Ahirete İman


AHİRETE İMAN


55- Ahiret, bu dünyadan sonraki sonsuz âlemdir. Şöyle ki: ALLAH Teâlâ, içinde yaşadığımız bu
dünyayı ve üzerindeki bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır. Bir gün olacaktır ki, ne bu
dünyadan, ne de üzerindeki yaratılmış şeylerden bir eser kalacak. Bilakis Hak Teâlâ'nın takdir ettiği o
gün gelince bütün insanlar, bütün canlı cansız yaratıklar yok olacaktır. Bütün dağlar taşlar, yerler gökler par-çalanacak, bu alem bambaşka bir alem olacaktır. Bu bir kıyamettir. Bundan sonra yine
ALLAH'ımızın takdir buyurmuş olduğu gün gelince bütün insanlar yeniden hayat bulacak, hepsi de
"Mahşer" denilen pek geniş, düz bir sahada toplanacak, yeni bir hayat başlayacaktır ki, bu da "umumî
haşr"dir.
İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren bitmez, tükenmez bir halde devam edecek olan
âleme de "Ahiret âlemi" denir ki, buna inanmak da müslümanlıkta bir esastır.
56- Ahiretin vaki olacağı, Kur'an-ı Mübin'in âyetleri ile, Pey-gamber Efendimizin hadisleri ile,
bütün ümmetin icmaı ile sabittir. Diğer bütün peygamberler de bu hakikati ümmetlerine haber vermişlerdir.
Bu sebeple ahirete iman, pek büyük bir vazifedir, bütün dinlerce pek mühim bir iman esasıdır.
Kudretinin sonu bulunmayan ALLAH Teâlâ'ya göre ahiret haya-tını, gelecekteki âlemi meydana
getirmek pek kolay bir şeydir. Alemleri yoktan var eden, bilhassa insanları bir çok kuvvetler ile yaratıpkendi-lerine hayat veren muazzam yaratıcımız için bu âlemleri, bu insanları yok ettikten sonra tekrar yaratmak zor bir şey midir? Bir şeyi ilk olarak var eden daha sonra tekrar var edemez mi? Bunları tekrar var edemeyen zaten ALLAH olabilir mi? Hayır, hayır!... ALLAH Teâlâ, O büyük yaratıcıdır ki, nice bin âlemleri yoktan var etmiştir, nice bin âlemleri de yeniden yaratmaya kâdirdir.
Bir kere astronomi ilmine bakalım. Bir uzayda, sonsuz bir boşlukta dolaşıp duran, vakit vakit
parlayan yüz binlerce nur ve ışık âlemini dü-şünelim. Artık şüphe yok ki, bütün bu muhteşem varlıkları yaratmış olan ALLAH Teâlâ, ahiret âlemini de yaratmaya, meydana getirmeye kâdirdir.
57- Elhamdülillah biz Müslümanlar; ahiret gününe, âhiret hayatına, Cennet ile Cehennem'in şu anda
mevcut olduğuna da iman ederiz. Bu imandır ki, bizleri iyiliğe-güzelliğe götürür, bizim ruhumuzu yükseltir, bizi saadete erdirir. Bu imandan mahrumiyet ise insanı şaşırtır, sapıklığa düşürür, her türlü fenalığa sürükler, dünyada da âhirette de bedbaht eder.
1 Hicr suresi: 86



