denilmese ve selâm yanılarak alınmış
olsa bile.
12. Namazda el ile veya baş ile selâm alınsa veya sorulan veya iste-nilen bir şey için baş ile, göz ile
veya kaş ile işarette bulunulsa, namaz bozulmaz. Fakat bir namaz kılana "ileri git" veya "yanında namaz
kılacak kimseye yer ver" denilip, o da bu emir üzere harekette bulunsa, namazı bozulur. Çünkü namaz
içinde ALLAH Teâlâ'dan başkasının emrini ye-rine getirmiş olur. Fakat kendi kendisine biraz çekilerek
safa sokulacak kimseye yer vermesi, namazı bozmaz.
13. Çok hareket namazı bozar. Az hareket bozmaz. Şöyle ki, nama-za ve namazı düzeltmeye ait
olmayan ve çok hareket sayılan her hareket, namazı bozar. Çok hareket odur ki; onu yapanı dışarıdan
gören, onun namazda olmadığından şüphelenmez. Karşılığı az harekettir ki, onu yapa-nı gören, onun
namazda olup olmadığında şüphelenir.
Meselâ bir namaz kılan, yerden bir taş alarak kuşa veya benzerine atacak olsa, namazı bozulur.
Çünkü bu hareketi, çok kabul edilen bir ha-rekettir. Fakat yanında bulunan bir taşı bir eliyle atacak olsa,
bozulmaz. Zira bu, az bir harekettir. Şu kadar var ki, namaz içinde başka bir şey ile uğraşmış olacağından
dolayı günahkar olmuş olur.
14. Bir kimse namazda kendi imamından başka bir şahsın okuduğu Kur'an'daki yanlışlığı düzeltse,
takıldığı yeri söylese, namazı bozulur. Çünkü bu, bir öğretme ve öğrenme sayılır. Öğretme ve öğrenme
ise, çok bir harekettir. Fakat kıraat kasdı ile okuyup da bunun neticesinde o şahıs için takıldığı yer açılmış
olsa, namazı bozulmaz.
Aynı şekilde kendi imamının takıldığı yeri söylese namazı bozul-maz. Hatta imam, namaz caiz
olacak miktar kıraatte bulunmuş olsa bile. Çünkü bunlar aynı namazı düzeltmeye aittir. Halbuki namaz
kılan bir kimse, kendisiyle beraber aynı namazda bulunmayan bir kimsenin söy-lemesiyle takıldığı yeri
açarsa, namazı bozulur. Çünkü bu, bir öğrenme sayılır.
15. Bir kimse namazda vücudunu bir kere veya peşpeşe iki kere veya başka başka rekatlarda birer,
ikişer kere kaşısa, namazı bozulmaz. Fakat bir rekatta birbiri ardınca üç defa kaşısa, bozulur.
Şu kadar var ki, bir uzvunu elini tekrar kaldırmadan birkaç defa kaşıması bir defa kaşıma sayılır.
16. Namazda özürsüz yere birbiri ardınca hiç durmadan en az üç adım atmak, namazı bozar. Aynı
şekilde bir şahsın çarpması üzerine namaz kılınan yerden iradesi dışında üç adım kadar yürümek de
namazı bozar. Namaz kılınan yerden tutulup çıkarılmak takdirinde de hüküm böyledir.
17. Namazda bir çok kere olmaksızın bir el ile, baştan sarığı veya başlığı kaldırıp yere koymak veya
bunları yerden kaldırıp başa koymak, namazı bozmaz. Fakat bunları yerden kaldırıp başa konulması, çok
hare-ketle olursa, namazı bozar.
18. Namaz kılanın bir kimseye bir el ile veya bir kamçı ile vurması, namazı bozar. Çünkü bu, çok
bir harekettir. Fakat hayvan üzerinde na-maz kılanın bu hayvana peşpeşe üç defa vurması, namazını
bozarsa da, bir veya iki defa vurması bozmaz. En sahih olan görüş budur.
Aynı şekilde hayvanın yürümesi için bir ayağı bir-iki kere vurmak, namazı bozmaz. Fakat iki ayağı
vurmak bozar. İki ayak, iki el yerinde bulunmuş olur.
19. Namazda iken hayvana binmek, namazı bozar, hayvandan in-mek bozmaz.
20. Namaz içinde bir ayakkabıyı iki el ile giyinmek, namazı bozar. Fakat ayakkabılarını ayaktan
kolayca çıkarıvermek, namazı bozmaz.
21. Bir kimse, namazda yanılarak veya kasten az-çok birşey, meselâ bir tane buğday yese veya bir
damla su içse veya gözüne sürme çekse veya bedeninden bir uzvuna veya saçlarına bir yağ sürse veya
başının veya sakalının tüylerini tarasa veya örse namazı bozulur. Çünkü bunlar, birer çok harekettir. Fakat
bir elinde bulunan bir yağı veya ben-zerini diğer eline almaksızın başına veya başka bir uzvuna sürse,
bununla namazı bozulmaz. Zira bu, az bir harekettir.
22. Namazda çocuğu alıp süt vermek, namazı bozar. Çocuk namaz kılmakta bulunan bir kadının
memesini kendi kendine tutup emecek olsa, bakılır; eğer süt çıkmaksızın bir iki defa emmiş olursa, namaz
bozulmaz. Fakat süt çıkarsa veya süt çıkmaksızın iki defadan fazla emerse, namaz bozulur.
23. Namaz içinde bulunan bir erkeğin namazı, kendisini hanımının öpmesiyle veya okşamasıyla
bozulmaz. Ancak o erkeğin şehveti mey-dana gelirse, o zaman bozulur. Fakat bir kadının namazı,
kendisine koca-sının şehvetle dokunmasıyla veya şehvetle olsun olmasın, öpmesiyle bo-zulur. Çünkü
cinsel yaklaşma hususunda kocanın faaliyeti asıldır.
24. Bir kimse, namazda iken gözüne dokunan bir kitaba yalnız bak-sa veyahut ne yazılmış olduğunu
anlamak için şöyle bir bakacak olsa, sahih olan bir görüşe göre namazı bozulmaz. Fakat karşısında
bulunan bir Mushaf-ı şerif'ten yahut yazılı olan bir mihrabdan Kur'an-ı Kerîm âyet-lerini okuyacak olsa,
bakılır; eğer okuduğu âyetler, zaten ezberinde ise, namazı bozulmaz. Fakat ezberinde değilse en az bir
âyet okuyunca bo-zulur. Çünkü bu, bir öğrenme demektir.
Bu mesele, İmam-ı A'zam'a göredir. İmameyn'e göre bununla da namaz bozulmaz. Şu kadar var ki,
böyle bir okuma mekruhtur. Bunda ehl-i kitaba bir benzeyiş vardır.
25. Sadece kalbî olan kuruntular, fiiller, namazı bozmaz. Bu sebeple bir kimse, namaz içinde diliyle
söylemeksizin fikriyle bir şiir, bir hutbe tertib edecek olsa, çirkin bir iş yapmış ve günaha girmiş olur. Çünkü
kalbi namazda başka şeyler ile uğraşmış bulunur. Yine de bununla namazı bozulmaz.
26. Namaz kılan bir kimse, kaç rekat namaz kıldığına dair olan bir suale cevaben bir elinin bir, iki
veya üç parmağıyla işaret edecek olsa, namazı bozulmaz. Ve üç kelimeden az olmak üzere bir yazı yazsa,
na-mazı bozulmaz. Ancak bakanlara namazda bulunmadığı zannını verecek tarzda olursa, o zaman
bozulur.
27. Cemaatle namaz kılan kimse, bir özür sebebiyle diğer bir görü-şe göre özür bulunsun
bulunmasın kıble tarafına veya sağ veya sol tarafa yahut kıbleden yüzünü çevirmeksizin arka tarafa bir rukün miktarı dura dura birer saf kadar gitse, mescitten çıkmadıkça veya kırda ise, saflardan ayrılmadıkça namazı bozulmaz. Çünkü mescitte ve sahrada safların bu-lunduğu yer, tek bir yer hükmündedir. Bu sebeple kırda namaz kılanın ön tarafında saf bulunmazsa secde yerini geçmesiyle namazı bozulur.
Nitekim tekbaşına namaz kılan kimsenin de secde yerini geçmesiyle namazı bozulur. Kadınlar hakkında evleri bir görüşe göre mescit, diğer bir görüşe göre de kır hükmündedir.
28. Ağız dolusundan noksan olan bir kusuntu, tutulmasına imkân bulunmayıp da tekrar içeriye
gitse, bununla namaz bozulmaz.
29. Namaz kılan bir kimse, göğsünü özürsüz kıbleden döndürse, namazı bozulur. Fakat bir
uzvundan kan çıkmadığı halde, kan çıkmak gibi bir sebeple abdestinin bozulduğunu zannedip de kıbleye arka çevi-recek olsa, mescitten çıkmadıkça, namazı bozulmaz. Ancak imam olup yerine başkasını geçirmiş olursa, o zaman namazı bozulur.
30. Namaz içinde bulunan kimseden burun kanaması veya kusuntu gibi elinde olmayan ve bu sebeple
"hades-i semavî" denilen abdesti bozacak birşey meydana gelse, serbesttir. Dilerse abdest alıp namazını yeniden kılar. Buna "isti'naf-ı salât = namaza yeniden başlamak" denir. Daha faziletli olan da budur. Ve dilerse namaza muhalif bir şey ile asla uğraşmaksızın en yakın yerdeki su ile abdest alır. Tek başına namaz kılan ise, bu abdest aldığı yerde veya evvelce namaza başlamış bulunduğu yerde namazının kalan kısmını tamamlar. İmama uymuş ise, evvelki yerine dönüp orada namazını tamamlar. İmama uymanın sahih olmasına manî olacak bir yerde durup orada imama tekrar uymaz. Ancak cemaatle namaz kılınıp bitmiş olursa, o halde tek başına namaz kılan gibi hareket eder. Buna da "bina-i salât = geri kalan namazın kılınması" denilir.
Böyle bir kimse, abdest almak için yakın suyu bırakıp uzağa gitse veya gidip gelirken Kur'an okusa
veya bu esnada avret yeri açılsa, artık namazını bina edemez, yeniden kılması lâzım gelir.
Lâhik bahsine (Madde: 305 ve devamına) da müracaat!…
31. Namazı bozulan bir imamın yerine başkasını geçirmesi icma ile caizdir. Şöyle ki, bir imam,
namaz esnasında burnu kanamak gibi elinde olmayan bir sebeple abdesti bozulsa, cemaatten imamlığa ehil
bir şahsı işaretle veya elbisesindan tutarak mihraba geçirir, imam ile beraber yalnız bir kimse bulunmuş
olsa, bu kimse imamlığa ehil ise, yerine geçmesi kesinleşmiş olur. İmam, böyle birini yerine geçirmeksizin
mescitten çıkın-ca veya sahrada ise, safları geçince cemaatın namazı bozulur. İmam tek başına namaz kılan
kimse hükmünde kalır, dilerse abdest alıp namazına devam eder, dilerse namazını yeniden kılar. Cemaatta
bu konuda bilgisiz-lik çok olunca, bu yerine geçirme yönüne gidilmeyip namazın yeniden kılınması daha
faziletlidir. Aksi takdirde namazın bozulmasını gerektiren bâzı yanlış hareketlerin meydana gelmesi
muhtemeldir.
32. Dişlerin arasında kalmış olan bir şey, namaz içinde yutulsa bakılır; eğer en az bir nohut miktarı
ise, namazı bozar, bundan noksan ise, bozmaz.
33. Ağızda bulunan bir şeker parçasının, namazda çiğnenmediği halde tadı boğaza gitse, namazı
bozar. Fakat namazdan evvel yiyilmiş bir yemeğin ağızda kalmış olan tadı, namaz içinde tükürükle
boğaza gitse, bununla namaz bozulmaz.
34. Namazda sakız veya hindistan cevizi gibi birşey, peşpeşe üç kere çiğnenecek olsa, yutulmasa
bile namaz bozulur. Fakat çiğnenmediği halde bunun pek küçük bir parçası boğaza gidecek olsa, bundan
namaz bozulmaz.
35. Namaz içinde meydana gelecek bir bayılma veya çıldırma ile namaz bozulur.
36. Dört rekatlı bir namazı bilmemesi sebebiyle iki rekat zannede-rek birinci ka'de (oturuş)u
müteakip selâm veren kimsenin namazı bozu-lur. Yatsının farzını teravih, öğlenin farzını cuma veya
sabah namazı zannederek birinci ka'dede selâm verilmesi de böyledir. Fakat yanılarak böyle bir selâm ile namaz bozulmaz, (kalkılıp namaza devam edilir, sonunda da sehiv secdesi yapılır).
ISKAT-I SALÂT (NAMAZ BORCUNU DÜŞÜRME) MESELESİ
476- Kazaya kalmış beş vakit farz namazlarıyla vitir namazlarının affedilmesi ümidi ile yapılan bir
sadaka verme muamelesine "ıskat-ı salât" denilmektedir. Şöyle ki, bir mükellef, bu namazları -ima ile
olsa bile- eda ve kazaya gücü varken eda ve kaza etmeksizin vefat etse, bun-ların ıskatı için, yani bunların
uhrevî mesuliyetinden kurtulabilmesi ümi-diyle, onun adına sadaka verilebilmesi için malının üçte
birinden vasi-yette bulunmuş olması lâzımdır. Bu takdirde mal varlığının üçte birinden namaz fidyesi
verilerek kendisinin ilâhî affa nail olması Cenab-ı Hak'tan niyaz edilir.
477- Iskat-ı salât için bir şey vasiyet etmemiş olan bir ölünün velisi, yâni mükellef olan
vârislerinden biri tarafından bağışlanan bir mal ile de bu ıskat-ı salât muamelesi yapılabilir. Ölünün bu
yüzden affa nail olacağı ALLAH'ü Teâlâ'dan ümit edilir.
Fakat varisleri dışında bir kimse tarafından yapılacak böyle bir bağışın bu hususda kâfi olup
olmadığında ihtilâf vardır. Her halde böyle bir kimse tarafından ölü adına verilecek bir bağışın da ölüye sevabı
ulaşır.
478- Bir kimse hastalığı zamanında olsa da kazaya kalmış namaz-larını iskat için fidye, sadaka
veremez. Çünkü bunları kaza etmesi muhte-meldir. Bu fidye hiçbir vakit, kesinlikle namaz yerine geçerli
olamaz. Fa-kat bunu kazaya muvaffak olamayacağını düşünerek vasiyette bulunursa bu vasiyeti,
vefatında varisi var ise, geriye bıraktığı malının üçte bir mik-tarından, varisi yok ise, tamamından yerine
getirilir.
479- Iskat-ı salât hususunda ölünün miladi yıl itibarıyla hayatı dik-kate alınır. Şöyle ki, ölü, erkek
ise, on iki, kadın ise, dokuz yaşından son-raki yaşayış müddeti hesap edilir, bu müddet içinde namazlarını
kılmış, muhafaza etmiş olsa da bunların kılınmasında noksanlar bulunması kor-kusu ve düşüncesiyle
bütün bu müddet için fidye verilmesi tercih edilir.
Meselâ bir erkek ölünün yaşadığı süre yetmiş sene olsa, bunun elli sekiz senesi için her bir namaz
karşılığı, bir fitre miktarı fidye verilir.
480- Namaz fidyesi için tahsis edilen para muayyen müddet için yeterli olmadığı takdirde, bu para
çoğunlukla on fakire devir suretiyle ve-rilebilir. Bir fakire veya bir kaç fakire de bu şekilde verilebilir.