KIYAMETİN MAHİYETİ VE ALAMETLERİ

58- Ahiret âlemi başlamadan evvel yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bütün insanların ve dünyanın
başına bir kıyamet kopacaktır. Bu kıyametin kopmasını (Nefha-i ula = birinci üfürme) denilen bir hadise meydana getirecektir.
Şöyle ki, İsrafil aleyhisselâm, “Sûr” denilen ve mahiyeti ALLAH Tealâ'ca malûm bulunan
korkunç bir ses vasıtasına üfürecek, bundan çıkacak müthiş bir ses ile bütün fani hayat sahipleri yerlere serilip ölecek, her şey altüst olacaktır.
59- Malûmdur ki, arasıra yer sarsıntıları, su tufanları, ya-nardağların parlaması, yıldırımların
düşmesi, yerlerin çökmesi gibi bir takım hâdiseler sebebiyle yer yüzünde ne korkunç, ne müthiş felâketler meydana gelmektedir. Bunlardan her biri ALLAH Tealâ'nın kudretinin, azametinin bir nişanesidir. İşte yeryüzünde, göklerde bir umumî kıya-metin kopması da nasıl olacağı bizce bilinmeyen pek korkunç bir üfürme, bir gürültü sebebiyle olacaktır. Ve buna kim bilir, hatır ve hayale gel-meyen daha nice müthiş hâdiseler de, facialar da yoldaş bulunacaktır. Bütün âlemlerdeki düzen, ancak ALLAH Tealâ'nın bir eseridir. O'nun kudretinin bir alâmetidir. Hak Tealâ Hazretleri bu nizam ve intizamı bir an için olsun ortadan herhangi bir sebeple kaldırınca bütün varlıklar derhal altüst olur, ne genel yerçekimi kuvvetinden, ne de cisimler ara-sındaki münasebet ve bağdan eser kalır, ne de bir yaratılmışın yaşa-yabilmesine imkân bulunur.
İşte bu, bir umumî kıyamettir. Bunun kopacağı zamanı, ancak, ALLAH Teâlâ bilir.
60- Kıyametin alametlerine gelince, bunlar da "Eşrat-ı Saat = Kıyamet Alâmetleri" denilen bazı
yolsuz, garip, olağanüstü hadiselerdir ki, bunların meydana geleceği de Peygamber Efendimiz tarafından haber verilmiştir. Başlıcaları şunlardır:
l. Din hususunda bilgisizliğin her tarafa yayılması, sarhoşluk veren şeylerin içilmesi, zina gibi
fuhşiyatın çoğalması, öldürme hâdiselerinin artması. Bunlar ilk alâmetlerdir; bunlara "Alâmat-ı Suğra = Küçük Alametler" denir.
2. Bir duhan (duman)ın belirmesi ki, müminleri nezleye tutulmuş bir hale getirecek, kâfirleri de
sarhoş gibi yapacaktır.
3. Deccal adında bir şahsın türeyip ilahlık dâvasında bulunması, sonra öldürülmesi.
4. Ye'cüc ve Mec'üc adında iki kabilenin yeryüzünde yayılarak bir müddet fesada çalışması.
5. Hz. İsa'nın gökten inip bir müddet Peygamberimizin şeriatıyla amel etmesi.
6. "Dabbe-tül ard" adında canlı bir yaratığın yerden çıkarak in-sanlara karşı bazı sözler söylemesi.
7. Yemen tarafından dehşetli bir ateşin ortaya çıkıp etrafa yayılması.
8. Doğuda, batıda ve Arap yarımadasında birer hasef vukuu, yani birer yer parçasının batması.
9. Güneşin geçici olarak batı tarafından doğması.
Bunlara da "Alâmat-ı Kübra = Büyük Alâmetler" denilir.
Bütün bu hâdiseler, ALLAH Teâlâ'nın kudretine göre asla imkansız sayılamaz. İçinde yaşadığımız
âlemdeki hadiselerin her biri aslında aca-yip bir yaratılış, bir kudret nişanesi, bir harika numunesidir, artık kıyamet alâmetleri denilen bir kısım hâdiseleri hangi mütefekkir insan imkansız görebilir?
Vaktiyle var oldukları asla kabul edilmeyen bir nice fevkalâde şey-ler, vakit vakit meydana
çıkmıyor mu? İnsanların zekâları, sanatları saye-sinde böyle bir takım emsalsiz şaheserler, acayip şeyler meydana geldiği halde yaratıcımızın büyük kuvveti ile artık nelerin meydana gelebi-leceğini
düşünmelidir.