Meselâ altmışiki yaşında vefat eden bir şahsın elli senelik hayatı için devir yapılmak istense, fıtır
sadakası miktarı, elli kuruş, tahsis edilen fidye parası da doksan lira olsa, bir aylık devir yapılır. Şöyle ki:
Vitir ile beraber bir aylık namaz otuz gün itibarı ile yüz seksen va-kit eder. Bunun fidyesi de doksan
lira eder. Elli senede ise, 600 ay mev-cuttur. Bu halde bu doksan lira on fakire veya bir kaç fakire altı yüz
defa devredilir. Şayet bu para 180 lira olursa, üç yüz defa devir yeterli olur. 45 lira olduğu halde ise, bin
iki yüz defa devre lüzum görülür. Kısacası devir miktarı, tahsis edilen paranın miktarına göre değişir.
481- Fidyenin devri hususunda acele davranılmamalı, tam usulüne göre temlik (vermek) ve temellük
(almak) muamelesi yapılmalıdır. Şöyle ki, ölünün velisi, yani mükellef varisi, fidyeyi fakire verirken
"falâncanın oğlu falâncanın namaz keffareti olmak üzere bunu al" deyip, fakire hakikaten malı olmak üzere
vermeli, fakir de bunu "kabul ettim" deyip aldıktan sonra kendi rızası ile o veliye hibe ve teslim etmeli, veli de
hibeyi kabul edip aldıktan sonra yine bu usul üzere o fakire veya başka bir fakire vererek kazaya kalan
namazlara denk gelecek şekilde devri yapıp bitirmelidir.
Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de fedakarlık göste-rerek bunu bağışlayana hibe
etmesi, artık kaçırdığını, yapamadığını telafi etmeye gücü ve imkanı kalmamış olan bir din kardeşinin
uhrevî mesu-liyetini azaltmak gibi pek hayırlı bir maksada yönelik olduğundan, bu büyük bir şefkat ve din kardeşliği nişanesidir.
"Bebehâ nedihend, Bebehâne dihend"
"Parası ile vermiyorlar, bir bahane ile veriyorlar"
vecizesini unutmamalıdır.
482- Devir muamelesini, ihtilâftan kurtulmak için ölünün bizzat ve-lisi yapmalıdır. Bunu bizzat
yapamazsa, yerine bir şahsı bu hususta daimi bir velayet ve risalet (vekalet) yoluyla tayin etmelidir. Artık
o şahıs, veri-lecek parayı o veli adına fakire vermeli, ve o parayı fakir tarafından o veli adına onun bir
elçisi sıfatıyla hibe olarak kabul eylemelidir. Böyle olmazsa, o kimsenin bu parayı temlike (vermeye) ve
veli adına temellüke (almaya) yetkisi olamaz.
Varis olmayan bir kişi de, ölü adına bağış yaparak namaz fidyesini verebileceği görüşünde olan bazı
fıkıh alimlerine göre ise, böyle daimî bir vekâlet ve risalete ihtiyaç yoktur. Başlangıçta fidyeyi vermeye
veli tarafından vekil edilen kimse, bunu fakire verir ve fakirin kendisine yapı-lan hibesini kabul ederek,
bunu kendi tarafından ölü adına fakire tekrar verir. Bununla beraber birinci görüş tercih edilmiştir.
Devirden sonra ve-linin veya vekilinin elinde hibe suretiyle kalan paradan kendileriyle devir yapılan
fakirlere kalplerini hoş edecek miktar bir şey verilir, geriye bir miktar kalırsa o da başka fakirlere sadaka
olarak verilir. Şayet bu para ye-rine ziynet eşyasından, meselâ mücevherlerden bir şey konulmuş olsa,
bunun kıymeti hakkında bu sadaka verme muamelesi yapılır.
483- Namaz fidyesinden sonra oruç keffareti, sonra kurban keffa-reti, sonra yemin keffareti için
tekrar devir yapılır. Bozulup kaza edilme-miş, nafile namazlar ve adak yapılıp da eda edilmemiş adak
namazları ve kurbanları adına da bir miktar devir yapılır. Hattâ yapılmamış tilâvet sec-desi de bir vakit
namaz gibi sayılarak bundan dolayı da fidye verilir. Namaz fidyesinin hepsini bir fakire bir günde vermek
caizdir. Yemin keffareti ve oruç keffareti fidyeleri ise, böyle değildir. (Oruç ve yemin keffareti
bahislerine de müracaat)
484- Namaz fidyesinin vasiyet edilmesi, bunun vârisler tarafından bağışlanarak yapılmasından daha
iyidir. Bir de bu fidye, daha ölü defne-dilmeden yapılmalıdır. Uygun olan budur. Bununla beraber
defnedildik-ten sonra yapılması da caizdir. Ölünün velisi onun adına kazaya kalmış namazlarını kılamaz,
oruçlarını tutamaz. Fakat bu gibi ibadetlerin seva-bından ölmüş bir müslümana hediye edilebilir. Bundan
ölünün istifade edeceği ALLAH'ü Teâlâ’nın rahmetinden beklenir.
485- İma ile de namaz kılmaktan âciz bulunan bir hasta, bu hal üze-re vefat edecek olsa, bu
hastalığı müddeti içinde kılamamış olduğu na-mazlar için vasiyette bulunması icap etmez. Çünkü bunları
kaza ile mü-kellef olacak bir zamana ermemiştir. Bu sebeple bunlar, üzerine yapıl-ması gerekli bir vazife
olmamıştır ki, fidye verilmesi yönüne gidilsin.
486- Namaz fidyesi hakkında açık bir nass (ayet kerime ve hadis-i şerif) ve icma yoktur. Bu usül,
nass ile sabit olan "oruç fidyesi"ne kıyas yolu ile de kabul edilmiş değildir. Bilakis bu, bir ihtiyat eseridir ve Hane-fî müçtehitleri bunu güzel görmüşlerdir. Bunun mutlaka kazaya kalmış namazlar yerine geçeceği
iddia edilemez. Şu kadar var ki, böyle bir fidye vasiyeti bir pişmanlık eseridir, bir tevbe-istiğfar
nişanesidir, bunun vâris tarafından bağışlanarak yapılması da bir şefkat, bir hayırseverlik alâmeti-dir,
kazaya da artık imkân kalmamıştır. Bu sebeple bunun kabul edilmesi ALLAH Teâlâ'nın rahmetinden
umulmaktadır.
Bu sebeple bu usül, bazılarının zannettikleri gibi daha sonraki de-virlerde Merhum "İmam
Birgivî" tarafından ileri sürülmüş bir şey de-ğildir. Bilakis Hanefi mezhebine ait yazılmış en eski
kitaplarda da bu şekilde yazılı bulunmuştur.
Mesela deniliyor ki, fidye ile oruç borcunun düşeceği hakkında nass vardır. Namaz da Hanefi fıkıh
alimlerinin istihsan1ına göre oruç gi-bidir ve oruçtan daha mühimdir. Bu sebeple kazasına imkân
kalmamış olan namazlardan dolayı da fidye verilerek ilâhî affın gelmesini niyazda bulunmak, ihtiyatlı bir
iş olmak üzere uygundur.
487- İmam Muhammed Şeybanî (Rahmetullâhi aleyh), "Ziyadat" adındaki kitabında "Namaz
fidyesi, inşaallahü Teâlâ yeterli olur." De-miştir. Demek ki bunun af ve mağfirete bir vesile olacağı
ALLAH Teâlâ’dan umuluyor. Yoksa bu hususta kesin bir nass yoktur. Eğer bu fidye namazların yerine
geçeceği bir nassa veya bir kıyasa dayanmış olsaydı, böyle "ALLAH'ın dilemesi"ne bağlama yönüne
gidilmezdi, (yani inşaALLAH denilmezdi.)
Fahr'ül-İslâm Pezdevî'nin Usul kitabı’nda da deniliyor ki: "Namaz hakkında fidyenin caiz olmasına,
yani namaza karşılık olup yerine ge-çeceğine oruç hakkında hükmettiğimiz gibi hüküm veremeyiz. Ancak
na-maz hakkında fidyenin kabulünü ALLAH Teâlâ'nın fazl-ü kereminden bekleriz. İbn'ül-Hümam gibi
içtihat mertebesine erişmiş bir alimin de Fethu’l-Kadir'deki ifadesine göre: “Namaz, Hanefi alimlerinin
istihsanı ile oruç gibidir. Madem ki oruç ile fidye = yemek yedirmek arasında bir benzerlik dinen sabit
olmuştur, bu sebeple bu benzerlik namaz ile fidye arasında da sabit olabilir. Eğer böyle bir benzerlik var
ise, arzu edilen netice meydana gelmiş olur. Yoksa namaz fidyesi, bir bağış ve ihsandan ibaret kalır.
Bağış ve ihsan ise, günahların giderilmesine sebep olur. Nitekim bir ayeti kerimede:
"اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّآتِ"
"Muhakkak ki iyilikler kötülükleri (günahları) giderir."2 buyrulmuştur.
488- Fıkıh kitaplarımızdan Kuhistanî'de deniliyor ki: "Eğer ölü, namaz fidyesi ile vasiyette
bulunmamış ise, velisinin bağışlaması caizdir. Bunun dinen çok güzel bir iş olduğunda ihtilaf yoktur.
Bunun sevabı ölüye ulaşır."
Gerçi hiçbir vakit, namaz fidyesi ile namaz borçlarımızın ödenmiş olacağını iddia edemeyiz. Fakat
acizane verilecek sadakalardan dolayı da ALLAH'ın rahmetine nâil olmaktan ümidimizi kesmeyiz. Hiçbir
hayır ve ihsan, ALLAH katında zayi olmaz, verilen sadakalardan ve yapılan va-kıflardan dolayı mü'minin
amel defterine daima sevap yazılır, durur.
489- Bir ölünün geriye bıraktığı mal varlığından vasiyeti bulunma-dığı takdirde varisleri, fidye
vermeye mecbur değildir. Hele vârisler fakir olurlarsa bir örf ve âdet veya bir mürüvvet düşüncesiyle
bunları fidye vermeye yönlendirmek doğru olamaz. Bilhassa vârisler arasında çocuk-lar, yetimler
bulunursa, bunların hisselerinden fidye verilmesi asla caiz olmaz.
Bir de kendileriyle devir yapılacak fakirler arasında çocuk, bunak, deli, zengin ve gayrimüslim
bulunmaması lâzımdır. Bu hususlara dikkat etmelidir.
MESCİDLERE AİT HÜKÜMLER
490- Mescid, İslâm mabedlerine verilen bir isimdir. Lugatta "secde edilecek yer" demektir. Çoğulu"mesacid"dir. Mescitlerin büyüğüne "Cami" denir, çoğulu "Cevami"dir.
Mescidler, ALLAH Teâlâ'ya ibadet için yapılmıştır. Bu sebeple her mescidin büyük bir şeref ve
fazileti vardır. Bu şerefe işaret için her mescide "Beytullah" denilir.
1 Açık olan kıyası bırakıp insanların ihtiyacına daha uygun olanı almaktır. İstihsan, Fıkıh Usulü'nde bir delildir.
2 Hud suresi: 114
Bu sebeple mescidlere tazim edilir. Mescidlerde kimsenin dilediği gibi tasarruf hakkı yoktur. Bir
mescid, kıyamete kadar mesciddir. Mes-cidlere hürmetsizlik, mescidlere tecavüz, Hak Tealâ'nın
hukukuna teca-vüz demektir ki, uhrevi mesuliyeti pek büyüktür.
491- Bir mescidin içerisi, arsası mescid olduğu gibi göğe kadar olan bütün üst tarafı da mescid
hükmündedir. Bu sebeple mescidlerin içlerinde yapılması mekruh, yasak olan şeyler, bunların üstlerinde
de mekruhtur.
492- Mescidlerin "fina-i mescid" denilen etrafı da, yani kendile-rine bitişik olup aralarında yol
bulunmayan sahalar da namaz hususunda mescid hükmündedir. Bu sebeple oralardan imama uymak
sahihtir. Hatta saflar oralara kadar varmamış olsa bile. Fakat diğer hususlarda mescid hükmünde
değildirler, oralardan geçip gitmek, oralara abdestsiz olarak girmek caizdir.
Bayram ve cenaze musallaları = namazgahları da yalnız namaz hu-susunda mescid hükmündedirler.
Bir kimsenin kendi evinde kendisi için mescid edindiği yer hak-kında ise, mescid hükmü asla
geçerli olmaz.
493- Mescidlerin en faziletlisi, evvelâ Mescid-i Haram, yani Kâbe-i Muazzama ile çevresindeki
mescid sahası, sonra Medine-i Münev-vere'deki Mescid'ün-Nebî (A.S), sonra "Beyt'ül-Makdis mescidi
(Mescid-i Aksa), sonra Kuba mescidi'dir. Daha sonra en eski olan, daha sonra da en büyük olan
mesciddir.
(Malikiler'e göre mescidlerin en faziletlisi, evvelâ Mescidü'n-Ne-bi'dir, sonra Mescid-i Haram,
sonra Mescid-i Aksa'dır, bunlardan sonra bütün mescidler müsavidir. Şu kadar var ki, yakın olan
mescidde namaz kılınması, komşu olma hakkına riayet etmekten dolayı daha faziletlidir.)
494- Bir kimsenin kendi mahallesi veya kabilesi mescidinde namaz kılması, diğer mescidlerde
namaz kılmasından daha faziletlidir. Hatta di-ğer mescidlerin cemaatleri çok olsa bile. Şu kadar var ki,
imamı daha takva, fıkıh ilmini daha çok bilen bir mescidde namaz kılınması daha faziletlidir. Bu hususta
Mescid-i Haram ile Mescid-i Nebi, şüphe yok ki müstesna bir özelliğe sahiptirler. Bunlarda kılınan
namazların sevapları kat kat daha fazladır.
495- Bir mescid insanlara dar gelecek olsa, yanındaki yer, sahibin-den kıymeti ile satın alınarak
mescide katılır. Hatta sahibi razı olmasa bile. Çünkü buna umum halkın ihtiyacı bulunmuş olur. Ve böyle
bir mescid veya cami, daha sonra inşaat mühendisleri ve mimarlardan oluşan bilirkişilerin tahmin ve
ifadelerine göre çok genişlemiş bir hale gelince, içinde Cuma ve Bayram namazları kılınabilmesi için
Veliyyülemir'den tekrar izin alınması lâzım gelir.
496- Bir kimse, ALLAH Teâlâ'nın rızası için yapmış olduğu mes-cidin idaresine, tamirine, donanım
ve aydınlatılmasına ve ehil ise, müez-zinliğine, imamlığına başkalarından daha fazla hak sahibidir.
Kendisin-den sonra da evlâdı, aşireti başkalarından daha layıktır. Bunlar müez-zinliğe, imamlığa ehil
olmayınca, bu hususta görüş ve yetki, kendileri-nindir. Diledikleri münasip kimseleri müezzin ve imam
tayin edebilirler. Şu kadar var ki, bu tayin hususunda vakfeden ile mahalle halkı arasında ihtilâf olursa,
bakılır; eğer vakfedenin tercih ettiği şahıslar, daha ehil veya halkın tercih ettiği şahıslara müsavi ise,
vakfedenin seçtiği tercih olunur. Yoksa halkın seçtiği tercih edilir.
497- Bir mescidin duvarlarını, kubbesini bir takım nakışlar ile, yaldızlar ile süslemekte bir sakınca
yoktur. Lâkin sade bir halde bulun-ması daha iyidir. Özellikle kıble tarafının dikkati çeken ince, nefis
nakış-lar ile süslenmesi, namaz kılanların gözlerini alarak kalplerinin huzuruna mani olacağı için mekruh
görülmüştür.
Bununla beraber bir kimse, bir mescidi kendi malından süsleyebilir. Fakat vakıf yetkilileri, bu gibi
nakışları, süsleri vakfın malından yapa-maz, yaparsa parasını öder. Çünkü bunlar mescidin binasına,
devamına ait şeyler değildir. Ancak gelir fazlasının zalim kimselerin eline geçip zayi olacağından
korkulursa, o zaman yapabilir.
498- Mescidlerin kandilleri, gecenin en fazla üçte birine kadar ya-kılabilir, bunlardan fazla
yakılamaz, vakfa tecavüz olur. Ancak vakfeden şart etmiş olursa veya yakılması örf ü adet haline gelmiş
bulunursa o zaman yakılabilir.
499- Mescit içinde kuyu kazılmaz. Eskiden beri mevcut ise, hali üzere bırakılır. Mescit içinde
abdest de alınamaz. Ancak abdest için ha-zırlanmış bir yer bulunursa o zaman alınabilir.
500- Görevli imam ve müezzini bulunan bir mescitte namaz kılın-dıktan sonra tekrar cemaat
halinde ezan ile, ikamet ile, namaz kılınması mekruhtur. Fakat tekrar ezan ve ikamet bulunmaksızın
mescidin mihra-bından başka bir tarafında sayılı kimselerin tekrar cemaatle namaz kılmaları, sahih olan
görüşe göre mekruh değildir.
501- Bir mescitte ezan okunduktan sonra içinde bulunan kimsenin orayı bırakıp başka bir mescide
gitmesi mekruhtur. Ancak başka bir mescitte görevli müezzin veya imam bulunmuş olursa, o zaman
gidebilir.
502- Namaz kılanın önünden geçmek bir günahtır. Fakat mescitte ileri saflarda yer var iken
arkadaki safları işgal eden kimsenin önünden geçip ileri gidilmesi caizdir. Çünkü bu kimse, kendi
şahsiyetinin hür-metini düşürmüş bulunur.
503- Mescit içinde, itikâfta olmayan kimsenin yemek yemesi, uyu-ması mekruhtur. Yalnız bir
görüşe göre gurbetçi olan kimsenin de yemesinde, uyumasında bir sakınca yoktur. Bununla beraber
ihtilaftan kurtulmak için böyle bir gurbetçinin itikâfa niyet etmesi daha iyidir.
504- Mescitlere abdestli olarak girilir. Mescitlere namaz için ol-maksızın çocukları, delileri sokmak
ve mescitlerden bir zaruret bulun-madıkça yol gibi geçip gitmek caiz değildir.1
505- Bir mescid-i şerife girerken evvelâ sağ ayağı atarak girmeli ve derhal Resûlü Ekrem (S.A.V)
Efendimiz'e salat ü selâmda bulunmalı, "ALLAHümme'ftah aleyna ebvabe rahmetike = Ey
ALLAH'ım! Biz-lere rahmetinin kapılarını aç" diye dua etmeli, çıkarken de evvelâ sol ayağı dışarıya
atmalı; "ALLAHümme'ftah aleyna ebvabe fadlike = Ya Rabbi! Üzerimize lütuf ve kereminin
kapılarını aç" diye duada bulunmalıdır.
506- Mescitlere lâubalî bir vaziyette girilemez. Meselâ kollar sıvalı, palto omuzlara atılmış bir
tarzda girmek, uygun olmaz. Mescitlerde geli-şigüzel oturulamaz. Meselâ bir mescitte bir zaruret
bulunmadıkça dizleri dikmek veya ayakları uzatmak caiz görülemez.
Aynı şekilde mabedlerde sergiler üzerine kirli, ıslak ayaklarla bası-lamaz, mabedlerin temizliğini
bozan şeyler yapılamaz. Bilâkis herkes mabedlere hâlince en temiz, en güzel elbiselerini giyinerek
gitmeli, ce-maati nefret ettirecek hallerden kaçınmalıdır. Nitekim bir âyet-i celîlede: "Mescide her gidişinizde güzel elbiselerinizi giyiniz."2 buyrulmuştur. 507- Mescitlerde yüksek sesle konuşmak mekruhtur. Ancak cema-ate duyurmak için hatiplerin,
vaizlerin ve talebesine duyurmak için din dersleri veren üstadların seslerini yükseltmeleri caizdir.
Başkalarının namazlarını karıştırmamak şartı ile Kur'an okuyanların veya zikrullahta bulunanların
seslerini yükseltmeleri de caizdir.
508- Mescitlerde gürültü yapmak, lüzumsuz yere dünyevî sözlerle konuşmak, kaybolmuş eşyayı
sorup araştırmak, zikirden, hikmetten uzak şiirler okumak caiz değildir. Denilmiştir ki: "Mescitdeki
lâkırdılar ha-senatı yer, bitirir; ateş odunları yakıp bitirdiği gibi."
509- Mescitlerde hadd cezalarını yerine getirmek, alış-veriş yap-mak caiz değildir. Yalnız itikâfta
olanlar, ticaret ve kazanç için olmak-sızın sadece ihtiyaçları kadar alış-verişte bulunabilirler. (İtikâf
bahsine müracaat!)
(İmam Ahmed'e göre mescitlerde nikâh kıyılması sünnettir. İmam Şafiî'ye göre bu nikah kıyılması,
yalnız itikâflı olan kimse hakkında caizdir.)
510- Mescit içinde dilencilik etmek haramdır. Bu dilencilere para vermek de mekruhtur. İhtiyatlı
olan görüş budur. Fakat hediye, sadaka vermek yasak değildir.
511- Mescitleri pis, kötü kokulu şeylerden korumak, yapılması gerekli dini bir vazifedir. Bu sebeple
mescit kandillerinde temiz olmayan yağları kullanmak caiz değildir. Soğan, sarmısak gibi şeyleri yemiş
olan kimselerin cemaat arasına sokulmaları da uygun değildir. Çünkü bunların kokusu cemaata eziyet
verir.
1 ÖNEMLİ NOT: Kendilerine gusul (boy abdesti) almaları farz olan cünüb, hayızlı, ve loğusa olan ve bir de avret yerleri
örtülü olmayan kimselerin turistik amaçla da olsa mescitlere, camilere girmesi caiz değildir. (Bak: Taharet: Madde-197)
2 A'raf suresi: 31
512- Mescitlerde okunan Kur'an-ı Kerim'i, hutbeleri ve yapılan vaazları tam bir hürmet ile dinlemek
lazımdır ve mescitlerde oturup kalk-ma, gidip gelme âdabına hakkıyla riayet edilmesi bir vazifedir.
Bütün bunlar, mübarek mabedlere ait âdap kısmındandır. Bunların aksine hareket, İslâm âdabına
aykırıdır. Böyle bir hareket, bir İslâm ma-bedinin ne kadar kudsî bir makam olduğunu güzelce
anlamamaktan ileri gelir. Kur'an-ı Mübin'e ve diğer yüce şeylere karşı yapılması icap eden tazimleri
bilmemekten kaynaklanır, toplumsal terbiyeye ve din kardeş-lerine karşı gösterilmesi lâzım gelen hürmet
ve temizliğe aykırı bulunur. Artık bu gibi yolsuz hareketlerden kaçınmalı, İslâm âdabına hakkıyla riayet
etmelidir.
513- Mescit kapılarını namaz vakitlerinden sonra kapamak mek-ruhtur. Ancak içinde bulunan
eşyanın çalınmasından korkulursa, o zaman kapatılabilir.
EK
514- Mescid, cami inşa etmenin fazileti, sevabı pek fazladır. Bun-ların inşaatına yardım etmek, bir
îman, bir hayırseverlik nişanesidir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "ALLAH Tealâ'nın mescidlerini ancak ALLAH Teâlâ'ya ve ahiret gününe îman eden kimse inşa
eder, mamur kılar"1 diye buyrulmuştur.
515- Mescitleri inşa ve imar eden ehli iman hakkında büyük müj-deler vardır. Mesela bir hadis-i
şerifte: "Her kim, ALLAH Tealâ'nın rızasını dileyerek bir mescid inşa ederse, Hak Tealâ da ona cennette
bir ev inşa eder."2 buyrulmuştur.
Diğer bir hadis-i şerifte de: "Her kim helâl malından, içinde ALLAH'ü Tealâ'ya ibadet edilir bir bina yaparsa, ALLAH
Tealâ da onun için cennette inciden, yakuttan bir ev meydana getirir."3 buyrulmuştur.
Kısacası helâl mal ile riyadan, gösterişten uzak olarak meydana getirilen bir mabedin sevabı pek
fazladır. Ne mutlu bu gibi hayırlara muvaffak olanlara!
516- İnsanlar ölünce amelleri biter, amel defterleri kapanır, artık bu defterlere sevap yazılmaz.
Ancak mescid yapmış olmak gibi sadaka-i ca-riyeleri (hayır müesseseleri) bulunan ehl-i imanın amel
defterleri kapan-maz, onlara daima sevaplar yazılır durur.
Nitekim bir hadis-i şerifte buyrulmuştur ki: "Bir mümine, öldükten sonra amelinden ve hayır hasenatından ula-şacak şeylerden biri, öğrenip
neşretmiş olduğu ilimdir veya geriye bırakmış olduğu salih evlâttır veya miras bırakmış olduğu Mushaf-ı
şerif'tir veya yapmış olduğu mescittir veya yolcular için inşa etmiş olduğu evdir veya akıtmış olduğu
ırmaktır veyahut sıhhatinde, hayatında malından çıkarmış olduğu sadakadır. Bunlar vefatından sonra
kendisine erişir."4
İşte bu mealdeki hadis-i şerif de mescitleri yapan, medreseleri mey-dana getiren, çeşmeleri akıtan
ve benzeri vakıfları tesis etmiş olan zatlar hakkında ne büyük bir müjdeyi içinde bulunduruyor.
1 Tevbe suresi: 18
2 Müslim; El-Mesacid ve Mevaız-ıs Salah:4; No:24; 1/328
3 Taberani, el-Mu'cemu’l Evsat; No:5055; 6/27
4 İbn-i Mace; Mukaddime:20; No:242; 1/88
517- ALLAH Tealâ'nın rızası için yapılmış vakıflar, birer sadaka-i câriyedir. Şöyle ki, mükellef bir
müslüman, bir malını menfaati, geliri ALLAH Tealâ'nın kullarına ait olacak bir şekilde temlik ve
temellük (alım-satım)dan yasaklanmış bir hale getirse, onu vakfetmiş olur. Artık o mal sırf Hak Teâlâ'nın
mülkü hükmünde bulunur, onda kimsenin mülki-yet hakkı kalmaz.
Herhangi bir vakfın lâzım bir hale gelmesi için usulü dairesinde mahkemede tescil edilmesi gerekir.
Ancak bundan vakıf mescitler ile kabristanlar ve vasiyet suretiyle olan vakıflar müstesnadır. Şöyle ki, bir
müslüman, bir mescid inşa edip onu yolu ile beraber mülkünden çıkarır ve içerisinde namaz kılınması için
insanlara izin vermekle insanlar da orada cemaatle namaz kılarsa, o mescidin vakfedilmiş olması, tescile
muhtaç olmaksızın tamam olmuş olur. Yine bir kimse, mülkünde bulunan bir arsayı kabristan olmak
üzere vakfedip içerisine ölü defnedilmesine izin vermekle ölü defnedilse, vakfiyesi tamam olmuş olur.
Aynı şekilde bir kimse, bir malını bir hayır yoluna vakf olmak üzere vasiyet edip daha sonra o
vasiyet üzerine vefat etse, bakılır; eğer malının üçte biri kâfi ise veya varisi yok ise veya varisi olup
vasiyetin tamamına izin verirse o mal o hayır yoluna tamamen vakfedilmiş olur. Eğer malının üçte biri
kâfi olmayıp varisi de fazlasına izin vermezse, geriye kalan malının ancak üçte bir miktarı nisbetinde o
hayır yoluna vakf-ı lazım ile vakfedilmiş bulunur. Bunun lüzumu tescile bağlı olmaz. (Vakıflara dair
"Hukuk-u İslâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye" adındaki eserimizin beşinci cildinde tafsilât vardır.)
518- Mescitlere, ibadette bulunmak ve cemaatle namaz kılmak için devam etmek de mescitleri ihya
ve imar mesabesinde olduğundan fazileti pek fazladır. Bir hadis-i şerifte: "Bir kimse, içinde cemaatle namaz kılınan bir mescide gidecek olsa, gider gelirken atacağı adımlardan
her biriyle bir günahı silinir, diğer biri ile de kendisi için bir hasene yazılır."1 buyrulmuştur. Diğer bir hadisi şerifte de: "Her kim evinde güzelce abdest alsa, sonra da bir mescide gitse ALLAH Teâlâ'nın zairi =
ziyaretçisi olmuş olur. Ziyaret edene ikram et-mek ise, her ziyaret edilen zat üzerine bir haktır."2 diye
buyrulmuştur.
Diğer bir hadis-i şerifte de: "Gecenin karanlığında mescide yürüyecek kimse, kıyamet günü ALLAH Tealâ'ya nurlar içinde
kavuşacaktır."3 buyrulmuştur.
Ne büyük müjdeler! Artık mescitlere devamı bir ganimet bilmeli, cemaatle namaz kılmak sevabını
elden kaçırmamaya çalışmalıdır. Bu hususta muvaffak olmamızı ALLAH Teâlâ Hazretleri'nden niyaz
eyleriz. CENAZE HAKKINDAKİ VECÎBELER, VAZİFELER
519- Cenaze, ölü demektir, ölmek üzere bulunan kimseye "muh-tezar" denir. Muhtezarın yanında
kelime-i tevhidi, kelime-i şehadeti okumaya ve ölünün kabrinde yapılacak muayyen hitabeye de
"telkîn" denir.
Ölünün yıkanılmasına "gasl-i meyyit", ölünün yıkanmasından, kabre defnedilmesine kadar lâzım
gelen şeylere ve bu şeyleri tedarik et-meye de "techiz" adı verilir. Ölüyü kefenlemeye, yani malum,
bilinen şeylere sarmaya da "tekfin" denilmektedir.
1 A. b. Hanbel; No: 6563; 2/172
2 Taberani, el-Mu'cemu’l-Kebir; No:6129; 6/253
3 Musannef İbn-i Ebi Şeybe; Salat:75; No:1 ; 2/156 İbn-i Hibban; Salat; No:2046; 5/394
520- Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek, üzerine namaz kı-lıp bir kabre defnetmek,
müslümanlar için bir farz-ı kifayedir. Bu farzı yapmadıkları takdirde bundan hepsi de ALLAH katında
mesul olurlar. Ancak yapacak bir halde bulunmazlarsa, o zaman sorumlu olmazlar.
521- Müslüman olarak ölenleri hayır ile anmak, onların güzel taraf-larını söylemek, fenalıklarını
söylemekten çekinmek, müslümanlar için bir vazifedir. Nitekim bir hadis-i şerifte:
"Ölülerinizin güzel hallerini anınız, anlatınız, kötülüklerini söyle-mekten çekininiz."1 buyrulmuştur.
Hattâ müslüman olarak ölen bir kimsede görülüp güzel haline delâ-let eden güzel koku veya
yüzünün nurlanması gibi şeyleri söylemek müs-tehaptır. Fakat kötü koku veya yüzünün kararması gibi
şeyleri söylemek haramdır, gıybetten sayılmıştır. Ancak ölü bidat, fısk-u fücur sahibi olmakla (haramları
pervasızca aşikare işlemekle) tanınmış ve bu hal üzere ölmüş bulunursa, o halde başkalarına ibret olmak üzere söylenmesi caiz olabilir.
522- Muhtezar (ölmek üzere olan bir kimse)yi bir güçlük yok ise, kıbleye doğru sağ yanı üzerine
çevirmek müstehaptır. Ayakları kıbleye doğru olarak ve başı biraz yükseltilerek arkası üstüne de
yatırılabilir. Alışılmış ve normal olan da budur. Bu halde başı biraz yukarıya kal-dırılır, ta ki yüzü kıbleye yönelsin.
523- Muhtezara kelime-i tevhit telkin edilir. Bu bir sünnettir. Şöy-le ki, daha ruhu boğazına
gelmeden yanında kelime-i tevhit veya kelime-i şehadet okunur, fakat "sen de oku" diye kendisine teklif edilmez. Muh-tezar da bu mübarek kelimeyi bir kere okuyup başka bir şey söylemezse, artık telkine son verilir. Ta ki son sözü kelime-i tevhit olmuş olsun. Bu telkini muhtezarın kendisinden nefret edeceği bir kimse yapmamalıdır.