AHİRETE AİT HÂDİSELER

61- Kıyamet koptuktan bir müddet sonra da ALLAH Teâlâ'nın emri ile "nefha-i saniye = ikinci bir
üfürme" vuku bulacak, bu üfürme üzerine, bütün insanlar yeniden hayat bularak yattıkları, bulundukları yerlerden kalkacak, mahşer meydanında toplanacaklardır.
Bir insanın bedeni yüz binlerce parçaya ayrılsa, her tarafa savrulsa, çürüyüp büsbütün mahvolsa
yine bunlar ALLAH Teâlâ'nın ilmînden, kudretinden hariç kalmış olamaz. Hak Teâlâ bunları dilediği
zaman kudreti ile bir araya toplar, yeniden diriltir, dilediği akıbete kavuşturur.
İnsanların böyle yeniden hayat bulmalarına "haşr-i ecsad" denir ki, ruhlarının cesetlerine yeniden
girmesiyle meydana gelecektir.
62- Malûmdur ki ruhlar, Cenab-ı Hakk'ın emri ile, fiili ile, yaratma-sı ile meydana gelmiştir.
Mahiyetleri insanlarca meçhuldür, insan ölünce ruhu geçici olarak başka bir âleme gider. Orada ameline göre ya rahat yaşar veya azap görür. O âleme "Alem-i berzah" denir ki, dünya ile ahi-retten başka bir âlemdir. Yaşayışla ölüm arasında uyku âlemi nasılsa, dünya ile ahiret arasında berzah âlemi de o gibi bir varlıktır. Bunun mahiyetini ancak ALLAH Teâlâ bilir.
İşte ruhlar, ölümden, ebedî surette yok olmaktan kurtulmuş olduk-ları için, ahiret başlayınca her
ruh, ALLAH'ın kudreti ile oluşacak olan kendi sahibinin bedenine tekrar döner, onunla birleşir, birlikte mahşere gider ki, bu aslında bedenen ve ruhen haşirden başka değildir.
63- Mahşerde her mükellef insan, sual ve cevaba tabi olacak, amel defteri kendisine verilecek,
dünyadaki amelleri mizana vurulacak, mü-minlerin bir kısmı peygamberlerin ve diğer büyük zatların
şefaatlerine nail olacak, her kişi "Sırat" denilen köprüden geçmek mecburiyetinde kalacak, insanların bir kısmı sırattan geçerek Cennete girecek, bir kısmı da bundan geçemeyip Cehenneme düşecektir. Şöyle ki:
1. Sual ve cevap, ahiret gününde ALLAH Teâlâ tarafından mükel-lef olan varlıkların sorguya
çekilmesidir. Mahşerde büyük bir adalet mahkemesi kurulacak, herkesten dünyadaki yaptıkları sorulacak, ona göre hakkında karar verilecektir.
Hatta insan ölünce kabrinde de "Münker-Nekir" denilen melekler tarafından sorguya çekilecek,
"Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir? Kıblen neresidir?" diye sual olunacaktır ki, buna
"sual-i kabir" denir.
2. Amel defteri, her insanın dünyada iyi ve kötü bütün işledikleri yazılmış olan defteridir. Melekler
tarafından yazılmış olan bu defter, ahi-rette sahibine verilecek, "Al kitabını oku!" denilecek, hiçbir şey gizli kalmayacaktır.
3. Mizan, mahşerde herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsüdür ki, bununla amellerin
iyi ve kötü miktarı anlaşılmış olur.
4. Sırat, Cehennemin üzerine kurulmuş, üzerinden geçilmesi pek zor bulunan bir köprüdür ki,
bunun üzerinden ALLAH Teâlâ'nın muhte-rem kulları pek kolaylıkla, hatta bir kısmı birer "berk-i hâtif" göz ka-maştırıcı şimşek gibi geçip Cennete gireceklerdir. Kâfirler ile affa nail olmayan bir kısım müminler de geçemeyip Cehenneme düşeceklerdir.
5. Cennet, hatır ve hayale gelmeyen maddî ve manevî nimetleri bulunduran, yok olmaktan berî, şu
an mevcut ve sekiz tabakaya ayrılmış bir mükâfat âlemidir ki, bulunduğu yeri ancak ALLAH Teâlâ bilir.
Müminler, Cennette pek büyük nimetlere ereceklerdir, bilhassa ALLAH Teâlâ'yı mekândan,
zamandan münezzeh ve şanı ulûhiyetine lâ-yık bir şekilde vakit vakit görmek şerefine nail olacaklardır ki, buna "Rü'yetullah" denir. İman sahipleri bu nimete nail oldukça cennetin diğer bütün nimetlerini, zevklerini unutacaklar, en büyük, en yüce, en ru-hanî bir zevke dalacaklardır. Artık bunun üstünde bir nimet düşünülemez.
6. Cehennem, bütün kâfirler ile bazı günahkâr müminler için ya-ratılmış, yedi derekeye, aşağı
tabakaya bölünmüş bir azap kaynağıdır. Burada kâfirler ebedî surette kalarak azap göreceklerdir..
Günahkâr müminler ise bir müddet azap gördükten sonra affolunarak cennete konu-lacaklardır.
Cehennemin bulunduğu yeri de ancak ALLAH'ü Teâlâ bilir.
7. Kevser Havuzu, Mahşer günü ALLAH'ü Teâlâ tarafından peygamberimize ihsan buyurulacak
olan gayet büyük bir havuzdur ki, bunun pek tatlı, berrak suyundan müminler içecek, mahşerin dehşetinden ileri gelen hararetlerini gidereceklerdir.
8. Şefaat, ahiret günü bir kısım günahkâr müminlerin affedilmeleri ve itaatli müminlerin de yüksek
mertebelere ermeleri için peygambe-rimizin ve diğer büyük zatların ALLAH'ü Teâlâ'dan dua ve af
dileğinde bulunmalarıdır.
Ahirette bütün insanlara ait muhakeme ve muhasebenin bir an ev-vel yapılması için en büyük
şefaatte bulunacak zat, bizim Peygamber Efendimizdir. Onun bu şefaatine "Şefaati uzma = En büyük
şefaat" denir. Ve onun böylece nail olduğu yüksek makama, imtiyaza da "Makam-ı Mahmud" denir.
Bütün bu saydığımız şeylerin hakikatini, tafsilâtını olduğu gibi, tamamıyla bilmek ancak ALLAH'ü
Teâlâ'ya mahsustur. Bunların varlık-ları, var olabilmeleri ALLAH'ü Teâlâ'nın kudretini, hikmetini
düşünüp sezebilen kimseler için asla imkansız, uzak görülemez. Elhamdülillah biz bunların hepsine
inanıp itikat etmiş bulunmaktayız.
1 İbrahim suresi: 20