Bu telkin, bir tevbe-istiğfarla beraber olmak üzere:
"Estağfirullah. El-Azîm. Ellezi lâ ilahe illâ hu. El-hayye'l-Kayyûme ve etûbü ileyh."
"O şanı yüce ALLAH Teâlâ’dan mağfiret diler ve ona tevbe ederim ki, ondan başka hak mabut
yoktur, O Hayy'dır, Kayyûm'dur." demek gibi bir şekilde de yapılabilir. Bir hadîs-i şerifte:
"Bismillahi ve ala milleti Rasûlillah. ALLAHümme yessir aleyhi emrehu ve sehhil aleyhi ma
ba'dehu ve es'idhu bi likâike vec'al ma harece ileyhi hayran mimma harece anhu."
"ALLAH Tealânın ismini zikir ile ve Resûlullahın dini üzerine öl-müş olsun. Ey Allâhım! Buna
işini kolay et, kendisine ilerisini kolaylaş-tır, onu cemalinle mes'ut et, ona yöneldiği âlemi içerisinden
çıktığı âlem-den hayırlı buyur."
525- Ölünün üzerinden elbisesi çıkarılır, bir teneşir veya başka bir tahta üzerine konulur. Üstüne
örtü çekilir, şişmesine mâni olması için karnının üstüne bir kılıç veya başka bir demir parçası konulur,
elleri yanına uzatılır, kolları göğsünün üzerine konulmaz, yanında cünüp veya hayızlı veya loğusalı olan
kimse bulunmaz.
1 Ebu Davud; Edep:50; No:4900; 2/692 Tirmizi; Cenaiz:34; No:1019; 3/339 Hakim el-Müstedrek; 1/385
2 Hakim el-Müstedrek: Kitabu’d-Duâ; Ebu Dâvud; Cenâiz:20; No:316; 2/207; A. b. Hanbel; No:21529; 5/233
526- Ölünün yanında güzel kokulu bir şey bulundurulur. Yıkan-madıkça yanında Kur'an-ı Kerim
okunmaz, bu mekruhtur. Bu halde başka bir odada Kur'an-ı Kerim okunabilir. Ölünün bulunduğu yer
geniş olup üzerinde de tam bir örtü bulunduğu takdirde, kendisine yakın otu-rulmaksızın gizlice Kur'an-ı
Kerim okunması da mekruh olmayabilir.
527- Ölünün komşuları, yakınları vefatından haberdar edilirler. Bunlar da ölüye karşı son
vazifelerini yapmaya koşar, sevap kazanırlar.
CENAZELERİN GASLEDİLMELERİ
528- Cenazelerin biran evvel yıkanılması, hazırlanıp ve kefen-lenmesi, kabirlerine konulması
müstehaptır. Bu halde cenaze teneşir denilen bir sedir, bir tahta üzerine -ayakları kıbleye doğru olarakarka
üstüne yatırılır. Teneşirin çevresi güzel kokulu birşey ile üç, beş veya yedi defa tek olarak
tütsülendirilir, göbeğinden dizlerine kadar olan avret mahalli birşey ile örtülüp üzerinden elbisesi
tamamen çıkarılmış bulunur.
529- Cenaze yıkayan = Erkek veya kadın kimse, yıkama farzını yerine getirmeye niyet etmeli ve
besmele-i şerife ile başlamalı ve yıkama bitinceye kadar:" غُفْرَانَكَ يَا رَحْمَنُ = Gufraneke Ya Rahman =
Ey Rahman olan mabudum! Mağfiretini dilerim" demelidir .
Yıkayıcı, eline bir bez sararak örtünün altından ölünün istincasını (taharetini) temin eder. Sonra
abdest aldırmaya başlayarak evvelâ: Cena-zenin yüzünü yıkar, ağzına burnuna su vermez, yalnız
dudaklarının içini, dışlarını, burun deliklerini, göbeğinin çukurunu parmakla veya parma-ğına sardığı bir
bez parçası ile mümkün mertebe mesheder. Daha sonra elleri ile kollarını yıkar, -sahih olan görüşe görebaşını
da meshedip ayaklarını da tehir etmeksizin hemen yıkar, böylece abdesti alınmış olur .
Namazın ne olduğunu henüz anlamayacak bir yaşta bulunan bir çocuk ölünce, böyle bir abdest
aldırması icap etmez .
530- Cenazenin abdesti tamamlanınca üzerine mümkünse ısıtılmış, tatlı su dökülür, saçı ve sakalı,
var ise, hatmi denilen güzel kokulu bir ot ile, mevcut değilse sabun ile taranmaksızın yıkanır. Sonra sol
tarafına çevrilerek evvelâ: Sağ tarafı bir kere yıkanır, sonra sağ tarafına çevrilerek sol tarafı da bir kere
yıkanır ve böylece sağ ve sol tarafları üç defa yıkanır. Daha fazla da yıkanabilirse de israfa gerek yoktur.
Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılıp, meselâ yıkayanın göğsüne veya eline veya dizine yaslandırılarak
karnı yavaşça sıvazlanır, bir şey çıkarsa su dökülüp giderilir, yeniden abdeste ve yıkamaya lüzum
görülmez. Fakat şişip dağılmak üzere bulunan bir ölünün üzerine yalnız su dökmekle yetinilir, abdesti ve
üç kere yıkanması icap etmez.
531- Ölünün saçları ve tırnakları kesilmez, sünnet olmamış ise, sünnet edilmez, yıkanılmasında
pamuk kullanılmaz, yıkanma neticesinde havlu gibi bir şey ile kurulandırılır, ondan sonra kefen gömleği
giydirilir, geri kalan kefenleri yayılarak başına ve sakalına hanut denilip kâfuru, sandal ve benzeri
şeylerden oluşan güzel kokulu bir şey konulur, secde yerleri olan alnına, burnuna, ellerine, dizlerine ve
ayaklarına da kâfuru konulur.
532- Ölünün yıkanacağı yer örtülü olup, onu yıkayıcıdan ve ona yardım edecek kimselerden
başkaları görmemelidir.
Bir ölüyü kendisine en yakın olan kimse veya takva sahibi, emanet ehli bulunan bir şahıs
yıkamalıdır. Bu yıkamak ücretsiz olmalıdır. Çünkü bu, bir dînî vazifedir. Hattâ bir kimse, bu yıkamak
vazifesi için kesinleşip kendisinden başkası bulunmazsa, bunun karşılığında bir ücret alması caiz olmaz.
Fakat böyle kesinleşmeyip başka yıkayıcılar da bulunursa, ücret almak caiz olur.
533- Erkek olan ölüyü erkek, kadını da kadın yıkar. Bu yıkayıcılar taharet üzere bulunmalıdırlar.
Bunların cünüp veya hayızlı loğusa bulun-maları ve gayrimüslim olmaları mekruhtur. Ancak müslüman
hakkında gayrimüslimden başka erkek ve müslüman kadın hakkında gayrimüslim-den başka kadın
bulunmazsa, o zaman mekruh olmaz.
534- Bir kadın, vefat eden kocasını yıkayabilir. Çünkü kadın iddet bekliyecektir.1 Bu iddet
çıkmadıkça, kocalık devam etmektedir. Fakat bir erkek, ölmüş bulunan hanımını yıkayamaz. Zira erkeğe
1 ÖNEMLİ NOT: Kocası ölen bir kadının kendi evinde dışarıya çıkmadan bekleyeceği bir süredir ki, bu süre 4 ay 10 gündür.
İddet bekleyen bir kadının evlenmesi kesinlikle haramdır. Bak: Bakara suresi: 234
iddet lâzım gel-mez, hanımı ölünce aralarındaki evlilik bitmiş olmuş olur. Şu kadar var ki yıkayacak
kadın bulunmazsa, hanımına teyemmüm ettirir.
(Diğer üç mezhep imamına göre kocanın da hanımını yıkaması caizdir.)
535- Erkekler arasında ölmüş kadına mahremi var ise, eliyle te-yemmüm ettirir, mahremi yok ise,
yabancı olan bir erkek, eline bir bez sararak ve gözlerini kapayarak teyemmüm ettirir.
536- Su bulunmadığı takdirde de teyemmüm ile yetinilir. Bir cena-ze hakkında teyemmüm yapılıp
namazı kılındıktan sonra su bulunacak olsa, yeniden yıkanır, namazın tekrar kılınıp kılınmayacağı
hakkında ise, İmam Ebû Yusuf'tan iki görüş vardır.
537- Henüz müştehat olmayan bir kız çocuğunu erkek ve henüz mürahik olmayan bir erkek
çocuğunu da kadın yıkayabilir. Dokuz yaşındaki bir kız müştehattır. Bir erkek çocuğu on iki, bir kız
çocuğu da dokuz yaşını bitirdiği halde büluğ çağına ermezse, erinceye kadar mürahik ve murahika adını
alır.
538- Tenasül aleti kesilmiş veya husyeleri çıkarılmış olan kimseler ile tam erkeklerin farkı yoktur.
Bu sebeple bunları da erkekler yıkarlar.
539- Suda boğulmuş bir müslüman, yıkamak niyeti ile üç defa suda hareket ettirilerek yıkanır,
sadece su içinde kalmış olması, hayatta olan müslümanlardan bu yıkama vazifesinin düşmesini icap
etmez.
540- Bir müslümanın yakını veya eşi bulunan gayrimüslim bir erkek veya kadın kendi dindaşlarına
teslim edilir. Teslim edilmediği takdirde sünnet üzere olmaksızın yıkanır, onun hakkında yukarıdaki tarif
üzere hareket edilmez.
541- Vefat eden bir müslümanın gayrimüslim akrabasından başka bir velisi bulunmazsa, cenazesi
bunlara verilmez. Çünkü onun hazırlan-ması ve kefenlenmesi, namazının kılınması bütün müslümanlara
yönelik bir farz-ı kifayedir.
542- Ölü olarak düşen bir çocuk, bir bez parçasına sarılarak defne-dilir, yıkanması lâzım gelmez,
543- Erkek mi, kadın mı olduğu anlaşılmayan, bu sebeple kendisi-ne “Hünsayi müşkil” denilen
kimse, ölünce yıkanmaz. Bilakis teyem-müm ettirilir, kefen hususunda ise, kadın sayılır.
544- Ölmüş olan bir müslümanın başı ile beraber vücudunun çoğu bulunacak olsa, yıkanır,
kefenlenir, namazı kılınır. Fakat başsız olarak yalnız yarısı bulunsa veya gövdesinin çoğu kaybolmuş
olsa; yıkanmaz, kefenlenmez, üzerine namaz kılınmaz. Bilakis bir beze sarılarak def-nedilir.
545- Kefene sarıldıktan sonra ölüden çıkacak bir sıvı ve benzeri artık yıkanmaz.
CENAZELERİN KEFENLENMELERİ
546- Vefat eden erkekler ile kadınlardan her birinin bedenini, onu örtecek bir elbise ile kefenlemek
bir farzdır. Bu farzı yerine getirmeyen müslümanlar, günahkâr olurlar. Bununla beraber kefenler üç kısma
ay-rılır. Birincisi: "Kefeni sünnet"dir ki erkeklere göre kamis ile îzar ve lifafeden ibaret olmak üzere üç
kattır (Bak madde:547). Kadınlara göre de bunlar ile beraber bir baş örtüsü ile bir göğüs örtüsünden ibaret
olmak üzere beş kattır. İkincisi: "Kefeni kifayet"dir ki, erkeklere göre izar ile lifafeden, kadınlara göre
de bunlar ile beraber bir baş örtüsünden ibarettir. Üçüncüsü: "Kefeni zaruret" dir ki, gerek erkekler ve
gerek ka-dınlar için yalnız bir kattır. Bu halde ölü, bulunabilen bir kat elbiseye sa-rılmış olur. Fakat bir
zaruret bulunmadıkça böyle bir kat ile yetinil-memelidir.
547- Kamis, bir gömlek yerindedir ki, boyun kökünden ayaklara kadar uzun bulunur, yeni ve yakası
olmaz, etrafı oyulmaz. İzar da bir don ve eteklik yerindedir ki, baştan ayağa kadar uzun bulunur. Lifafe ise,
bir sargı yerinde olup, baştan ayağa kadar uzun bulunmakla beraber baş ve ayak tarafları düğümlenir, bunun
için izardan daha uzun bulunmuş olur.
548- Kefenin beyaz pamuk bezinden olması daha faziletlidir. Nite-kim yaygın olan da patiskadan
yapılmasıdır. Kefenin yenisi ve yıkanmışı müsavidir. Kadınlar için ipekten ve zaferan ve usfur denilen
boyalar ile boyanmış bezlerden de kefen yapılabilir.
Kefenler, mümkün mertebe güzel ve her ölünün haline uygun ol-malıdır. Meselâ erkeklerin
kefenleri cuma veya bayram günlerinde, ka-dınların kefenleri de babalarını ziyarete gidecekleri
günlerdeki elbise-lerine kıymetçe uygun bulunmalıdır. Bu bir ölçüdür. Kefen-i sünnetten fazlasını
yapmak ise mekruhtur, bilhassa varisler arasında muhtaçlar veya çocuklar bulunursa.
549- Kefenler daha ölülere sarılmadan bir, üç veya beş kere güzel kokulu şeyler ile tütsülenir.
Evvelâ lifafe, tabuta veya kilim, hasır gibi bir şey üzerine yayılır, onun üzerine de izar yayılır, sonra, da
ölü kamis, yani kefen gömleği içinde olarak izarın üstüne konur, bu halde ölü, erkek ise izar evvelâ
soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır. Daha sonra lifafe de öylece sarılır, açılmasından korkulursa
kefen bir kuşak ile de bağlanır.
Ölü kadın olunca saçları iki örük edilerek kefen gömleği üzerinden göğsü üzerine konur, onun
üzerine başörtüsü yüzüyle beraber örtülür, üs-tüne de izar sarılır, izarın üzerinden de göğüs örtüsü
bağlanır, daha sonra da lifafe sarılır, göğüs örtüsü lifafeden sonra da bağlanabilir.
550- Kefen hususunda mürahik ile mürahika (bak: madde-537), büluğa ermiş erkek ile kadın
hükmündedir. Henüz mürahik ve mürahika olmayanların kefenleri yalnız izar ile lifafeden, yahut yalnız
bir kattan ibaret olabilir. Bununla beraber üç kat olması daha güzeldir.
551- Herkesin kefeni, kendi malından tedarik edilir. Kefen masrafı borçtan, vasiyet ile mirasdan öncedir.
Fakat borç karşılığında rehin bırakılmış olan mal, kefene sarfedilemez, rehin alanın hakkı daha önceliklidir.
Malı bulunmayan bir ölünün kefeni, hayatta iken nafakasını ver-mekle mükellef olacak kimselere
aittir. Böyle bir kimse bulunmazsa, beytülmal tarafından temin edilir, bu da mümkün olmazsa, bunu müslümanların
kendi aralarında tedarik etmeleri icap eder.
552- Kadınların kefenleri zengin olsalar da kocalarına aittir. Fetva bu şekildedir. İmam
Muhammed'e göre yalnız mal bırakmayan kadınların hazırlanmaları ve kefenlenmeleri, nafakalarını
vermekle mükellef bulun-muş olan kimselere aittir. Malları mevcut olunca ondan temin edilir.
(İmam Şafiî'ye göre de böyledir.)
553- Bir ölünün hazırlanmasını ve kefenlenmesini vârislerinden bi-ri temin etse, bunun
masraflarını, ölünün geriye bıraktığı mal varlığından alabilir. Fakat vârisi olmayan bir kimse,
akrabasından olsa bile, vârislerin emirleri bulunmaksızın temin etse, geri kalan malından alamaz. Gerek
alacağına dair şahit tutmuş olsun ve gerek tutmamış olsun.
554- Bir ölünün kabri açılıp kefeni çalınmış bulunsa bakılır; eğer daha taptaze duruyorsa yeniden
kefene sarılır. Bu kefen, geriye kalan malı henüz taksim edilmemiş ise malından, edilmiş ise vârisleri
tarafından temin edilir.
CENAZE NAMAZLARI
555- Temizlenmiş, ön tarafta hazırlanmış müslüman bir ölü için müslümanların abdestli ve kıble
tarafına yönelmiş olarak cenaze namazı kılmaları bir farz-ı kifayedir.
556- Cenaze namazının şartı niyettir. Bu niyette ölünün erkek veya kadın, oğlan veya kız çocuğu
olduğu tayin edilir. İmam olan şahıs, ALLAH Teâlâ rızası için hazır olan cenaze namazını kılmaya ve o
cenaze için dua etmeye niyet ederek namaza başlar, imamlığa niyet etmesi lâzım gelmez. Hatta, cemaat
arasında kadınlar da bulunsa bile.
Cemaattan her biri de ALLAH rızası için o cenaze namazını kılmaya ve onun için duaya ve imama
uymaya niyet eder.
Ölü, erkek ise "şu erkek için" kadın ise "şu kadın için" diye duaya niyet edilir. Çocuklar hakkında
da o şekilde niyet edilir. Cemaattan biri, ölünün erkek mi, kadın mı, büyük mü, küçük mü olduğunu
bilmediği takdirde, imamın namaz kılacağı ölüye imam ile beraber namaz kılmaya ve dua etmeye niyet eder.
557- Cenaze namazının rukûnları, kıyam ile tekbirdir. Sünnetleri de sena ile salât ve selâmdan ve
ölü ile diğer müslümanlara duadan ibarettir. Duanın rükün olduğu görüşünde olanlar da vardır. Şöyle ki, cenazeye karşı ve kıbleye yönelerek saf bağlanır, niyet edilir, imam olan şahıs ellerini kaldırarak aşikare ALLAH'ü ekber" diye tekbir alır, ellerini namazda olduğu gibi bağlar, cemaat de gizlice
tekbir alarak ellerini bağlarlar. Bu tekbir, bir yönden bir rükün, diğer bir yönden de bir şarttır. Bu tekbiri müteakip imam da cemaat da gizlice:
"Sübhanekellahümme ve bihamdike ve tebarakesmüke veteâlâ ceddüke ve celle senaüke velâ
ilahe ğayruk" diye okurlar, sonunda ellerini kaldırmaksızın, " ALLAHü ekber" diye aşikare
tekbir alır, cemaat da ellerini kaldırmaksızın gizlice tekbir alırlar. Bu defa da gizlice; "ALLAHümme salli… ve barik…" okurlar, tekrar aynı şekilde " ALLAH’ü ekber" diye tekbir alırlar. Bu defa da ölüye ve diğer müminlere gizlice dua edilir, bunu müteakip de yine" ALLAH’ü Ekber" denilip tekbir
alınır, daha sonra evvelâ sağ tarafa, sonra da sol tarafa aşikare, cemaat da gizlice selâm vererek namazı bitirmiş olurlar.
Bu vacip olan selâm ile ölüye, cemaate ve imama selâm verilmesine niyet edilir. Bazı alimlere göre
bu selâm ile ölüye niyet edilmez.
(Cenaze namazında Fatiha’yı şerife okunması, Şafiiler'ce bir rukûndur. İlk tekbirden sonra
okunması daha faziletlidir. Hanbelîler'ce de bir rukûndur, birinci tekbirden sonra okunması vaciptir.
Malikîler'e göre ise tenzihen mekruhtur.)
558- Erkek cenaze namazında şöyle dua edilmesi rivayet edilmiştir:
"ALLAHümme'ğfir li-hayyina ve meyyitina ve şahidina ve gaibina ve zekerina ve ünsânâ ve
sağîrina ve kebîrina. ALLAHümme men ahyeytehû minna fe ahyihî ale'l-İslâm ve men teveffeytehu
minna fe teveffehû ale'l-iman ve husse hâze'l-meyyite bir'revhi ver'rahati vel'mağ-fireti verrıdvan,
ALLAHümme in kâne muhsinen fezid fî ihsanihî ve in kâne müsîen fe tecavez anhü ve lakkıhil'emne ve'lbüşra
ve'l-keramete vez'zülfa bi rahmetike yâ erhamerrahimîn"
"ALLAH'ım! Bizim dirilerimizi ölülerimizi, burada hazır bulunan-ları ve bulunmayanları,
erkeklerimizi, kadınlarımızı, küçük ve büyük gü-nahlarımızı af ve mağfiret buyur.
Ey ALLAHım! Bizden yaşattıklarını İslâm üzere yaşat, bizden öldürdüklerini iman üzere öldür.
Bilhassa bu ölüyü kolaylığa, rahata, mağfirete ve rızana erdir.
Ya Rabbi! Eğer bu ölü, iyi kimse ise iyiliğini artır ve eğer yaramaz bulunmuş ise affet, kendisine
emniyet, müjde, iyilik ve yakınlık nasip buyur, rahmetinle ey erhamerrahimin."
559- Ölü, erkek çocuk veya doğuştan deli ise:
"Ve men teveffeytehu minna fe teveffehû ale'l-iman" cümlesinden sonra:
"ALLAHümmec'alhü lena ferata, ALLAHümmec'alhü lena ecren ve zuhrâ. ALLAHümmec'alhü lena
şâfian müşeffeâ."
"Ey ALLAHım! Onu bize önden gönderilmiş bir ecir kıl. Ya Rabbi! Onu bize bir sevab, bir ahiret azığı
kıl, onu bizlere şefaatçi ve şefaati kabul edilmiş kıl." diye dua edilir.
560- Ölü, kadın olunca müennes (dişilik) zamiri ile dua edilir, meselâ: ve hussa
haza'l meyyite" yerine ve hussa hazihi'l meyyitete" denir. ALLAHümme in kâne muhsinen …" yerine ALLAHümme in kânet muhsineten fezid fî ihsaniha…" denir. Kız çocu-ğu ise ALLAHümmec'alhü..." yerine: "ALLAHümmec'alha lena ferata. ALLAHümmec'alha lena ecran ve zuhra. ALLAHümmec'alha lena
şafiaten müşeffeaten." denir.
561- Cenaze hakkında rivayet edilen bu duaları bilmeyenler, kolaylarına gelen başka münasip
duaları okuyabilirler.
Meselâ: "... Rabbena âtina fi'd-dünya haseneten…" ayet-i kerimesini
okusalar yeterli olur. "ALLAHümme'ğfirli ve li'l-meyyiti ve li-sâiri'l-müminine ve'l-mü'minat."
"Ey ALLAH'ım! Beni ve bu ölüyü ve diğer kadın erkek bütün müminleri mağfiret eyle." diye de
dua edebilirler.
562- Cenaze namazının asıl rüknü olan tekbirler -tarif edildiği şekilde- üçtür. İlk tekbir ile beraber
toplamı dört etmiş olur. İmam bir beşinci tekbir daha alacak olsa, cemaat buna iştirak etmez.
563- Cenaze namazında cemaat şart değildir. Yalnız bir müslüman erkeğin veya bir kadının kılması ile
de bu farz yerine getirilmiş olur. Ce-maat ile kılındığı halde imamlığa öncelikli olan, idareci durumunda olan
şahıslardır. Bunlardan sonra Cuma namazını kıldıran imam, sonra da iyi hal sahibi olan mahalle veya kabile
imamı, daha sonra da ölünün varis-lerinin sırası üzere velisi bulunan kimselerdir.
564- Bir veli, namaz kıldırmak için sıra kendisine gelmiş olunca, başkasına izin verebilir. Dereceleri
önce olan şahıslardan başkası velinin izni olmadıkça namazı kıldıramaz, kıldıracak olsa, veli de yeniden
na-mazı kılar ve başka bir cemaata kıldırabilir. Fakat başkası yeniden kıldı-ramaz ve dereceleri müsavi
velilerden biri kıldırınca veya kıldırmasına izin verince diğerlerinin artık kıldırmaya salâhiyetleri kalmaz,
çünkü bu velayet, her birine tam, müstakil olarak sabit bulunmuştur.
Vefat eden bir kadının velisi bulunmazsa, namazını kıldırmaya ko-cası, sonra da komşuları daha
layıktır.
İmam-ı A'zam'dan bir görüşe ve İmam Ebu Yusuf'a göre ölünün namazını kıldırmak hususunda
velisi herkesten öncedir.
(İmam Şafiî'nin görüşü de İmam Ebu Yusuf'un görüşü gibidir.)
565- Bir ölünün namazını yalnız kadınlar kılacak olsalar, caiz olup bununla bu farz eda edilmiş
olur.
Kadınların cenaze namazını cemaat ile kılmaları da caizdir. Fakat tek tek kılmaları müstehaptır.
566- Birden fazla cenaze toplansa, her birine ayrı ayrı namaz kıl-mak daha iyidir. Hangisi evvel
getirilmiş ise onun namazı önce kılınır. Hep beraber getirilmiş ise, en faziletli olanınki önce kılınır.
Bununla be-raber hepsine bir namaz da yeterli olur. Bu halde imamın önünde erkek olan ölü
bulundurulur, diğer ölüler de saf halinde veya biribiri hizasında göğüsleri imama karşı olarak sıraya
konur. Şöyle ki, imama karşı evvelâ erkekler, sonra erkek çocuklar, sonra kadınlar, daha sonra da kız
çocukları konulmuş olur.
567- İmam, ölünün göğsü hizasında durur. Cemaat da hiç olmazsa üç saf bağlar. Bu safların en
faziletlisi en geride bulunandır.
568- Cenaze musallaya yanlış konulup baş tarafı imamın sol ta-rafına gelmiş bulunsa namaz caiz
olur. Şu kadar var ki bunun kasden yapılması bir günahtır.
569- Cenaze namazına başlanmış olduktan sonra gelip cemaate ka-tılan kimse, derhal tekbir alır,
noksan kalan tekbirleri de selâmdan sonra dua okumaksızın birbiri peşine alıp, daha cenaze musalladan
kaldı-rılmadan tamamlar.
Aynı şekilde imamın dördüncü tekbirinden sonra cemâate katılan kimse, hemen tekbir alır, imamın
selâmından sonra da üç tekbiri kaza eder. Fetva bu şekildedir. Diğer bir görüşe göre birinci tekbirde
imama yetişemeyen kimse, imamın diğer tekbirini bekler, imam tekbir alma-dıkça cemâate katılmaz. (Bu görüşe göre dördüncü rekattan sonra gelen kimse, cenaze namazına yetişmiş olmaz.)
570- Şiddetli yağmur gibi bir özür, bir zaruret bulunmadıkça ce-nazeyi cami-i şerif içine alarak
namazını orada kılmak tenzihen mek-ruhtur. Cenaze mescidin ön tarafına konularak imam ile cemâatın bir kısmı cenaze ile beraber, bir kısmı da mescidin içinde durur, saflar da bitişik bulunursa, kılınacak
namaz mekruh olmaz. Nitekim bir çok büyük camilerde âdet bu şekildedir. Bundan Mescid-i Haram,
müstesnadır. Onun içinde her türlü namaz kılınır. Cenaze namazını kabristanda kılmak da münasip
görülmemektedir.
571- Cenaze namazında kadınlar, erkeklerin arkasında saf bağlar-lar. Çünkü kadınlar için safların
hayırlısı en geride bulunan saftır. Bunun-la beraber bir kadın, erkeğin yanında durarak cenaze namazını
kılsalar, namazları bozulmaz. Zira bu mutlak bir namaz değildir.
572- Kıble tarafı araştırılıp ona göre cenaze namazı kılındıktan sonra hata edilmiş olduğu
anlaşılırsa, namazı iade lazım gelir.
573- Cenaze namazı kılındıktan sonra imamın abdestsiz olduğu an-laşılırsa, namaz iade edilir. Fakat
cemâatın abdestsiz bulunmuş olduğu anlaşılırsa, namaz iade edilmez. Çünkü imamın namazı sahih
olunca, bu-nunla bu namaz farzı yerine getirilmiş olur.
574- Güneşin doğması, batması ve zevale (öğleye) yaklaşması zamanında cenaze namazını kılmak
mekruhtur. Bununla beraber kılınsa, iadesi lâzım gelmez, bu vakitlerde defnetnek ise, mekruh değildir.
575- Gıyabi cenaze namazı kılmak caiz değildir. Çünkü kıble tara-fında sapma meydana gelir.
Meselâ ölü, doğu tarafında olsa, namaz da kıbleye yönelince ölü, arka tarafta kalır, ölü tarafına dönülünce
de kıble, arka tarafta kalmış olur.
(Mâlikilere göre de gıyabi cenaze namazı kılınmaz. Fakat Şafiilere göre gıyabi cenaze namazı
kılınabilir. Nitekim Resûl-ü Ekrem Efendimiz (S.A.V), Necaşi'nin namazını bu şekilde kılmıştı. Buna
cevaben deniliyor ki: Bu, Resul-ü Efham Hazretleri'ne mahsustur, onun için (bir mucize eseri olarak)
yerler derlenip toplanarak Necaşi'nin Peygamber Efendimiz (S.A.V)in huzuruna gelmiş olması
mümkündür.
(Hanbelîlere göre de aradan bir aydan fazla bir müddet geçmemiş olunca, gıyabi cenaze namazı
kılınabilir.)
576- Namazı kılınmadan defnedilip üzerine toprak atılmış olan bir cenazenin şişip dağılmamış
olduğuna dair kuvvetli bir kanaat mevcut olunca, hakkını ödemek için kabri üzerine namazı kılınır. Hatta
yıkan-madan defnedilmiş olsa bile. Fakat dağıldığına dair kuvvetli bir zan mevcut olunca, artık namazı
kılınamaz. Dağılıp dağılmama hususunda kuvvetli zanna itibar olunur.
(Cenaze namazını kılmanın farz olması icma ile sabittir. Bu icma-nın senedi de Kur'an'ın Kerim'in
ve onlara dua et (cenaze namazını kıl)"1 emri ile Rasulullah (S.A.V)'in fiilî sünneti,
yani bizzat cenaze namazını kılması ve kıldırmasıdır. Mâlikî fıkıh alimlerinden Aliy-y'ül-Âdevî,
haşiyesinde diyor ki: "Cenaze namazının Mekke-i Mü-kerreme'de mi, yoksa Medine-i Münevvere'de mi
meşru kılınmış oldu-ğunda bazı fıkıh alimleri tereddüt etmiştir. Bazı hâdis-i şeriflere göre Medine-i
Münevvere'de meşru kılındığı anlaşılmaktadır." Gerçi Resulü Ekrem (S.A.V)'in Medine-i Münevvere'de
Ber'a ibn-i Ma'rur (R.Anh)'ın kabrini ziyaret ederek üzerine ilk cenaze namazını kılmış olduğu rivayet
olunmaktadır.) 577- Diri olarak doğduğu bilinen veya ekserisi diri olarak çıkan bir çocuk yıkanıp namazı kılınır.
Böyle olmayınca yalnız yıkanır, üzerine namaz kılınmaz.
578- Bir ölü yıkanmadan veya unutularak yalnız bir uzvu yıkan-madan kefene sarılacak olsa, kefen
açılır, yıkanması tamamlanır, üzerine namaz kılınmış ise, iade edilir. Kabre konulup da üzerine henüz
toprak atılmamış olduğu takdirde de hüküm böyledir. Fakat toprak atılmış bulu-nursa, artık kabirden
çıkarılması haramdır. Yıkanılması düşer, yalnız kabri üzerine tekrar namaz kılınır. En sahih olan budur.