"ALLAH'ü Teâlâ herşey üzerine hakkıyla güç ve iktidar sahibidir."1

AHİRETİN VARLIĞINDA VE EBEDİ OLMASINDAKİ HİKMET

64- Malûmdur ki, ALLAH'ü Teâlâ Hazretleri ezelîdir, ebedîdir, kudreti de sonsuzdur ve her fiilinde
bir nice hikmetler vardır, onun yara-tıcılık sıfatı her zaman tecelli edecektir, onun yarattığı ve yaratacağı varlıkların bir kısmı devam edip duracaktır, kim bilir bu içinde bulun-duğumuz âlemi ne kadar asırlardan önce yaratmıştır, sonra da bu âlemde bir takım ibadetler ile, vazifeler ile mükellef olmak üzere insanları seçkin bir sınıf olarak yaratmıştır.
Bütün bu insanlar ve diğer bir nice yaratılmış şeyler, boş yere mi yaratılmıştır? Geçici bir zaman
için yaşayıp da, sonra büsbütün mah-volsunlar diye mi bu kadar mükemmel surette meydana
getirilmişlerdir? Hayır hayır! Böyle bir iddiaya insanın vicdanı isyan eder, buna her zerrede görülen
hikmet eseri karşı çıkar.
65- Şüphe yok ki, insanlar bu dünyaya bir imtihan için getirilmiştir, bu âlemdeki güzel veya çirkin
amellerin neticelerine başka bir âlemde ebedî surette kavuşmak için yaratılmıştır. Bu dünyada herkes,
yaptığı işlerin mükâfatını veya cezasını yeter derecede görmemektedir. Nice sâ-lih, muhterem insanlar, mağdur bir halde yaşarlar. Nice sapık, azgın kim-seler de refah içinde yaşayarak kötü yürüyüşlerinin cezasını görmezler.
Bu sebeple ilahi adaletin kemaliyle tecelli edeceği bir âlem lâzım-dır ki, herkes orada amellerinin
tam karşılığına kavuşsun ve ALLAH'ü Teâlâ'nın yaratıcılık sıfatı kendisini daima göstersin.
66- Şunu da düşünmelidir ki, bu dünyada insanlar ve diğer mükel-lef yaratılmış varlıklar iki kısma
ayrılmıştır. Bir kısmı üzerine düşen vazifeleri yerine getirmekte, ALLAH'ü Teâlâ'nın varlığına yok olmaz bir inançla sarılmış bulunmaktadır. Bu sebeple bunların mükâfatları da ahiret hayatında ebedî olacaktır.
Diğer bir kısım ise vazifelerini suistimal etmiş, yaratıcısını unut-muş, kendi hevesine tapınmakta
bulunmuş, gittiği dalâlet (sapıklık) yolunun doğruluğuna daimi bir kanaatle gönül bağlamış, milyarlarca sene yaşayacak olsa, kendi inancını, kendi inkârını terk etmemek azminde bulunmuştur. Bu sebeple bunların cezaları da kendi kanaatleri gibi daimî olacak, bunlar ahirette ebedî bir azaba tutulacaklardır.
Şunu da ilâve edelim ki, ALLAH'ü Teâlâ'nın katında güzel iman, o kadar büyük, makbul bir şeydir
ki, onun karşılığı ilâhi bir lütuf olarak ebedî bir mükâfattır. Hakkı inkâr, batıla tapınmak da o kadar büyük bir cinayettir ki, bunun karşılığı da daimî bir azaptan başka değildir.
İman ve Salih amel sahi-bi kimseler muhakkak naim cennetinde, iman ve salih amel sahibi olmayan kimseler ise muhakkak cehennemdedirler.” 1

1 Kehf suresi: 45