Kefensiz olarak kabre konulmuş olduğu halde de artık kabri açılmaz.
579- İntihar edenin cenaze namazı kılınır. İmam Ebu Yusuf'a göre intihar hata ile veya şiddetli bir
ağrıdan dolayı olmadıkça, intihar edenin cenaze namazı kılınmaz.
580- Anasını veya babasını haksız yere kasten öldüren kimsenin cenaze namazı kılınmaz. 581- Savaş halinde öldürülmüş olan isyancılar ve yol kesiciler yıkanmaz ve üzerlerine namaz
kılınmaz. Fakat savaş bertaraf olduktan sonra öldürüldükleri takdirde yıkanırlar, namazları da kılınır.
Recm1 veya kısas yolu ile öldürülenlerin de yıkanıp namazları kılınır.
582- İrtidat ettiği (dinden çıktığı)ndan dolayı öldürülen bir şahsın namazı kılınamayacağı gibi,
cesedi de ne İslâm kabristanına, ne de dön-düğü din kabristanına defnedilir. Bilakis boş bir yerde
kazılacak bir çukura gömülür.
583- Bir müslümanın nikâhında bulunan ehli kitap bir kadın, gebe olduğu halde vefat etse, namazı
kılınmaz, bunda icma vardır. Kabrine ge-lince onun için ayrıca bir kabir yapmak daha ihtiyatlıdır. Bir
görüşe göre çocuğa tabi olarak İslâm kabristanına defnedilir. Diğer bir görüşe göre de çocuk henüz ondan
bir parça bulunduğu için, ona tâbi olmayıp kendi dinine ait bir kabristana defnedilir.
584- Müslümanlar ile gayrimüslimlerin cenazeleri birbirine karışık bir halde bulunsa bakılır; eğer
müslümanlara mahsus bir alâmet var ise, ona göre amel olunur. Bir alâmet bulunmadığı takdirde ise,
hepsi yıkanır ve müslümanlara niyet edilerek hepsinin üzerine namaz kılınır. Fakat gayrimüslimler çok
bulunursa yalnız yıkanırlar, hiçbirinin üzerine namaz kılınmaz. Çünkü çoğunluk için verilen hüküm hepsi
için geçerli olur. Müsavi görüldükleri takdirde ise, bir görüşe göre üzerlerine namaz kılınır, bir görüşe
göre kılınmaz.
Defnedilmelerine gelince, bunda da ihtilâf vardır, bir rivayete göre bunlar ayrıca bir kabristana
defnedilirler, kabirleri yükseltilmez, düzletilir.
585- Meçhul bir kimse, İslâm yurdunda öldürülmüş bir halde bulunsa bakılır; eğer bir alâmet var
ise, ona göre amel olunur, yok ise, sahih olan bir görüşe göre İslâm yurduna tabi kılınmakla yıkanıp
üzerine namaz kılınır. Nitekim dar-ı harpte bulunan bir ölü de İslâmiyet’ine dair bir alâmet bulunmayınca,
bulunduğu yere tabi olarak gayrimüslim sayılır.
586- Cenaze namazını kıldıracak imamın, akıllı olması şarttır. Di-ğer namazları bozan şeyler,
cenaze namazını da bozar.
587- "Ölünün alnına veya sargısına veya kefenine ahidname, yani kendisinin iman üzerine, ahdi
ezelî üzerine sabit bulunmuş olduğuna dair bazı mukaddes kelimeler yazılması takdirinde ALLAH
Teâlâ'nın mağ-firetine nail olacağı umulur" denilmiştir. Fakat bu mübarek kelimelerin, meselâ Kelime-i
Tevhid'in kabir içinde kalıp daha sonra çiğnenmesi veya cenazeden akacak sıvılar içinde kalması
muhtemeldir. Bu sebeple bunun sakıncalı olduğu dikkate alınmaktadır.
Ölünün yıkanmasından sonra, kefenlenmesinden evvel alnına mü-rekkeple değil, yalnız şahadet
parmağı ile: " Bismillahirrahmanirahim" göğsü üzerine de: La ilahe illALLAH" yazılması daha uygun görülmüştür.
CENAZELERİ KABİRLERİNE KADAR TAKİP ETMEK
Hattâ akrabadan veya komşulardan veya-hut iyi hali ile bilinmiş zatlardan olan bir cenazeyi takip etmek,
nafile ibadetten daha faziletlidir, yoksa nafile ibadetler daha faziletlidir.
589- Hazırlanmış olan cenazeleri bir an evvel götürüp kabirlerine defnetmek daha iyidir. Meselâ
Cuma günü sabahleyin hazırlanmış olan bir cenazenin cemaati çok olsun diye Cuma namazından sonraya
tehir edilmesi mekruhtur. Ancak Cuma namazının kaçırılmasından korkulursa, o zaman mekruh olmaz.
Bayram namazı vaktinde hazırlanmış olan bir cenazenin namazı da, bayram namazından sonra,
hutbeden evvel kılınır.
590- Cenazeyi taşımakta sünnet olan, dört kimsenin dört taraftan yüklenmesidir. Her tarafından on
adım miktarı taşımak müstehaptır ki, toplamı kırk adım eder. Bunun büyük sevabı vardır. Şöyle ki, bir
müs-lüman, cenazeyi evvelâ ön tarafından sağ omuzuna sonra ayak tarafından sağ omuzuna alır, daha
sonra ön tarafından sol omuzuna, daha sonra da ayak tarafından sol omuzuna alır ve herbirinde on adım
yürür, uygun olan budur.
1 Evli veya dul kimsenin zina yapması halinde kendilerine uygulanan dini ceza.
591- Cenazeleri omuzlar üzerine yüklenerek kabirlerine kadar taşı-mak onların haklarında
gösterilen en büyük hürmet ve tazim nişanesidir. Böyle bir hareket, insanlığın şeref ve kıymetine büyük
bir riayeti göstermektedir. Bir insanı eşya taşır gibi bir şekilde uhrevî meskeninin kapısına kadar taşımak,
insanlığın hassas ruhunu rencide edebilir. Bu sebeple bir zaruret bulunmadıkça cenazeyi arkaya almak
veya hayvana, arabaya yüklemek mekruhtur. Cenaze kendisine ızdırap verilmeksizin omuzlar üzerinde
süratlice götürülmelidir. Çocuk olan bir cenazenin de el üstünde götürülmesi, hayvan üzerine
yükletilmesinden daha iyidir. Çocuk cenazesini yalnız bir kimsenin yaya veya binmiş olarak eli üzerinde
götürmesinde bir sakınca yoktur.
592- Cenazeye katılanlar, cenazenin arkasından yürümelidirler. Daha faziletli olan budur. Bununla
beraber önünden yürümeleri de mekruh değildir. Cenazeyi yaya olarak takip etmek de, binmiş olarak takip
etmekten daha faziletlidir. Binmiş olan, cemaata eziyet vermemek için arkadan gelir. Ancak fazla ileriden
gidecek olursa, o zaman önden gider.
593- Cenazeyi takip edenler, hayatın akıbetini tefekkür etmeli, huşu içerisinde bir vaziyet almalıdırlar,
münasip olan budur. Bunların gülüp söylemeleri, dünya lâkırdılarına dalmaları doğru olmaz. Hattâ zikir ile
veya Kur'an-ı Mübin'in kıraatı ile seslerini yükseltmeleri bile tahrimen mekruhtur.
594- Cenazeleri buhurlar ile, mumlar ile, gürültüler ile, ağıtlar ile takip etmek mekruhtur. Cenazeye
katılanlar, bu gibi şeyleri men etmeye çalışmalıdırlar, men edemeyecekleri takdirde, cenazeye
katılmaktan geri dönmezler.
(Hanbelîler'e göre cenaze ile beraber haram bir şey bulunur da ce-nazeye katılan şahıs, bunu
engellemekten âciz kalırsa bu cenazeyi takip etmesi haram olur. Çünkü bunda günahı onaylama vardır.)
595- Cenaze için göz yaşları dökerek ağlamakta, kalben mahzun olmakta bir sakınca yoktur. Yeter
ki lüzumsuz sözler söylenmesin. Ce-naze için ağıt yakmak, yaka yırtmak, yüz tırmalamak, saç yolmak,
dizlere vurmak gibi şeyler haramdır, ALLAH'ın takdirine karşı bir isyandır.
Bir ölü, kabrinde ailesinin, akrabasının ağlamalarından dolayı azap gör-mez. Ancak bunlara ağlamalarını
vasiyet etmiş olursa, o zaman azap görür.
596- Cenazeye katılanlar daha namazı kılınmadan geri dönmeme-lidirler. Dönmeye lüzum
görülürse, cenaze sahibinin müsaadesini almalı-dırlar, daha iyi olan budur.
Hele cenazeyi takip eden müslümanlardan bir kısmı, cenaze nama-zını kılarken diğer bir kısmının
seyirci vaziyetinde durarak bu namaza iştirak etmemeleri kadar acınacak, garip görülecek bir hareket
olamaz.
597- Cenaze için ayağa kalkmak, başka dinlere benzemek demek olduğundan mekruhtur,
memnudur, yasaktır. Bir mâni yok ise, ayağa kalkıp cenazeyi takip etmelidir. Kabirlerine götürülen
cenazelere el kal-dırıp selâm vermek de gereksizdir, bir esasa dayanmış değildir.
598- Kadınların cenazelerin peşine gidip kabristana kadar var-maları tahrimen mekruhtur. Bundan
dolayı sevaba değil, günaha girmiş olurlar.
CENAZELERİN KABİRLERİNE KONULMASI
599- Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indirilince cemaat, bir mahzur yok ise, otururlar, bundan
evvel oturmaları mekruh olduğu gibi, bundan sonra ayakta durmaları da mekruhtur.
600- Kabrin bir boy miktarı derin ve yarım boy miktarı enli olması da güzeldir, yarım boy miktarı
derin olması da yeterli olur. Kabirlerde daha faziletli olan lâhidtir. Şöyle ki, toprağı sert olan bir kabrin
içinde kıble tarafı oyulur, ölü buraya konulur. Önüne de tahta, kamış veya kerpiç gibi şeyler konur. Bu
halde toprak tam ölünün üzerine değil, bu şeyler üzerine atılmış olur ki, bu ölüye karşı bir hürmet
demektir. Fakat kabir yeri yumuşak veya rutubetli olup da lahit kazması mümkün olmaz-sa, dere gibi
çukur kazılır, buna "şakk = yarma" denir, iki tarafı lüzum görülürse kerpiç, tuğla gibi bir şey ile örülür,
ölü bunların arasına konu-lur, üzerine de kendisine dokunmayacak bir tarzda kerpiç veya tahtalar ile
tavanımsı bir şey yapılır, bunun üzerine de toprak atılır.
601- Kabrin zemini rutubetli veya yumuşak olduğu takdirde cenaze tabut ile defnedilebilir. Hatta bu
halde tabutun taştan, demirden yapılmış olması da caizdir. Fakat böyle olmayınca tabut ile defnedilmeleri mek-ruhtur. Bazı fıkıh alimlerine göre kadınların tabut ile defnedilmeleri gü-zel görülmüştür, hatta yer
yumuşak olmasa bile.
Zemini rutubetli olan bir kabrin içine toprak döşenmesi sünnettir.
602- Cenaze kabre kıble tarafından konulur, sağ tarafı üzerine kıbleye döndürülür, bağı var ise,
çözülür, arkası üstüne yatırılmaz.
Cenazeyi kabre koyanlar, "Bismillahi ve alâ milleti rasulillahi."
"ALLAH Teâlâ'nın isimiyle ve Rasulullah'ın milleti üzerine seni defnediyoruz." derler.
Bunların adedi muayyen değildir, yeterli miktarda olması aranır. Kadınları kabre koyacak
kimselerin kendilerinin neseb yönüyle mahrem-leri olmaları daha iyidir. Bunlar bulunmazsa,
yabancılardan iyi hal sahibi olanlar tercih olunur. Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar kabirleri üstüne
bir perde örtülür.
603- Bir kimsenin "falan şahıs, kendisini yıkasın veya namazını kılsın veya kabre koysun" diye
yapmış olduğu vasiyetine riayet lâzım değildir. Ancak velileri bu vasiyete razı olurlarsa, o zaman gerekir.
604- Cenazeyi taşımak veya kabri kazmak için bazı kimseleri üc-retle çalıştırmak caizdir.
605- Bir kabristanda, bir kimsenin hazırlamış olduğu bir kabre başka bir ölü defnedilecek olsa,
bakılır; eğer kabristan geniş ise, bu mek-ruhtur, geniş değilse caizdir. Şu kadar var ki o kimsenin
masrafını ver-mek lâzım gelir.
606- Bir kimsenin kendisi için kabir kazdırıp hazırlaması, bir görüşe göre mekruhtur. Çünkü hiçbir
kimse kendisinin nerede öleceğini bilemez. Fakat kefen hazırlamakta mekruhluk yoktur, zira buna ihtiyaç
çok kere gerçekleşmektedir.
Ebu Bekir Sıddık (R.A.) kendisine kabir kazıp, hazırlamak isteyen bir kimseye:
"Kendin için kabir hazırlama, kabir için kendini hazırla." diye tav-siye buyurmuştur.
607- Bir müslüman kabrine defnedildikten sonra orada bir deve bo-ğazlayıp paylaşılabileceği kadar
oturularak Kur'an okumak güzel görül-müştür. Çok kere Mülk (Tebareke) suresi ile Vakıa' suresi ve İhlâs suresi ve Muavvizeteyn (Felak ve Nas) sureleri, sonra Fatiha’yı şerife ile Bakara suresinin evveli okunur.
Sevabı cenazenin ve diğer ehli imanın ruhlarına bağışlanır, cenazenin ilahi mağfirete nail olması için dua edilir.
Cemaatın toprağa defnettikleri bir din kardeşlerinden hemen ayrılıp dağılmaları uygun değildir.
Cenazenin ruhu, onların orada bulunmalarıyla kabre alışmış, Münker-Nekir tarafından sorulacak suallere hazırlanmış, ALLAH'ü Teâlâ'nın rahmet ve mağfiretinin gelmesine beklemiş olur.
Resul-ü Ekrem (S.A.V) Efendimiz, bir cenazenin defnini müteakip hemen dönmez, bir müddet
kabri yanında durur ve cemaata hitaben:
"Kardeşiniz için ALLAH Teâlâ'dan mağfiret isteyiniz ve kendisine sukunet-kolaylık ihsan
buyrulmasını dileyiniz, o şimdi sual görecektir."1 diye buyururdu.
608- Kabre konulan ve mükellef olan bir müslüman ölü hakkında telkîn verilmesi meşru görülmüştür.
Şöyle ki, kabre defnedilmesini mü-teakip bir salih kimse, kalkıp ölünün yüzünün karşısında durur, ona
hitaben: "Ya falan! Yebne fülâne! = Ey falanca kadının oğlu falan" Mesela "Ya Osman! Yebne Zeynep = Ey
Zeyneb oğlu Osman!..." diye üç kere seslenir, kendisinin ve anasının adları bilinmezse "Ya abdellah! Yebne
Havva! = Ey ALLAH'ın kulu! Ey Havva'nın oğlu!..." denilir. Sonra da:
1 Ebu Davud; Cenaiz:73; No:3221; 2/234
Ya Osman! yebne Aişe! Üzkür ma künte aleyhi min şehadeti en lâ ilahe illALLAH, ve enne
Muhammeden Resûlüllah ve enne'l-cennete hakkun, ve'n-nâre hakkun ve enne'l-ba'se hakkun, ve enne'ssa'ate
atiye-tün la reybe fihâ ve ennallahe yeb'asü men fi'l-kubûr. Ve enneke radiyte billâhi rabben ve bi'lİslâm
i dînen ve bi Muhammedin sallâllahü aleyhi veselleme nebiyyen ve bi'l-kur'ani imamen ve bi'lka'beti
kıbleten ve bi'l-mü'minine ihvânâ. Rabbiyellahü la ilahe illâ hû, aleyhi tevekkeltü ve hüve rebbü'larşi'l-azîm."
Ey Osman! Ey Aişe oğlu! Hayatında inanıp devam ettirdiğin şekilde "Eşhedü en la ilahe illALLAH
ve enne Muhammeden resulüllah" kelime-i şahadetini zikret, şüphesiz cennet haktır, yani sabitttir, cehennem haktır, öldükten sonra dirilmek haktır, kıyamet haktır, bunda şüphe yoktur. ALLAH Teâlâ kabirlerde
bulunanları muhakkak diriltip mahşer yerinde toplayacaktır. Ve sen hatırla ki ALLAH Teâlâ'nın rabliğine, İs-lâm’ın din oluşuna, Muhammed aleyhisselâtü vesselam'ın peygamber-liğine, Kur'an'ın rehber, Kabe'nin kıble ve müminlerin kardeşler oluşuna razı bulunmuş idin. Rabbim ALLAH'tır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Ona tevekkül ettim ve O büyük arş'ın rabbisidir." diye seslenir.
Sonra üç kere:
"Ya Osman! yebne Aişe! Kul la ilahe illâllah."
Ey Osman! Ey Aişe oğlu! "Lailahe illâllah" de.", üç kere de: "Kul rebbiyellah ve dîniye'l-İslâm ve nebiyyî Muhammedün aley-hisselâtü vesselam. Rabbî! lâ
tezerhü ferden ve ente hayrü'l-vârisîn."
"De ki: Rabbim ALLAH'tır. Dinim İslâm’dır, Peygamberim Mu-hammed aleyhisselâtü
vessellâmdır. Ya Rabbi! Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen varislerin hayırlısısın." denilmesi yaygındır.
Umulur ki bu gibi kıra-atlar, telkinler vesilesiyle ALLAH Teâlâ, ölüyü bağışlar, onun kabir sua-line cevap
vermesini kolay kılar.
Hanefi fıkıh alimlerinden bir görüşe göre, definden sonra telkin yapılması ile ne emredilir, ne de
yasak edilir.
(Malikîler'e göre telkin, ölüm döşeğinde iken mendup, definden sonra mekruhtur. Şafiîler ile
Hanbelîler'e göre ise, müstehaptır.)
609- Bir müslüman, kıldığı bir namazın veya tuttuğu bir orucun veya okuduğu bir Kur'an'ın veya
verdiği bir sadakanın sevabını, gerek hayatta olsun ve gerek olmasın diğer bir müslümana veya bütün
müslümanlara hediye edebilir, bu caizdir. Bu sevap onlara verilir ve her birinin aynı sevaba nail olacağı
ALLAH Teâlâ'nın rahmetinden beklenir.
610- Kabirden çıkan topraktan fazlasını kabrin üzerine atmak mekruhtur. Fakat İmam Muhammed'e
göre bunda bir sakınca yoktur. Hazır bulunanların kabir üzerine üçer avuç toprak atmaları ve:
ilk defasında minha halaknaküm - sizi ondan (topraktan) yarattık"
ve fiha nu'idüküm - yine sizi ona (toprağa) döndüreceğiz"
ve minha nuhricuküm târeten uhrâ - ve bir kez daha sizi ondan
çıkaracağız (dirilteceğiz)"1 demeleri müstehaptır.
1 Tâhâ suresi: 55
Kabir üzerine su serpmekte de bir sakınca yoktur.
Kabirler, birer karış miktarı veya az daha yükseltilir, deve hörgücü gibi yapılır ki, bu menduptur.
Düz bir şekilde yapılmaz ve kireçlenmez. Fakat harap olan bir kabir, çamur ile tamir edilebilir.
611- Cenazeleri gündüzün defnetmek müstehaptır. Geceleyin de-finleri de mekruh değildir. Şu
kadar var ki bir mecburiyet bulunmadıkça, geceleyin defnetmemelidir.
612- Yakınında kara bulunmayan bir gemide ölen ve durdukça bo-zulmasından korkulan bir
müslüman yıkanır, kefenlenir, üzerine namaz kılınıp sağ tarafı üzerine kıbleye karşı olarak denize
bırakılır.
(İmam Ahmed'ten nakledildiğine göre böyle ölüye ağır birşey de bağlanır ki, denizin dibine
gidebilsin. İmam Şafiî'nin beyanına göre de eğer dar-ı harbe yakın değilse ölü iki tahta arasına sıkıca
bağlanmalıdır ki, sular onu bir sahile atsın da müslümanlar tarafından elde edilerek def-nolunsun. Bizce
de böyle rivayet edilmiştir.)
613- Ölmüş veya öldürülmüş kimseyi, ölü bulunduğu yerdeki kab-ristanlardan birine defnetmek
müstehaptır. Daha defnedilmeden bir-iki mil kadar uzak bulunan başka bir kabristana nakledilmesinde de
bir sa-kınca yoktur. Daha uzak bir yere nakledilmesi hususunda ise, ihtilâf var-dır. Bir görüşe göre sefer
müddetinden daha uzak bir yere de nakledi-lebilir. Bu mekruh değildir. Fakat defnedildikten sonra artık
çıkarılıp nakledilemez. Ancak başkasının yerini gasp gibi çıkarılması için bir zaruret bulunursa, o zaman
çıkarılıp nakledilebilir.
(Malikiler'e göre bir ölü, defninden evvel de, sonra da başka bir ye-re nakledilebilir, şu şartla ki
nakledilirken hali değişmemeli, hürmete ay-kırı, hakaretvari bir halde nakledilmemeli ve naklinde bir
maslahat bulunmalı. Meselâ kabrini deniz sularının basmasından korkulmalı veya bereketi umulur bir
mekâna nakli istenilmeli veya ailesinin ziyaret edebilecekleri yakın bir yere nakli arzu edilmelidir. Bu üç
şarttan hiç biri bulunmazsa, nakli haram olur.
Hanbelîler'e göre de sahih bir maksat sebebiyle cenazelerin defin-lerinden evvel de, sonra da
nakilleri caizdir. Salih bir kimsenin yanına veya mübarek bir beldeye nakil gibi. Yeter ki kokusunun
değişmeyece-ğinden emin olunsun. Şafiîler'e göre cenazeleri nakil, esasen haramdır. Ancak ölülerini
kendi beldelerinden başka bir yerde defnetmeleri âdet bulunursa, bir de Mekke-i Mükerreme'ye, Medine-i
Münevvere'ye, Beyt-i Makdis'e ve salih bir kavmin kabirlerine yakın bir yerde vefat edenler, bundan
müstesnadırlar. Bunların kokuları değişmemek şartıyla buralara nakledilmeleri sünnettir. Bununla beraber
bunların naklinden evvel yı-kanmış kefenlenmiş, üzerlerine namaz kılınmış olmalıdır, yoksa nakilleri
haramdır. Definden sonra nakle gelince, bu da yalnız zaruret haline bağlıdır. Gasbedilmiş bir yere defin
gibi ki, sahibinin talebi halinde nakli caiz olur.
(Maverdi'nin beyanına göre yıkanmadan defnedilmek veya defne-dilen yeri su basmak, rutubet
almak da kabrin açılmasını, ölünün nakle-dilmesini caiz kılan sebeplerdendir.)
614- Ölünün velisi, cenazenin defninden sonra birinci günden ye-dinci güne kadar kolayına gelen
şeyi fakirlere sadaka vererek sevabını ölüye bağışlamalıdır. Bu bir sünnettir. Buna güç ve imkan
bulamazsa iki rekat namaz kılarak sevabını bağışlamalıdır. Fakat ölü sahiplerinin birin-ci, üçüncü
günlerde veya bir hafta sonra ziyafet vermeleri mekruhtur. Ancak ölünün komşularının veya uzak
akrabâsının yemek hazırlayarak ölü sahiplerine ikram ve yemeleri için ısrar etmeleri müstehaptır. Çünkü onlar kendilerine yemek hazırlayamayacak bir halde bulunabilirler.
615- Ölü sahiplerinin yapılacak taziyeleri kabul için üç gün kadar evlerinde oturmaları caizdir.
Bununla beraber oturulmaması daha iyidir. Cenazenin defninden sonra en son üç güne kadar bir defaya mahsus ol-mak üzere taziye yapılması müstehaptır. Ancak taziye edilecek kimse, uzakta olursa, o halde üç günden sonra da taziye edilebilir.
Taziyelerin kabristanda veya ölünün kapısı önünde yapılması bi-dat, mekruh görülmektedir.
Taziyenin tekrarı da mekruhtur. Böyle bir musibete uğrayana, "ALLAH Teâlâ size sabrı cemil, ecri cezil ihsan bu-yursun = ALLAH Teala size güzel bir sabır ve bol mükafat versin" gibi sözler ile taziye edilir, teselli verilir. Bir musibete uğrayan da:
İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn = Biz ALLAH'ın kullarıyız, ve biz
O'na döneceğiz."1 diye Cenab-ı Hakk'a teslimiyet göstermelidir.
KABİRLER VE KABRİSTANLAR
616- Kabirleri ve kabristanları güzelce muhafaza etmek, temiz tut-mak, ağaçlar ile süslemek hayatta
olanlar için birer vazifedir.
Kabirleri çiğneyip üzerlerinden geçmek mekruhtur. Böyle bir hare-ket, ölü hakkındaki hürmete
aykırıdır, âdeta onların haklarına bir teca-vüzdür. Bu sebeple bundan mümkün olduğu kadar sakınmalıdır.
Fakat kabristana mahsus başka bir yol bulunmadığı takdirde Kur'an okumak veya tesbihte, duada
bulunmak şartı ile kabirlerin aralarından, üzerlerin-den yürüyüp gitmekte ve kabirlerin kenarlarında
oturmakta bir sakınca olmadığı görüşünde olanlar vardır.
617- Bir kabristan, ne kadar eski olursa olsun ve kendisine ne kadar ihtiyaç duyulmayacak
bulunursa bulunsun, yine kabristan olarak korun-ması lâzım gelir. Böyle bir kabristanı satıp veya üzerine
herhangi bir müessese kurup içinde bulunan ölü kemiklerini, topraklarını başka bir kabristana nakletmek
caiz görülmemektedir.
Ölülerin hakları da dirilerin hakları kadar, hatta ondan daha fazla korunma altına alınmalıdır. Bu
haklara riayet edilmesi insanlık için yapıl-ması gerekli bir vazifedir. Baba ve dedelerinin hukukuna riayet
etmeyen bir nesil, kendi evlat ve torunlarından ne yüzle riayet bekleyebilir?
618- Su basmakta olan veya gayrımüslim bir millet elinde kalan bir kabristanı başka yere nakletmek
caiz görülmüştür. Böyle bir kabristanı mümkün mertebe muhafaza etmeye çalışmak lâzımdır.
619- Bir cenaze kabrine konulup üzerine toprak atıldıktan sonra artık kabri açılmaz, kabrinden
çıkarılamaz, bu caiz değildir. Çünkü artık ALLAH Teâlâ'ya teslim edilmiş, cemaatın ellerinden çıkmış
olur. Ancak bir zaruret olursa, şöyle ki bir cenaze gasbedilmiş bir yere veya gasbe-dilmiş bir elbise ile
defnedilse veya satın alınıp defnedildiği yeri şüf'a (komşuluk hakkı) yolu ile bir kimse mülk edinse,
cenazenin çıkarılması caiz olur, çıkarılmadığı takdirde yer sahibi kabri düzelterek üzerine dilediğini
ekebilir. Elbise sahibi de dilerse elbisenin kıymetini almakla yetinir.
Aynı şekilde cemaattan birinin bir eşyası kabre düşmüş olsa, ölüye dokunmaksızın kabrin toprakları
açılarak o eşya çıkarılabilir. Bunda bir sakınca yoktur. Çünkü o malın bir hürmeti = değeri vardır.
"Resulü Ek-rem (S.A.V) Efendimiz, malları zayi etmeyi yasaklamıştır."2 Bir eşyanın boş yere
kabirde kalması ise, muhterem bir malı zayi etmekten başka değildir.
İşte bu hikmet sebebiyledir ki kabirlerin süslenmesi, kabirlerde mum, kandil yakılması da uygun
görülmeyip israf sayılmaktadır. Ancak çevresindeki yolu aydınlatma maksadıyla olursa, o zaman uygun
olur.
İşte İslâm dininin mala verdiği kıymet, işte her harekette bir şuu-run, bir faydanın bulunmasını
isteyen bu ilâhi dindeki büyük hikmet!
620- Kabirlerin yanında uyumak, çevrelerini kirletmek, yaş otlarını, ağaçlarını koparmak
mekruhtur. Kabristandaki otlar, ağaçlar yaş bulun-dukça bir nevi hayata sahip demektirler. Bunlar,
kendilerine mahsus bir dil ile Hak Tealâ'yı tesbih ederler, bu vesile ile orada yatan ölmüş iman
sahiplerinin ALLAH'ın rahmetine nail olacakları umulur.
Resul-ü Ekrem, (S.A.V) Efendimiz, bir kabristanda bulunan iki ka-bir sahibine azab edildiğini
anlamışlar, mübarek ellerine aldıkları yaprak-sız, yaş bir hurma fidanını ikiye bölüp birini bir kabrin,
diğerini de diğer kabrin başına dikmişler, "Umulur ki bunlar kuruyuncaya kadar bu kabir sahipleri
hakkındaki azap hafifleşecektir."3 diye buyurmuş-lardır. Bunun içindir ki, bazı yerlerde kabirlerin
üzerlerine mersin ağacı dalları koymak âdet olmuştur. Fakat bu hususta asıl olan, yaş ağaçların
dikilmesidir. Buhari şerif şarihi Aynî merhumun dediği gibi: "Kabirlerin üzerlerine sadece yaş, güzel
1 Bakara suresi: 156
2 Buhari; Zekat:17; 2/518, Müslim; Akziye:5; No:593; 3/1341
3 Buhari; Vuzu:54; No:213; 1/88, Ebu Davud; Taharet:11; No:20 1/52, Nesai; Taharet: 27; No:31; 1/28
kokulu çiçekleri, yeşillikleri koymak birşey değildir, sünnet olan ağaç dikmektir." Ağaçların sıhhî
bakımdan da fay-daları malûmdur.
Gerçi kabirlerin üzerine birkaç parça gül, reyhan gibi yaş çiçekler de konulabilir. Fakat bu hususta
israf edilmesi, boş yere solup gidecek geçici çiçeklere birçok paralar verilmesi uygun görülemez. Bilhassa
baş-ka milletleri taklit düşüncesiyle olursa, asla caiz olamaz.
621- Kabirleri haftada bir gün, bilhassa cuma ve cumartesi günleri gidip ziyaret etmek erkekler için
menduptur. Salih zatların kabirleri bere-ketlenmek için ziyaret edilir. Hatta uzak bir yerde bulunmuş olsa
bile. Bu hususta yolculuğu tercih etmek menduptur.
Yaşlı kadınlar da ibret almak, bereketlenmek için kabirleri ziyaret edebilirler, bunda bir sakınca
yoktur. Ancak bir fitne korkusu bulunursa, o zaman ziyaret edemezler.
Kabri ziyaret eden, ayakta kıbleye veya ölünün yüzüne karşı durarak dua etmeli, "Es-selamü aleyküm dâre kavmin mü'minin. Ve innâ inşâALLAHü biküm lâhikûn. Es'elullahe li ve
lekümü'l-afiyete."
"Esselâmü aleyküm, ey müminler yurdunun sakinleri! Bizler de in-şaALLAH sizlere kavuşacağız,
ALLAH Teâlâ'dan bizim ve sizin için afiyet, uhrevî korkulardan korunmak ve selamet dilerim."1
demelidir. Ne-biyyi zişan Efendimiz (S.A.V), Bekî' kabristanını ziyaret ederken böyle selâm verirlerdi.
622- Kur'an okuyacak kimsenin kabir kenarında oturması -tercih edilen görüşe göre- mekruh
değildir. Oturup Yasin sûre-i celilesini oku-mak da pek sevaptır, bu yüzden ALLAH Teâlâ'nın
ölülerimize kolaylık vereceği, okuyana da ölüler sayısınca sevap ihsan buyuracağı İmam Ali'-den ve
Hazret-i Enes'den (RadıyALLAHü anhüma) rivayet olunmuştur.2
623- Kabirlerin üzerine oda veya kubbe gibi şeylerin yapılması ve yazı yazılması İmam Ebu
Yusuf'a göre tahrimen mekruhtur. Umum halka vakfedilmiş olan veya ölüleri defin için terk edilip
kimseye ait bulunma-yan bir kabristanda ise, kabirler üzerine bina yapıp başkalarının definleri-ne
yarayacak yerleri işgal etmek haramdır.
Bununla beraber alimlerden, salih zatlardan ve büyük (seyyid, veli)lerden bulunan zatların kabirleri
kaybolmamak için yanlarına taş konulmasında ve isimlerinin yazılmasında bir sakınca yoktur. Diğer ölülerin
de yerleri kaybolup, zillete horluğa düşmemeleri için başları ucuna birer taş dikip isimlerinin
yazılmasında bir sakınca görmeyenler vardır. Fakat hiçbir zaman bu taşlara âyet-i kerime yazmamalıdır.
Daha sonra taşlar kırılarak yerlere düşmesi muhtemeldir.
(Malikîler'e göre kabir üzerine Kur'an yazılması haram, ölünün adı ile ölüm tarihinin yazılması da
mekruhtur. Şafiîler'e göre bunlara yazı yazmak mutlak olarak mekruhtur. Ancak bir âlimin, bir salih zatın
kabri olursa, o halde adını ve kendisini tanıtacak vasfını yazmak menduptur. Hanbelîler'e göre de mezar
taşlarının yazılması böyle ayırım olmaksızın mekruhtur.)
624- Bir şahsı öldüğü ev içinde bir yere defnetmek mekruhtur. Çünkü böyle bir defin,
peygamberlere mahsustur. Yeraltında mahzenler yapıp ölüleri oralara tabutlar ile koymak da bir çok
mahzurlardan dolayı mekruh görülmüştür. Bu yerlere "Fuseka" denilir.
625- Bir ölünün cesedi tamamen toprak kesilip kemikleri de kal-mamış olmadıkça, kabri açılarak
yerine başkası defnedilemez. Ancak başka bir yer bulunmamak gibi bir zaruret bulunursa, bu halde
kemikleri toplanır, kendisi ile diğer defnedilecek ölü arasına bir engel olmak üzere toprak veya kerpiç
doldurulur.
626- Bir ölü, kabrine yanlış konulmuş olsa, meselâ Kıble'ye yöne-lik konulmamış bulunsa veya sol
tarafına yatırılıp başı ayak tarafına gel-miş olsa, bundan dolayı kabri açılamaz. Çünkü cenazenin sağ
tarafına yatırılarak kıbleye yönelik bulunması bir sünnettir, buna riayet edilmedi-ğinden dolayı kabri
açmak uygun olamaz.
1 Müslim, Cenaiz: 35; No: 974; 2/669
2 Deylemi, Firdevs; No:6099; 4/32. İbni Mace: Cenaiz:4; No:1448;1/466, Ebu Davud: Cenaiz: 24; No:3121; 2/208.
A.b.Hanbel; No:19803; 5/27. Tayalisi el-Müsned; No:973; 2/244. (Ebu Derda ve Ma'kil bin Yesar (R.A.) rivayetiyle)
627- Bir zaruret bulunmadıkça iki üç cenazeyi bir kabre koymak caiz değildir. Zaruret halinde ise
konulur, aralarında da bir engel olmak üzere toprak doldurulur. Uhut Şehidleri bu şekilde
defnedilmişlerdi.
Câbir ibn-i Abdullah (R.A.) demiştir ki: "Uhud gazasında ilk şehid olan zat, babam idi. Diğer bir
şehid ile -Amr ibn-il Cumuh ile- beraber bir kabre defnedilmişlerdi. Babamı böyle başkası ile beraber bir
kabirde bırakmaya gönlüm razı olmadı, altı ay sonra kabri açtım, babamı kulağın-dan başka hemen
hemen kabre koymuş olduğum gündeki gibi taptaze bir halde buldum, çıkardım, başka bir kabre yalnızca
defnettim."1
628- İslâm yurdunda bulunan gayrimüslimlerin kabirlerine de teca-vüz olunamaz. Çünkü onlara
hayatlarında eziyet verilmesi haram olduğu gibi öldükten sonra da kabirlerine tecavüz etmek, kemiklerini
kırmak, yerlerini dümdüz etmek haramdır. İslam diyarında bulunmak bir ahittir, bir sözleşmedir, buna
mutlaka riayet etmek icap eder. Fakat yeni fethedilen bir yerde ihtiyaç görülürse savaşa katılanlara ait
kabirleri açmak, kemiklerini kaldırıp yerlerini başka bir şeye tahsis etmekte bir sakınca yoktur.
ŞEHİDLER VE HAKLARINDAKİ HÜKÜMLER
629- Şehadet, büyük bir mertebedir. ALLAH yolunda canını feda eden bir müslümana "Şehid"denir, çoğulu "Şüheda"dır.
Böyle bir zata şehid denilmesi ya Cennete gireceğine şahitlik yapıl-dığı veya vefatı anında bir takım
rahmet melekleri hazır bulunduğu veya-hut kendisi Hak Tealâ'nın manevî huzurunda hazır olarak
rızıklanacağı içindir.
Şehid kelimesi, "şahid" kelimesine eş anlamlı olup hazır manasını ifade eder.
630- Şehidler, ya hem dünya, hem de ahiret itibarıyla şehiddirler: Bunlar birer şehid-i hükmîdirler.
Veyahut yalnız dünya itibarıyla şehid-dirler. Bunlar da birer şehid-i hükmîdirler. Veyahut yalnız ahiret
hüküm-leri itibarıyla şehiddirler. Bunlar da birer şehid-i hakikî, şehid-i uhrevî-dirler. Bunun için
şehidler üç kısıma ayrılır:
1. Mükellef ve dinen temiz olduğu halde kendisine yapıldığı bilinen bir saldırı ile zulmen
öldürülmüş olan ve bundan dolayı varislerine diyet olarak bir mal verilmesi lâzım gelmeyen herhangi bir
müslümandır.
Bu sebeple gayrimüslimler ile veya yol kesiciler ile harp netice-sinde öldürülüp cünüp bir halde
bulunmamış olan akıllı, bülûğ çağına er-miş bir müslüman, böyle bir şehiddir.
Harp meydanında gözünden kan gelmiş olmak gibi üzerinde öldü-rülme alâmeti olduğu halde ölmüş
bulunan bir müslüman eri de böyle bir şehiddir.
Aynı şekilde malını, ırzını, canını, diğer müslümanları veya müslü-manların himayesinde bulunan
gayrimüslim vatandaşları müdafaa eder-ken kılıç, kama gibi öldürücü bir âlet ile haksız yere derhal
öldürülmüş bulunan mükellef, dinen temiz bir müslüman da böyledir.
Bu kısım şehidler, kâmil-tam şehiddir, hem dünya hem de ahiret itibarıyla şehiddirler. Bunlardan
herbirine "şehid-i hükmî" denir. Bu kı-sım şehidlerin hükmü, yıkanılmaksızın yalnız namazları kılınıp
elbise-leriyle defnedilmeleridir.
Bu muhterem şehidlerin ALLAH Teâlâ katında kıymet-dereceleri pek yücedir. Hak yolunda şehid
olanlar, ebedî bir hayata sahiptirler. Bunlar ebedî bir âlemde daima rızıklandırılacaklardır. Bunların bu
üstün-lük ve özelliklerinden dolayıdır ki, ayrıca yıkanmaları icap etmemekte ve kanlı elbiseleri kendileri
için bir ayrıcalık nişanesi bulunmaktadır. O kan, bir ibadet eseridir, yok edilemez. Şu kadar var ki,
kendilerine dışardan temiz olmayan bir şey isabet etmiş ise, o giderilir. Ve kefene elverişli olmayan kürk,
palto, ayakkabı, başörtüleri gibi şeyler üzerinden alınır, zırhları, silâhları da çıkarılır, geri kalan elbisesi
"kefen-i sünnet"ten (bak. Madde: 546) fazla ise, azaltılır, noksan ise, münasip bir şey ilâvesiyle sünnet
miktarına ulaştırılır.
1 Buhari; Cenaiz:76; No:1287; 1/454. Ebu Davud; Cenaiz:79; No:3232; 2/237. Nesâi; Cenaiz:93; No:2021; 4/84
Bu, İmam-ı A'zam'a göredir. İmameyn'e göre böyle öldürülmüş olan bir müslüman, henüz mükellef
ve dinen temiz bulunmamış olsa da hakkında böyle muamele yapılır. Harb halinde öldürülen bülûğ çağına
ermemiş bir müslüman çocuğu veya cünüp bulunmuş olan bir İslâm neferi gibi.
(Diğer üç mezhep imamına göre böyle bir şehid-i hükmî yıkanma-yacağı gibi üzerine de namaz
kılınmaz, münasip olan elbisesiyle defne-dilmesi icap eder.)
2. Kalbinde nifak bulunduğu (münafık olduğu) halde şeklen müslü-man görünüp savaşta
müslümanların saflarında bulunduğu halde düşman tarafından öldürülen herhangi bir şahıstır. Bu da bir
"şehid-i hükmî" dir. Buna da dünya hükümleri itibarıyla şehid denir. Bu sebeple görünüş şekli itibarıyla
yıkanmaz, üzerine namaz kılınıp elbisesi ile defnolunur.
(Şafiîler'e göre ganimet için veya gösteriş için savaşan veya gani-met mallarından çalan herhangi
müslüman da savaş esnasında öldürülün-ce yalnız "şehid-i dünya" sayılır. Hatta aynı zamanda
ALLAH'ın dini İslam’ın yücelmesi için de savaşmış olsa bile. Bu sebeple bunun hakkında da görünüş
şekli itibarıyla şehid muamelesi yapılır.)
3. Şehid-i kâmilde aranılan şartlardan bazılarını kendisinde bulun-durmayıp vefatı yalnız ahiret
hükümleri itibarıyla şehadet sayılan herhangi bir müslümandır.
Meselâ hata yoluyla öldürülüp varislerine diyet adıyla bir mal veril-mesi lâzım gelen bir müslüman,
ahirette sevaba nâil olması yönüyle şehid sayılırsa da dünya ahkâmı itibarıyla şehid sayılmaz. Bu sebeple
diğer ölüler gibi yıkanır, kefene konur namazı kılındıktan sonra defnedilir.
Yine gayrimüslimler ile veya yol kesiciler ile harb ederken yarala-nıp harp bittikten sonra bir tarafa
çekilip biraz yiyip içtikten veya konuş-tuktan ve uyuduktan veya ilâç kullandıktan veya aklı başında
olarak üzerinden bir namaz vakti geçtikten sonra vefat eden bir müslüman da bu hükümdedir. Bu şekilde
vefat eden bir müslümana "Mürtes" denir.
Suda boğulan, ateşte yanan, bina altında kalan, veba, tâun, ishal sıtma, verem hastalıklarından
biriyle veya akrep sokması ile ölen, nifas halinde veya gurbet ilinde veya ilim yolunda veya cuma
gecesinde vefat eden bir müslüman da aynı hükümdedir.
Sevabını Hak'tan bekleyen bir müezzinin ve doğru muameleli müs-lüman bir tüccarın, ailesinin
nafakasını temin için meşru bir çalışma neticesinde ölen herhangi bir müslümanın vefatı da bunun gibidir.
Bütün bunlara ahiret hükümleri itibarı ile "şehid" denir. Bu sebep-le herbirine "Şehid-i hakikî"
denilmektedir. Bunlar, dinî vazifelerine riayet eden kimseler ise, ahiret hükümleri bakımından birer
hakikî şehid-tirler. Fakat dünya hükümleri itibarı ile şehid sayılmazlar. Bu sebeple diğer İslâm ölüleri
gibi yıkanır, kefenlenir, namazları kılındıktan sonra kabirlerine defnedilirler.
Evinde veya başka bir yerde öldürülmüş bir halde bulunan bir müs-lüman hakkında da böyle
muamele yapılır. Çünkü onun zulmen öldü-rülmüş olduğu kesin olarak bilinemez.
Kısacası şehadet, büyük bir nimettir. İnsanın takva üzere yaşayıp şehid olarak vefat etmesi,
hakkında pek büyük bir saadettir. Bir hadis-i şerifte: "Şehid olmayı ALLAH Teâlâ'dan canı gönülden dileyen kimseyi ALLAH Teâlâ şehidlerin
mertebesine eriştirir, hatta döşeğinde vefat etse bile."1 diye buyrulmuştur. Bütün bunlar, ihlasın, güzel
niyetin, yüce ma-kamları sevip arzu etmenin bir mükâfatıdır.
ALLAH’ü Azimüşşan Hazretleri, cümlemizi dinî vazifelerini lâyıkı ile yerine getirmeye muvaffak,
güzel niyetlerle vasıflanmış olan salih ve şehidlerden sayılan kulları zümresine katsın. Amîn!
"Güzel sonuç, takva sahibi kimseler içindir. Bütün hamdü senalar alemlerin rabbi ALLAH
Teâlâ içindir."
1 Müslim; İmare:46; No:1909; 3/1517; Ebu Davud; Salat:361; No:1520; 1/476; Tirmizi; Fedaili’l-Cihad:19; No:1653; 4/183;
Nesâi; Cihad:36; No:3162; 6/36; İbn-i Mace; Cihad:15; No:2797; 2/935
Bütün benliğini vatanına, milletine vakfetmiş Ömer Nasuhi BİLMEN, vatan sevgisini de şöyle dilegetiriyor.
Bil vatanın kıymetini, kadrini. -Vatanın kadrini, kıymetini bil.
Maskat-ı re'sin tanı her şehrini. - Başının düştüğü yerin her şehrini tanı.
Şefkati bol validemizdir vatan. - Vatan, şefkati bol anamızdır.
Bir ebedî abidemizdir vatan. - Vatan ebedî bir abidemizdir.
Yeryüzünün cennetidir yurdumuz. - Yurdumuz yeryüzünün cennetidir.
Yurdumuzun hadimidir ordumuz. - Ordumuz yurdumuzun hizmetçisidir.
Gülşen-i pürfeyz-ü tarabdır vatan. - Vatan, sevinç ve feyiz dolu gül bahçesidir.
Düşmanının çeşmine batsın diken.- Düşmanının gözüne diken batsın.
Ümmet-i merhumeyi yarebbenâ! - Ey Rabbimiz! Rahmet olunan ümmeti
Eyleme gülzar-ı vatandan cüda.. - Vatanın gül bahçesinden ayırma..
Biricik biraderini Çanakkale'de kaybeden Ömer Nasuhi BİLMEN hergün gözyaşı dökmüş ve
üzüntüsünü şöyle ifade etmiştir.
Harbi Umumide büyük kardeşim - I. Cihan Savaşı’nda büyük kardeşim,
Mahrem-i ruhum, ebedi yoldaşım, - Ruhumun mahremi, ebedi yoldaşım,
Nur-ı şehâdetle açıp perr-ü bal, - Şehadet nuruyla kol-kanat açıp,
Etmiş idi cennetine intikal, - Cennetine intikal etmiş idi,
İşte o günden beri ben bikesim - İşte o günden beri ben kimsesizim
Oldu cihan sahası bir mahbesim. - Cihan sahası bir hapishanem oldu.
NOT: Bu şiir kitabın aslında bulunmamaktadır. Tarafımızdan ilave edilmiştir.